PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hikayeler/Kıssadan Hisseler


Sayfa : 1 [2]

barikat58
10.01.2009, 21:33
zaten dünya artık paranın ekseni etrafında dönüyor güneşi bırakmış artık para açıyor günlerimizi.bi şekilde bulacaksın parayı eşinden arkadaşından akrabandan ve o her kimse artık ona karşı daha bi korumalı olacaksın

sivassporlukiz
10.01.2009, 22:04
dostluk var.canimdan cok sevdigim iki arkadasim var.her zaman beraberiz.ben ne durumdaysam onlarda öyle.tek güvene bildigim kisi onlar.aramizda gizli sakli bisey yok.
dost dedigimm ancak onlar gibi olur.

harbikiz58
10.01.2009, 22:18
DOST DEDIGIN AZ VE ÖZ OLMALI

BENIM IYI VE KÖTÜ GÜN DOSTUM
HERSEYI PAYLASABILDIGIM TEK DOSTUM VAR
CANIM KARDESIM ARKADASIM AZIZEM

çılgın_türk
10.01.2009, 22:32
eğer bişeyleri parayla özdeşleştiriyorsak orda dosluktan bahmetmek olmaz zaten... bir insanla her gün beraber olmak yada konuşmakta dostluk değil kanımca ..... ben bir dost bilirim ki yemişiz içmişiz sonra 4 ay hiç konuşmamışım sonra bir gün gardaş bi işim var gel bi konuşalım bi yere gidecez gelirmisin geride kalanlarla vedalaş demişim nereye diye bile sormadan gelmiş biri. işte dostluk böyle bir olaydır....

yiğidoturan
11.01.2009, 06:47
TEŞEKKÜR GÜZEL BİR KISSA ANLAYA

barikat58
11.01.2009, 08:14
insan yapmak istediklerini hep yapabilseydi,arzularına hep zahmetsizce uzanabilseydi"istedim ama olmadı"yerine "istedim ve başardım" olsaydı hep ozaman hayattan bir zevk alabilirmiydikki?
acaba kaçımız birtane daha kendinden olsun isterdi.peki biz dost bulmakta zorlanıyoruz ama biz başkalrına dost olabiliyormuyuz.madalyonun hiç bu tarafına bakmayı başardıkmı?
işte böyle nedenler ve acabalar uzayıp gidiyor.biz ki fatih'lerin yavuz'ların kanunilerin torunlarıyız onlar gibi yaşadıkmı hiç?bir parça olsun onları örnek alsaydık şimdi bir çok şey böyle olmazdı...!
gerçek dostlar ve dostlukların sizlerle olması dileğiyle

MeLody58
11.01.2009, 10:54
ßenim Dostum ALLAH tır Gerisi Yalan Herkesin Çıkarı var

Cüneyd-i Bağdati isimli bir alimin hayatından bir kesit sunayım.(Eksikler için özür)
Bir gün bu alim medresede derse girer, ancak ilk defa öğrenciler hararetli bir tartışma nedeniyle hocanın girdiğini farketmezler. Bu duruma hocada şaşırır.
Bir süre sonra bir öğrenci farkederek arkadaşlarını uyarır ve toparlanırlar.
-cüneydi Bağdat-i sorar; hayırdır gençler bu kadar hararetli neyi tartışıyordunuz ki bizi bile farketmediniz?
Genlerden biri;
-Hocam bu devirde gerçek dost kalmadı. Güvenip sırrını açıyorsun 3 gün sonra başkasından duyuyorsun,.
Diğeri;
-Günlerce ekmeğini paylaştığın arkadaşın sana bir lokmayı çok görüyor.
ve diğerleri buna benzer onlarca örnek vererek gerçek dastluğun olmadığını ifade ederler.
En son hoca sözü alır ve derki;
-Evet gençler haklısınız; eğer düştüğünüzde elinizden tutup kaldıracak, lokmasını ve hırkasını sizinle hiç düşünmeden paylaşacak, sırrınızı mezara kadar taşıyacak dost arıyorsanız haklısınız böyle dost kalmadı...
-Ama eğer düştüğünde elinizden tutup kaldıracağınız, lokmanızı ve hırkanızı hiç düşünmeden paylaşacağınız, sırrını mezara kadar taşıyacağınız dost arıyorsanız çıkın dışarı çevrenizde onlarca dost bulacaksınız. bu kısassa demek istenen Kısacası DOST BULMAK İSTİYORSANIZ DOST OLACAKSINIZ...

ebubekir çakmak
11.01.2009, 11:00
ebubekir canım yine harikalar yaratmıssın emeğine sağlık muhteşemsin ha bize moral verdinya

eywallah dayııı dur senin moralin bozuksa ben hemn düzeltiyimm:)

harbikiz58
11.01.2009, 11:06
SÜPER MIS HEPSI VALLA :D:D:D:D
SABAH SABAH GÜLDÜRDÜN BENI
RABBIMDE SENI GÜLDÜRSÜN INSALLAH

ebubekir çakmak
11.01.2009, 11:07
yaşnmış hikayelere devamm

duyduğum kan anonusu üzerine kan vermek için hasteneye gittim.
Kan vermek
isteyenlere doldurtulan ve içinde bir çok sorunun olduğu formu
doldurmaya
başladım. Soruların biri "Son iki yıl içinde cinsel ilişkiye
girdiniz
mi?"
şeklindeydi. Kan alacak hemşireyi beğendiğim ve karşısında
karizmayı
çizdirmek istemediğim için "evet" cevabını işaretledim. Fakat
testi
hemşireye verirken gözüm o soruya takıldı. Soruyu yanlış
okumuşum. Meğer
Son iki yıl içinde eşcinsel ilişkiye girdiniz mi?" diye
soruyormuş..
Sonuç: Blimum HIV testlerinin yapılmasını beklemek için
saatlerce lobide
oturdum. Üstelik bu da yetmiyormuş gibi o güzelim hemşireye de
rezil
oldum. Neyime benim elin hemşiresini etkilemek. Ver kanını git
işte!-

-----------------------------------------------------

Geçtiğimiz ramazanın Kadir Gecesi'nde teravih namazını kılmak
için camiye
gittim. Erkekler alt bölümde, kadınlar ise perdeyle ayrılmış
üst bölmede
hepbirlikte namaza durduk. Kadınlar her defasında secdeye 3-4
saniye geç
vardıklarından, üstten gelen ses ile bizim hareketlerimiz
arasında bir
uyumsuzluk başgösterdi. Bu keyfe keder "senkronizasyon sorunu"
mahalle
>>>imamımızın, akıllara ziyan bir şekilde duruma müdahale ederek
üst kata
seslenmesi ile son buldu: "Bayanlar! Geç kalmayın, erkeklerle
yatıp,
>>>erkeklerle kalkın!"
---------------------------
Yer Bahariye, İstanbul. Ana yoldan geçmekte olan bir polis
arabasındaki
megafondan bir anons yükseliyor: "X plakalı aracın sahibi,
lütfen hareket
ediniz." Karşı taraftan geçmekte olan diğer bir polis
arabasının
megafonundan duyulan anons ise şu: "Lütfenini yiyimm Mistafaaaa."
Yurdum
polisi yaaaa.
-------------------------------------
Arkadaşımın sevgilisi komiser. Geçenlerde ikisi arabada sohbet
ederlerken
'Bilmem kaç merkez, yolda üç tane or...pu var. Tamam.' diye bir
telsiz
anonsu gelmiş. Erkek arkadaşı çok utanmış ve hemen telsize
sarılıp
telsizin diğer ucundaki memura ´Bu ne biçim anons, malum kadın
deyin biz
anlarız.´ diye fırça atmış. On dakika sonra gelen telsiz
anonsu ikisini
de
kahkaha krizine sokmuş. ´Komiserim malum kadınlar or...pu
değilmiş.Tamam.´

