Orijinalini görmek için tıklayınız : SERBEST KÜRSÜ (GENEL)
Gelin adayları, o mutlu günlerinde bir kuğu kadar zarif ve güzel olmanın hayalini kuruyor ama bu hayal uğruna kimi zaman sağlıklarından bile olmayı göze alabiliyorlar! Gelinlik içinde incecik görünmek için şok diyetlere başvuran genç kızlar, aslında evlilik sonrasında hızla kilo alma tuzağına düşüyorlar.
ZAYIFLIK MI YOKSA ENERJİK OLMAK MI?
Evlilik öncesi yapılan hızlı diyetlerin, hızlı kilo kayıplarını da beraberinde getirdiğine dikkat çeken Medical Park Bahçelievler Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Emel Unutmaz, "Zaten evlilik genel anlamda çeşitli nedenlerle kilo aldırıyor; bir de çok düşük kalorili diyetler yaptıktan sonra bir anda bu diyetleri bırakmak, diyet öncesi kilonuzu bile özler hale getirebilir. Unutmayın; önemli olan zayıf değil güzel, enerjik ve neşeli bir gelin olmanız ve sağlıklı kalmanızdır" diyor. Diyetisyen Unutmaz; düğün yaklaştıkça gelinlikte ince görünmek için yapılan düğün diyetleriyle ilgili uyarılarda bulundu:
MANTIKLI HEDEFLER KOYUP PLAN YAPIN
"Öncelikli olarak zarar görmeyeceğiniz mantıklı hedefler koyun ve diyetinize zamanında başlayın. Düğüne 2 hafta kala yapacağınız diyet sağlıklı olmak koşulu ile size 2 kilo, hadi çok spor yaptınız maksimum 3 kilo verdirebilir; bu nedenle ayda 4 kilo en fazla 5 kilo vermeyi hedefleyin ve buna göre planlamanızı yapın. Almanız gereken besin öğelerinden ödün vermeyin. Her gün sütünüzü, meyvenizi, bol sebzenizi, salatanızı, etinizi ve ekmek ya da ekmek grubunu (bu grubun miktarına dikkat ederek, ama tamamen kesmeden) ve yağları (yine miktarına ve çeşidine dikkat ederek) mutlaka tüketin.
Müstakbel eşinizi bu durumdan haberdar edin, size yardımcı olmasını isteyin. En fazla vakti onunla geçireceğinizi düşünürsek yanınızda pasta, dondurma tüketen biri ile bu programa uymak sizi oldukça zorlar. Evlilik öncesi size uygun beslenme planları oluşturmak, sağlıklı beslenmeyi öğrenmek ve daha kolay hayatınıza geçirebilmek için bir beslenme uzmanından yardım almanız da; tüm bu önerilere uymanıza yardımcı olur ve hedefinize daha kolay ulaşmanızı sağlar.
SPOR İÇİN KENDİNİZE ZAMAN AYIRIN
"Spor ile birlikte vereceğiniz kilolar sizi hem daha fit hem de daha sağlıklı gösterecektir. Zaman sıkıntısı yaşayacağınız kesin ancak kendinize çözümler üretin. İlle de belli bir sporu yapmak zorunda değilsiniz. İmkanlarınız neyi elveriyorsa onu yapın. Ancak süresini çok kısa tutmamaya (10 - 15 dakika gibi) dikkat edin.
DÜĞÜN STRESİNE KARŞI ÇİĞ SEBZE YİYİN
"Bu dönem büyük ihtimalle hayatınızda yaşayacağınız en stresli dönemlerden biri olacak. Bu nedenle stres faktörünü göz önüne alarak hareket edin. Sizi strese sokacak insan ve ortamlardan uzak kalmaya çalışın. Stresinizi yemekle atlatan biriyseniz tek şansınız çiğ yenilebilen sebzeler (miktarını abartmadığınız taktirde havuç da olabilir) ve su. Ayrıca stresinizi tetikleyebilecek kafeinden mümkün olduğunca uzak durup, bunun yerine sevdiğiniz bitki çaylarını tercih edebilirsiniz. Susuz kalmamaya dikkat edebilir, açlığında stresinizi tetikleyeceğini göz önüne alarak mutlaka ufak da olsa ara öğünler yapabilirsiniz (meyve, süt, ayran, yoğurt vb).