----------------------------

harbikiz58
11.01.2009, 11:15
yaşnmış hikayelere devamm

duyduğum kan anonusu üzerine kan vermek için hasteneye gittim.
Kan vermek
isteyenlere doldurtulan ve içinde bir çok sorunun olduğu formu
doldurmaya
başladım. Soruların biri "Son iki yıl içinde cinsel ilişkiye
girdiniz
mi?"
şeklindeydi. Kan alacak hemşireyi beğendiğim ve karşısında
karizmayı
çizdirmek istemediğim için "evet" cevabını işaretledim. Fakat
testi
hemşireye verirken gözüm o soruya takıldı. Soruyu yanlış
okumuşum. Meğer
Son iki yıl içinde eşcinsel ilişkiye girdiniz mi?" diye
soruyormuş..
Sonuç: Blimum HIV testlerinin yapılmasını beklemek için
saatlerce lobide
oturdum. Üstelik bu da yetmiyormuş gibi o güzelim hemşireye de
rezil
oldum. Neyime benim elin hemşiresini etkilemek. Ver kanını git
işte!-

-----------------------------------------------------

Geçtiğimiz ramazanın Kadir Gecesi'nde teravih namazını kılmak
için camiye
gittim. Erkekler alt bölümde, kadınlar ise perdeyle ayrılmış
üst bölmede
hepbirlikte namaza durduk. Kadınlar her defasında secdeye 3-4
saniye geç
vardıklarından, üstten gelen ses ile bizim hareketlerimiz
arasında bir
uyumsuzluk başgösterdi. Bu keyfe keder "senkronizasyon sorunu"
mahalle
>>>imamımızın, akıllara ziyan bir şekilde duruma müdahale ederek
üst kata
seslenmesi ile son buldu: "Bayanlar! Geç kalmayın, erkeklerle
yatıp,
>>>erkeklerle kalkın!"
---------------------------
Yer Bahariye, İstanbul. Ana yoldan geçmekte olan bir polis
arabasındaki
megafondan bir anons yükseliyor: "X plakalı aracın sahibi,
lütfen hareket
ediniz." Karşı taraftan geçmekte olan diğer bir polis
arabasının
megafonundan duyulan anons ise şu: "Lütfenini yiyimm Mistafaaaa."
Yurdum
polisi yaaaa.
-------------------------------------
Arkadaşımın sevgilisi komiser. Geçenlerde ikisi arabada sohbet
ederlerken
'Bilmem kaç merkez, yolda üç tane or...pu var. Tamam.' diye bir
telsiz
anonsu gelmiş. Erkek arkadaşı çok utanmış ve hemen telsize
sarılıp
telsizin diğer ucundaki memura ´Bu ne biçim anons, malum kadın
deyin biz
anlarız.´ diye fırça atmış. On dakika sonra gelen telsiz
anonsu ikisini
de
kahkaha krizine sokmuş. ´Komiserim malum kadınlar or...pu
değilmiş.Tamam.´

----------------------------

HEMSOMM COK SAOL YA VALLA SABAH SABAH KOPTUMM :D:D:D:D
SEN HER SABAH BIRSEYLER YOLLA ILAC GIBI GELDI VALLA BU HIKAYELER

MeLody58
11.01.2009, 11:17
:D:D:D:D paylaşım için tşkler ::D:D:D:D

MeLody58
11.01.2009, 11:21
Birgün marketin birinde meyve reyonunda meyvelerden tadiyordum. Iste kirazseftali vs vs... Görevli de bana bakiyor ama ben hiç aldırmadan yemeye devam ediyorum. Sonunda görevli yavaşca yaklaştı ve : Abi Karpuz da keselim mi ? ALINTI

Bu olay Trabzon Farabi tip fakültesinde aynen
yasanmis bir olaydir.Acil kapisinin önüne kornalar çalarak 2-3 araç geliyor. Içinden insanlar firlayarak klasik "doktorlar nerde sedye getirin" seklinde bagirmalar oluyor. Öndeki arabadan çikan bir kisi arkadaki arabaya hastayi arabadan çikarmasini söylüyor. Ve
arkadakinin yaniti: "SIZIN ARABADA DEGIL MIYDI?" Yani vatandaslar hastayi Rizede birakip diger arabada oldugunu sanarak Rize'den yani 1 saatlik yoldan son sürat gelmisler...

MeLody58
11.01.2009, 11:25
İstanbulPolis anonslarına bir ek de benden. Yer Amasya, Ramazan ayı. Meydan tarafında, karşılıklı
iki şeritten birbirlerine doğru gelen polis arabalarının birinden duyulan cümle: "İftara üç tane büyük, sahura da iki küçük pide alıyoruz.
" Gelen cevap evlere şenlik: "Komiserinkinde susam olmasın. Tekrar ediyorum, komiserinkinde susam olmasın" :D:D

Dilsad Hatun
11.01.2009, 11:33
Bu yaziyi biliyorum , cok guzel gerçekten anlayana çok mesaj veriyor ; Emegine saglik...

barikat58
11.01.2009, 20:03
ASLINDA IKISIDE ASKARINI BUYUTUYORLARDI GIZLI GIZLI
Yeni evli bir çift vardi.
Evliliklerinin daha
ilk aylarinda, bu isin hiç de
hayal ettikleri gibi olmadigini anlayivermislerdi. Aslinda
birbirlerini sevmiyor degillerdi.
Son zamanlarda o kadar sik olmasa da, evlenmeden önce sik
sik birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil
dökmüslerdi.
Ama simdilerde,küçük bir söz, ufak bir hadise aralarinda
orta çapli bir kavganin çikmasina yetiyordu
Bir aksam oturup, iliskilerini gözden geçirmeye karar
verdiler.
Her ikisi de, bosanmayi istememekle beraber, islerin böyle
gitmeyeceginin
farkindaydilar. Erkek, "Aklima bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir agaç dikelim
ve eger bu agaç üç ay içinde kurursa bosanalim. Kurumaz da
büyürse bunu bir daha
aklimizdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayri ayri
odalarda kalalim." Bu ilginç fikir haniminin da hosuna
gitti.
Ertesi gün gidip bir meyve fidani aldilar ve birlikte
bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karsilastilar. Her ikisinin de elinde içi
su dolu birer bidon vardi..(meger her gece gizli gizli ikisede fidanı sularlarmış fidan büyüsün kurumasın diye)

barikat58
11.01.2009, 20:06
GERÇEK SEVGİ

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,
pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik
yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta
çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu.

Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu
bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti. Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete
dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü
ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye
karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları
bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti. Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla
baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye
yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan
burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak: "Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir
çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!."
diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."

barikat58
11.01.2009, 20:11
Kız arkasından kendini sürekli takip eden birisini farkeder...
Takip devam eder, kiz bundan rahatsız olur ve sorar:
- Siz neden beni takip ediyorsunuz ?
Delikanlı:
-Size ilk görüşte aşık oldum ve sizi herşeyden çok seviyorum..
Kız:
- Bak arkamdan ablam geliyor sen ona aşık ol.. Benden sana yâr olmaz..
Delikanlı arkasına bakar kimseyi goremeyince:
- Bana yalan söyledin... Kimse yok.
Kız:
- Asıl sen bana yalan söyledin... Eğer beni gerçekten sevseydin arkana bile bakmazdın der...!

barikat58
11.01.2009, 20:14
ASKIN GÖZÜ KÖRDÜR
Firat'in bir yakasinda yasayan bir delikanli ile öbür yakasinda yasayan güzel bir kadin varmis. Birbirlerine asik olmuslar. Delikanli her gece Firat'in sularinda yüzerek karsi yakaya geçer sevgilisine ulasirmis. Safak sökmesine yakin delikanli sevgilisine öpücük kondurup Firat'in azgin sularina girip öbür yakaya geçermis. Bu gecelerce böyle sürüp gitmis.

Yine bir gece delikanli Firat'i geçip sevgilisinin yanina gitmis. Safak sökerken delikanli veda öpücügünü vermek üzere kadinin yanina sokulmus, kadina dikkatle bakarak;

- senin bir gözün a´ma miydi ! demis.
Kadin o zaman delikanliya bakarak;
- sen sen ol sakin ola bugün Firat'a girme
demis.

Delikanli kadindan ayrilmis , Firat'a girmis ve yüzme bilmediginden bogulup ölmüs. Bizim delikanli gerçekte yüzme bilmiyormus, duydugu ask yüzünden onun gücü sayesinde Firat'i geçermis.

O ask bitincede....

barikat58
11.01.2009, 20:18
Ates ve Su

Ateş Bir Gün Suyu Görmüş Yüce DağLarın Ardında
SevdaLanmış Onun DeLi DaLgaLarına.
Hırçın Hırçın KayaLara Vuruşuna,
Yüreğindeki DuruLuğa
Demiş ki Suya:
GeL SevdaLım oL,
Hayatıma AnLam Veren Mucizem oL..
Su Dayanamamış Ateşin GözLerindeki SıcakLığa
AL Demiş;
Yüreğim Sana Armağan...
SarıLmış AteşLe Su BirbirLerine
Sıkıca, Kopmamacasına...
ZamanLa Su, Buhar OLmaya.
ateş, kül OLmaya BaşLamış.
Ya Kendisi Yok OLacakmış, Ya Aşkı...
Baştan ALınLarına YazıLmış OLan Kaderi'de
Yüreğindeki Kederi'de
ALıp Gitmiş Uzak DiyarLara Su..
Ates Kızmış, Ateş Yakmış OrmanLarı...
Aramış Suyu DiyarLar Boyu,
GünLer Boyu, GeceLer Boyu
Bir Gün GeLmiş, Suya Varmış YoLu
Bakmış o Duru GözLerine Suyun,
Biraz Kırgın, Biraz Hırçın,
Ve o An AnLamış;
Aşkın Bazen Gitmek OLduğunu.
Ama Gitmenin Yitirmek OLmadığını....
Ateş Durmuş, Susmuş, Sönmüş AşkıyLa.
İşte o Zamandan Beridir'ki:
Ateş Sudan,
Su Ateşden Kaçar OLmuş.

Ateşin Yüreğini Sadece Su,
Suyun Yüreğini
Sadece Ateş ALır OLmuş...

barikat58
11.01.2009, 20:22
Okulda birinci sınıf ögrencileri, bir aile fotografı üzerinde tartışıyorlardı. Fotograftaki küçük çocugun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden degişikti... Ögrencilerden biri o erkek çocugunun belki de evlat edinilmiş olabilecegini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız ögrenci, birden sesini yükseltti;
- Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlıgım!...
Arkadaşı sordu;
- Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir...?
Küçük kız ögrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi;
- Annenin karnında degil, yüreginde büyümüşsün demektir...

barikat58
11.01.2009, 20:27
Bir zamanlar 4 Oğlu olan bir adam varmış.. Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve önyargılı olmamaları için onları bu konuda eğitmek istemiş.

Böylece her birini uzak bir yerde duran Ağacın yanına gidip ona bakmalarını istemiş. .

İlk oğlan Kışın gitmiş, İkincisi İlkbahar, üçüncüsü yazın
ve sonuncusu sonbaharda.


Geri döndüklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne görüklerini sormuş.

İlk Oğlan Ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söyledi.

İkinci oğlan Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı dedi.

Üçüncü oğlan başka fikirdeydi. Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdiki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

Sonuncu Oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtti.

Yaşlı Adam Oğullarına hepsinin haklı olduğunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti.

Onlara bir Ağacı veya bir İnsanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Yada neye sahip olup olmadıklarını.

Gerçekleri ancak sonunda, 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz.

Eğer kışın vazgeçersen İlkbaharın nimetinden olursun, Yazın Güzelliğinden ve Sonbaharın bütünlüğündende.

Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.

Hayatınızı bir mevsim(bir dönem) yüzünden yargılamayın.

Unutmayınki ilerde şuanki zamanı arayabilirsiniz ve daha güzel günlerde yaşayabilirsiniz.

barikat58
11.01.2009, 20:38
Dostluk ve Arkadaşlığın gücü

Vietnamda savaştıktan sonra sonunda evine dönmekten olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır.

San Franciscodan ailesini aradı: " Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum"

"Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz" diye cevapladılar. Oğulları; "Bilmeniz gereken bir şey var" diye devam etti. "Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum."

"Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.""Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum."

"Oğlum" dedi babası, "bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır."

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler.

Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.

Üzüntü dolu anne-baba hemen San Franciscoya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:

Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.

Neyse ki, bize bu şekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmuş olursak olalım, bizi sonsuz ailesinin yanına çağıran şartsız sevgiyle seven biri.

Gerçekten de arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler

barikat58
11.01.2009, 20:40
hindistanda bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. kovalardan biri çatlakmış. sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronunun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun yalnızca yarısını eve ulaştırabilirmiş. bu durum iki yıl boyunca böyle devam etmiş. sucu her seferinde patronunun evine sadece 1.5 kova su götürebilmiş. sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.iki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
''kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.''
''neden?'' diye sormuş sucu. ''niye utanç duyuyorsun?'' kova cevap vermiş
''çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen emeklerinin karşılığını alamıyorsun.'' sucu şöyle demiş:
''patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri farketmeni istiyorum.'' gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve sucudan özür dilemiş. sucu kovaya sormuş:
''yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. yolun senin tarafına çiçek tohumları ekim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. iki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.''
hepimizin kendine özgü kusurları vardır. hepimiz aslında çatlak kovalarız. Tanrı'nın büyük planında hiç birşey ziyan edilmez. kusurlarınızdan korkmayın. onarın sahiplenin.

barikat58
11.01.2009, 20:50
Bazen insanları hafife almak için "Çocuk gibisin,Çocuk gibi davranıyorsun" denir ya.Bu hikayeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan.Babası İspanya"nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın.Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapisaneye giderdi.Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...Çok üzülmüştü küçük kız...Babasına söyledi bunu,o da "üzülme kızım,yine çizersin;bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.Babası keyifle resme baktı ve sordu:"Hmmm!Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?Küçük kız babasına eğilerek,sessizce:"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!.....

barikat58
11.01.2009, 20:54
Aşk Ve Delilik
Bir gun Delilik yakin dostlarini kahve icmek uzere evine davet etmis.

Herkes gelmis. Kahveler icildikten sonra Delilik dostlarina saklambac oynamayi onermis.

- Saklambac mi? O da nedir? diye sormus Merak.

- Saklambac bir oyundur. Sizler saklanirken ben yuze kadar sayacagim.
Saymayi bitirdigimde ilk bulacagim kisi benden sonraki ebe olacaktir.

Korku ve Tembellik disindakiler Delilik'in onerisini derhal kabul etmisler.

- 1..., 2..., 3... diye yuksek sesle saymaya baslamis Delilik.

Acelecilik, ilk buldugu yere kendini ativermis.