Düğün diyeti için örnek mönü
KALKINCA: Bol su içine 1 tatlı kaşığı elma sirkesi
KAHVALTI: 2 dilim esmer ekmek + 2 dilim yağsız peynir veya 1 dilim yağsız peynir + 1 yumurta + şekersiz çay + domates + salatalık + maydanoz
ARA: 1 meyve
ÖĞLEN: ÖRNEK 1: Ton balıklı veya tavuklu salata
ÖRNEK 2: Sebze yemeği + 1 kase light yoğurt + 1 dilim esmer ekmek
ÖRNEK 3: 100-150 gram et + salata ARA: 1 meyve ARA: 1 bardak light süt veya 1 bardak light yoğurt, 2-3 kaşık sade yulaf veya 1 paket diyet bisküvi
AKŞAM: Etsiz sebze yemeği, 1 kase light yoğurt, salata (1 tatlı kaşığı zeytinyağlı), 1 dilim esmer ekmek
ARA: 1 porsiyon meyve
gürün_güzeli
07.06.2008, 19:26
saol ama henüz erken:).........zamanı gelince uygularız bizde:(
Sultanın eşleri *
Bir zamanlar büyük ve güçlü bir sultan varmış, muktedir sultanın dört eşi
varmış. Sultan en çok dördüncü eşini sever, ona özen gösterir, bir dediğini
iki etmezmiş.
Bu en çok sevdiği eşi günün her saatinde yanında, gözünün önündeymiş, sultan
ondan ayrılmayı aklının ucundan geçirmezmiş. Yüreği ve merhameti geniş olan
sultan, üçüncü eşini de severmiş. Ancak nedense bu eşinin günün birinde
kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine
titrermiş. Öyle de olsa, ona sahip olduğu için gurur duyar, başkalarına
tanıtmaktan özel bir zevk alırmış.
Her sözü ferman olan sultanın ikinci eşine olan sevgisi ve ilgisi de AZ
değilmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, NE zaman
bir derdi olsa daima yanında olur, ona destek verirmiş. Birinci ve ikinci
eşinin kendilerine özgü özellikleri var; AMA sultan en çok kendini üçüncü
eşinin yanında huzurlu ve güvende hissedermiş.
Sarayın kraliçesi, hanım sultan olan kudretli hükümdarın birinci eşiymiş.
Onu en çok seven, karşılık beklemeden sadakat gösteren, sağlığına ve
hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen sultan,
birinci eşiyle pek ilgilenmezmiş. Farkında olup olmadığı bile kuşkuluymuş.
Oysa o DA hep yanında dolaşır, gölgesi gibi bir an olsun sultanı yalnız
bırakmazmış.