Utangaclik, her zamanki aliskanligiyla bir agacin golgesine ilismis.

Neşe, bahcenin orta yerine dogru yonelmis.

Hüzün, saklanacak yer bulamadigindan aglamaya koyulmus.

Kiskanclik, Başari'nin pesinden giderek yanibasindaki bir kayanin ardina siginmis.

Delilik saymayi surdurmus...

Umutsuzluk, Delilik'in doksan dokuza geldigini duydugunda iyiden iyiye umutsuzluga kapilmis.

- YUZ ! diye haykirmis Delilik, Saklanmayan ebedir, aramaya basliyorum.....

İlk sobelenen Merak olmus. Birinci kurbanin kim olacagini o kadar merak ediyormus ki, saklanmayi ihmal etmis.

Bahce duvarina baktiginda, Delilik Kararsizlik'i farketmis; uzerine tunemis oldugu duvarin hangi tarafina saklanacagini
dusunmekle mesgulmus.

...Ve hemen ardindan Neşe'yi, Hüzün'u, Utangaclik'i sobelemis.

Herkes yeniden biraraya geldiginde Merak sormus:

-Aşk nerede? Hic Aşk'i goren oldu mu?

Delilik, Aşk'i aramaya koyulmus. Daglara cikmis, nehirlerin yataklarina bakmis, ama Aşk'i hic bir yerde bulamamis.

Caresiz arayisini surduren Delilik, bir gul agaci ile karsilasmis.
Eline gecirdigi bir caliyla agacin dallarini, yapraklarini yoklamis. Aniden tiz bir ciglikla irkilmis. Aciyla bagiran Aşk, diken
batan gozunu tutuyormus.

Delilik ne yapacagini bilememis. Ozur dilemis, yalvarmis yakarmis Aşk'a kendisini affetmesi icin. O kadar uzulmus ki, bir
daha hayat boyu yanindan ayrilmayacagini bile vaadetmis. Acisi biraz dinen Aşk sonunda ozurleri kabul etmis.

O gunden beri Aşk'in gozu kordur ve Delilik hep yanı başındadir.

barikat58
11.01.2009, 21:12
Sevgili genç çift motorla geziye çıkarlar aralarında şöyle bir diyalog geçer...

genç kız:lütfen yavaşla çok hızlı gidiyorsun
delikanlı:hayır baksana ne kadar zevkli
genç kız:hayır çok korkuyorum
delikanlı:kaskımı takarmısın kafamı sıkıyor
"genç kız kaskı takar"
delikanlı:beni seviyormusun?
gençkız:evet seviyorum şimdi lüten yavaşla
delikanlı:tamam şimdi bana sıkıca sarılmanı istiyorum...

ve delikanlı motorla duvara çarpar delikanlı ölmüştür genç kız ise kurtulmuştur ve ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber görülür fireni patlayan motor duvara çarptı motordaki 2 kişiden biri öldü çok geçmeden olayın aslı anlaşıldı motorun freninin patladığını anlıyan delikanlı bunu sevgilisine belli etmedi ve onu korumak için kaskını ona verdi ve ondan seviyorum lafını son kez duymak istedi ve duydu ve son defa ona sarılmasını istedi ve sevdiğinin canını kurtarmak pahasına delikanlı kendi canını harcadı eğer sizde seviyor ve seviliyor iseniz birbirinizi kaybetmeden sevdiğinize o seviyorum lafını hemen diyin hemde hiç durmadan çünkü insanlar birbirlerinin kıymetini kaybetmedikçe anlamıorlar

love_me_58
11.01.2009, 23:14
Kız arkasından kendini sürekli takip eden birisini farkeder...
Takip devam eder, kiz bundan rahatsız olur ve sorar:
- Siz neden beni takip ediyorsunuz ?
Delikanlı:
-Size ilk görüşte aşık oldum ve sizi herşeyden çok seviyorum..
Kız:
- Bak arkamdan ablam geliyor sen ona aşık ol.. Benden sana yâr olmaz..
Delikanlı arkasına bakar kimseyi goremeyince:
- Bana yalan söyledin... Kimse yok.
Kız:
- Asıl sen bana yalan söyledin... Eğer beni gerçekten sevseydin arkana bile bakmazdın der...

paylaşım için tşkrler bu güzelmiş

barikat58
12.01.2009, 08:18
MARANGOZ

Yaşlı bir marangozun emeklilik zamanı gelmişti. Patronu olan mutahhide, artık işten ayrılmak istediğinden bahsetti. Mutahaid bu iyi adamın ayrılmasına çok üzüldü. Ve ondan son bir ev daha inşa ettikten sonra işi bırakmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe başladı ama çok isteksizdi. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzemeler kullandı. Evi bitirdikten sonra eve bakmaya gelen patronu dış kapının anahtarını marangoza uzattı. Ve “Artık bu ev senin” dedi. “sana benden hediye”

Marangoz öylesine şaşırmış ve utanmıştı ki…. İçinden, “keşke yaptığım evin kendi evim olduğunu bilseydim! Diye geçiriyordu. “Hayat bir kendin yap tasarımıdır” demiş biri. Bu günkü davranış ve seçimlerimiz yarın yaşayacağımız evi kurar.

barikat58
12.01.2009, 08:20
Küçük bir zenci çocuk şehrin lunaparkında dolaşırken bir satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı.Her renkten ve her biçimden balonlar ışıl ışıl parlıyordu.
Derken,birdenbire kırmızı bir balon kazara bağlandığı yerden kurtularak havada uçtu,uçtu,uçtu ve nihayet aşagıdan seçilmeyecek kadar yükseldikten sonra gözden kayboldu.Bu manzarayı seyretmek için öyle bir insan kalabalığı toplanmıştı ki, satıcı bir tane dahabırakmanın iyi bir reklam olucağını düşünerek havaya parlak sarı renkte bir balon daha bıraktı.Arkasından bir tanede beyazını çözdü.
Küçük zenci olduğu yerden büyük bir hayranlık içinde ardı ardına uçan rengarenk seyrettikten sonra :
"Baloncu amca" dedi.Acaba bir tanede siyah renkte balon bıraksanız,ötekiler kadar yükselirmi?
Baloncu adam, anlayışlı bir bakışlaçocuğa tebessüm ederek,siyah renkli bir balon çözdü.Parmaklarını gevşetip onuda boşluğa bırakırken:
"Yavrum" dedi, "bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir."

barikat58
12.01.2009, 08:21
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.
Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.

Yaşlı bey huzursuzlanmış; "acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
"Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.
"Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" deyince.
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile "Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.
Hemşireler hayretle "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün
onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar.
Adam buruk bir sesle

"Ama ben onun kim olduğunu biliyorum" demiş.

barikat58
12.01.2009, 08:25
Bir zamanlar üç arkadaş varmış.
AŞK DOSTLUK ve GÜVEN
Üçü bir arada olduğumu harikaymış herşey
Gün gelmiş aşkın işi çıkmış eh meslek bu kolaymı?Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara.
Beni özlediğinizde gelin demiş uzaklarda olmayacağım ...
Nerde birbirlerine bakan bir çift göz görürseniz ben ordayım ve ayrılmış yanlarından....
Peki demiş DOSTLUK GÜVENE madem öyle bende yoluma düşeyim
görev çağırır ama merak etme nerde birlikte ağlayan iki insan görürüsen bilki ben ordayım
GÜVEN Ağzını açamamış veda etmek için ama DOSTLUK ayrılmış arkadaşının yanından onun sözünü dinlemeden ve sessizce gitmiş uzaklara.
GÜVEN Sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan
BENİ Kaybederseniz bir daha asla bulamazsınız..... :(

HİÇ BİR zaman GÜVENİNİZİ YİTİRMEMENİZ DİLEĞİMLE SEVGİLER

barikat58
12.01.2009, 08:36
Gerçek Dostluk

Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.

Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.

Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını
öğrendiği kadına; Kendisinin de yanlız olduğunu söyler ve bu evde birlikte
yaşıyalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç
düşünmeden kabul eder. Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine
uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl
bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler.Yaşlı kadın ona uygun bir
kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler
sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi
kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da
geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir .
Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek
isteğiyle mikrafonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; Eskiden çok
sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum .çünkü biz gerçek dosttuk. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha
fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı.
İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.
Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını
istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu
şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş
istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek
üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim.

Sweetgirl
22.01.2009, 13:15
DEĞİŞEN SİZİN KALBİNİZ



Bir padişah, bir iki vezirini ve diğer erkandan birkaçını yanına alarak payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı Payitahttan ayrılıp bir kaç saatlik bir yol katettikten sonra yolları üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanına çağırdı sordu:

- Bu güzel nar bahçesi kimin?

- Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı

- Oğlun, uşağın var mı?

- Allah bize oğul uşak vermedi efendim, bir karı kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz

- Peki ben de bu ülkenin hükümdarıyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek

İhtiyar "başüstüne" dedi ve hemen gidip bah çe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı İki nar tam bir tası doldurdu Padişah içti ve

çok beğendi Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı İhtiyar çif çi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular Yolda şeytan padişahın kafasını karıştırmaya başladı "Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı-kocanın mirasçıları yok, ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini, karşılığında bir kaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım" diye düşündü Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sundu Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi Sabahkine hiç benzemiyordu Sordu:

- Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil

- Aynı nardan evlat, aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin kalbiniz Tebaanızın malına göz koydunuz, bunun için de narların tadı değişti.

Kardelencicegi
19.02.2009, 10:18
Huzurun kiymeti

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş,
geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye basladı. Tir tir
titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi.
Padişahin keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaslı
bir adam padişahın huzuruna çıktı,
´Müsaade buyurursanız ben onu sustururum´ dedi. Padisah da ´Lütfetmis
olursunuz´ dedi.
Yaslı adam emretti, köleyi denize attilar. Köle birkaç kere suya battı
çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye
yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu
uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, ´Bu isteki hikmet nedir´
diye sordu.
Yaslı adam cevap verdi: ´´Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki
selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir
felâket görmeyen kimse , huzurun kıymetini bilemez."

Kardelencicegi
19.02.2009, 10:24
Bir aşk öyküsü

Moses mendelssohn hiç yakışıklı bir adam değildi.
Çok kısa boyunun olmasının yanı sıra,
çok garip bir de kamburu vardı.
Moses mendelssohn, günün birinde hamburg´da yaşayan bir işadamını ziyarete gitti.
İşadamının, frumtje adında çok güzel bir kızı vardı.
Moses,bu güzel kıza umutsuz bir aşkla tutuldu.
Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüştü.
O nedenle, değil onun sevgisine karşılık vermek,
yüzüne bile bakmak istemiyordu.
Ayrılma zamanı geldiğinde moses,
güzel kızın üst kattaki odasına çıktı ve tüm cesaretini
toplayarak onunla son kez konuşma girişiminde bulundu.
Kızın güzelliği öylesine olağanüstüydü ki,
bir an için onun cennetten geldiğini bile düşündü.
Fakat kızın, başını kaldırıp da yüzüne bakmamaktaki direnci, moses´ı çok üzdü.
güçlükle başarabildiği konuşması sırasında çirkin aşık,
bu güzel kıza bir soru sordu:
"evliliklerin kutsal bir özelliği olduğuna inanır mısınız?" dedi "elbette"
diyerek yanıtladı güzel kız ve gözlerini yine kaldırmayıp moses´ın yüzüne yine bakmadan,
kendi de ona bir soru sordu: "peki ya siz?"dedi."siz inanır mısınız buna?"
moses bir an bile duraksamadı:

"evet,ben de inanırım" dedi ve ekledi:
"biliyor musunuz?
Her erkek çocuğu doğduğunda Allah,onun evleneceği kızı belirlermiş.
Benim doğumumda da,benim evleneceğim kız belirlenmiş ve bana ´senin karın kambur olacak´ demiş.
o zaman ben bir istekte bulunmuşum tanrı´dan.
Allah´ım kambur bir kadın bir trajedi olur.
Lütfen onun kamburluğunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap´ demişim."
moses´ ın bu sözlerinden sonra frumtje gözlerini yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine baktı ve elini uzaatıp, moses´ ın elini tuttu.
ve daha sonra da onun, sevgili eşi oldu.

Kardelencicegi
19.02.2009, 10:37
Sevgi Nedir.?

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
"Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
"diye. "Bakın göstereyim" demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları"
denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş.
"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
"Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,
karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş.
"Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] xe5he3ks5.jpg)
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

Kardelencicegi
21.02.2009, 16:55
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])


Bir Bülbül Beyaz Güle Asik olmus.
Her Sabah onu koklar öpermis ama Gül onu hep yargilar reddedermis.
Bülbül hic yilmamis,birgün gidip onu ne cok SEVDIGINI söylemis.
Gül sen bana layik degilsin deyince Bülbül Gülden bir diken koparip kalbine saplamis.
Kanlari beyaz Gülün üzerine akinca Gül kipkirmizi olmus.
Ve böylece tüm kirmizi güllerin anlami SENI SEVIYORUM olmus...

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:02
Cenneti Sırtında Taşıyan Adam

Cenneti Sırtında Taşıyan Adam
20 Yılı aşkın süredir oturmakta olduğum mahallemizde, evliya
olduğu söylenen
asırlık bir ihtiyar vardı.İsmi pek bilinmediği için kısaca "Nur Dede"
diye çağırılan bu ihtiyar, insanın karşısına hiç umulmadık zamanlarda
çıkar ve kerametli sözleriyle onların dertlerine derman olurdu.
Bir gün karşılaştığımızda, kısa bir sohbetten sonra:
- Bana da dua et dede, dedim. Dünyanın yükü, benim omuzlarımda sanki.
Titrek elleriyle kulağımı çeker gibi yaparak:
- Cenneti taşıyanların yanında dünyayı taşıyanların lâfı olmaz evlât,
dedi. Ve hemen sonra, Cenneti yüklenen o adamı nerede görebileceğimi tarif
etmeye çalıştı.
Nur Dedenin bahsettiği kişi, yakın köylerin birinde oturan ve her cuma
günü şehre gelen bir gençti. Bu bahtiyar insan, dedenin anlattığına göre
son zamanlarda hep aynı binaya uğruyor ve sırtındaki o mübarek yükü, bir
an bile
olsun bırakmıyordu.
Nur Dede ile karşılaşmamızdan sonraki ilk cuma günü, tarif ettiği yere
giderek beklemeye koyuldum. Burası, merkezî bir binanın en üst katıydı.
Büroların açıldığı koridorda uzun süre gezindikten sonra, merdivenlerde
ayak
sesleri duydum. Atılan adımların yorgunluğu sebebiyle onların bir
gence ait olduğunda tereddüt etmeme rağmen, Cennet'i taşıyan adamın
geldiğini hissediyordum. Merakımı yenemeyip merdivene doğru ilerlediğimde,
bir anda onunla karşı karşıya geldim. 25-30 yaşları arasında çelimsiz bir
insandı ve yaşlı annesini sırtına almış vaziyette, asansörü her zaman
bozuk olan işyerinin beşinci katındaki doktor muayenehanesine tırmanmaya
çalışıyordu. Delikanlının annesi, güçsüz kollarını evlâdına dolamış ve
işlemeli yemenisi ile çevrelediği nurlu yüzünü, hafifçe yana çevirmiş
vaziyette oğlunun omuzlarına dayamıştı.
Sırtındaki mukaddes yükü rahatsız etmekten korktuğum için o gence
yardım edemedim. Ama yanına yaklaşarak:
- Allah senden razı olsun kardeşim, dedim. Cennet'i taşıdığının
farkında mısın? Delikanlının terli ve solgun yüzü, sıcak bir tebessümle
aydınlandı. Fakat nedense tek kelime bile konuşmadı. Ama Rabbim biliyor
ki, o tebessümde, ömrüm boyunca hiç kimsede görmediğim bir sıcaklık ve
güzellik vardı. Belki de haşir ve sırattan sonra, ebedî saadet diyarına
doğru uçan Cennet insanlarının mutluluğu.
90'lı yılların hemen başında, Adapazarı'nda, Ordu Evi karşısındaki bir
iş hanında yaşadığım bu hatırayı, kardeşlerimin arzusuyla kaleme aldım. O
günden sonra anne veya babasına hizmet eden bir genç gördüğümde, Cennet'i
taşıyan o adamı hatırlarım. Tabi ki bir de, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in
(s.a.v.) : "Anne ve babasının ihtiyarlığına yetişip de Cennet'i
kazanamayanlara şaşarım" şeklindeki mübarek sözlerini.

Alıntı

Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:06
>

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])


Allah rıza edilesi bir varlıktır.
>
>İnsanlar Allah'ı rıza ederler.
>
>Bizler Allah rızası için diye niyet ederken, Allah bizi rıza etsin diye
>niyet etmeyiz. Bilincimiz Allah'ı arzu etsin diye niyet ederiz. Muradımız
>Allah'tır!
>
>Kimi insanlar bu manayı ziyadesiyle anlayamadıkları için, hal ve
>hareketlerimizden dolayı Allah'ın bizim cennete gitmemize rıza
>göstereceğini
>düşünmekteler. Allah'ın rızasını kazanmak için de ibadet yapmaktalar.
>
>Yapılan ibadetler, Allah'ı memnun edeceği düşünülen hal ve hareketlerden
>ibaret. Onun memnun olmayacağı bir davranış dolayısı ile onun rızasını bize
>kazandırmaz şeklinde düşünülmekte.
>
>Bakınız, Alla'ın bizi rıza etmesi söz konusu değildir, böyle bir düşünce
>özde bizim onu rıza etmemiz gerektiği düşüncesinin anlaşılmasını engeller.
>
>Biz onu rıza ederiz, yani rızamız; yani amacımız; yani emelimiz; yani
>gayemiz Allah'tır...
>
>Bizler Allah için namaz kılmayız ve dolayısı ile Allah rızası için diye
>niyet etmek de abestir.
>
>Kimileri Allah mutlu olacak da bizi cennetine alacak diye ibadet yapmakta.
>
>Yanlıştır ve bir saplantıdır bu düşünce. Allah her ihtiyaçtan münezzehtir.
>Onun sevmek veya sevilmek gibi bir derdi yoktur.
>
>Birileri çıkıp sanki ihtiyaç sahibiymiş gibi, Allah rızası için namaz
>kılıyoruz derse işi karıştırmış olur.
>
>Memnun olan bir varlık rıza gösterir, ki Allah öyle bir varlık değildir! O
>bir sistem ve düzendir, ezeli ve ebedidir...
>
>Allah birilerini sevmediği için Cehenneme atacak değildir, veya birilerine
>peşkeş çekmek için Cenneti varetmiş değildir.
>
>Allah'a insani duygular yüklemek bizi bir Tanrı inancına götürür, bir diğer
>anlamda olmayan bir Put icat etmiş olarak o putun rızasını arama gafletine
>düşeriz.
>
>Allah tapılası bir Tanrı değildir, İlah olması insanın ona tapması
>gerektiği
>anl..... gelmez.
>
>Ateistlerin yanılgıya düştükleri nokta da burası zaten. Tapılacak bir
>varlık
>düşüncesini haklı olarak idrak edemiyorlar ve kainatın bir irade tarafından
>şuurlu olarak yaratılmış olduğunu red ediyorlar.
>
>Red ettikleri, esasen insanların din diye ortaya koydukları dogmalardır!
>
>Allah rızası için demek, Allah beni rıza etsin demek değildir; ben Allah'ı
>rıza ederim demektir...
>
>Ben de sabah namazına Allah'ı rıza ettiğim için gittim; O da beni rıza
>edip,
>benden razı olsun diye düşünerek!
>
>Ama öncelikle o beni rıza etsin diye değil, O rıza etmez, biz O'nu rıza
>ederiz ya da etmeyiz.
>
>Allah'ın yaratmış olduğu evrensel kanunlar bizi irade ettiğimiz her
>istekden
>sorumlu tutar ve sonuçlarını er ya da geç bize yaşatır...

>ALINTI: Kâzım Mızrak

barikat58
21.02.2009, 17:07
evet allah razı olsun anne babasına sahip çıkandan binlerce kez.ne kadar anlamlı çok saol abla paylaşım için

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:13
AZRAILIN ARAYA GIRDIGI AN

Azrail canını almaya geldiğinde Hz.İbrahim, canını kolay teslim etmez. Azrail'e:
- Yürü git, Sultana arzet, halilinden can istemesin artık, der.

Yüce Allah buyurur ki: "Eğer Halil'imsen haliline canını feda et! Halbuki sen caınını vermemeye uğraşıyorsun. Başka kim böyle dostundan canını esirger?"
Yanında bulunanlardan biriside Hz.İbrahim'e

-Ey alemin nuru, neden Azrail'e can vermiyorsun? Aşıklar bu yola canlarını koyarlar; sen ise bir canını esirgiyorsun diyiince:
Halillullah derki.
- Ben hemen canımı verecektim ama araya Azrail girdi. Halbuki ateşe atılırken Cebrail gelmiş, "Ey Halil, benden bir şey iste" demişti. O zaman ben Cebraile bakmadımben.
Çünkü yolumu kesiyor, beni Rabbimden alıkoyuyordu. Cebrail'e bile baş eğmemişken ben, nasıl olur da Azrail'e can veriririm?

Allah'tan "Canını feda et" sesi,ni duymadıkça can veremem ben. Fakat O can vermemi emrederse, bütün can ülkesi yarım arpa bile etmez bence. O emretmedikçe iki alemde de canımı başka birisine teslimm edemem ben. Diyeceğim bundan ibaret.

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:17
Angut

Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".

Birisi bir salaklık yapınca, bir laftan anlamayınca, böle boş boş bakınca hemen
"Angut musun?" der günümüzün insanı..
Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir ton "Angut!" var ülkemizde..

Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman
(yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi)
gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler..

İşte bu canlının yaptığı en büyük "Angut"luk budur..
Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir..
Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elini uzatsanız dahi oradan kaçmaz..

Hani derler ya "Angut gibi bakmasana!"..
keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..

Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün..

Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

barikat58
21.02.2009, 17:19
Angut

Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".

Birisi bir salaklık yapınca, bir laftan anlamayınca, böle boş boş bakınca hemen
"Angut musun?" der günümüzün insanı..
Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir ton "Angut!" var ülkemizde..

Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman
(yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi)
gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler..

İşte bu canlının yaptığı en büyük "Angut"luk budur..
Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir..
Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elini uzatsanız dahi oradan kaçmaz..

Hani derler ya "Angut gibi bakmasana!"..
keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..

Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün..

Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

ben biliyodum bi kuş oldugunu :D

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:26
........AKŞAMA KADAR YAŞAMAK ::...

Mekke...
Yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı bir köşede oturup konuşmaktalar.
Önlerinde iyi giyimli bir adam belirir.Genç olanın önüne bir kese altın koyar.
Genç:
-Sağol,paraya ihtiyacım yok.
Adam:
-Olsun, ben sana veriyorum, ister sen harca, ister fakire ver.
Genç fazla ısrar etmez.
Keseyi alır hemen hepsini ihtiyacı olduğunu bildiklerine dağıtır.
Yaşlı adam aynı akşam genci bir başkasından yardım isterken görür ve sorar:
-Niçin o bir kese altından kendine ayırmadın ?
Genç:
-Akşama kadar yaşayacağımı düşünemezdim...

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:28
Eski Çoraplar

Bir zaman çok zengin bir adam, çocuklarına şöyle vasiyette bulunur:

Ben ölüp yıkanınca, şu eski çoraplarımı ayağıma geçirin,
ben bunlarla gömülmek istiyorum.

Vakit saat gelir bu zengin vefat eder.

Cenaze yıkandıkdan sonra oğulları çorapları alıp getirirler:

Babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları ona giydireceğiz, derler.

Cenazeyi yıkayan hoca efendi bunu katiyyen kabul etmez.

Bu sefer müftüye çıkarlar. O da

Dinimizde böyle birşey yok, deyip reddeder.

İster istemez, babalarının vasiyetinden vazgeçmek mecburiyetinde kalırlar.

Cenazeyi defnedip kabirden evlerine dönünce komşularından biri elinde bir mektupla gelir.

Babanız çok önceleri bu mektubu, bana vererek, benim cenazem gömülüp oğullarım eve dönünce kendilerine ver demişti, der.

Mektubu açıp okuyunca, babalarının en son ibretli dersini şu ifadelerle verdiğini görürler:

Evlatlarım, işte gördünüz; eski çoraplarımı bile kabrime götüremedim. Aklınızı başınıza alınız. Ne yapacaksanız hayatta yapıp öbür aleme gönderiniz. Aldanmakta fayda yok.

Kardelencicegi
21.02.2009, 17:32
Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.
Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi.
Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu,
bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

- "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle:

- "Acı" diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı.
Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak,
ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

- "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.

- "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam,
suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

- "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır.
Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır.
Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

qio
21.06.2009, 09:26
tbrkler , çok güzel hikayeydi keyifle okudum.

sivaslıbaki
21.06.2009, 09:33
güzel paylaşım eline sağlık.

Salim58
21.06.2009, 09:36
Erek Dağı'nda havalar iyice soğuyuncaya kadar kalmıştık. Artık neredeyse kar yağmaya başlayacaktı. Kaldığımız yer bayırdı. Buraya bir oda yapmamızı istedi. Biz de hemen çalışmaya koyulduk. Başladık kazmaya.

Kazı yaparken bir karınca yuvası çıktı. Üstad karınca yuvasını gördü. Kazıyı durdurmamızı istedi. Sebebini sorduk:

"Bir ev yıkıp bir ev yapmak olur mu?" dedi. "Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın. Başka bir yeri kazın."

Biz başka bir yeri kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı. Bana yardım eden bir arkadaş vardı. O, "Böyle olur mu hiç?" diye bana sordu. "Üstad gelir gelmez, karıncaların üzerine toprak atalım. Yok eğer böyle giderse bu odayı yapamayız."

Sonunda oraya bir odacık yaptık.

Üstad karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker koyardı. Kendisine şekeri niçin koyduğmuzu sorduğumuzda, şöyle demişti:

"Bu da onların çayı olsun."

sivaslıbaki
21.06.2009, 09:45
güzel paylaşım eline sağlık.

Salim58
21.06.2009, 10:34
Yemekte Besmele ve Şeytan


Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allah’ın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah’ın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:

— Muhakkak ki şeytan, Allah’ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah’a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.
(Müslim, Ebû Davud, Neseî)
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.
(Tirmizî)

ayten58
21.06.2009, 11:09
e
llerinize yüreğinize sağlık güzel paylaşımınız için çok teşekkür ederim allaha emanet olun

bahar5834
21.06.2009, 11:20
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

paylaşimlar çok güzel emeğınıze sağlık....

Salim58
21.06.2009, 11:50
Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi


Kâ’b bin Malik radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Allah’ın Resulünün yaptığı savaşlardan, Tebük harbinden başka hiç birisine katılmaktan geri kalmamıştım. Gerçi Bedir harbine de iştirak etmemiştim ama, Peygamber aleyhisselâm Bedir’e katılmıyanlardan kimseyi tazir etmemişti. Çünkü Bedir harbinde, Peygamber aleyhisselâm ile müslümanlar ancak Kureyş’lilerin ticaret kervanına karşı koymak üzere çıkmışlardı. Neticede Allahü Teâlâ tesbit edilmemiş bir anda müslümanlarla düşmanlarını karşı karşıya getirdi. Bedir harbi bu şekilde vuku bulmuştu.
Akabe gecesinde îslâm üzerine kendisine bîat ettiğimiz zaman, Peygamber aleyhisselâm ile beraber bulundum. Bedir her ne kadar, insanlar arasında Akabe’den daha çok zikredilen bir hadise ise de, benim için Akabe’de bulunmak Bedir’de bulunmaktan daha değerlidir.

Tebük harbine katılmaktan geri kaldığım vakit, her zamankinden daha güçlü ve daha varlıklı olduğumu biliyorum. Allah’a yemin ederim ki, bu savaştan evvel iki binek hayvanını asla bir araya getirememiştim. Bu savaş sırasında bütün teçhizatı ile iki hayvanım vardı.
Peygamber aleyhisselâm bu savaşı sıcakların en şiddetli bir zamanında yaptı. Uzun ve tehlikeli yollar katetmek mecburiyetinde kaldı. Sayısı hayli yüksek bir düşmanla karşılaştı. Başka muharebelerde olduğu gibi hedefi gizli tutmadı.
Hazırlıklarını tam yaymaları için müslümanlara meseleyi açıkça bildirdi. Allah’ın Resulü ile beraber olan müslümanların adedi o kadar çoktu ki, bir kitaba zor sığardı. Bir vahiy nazil olmadığı müddetçe farkedilemeyeceğini zannederek gizlenmek isteyen kimse çok azdı. Bu savaş tam meyvelerin olgunlaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de evde kalıp meyvelerimi toplamayı çok istiyordum.
Resûlullah aleyhisselâm hazırlıklarını tamamladı. Müslümanlar da hazır vaziyette idiler. Ben de onlarla beraber hazırlanmak için sabah kalkmaya başladım. Ancak bir şey yapmadan döndüm. Kendi kendime «istersem bu işi yapabilirim» diyordum. Ben bu şekilde düşünüp giderken, insanların çalışmaları devam ediyordu. Kuşluk vaktinde Peygamber aleyhisselâm ve ordusu hazır oldukları zaman, ben hâlâ bir hazırlık yapmamıştım. Böylece bu iş devam edip gitti. Nihayet onlar savaş yerine doğru hızla yol aldılar ve savaş bütün şiddeti ile başlamıştı. Bunu öğrenince ben de hayvanıma binip onlara yetişmek istedim. Keşke bu arzumu yerine getirmiş olsaydım. Ancak bunu yapmak nasip olmadı. Peygamber aleyhisselâm harbe gittikten sonra, insanların arasına çıktığım vakit, üzülmeye başladım. Çünkü şehirde, münafıklık ile itham edilen bir adam ile zayıflardan, ihtiyarlardan Allahü Teâlâ’nın mazur saydığı kimselerden başka bana örnek olabilecek bir kimse göremiyordum.
Peygamber aleyhisselâm Tebük’e varıncaya kadar beni anmamış. Oraya gelince, halk arasında otururken:
— Kâ’b bin Malik ne yaptı? diye sormuş. Seleme Oğullarından birisi:
— Ey Allah’ın Resulü, onun kendine ve elbiselerine karşı olan gururu, onu bize katılmaktan alıkoydu, diye cevap vermiş. Fakat Muaz bin Cebel bu adama:
— Ne kötü konuşuyorsun, Allah’a yemin ederim ki, ey Allah’ın Resulü, biz Kâ’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz, diyerek karşılık vermiş. Bunun üzerine
Peygamber aleyhisselâm sükût etmiş ve bir şey söylememiş. Allah’ın Resulü bu halde iken uzaktan önündeki serabı hareket ettiren bir kimsenin gelmekte olduğunu görmüştü ve:
— Her halde bu gelon Ebû Hayseme’dir, buyurmuştu. Bir de baktılar ki, gelen kimse hakikaten, sadaka olarak bir hurma getirdiği vakit münafıkların kendisi ile alay ettikleri Ebû Hayseme Ensâri idi.
Allah’ın Resulünün Tebük’ten dönmek üzere hareket ettiğini duyduğum vakit, içime bir üzüntü çöktü. Bir yalan mazeret uydurmayı düşünmeye başladım ve yarın gazabından nasıl kurtulacağım? diyordum. Bu hususta aile ferdlerimin her birinin görüşlerinden istifade etmeye çalışıyordum. Ancak, Allah’ın Resûlü’nün gelmek üzere yaklaştığını haber alınca bu yalan kuruntularından kurtuldum. Nihayet hiç bir yalanla kurtaramayacağıma kanaat getirdim ve doğruyu söylemeye karar verdim.
Peygamber aleyhisselâm sabah vakti geldi. Bir seferden döndüğü zaman, önce
mescide uğramak sünneti idi. Orada iki rekat namaz kıldıktan sonra insanlarla görüşmek için oturdu. Harbe katılmayanlar geldiler. Her biri mazeretlerini yeminle destekleyerek Allah’ın Resulüne arzetmeye başladılar. Bunların tamamı seksenden fazla kişi idi. Peygamber aleyhisselâm onların dıştan ortaya koydukları mazeretleri kabul ederek kendileri için Allah’tan istiğfarda bulundu, işin hakikatini ise Allah’a havale etti.
Daha sonra ben geldim. Selâm verdiğim vakit, Peygamber aleyhisselâm gadaplı bir kimsenin tebessümüne benzer bir şekilde gülümsedi ve bana::
— Gel! buyurdu.
Yürüdüm, önüne oturduğum zaman, bana:
— Seni harbe katılmaktan alıkoyan nedir, hayvanlarını cihâd etmek için satın almamış miydin? diye sordu.
Ben de: .
— Ey Allah’ın Resulü, dünyada insanlardan senden başka kimle konuşsam, bir özür ileri sürmek suretiyle kendimi onun hiddetinden kurtaracağımı zannediyorum. Zira bende karşı tarafta bulunanı ikna etme kabiliyeti vardır. Ancak şunu katiyetle biliyorum ki, bugün sana mazeret olacak, seni aldatacak bir yalan uydursam, yakında Allahü Teâlâ’nın hakikati sana bildirip yine gazabını üzerime çekeceğimden korkarım. Seni bana gadaplandıracak işin doğrusunu söylediğim takdirde, yine bu meselede Allah’ın bana hayır veya afv ile muamele edeceğini umarım. Doğruyu söylüyorum. Allah’a yemin ederim ki, Tebük savaşına katılmaktan geri kaldığım esnada bir özrüm yoktu ve o vakit, her zamankinden daha güçlü ve daha varlıklı idim, diye söyledim.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Buna gelince, işte bu, doğruyu söyledi, dedi ve bana; kalk, git, Allah hükmünü verinceye kadar bekle! buyurdu.
Hemen kalktım, arkamdan Seleme Oğullarına mensub bazı kimseler beni takip ettiler ve:
— Allah’a yemin olsun ki, bundan önce bir kabahat işlediğini bilmiyoruz. Ancak harbe katılmayan diğerlerinin yaptığı gibi, bir özür bulup söylemeyi beceremedin. Halbuki Peygamber aleyhisselâmın senin hakkındaki istiğfarı, bu hatanın afvedilmesine yeterdi, dediler. Bu kınamalarında o kadar ısrarlı davrandılar ki, neredeyse Allah’ın Resulüne geri gelip yalandan bir mazeret arzedecektim.
Ancak onlara dönerek:
— Benden başka, benim söylediğim şekilde hareket eden kimseler oldu mu? diye sordum.
Onlar:
— Evet, oldu, dediler, îki kişi daha senin gibi söylediler. Allah’ın Resulü de sana söylediği gibi aynı şekilde onlara da konuştu, diye ilâve ettiler.
— O iki kişi kimlerdi? diye sordum.
— Merâre bin Rebîa Âmiri île Hilâl bin Umeyye Vâkıfî, diye cevap verdiler. Böylece bana örnek olabilen ve Bedir harbine iştirak etmiş bulunan iki hayırlı zâtları söylemiş oldular. Bu iki zâtın isimlerini bana haber verdiklerini duyunca, yürüyüp yoluma devam ettim.
Fakat Peygamber aleyhisselâm, bu iki kişi ile beraber benimle de müslümanların konuşmasını yasakladı. Bu sebeple halk bizimle konuşmaktan sakınmaya ve bize karşı hareketlerini değiştirmeye başladılar. O derece ki, memleket bana yabancı bir memleket oldu ve o bildiğim belde olmaktan çıktı. Bu şekilde elli gece böylece kalıp bekledik. Bu iki arkadaşım bir eve kapanıp ağlayakaldılar. Ben ise kavmin en atak ve hareketli bir ferdi idim. Bu itibarla evimden çıkar, mescidde namaza iştirak ederdim. Kimse benimle konuşmadığı halde sokaklarda gezerdim. Allah’ın Resulüne gelir, kendisi namazdan sonra insanlarla sohbet ederken selâm verirdim ve içimden «Acaba selâmımı alıp dudaklarını kımıldattı mı?» diye düşünürdüm. Mescidde ona yakın yerde namaz kılar, gizlice gözetirdim. Namaz kılarken bana bakardı, fakat ben namazdan ayrılınca benden yüzünü çevirirdi.
Müslümanların bu bana karşı olan soğuklukları uzayınca, bir defasında Ebû Katade’ye ait bahçenin duvarından atlayıp içeri girdim. Ebû Katade amcamın oğlu ve çok sevdiğim birisi idi. Kendisine selâm verdim, Allah’a yemin ederim ki, selâmımı almadı.
Kendisine:

bahar5834
21.06.2009, 13:22
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

Salim58
21.06.2009, 13:29
Allah´ın Emaneti


Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek:
- Babasına haber vermeyin.

Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı:
- Gördüğünden şimdi çok iyidir, der.

Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der:

- Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?

- Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli.

- O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı.

Ebu Talha bu sözü duyunca :
- Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder.

Sabah olunca gidip Resulullah a (s.a.v.) anlatır.

Resulullah (s.a.v.):
- Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha ya ver, diye dua eder.