Her ölümlü (fani) gibi sultanın DA bir gün vadesi dolmuş, artık dünyada
yiyeceği lokma, alıp vereceği nefes kalmamış. Ölümcül bir hastalığa
yakalanmış. Kesin olarak öleceğini anlamış. Öldükten sonra yapayalnız
kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi
ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine, ölüm yolculuğunda kendine eşlik edip
etmeyeceğini sormuş. Aldığı cevap kalbine bıçak gibi saplanmış. Herkesten
çok sevdiği, üzerinde titrediği eşi kısa ve net olarak, "Hükümdarım, mümkün
değil." diye cevap vermiş. Üzülmüş, sarsılmış AMA yine de ümidini yitirmeden
üçüncü eşine sormuş: "Hayatım boyunca seni sevdim, sen benimle birlikte
ölmeyi Kabul eder misin?" Üçüncü eşi de, hiç tereddüt etmeden, "Hayır, hayat
çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim." diye cevaplamış. Sultan
adeta yıkılmış, ölüm acısı gibi bir acının at kalbine saplandığını
hissetmiş. Çarnaçar ikinci eşine dönmüş ve, "Her zaman yanımda oldun, beni
hiç yalnız bırakmadın, NE zaman yardım istesem elini uzattın, kendimi senin
yanında hep güvende hissettim, ölüyorum. Tek başıma bu yolculuğa çıkmak
istemiyorum, bana eşlik eder misin?" İkinci eşinden de şu cevabı almış:
"İsterdim; AMA bu konuda sana yardımcı olamam. Senin için yapabileceğim tek
şey, sana mezara kadar eşlik etmektir. Senin için yas tutacağımdan DA emin
olabilirsin; AMA elimden başka şey gelmez!"
İlk üç eşine karşı hayatı boyunca cömert davranan, sevgisini, ilgisini hiç
eksik etmeyen sultanın durumunu, uğradığı derin hayal kırıklığını tahmin
edebiliriz. Aklına birinci eşi gelmiş; AMA ona sormamış. Hem üç eşinden
aldığı olumsuz cevaplardan hem de zaten ömrü boyunca ona gerektiği, hak
ettiği ilgiyi göstermediğinden ona sormaya cesaret edememiş. Ama birinci eşi
her şeyin farkında, ilk üç eşten aldığı cevapları duymuş. Yatağının ucuna
ilişmiş, büyük bir sevgi ve metanetle, "Sultanım, ben yanındayım, nereye
gidersen git seninle olurum, seni takip ederim." demiş. Sultan, çok
şaşırmış, üzülmüş, içini derin bir pişmanlık duygusu kaplamış. Yakınarak ve
utanarak: "Keşke bir şansım daha olsaydı, sana hakkını verirdim." demiş.
Gerçek hayatta hepimiz dört eşi olan bir sultanız: Dördüncü eşimiz
bedenimizdir; güzel görünmesi için NE kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak
harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz
servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarının eline geçer. İkinci eş
ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı onlarla paylaşırız, ölünce
bizim için gözyaşı dökerler; AMA bizimle ahirete gelmezler. Birinci eşimiz
ise ruhumuzdur. Kıssadaki sultan gibi gafillerden isek onu ömrümüz boyunca
ihmal ederiz.
KÖLE AYAZ VE SULTAN
Bir zamanlar Ayaz adli bir köle varmis. Taktir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud'un kölesi olmus.
Sultan, köleyi tasidigi asil karakteri sebebiyle cok sevmis.
Derken Sultan'in öylesine itimadini kazanmis ki, bütün sultanligin haznedâri tayin edilmis ve en kiymetli ve zarif mücevherler, taslar ona emanet edilir olmus.
Bu gelismeyi gören saraylilar ise durumdan pek rahatsiz olmuslar.
Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine cikarilmasini bir türlü hazmedememisler.
Bu duygular icinde, özelikle Sultan yakinlardaysa ondan gün gectikce daha cok sikayet etmeye baslamislar ve asil ruhlu kölenin itibarini zedelemek icin ellerinden geleni yapmislar.
Bir gün Sultanin huzurunda bir saraylinin bir diger sarayliya söyle dedigi duyulmus:
"Köle Ayaz'in sık sık hazineye gittigini biliyor musun?
Aslinda her gün gidiyor;
hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kaliyor.
Onun mücevherlerimizi caldigindan adim gibi eminim"
Sultan kulaklarina inanamamis.
"Isin aslini kendi gözlerimle görmeliyim"
demis.
Böylece o da hazine dairesine gidip Ayaz'i gözlemek istemis. Duvara kücük bir delik yaptirip, icinde olanlari seyretmeye hazirlanmis.
Ayaz hazine dairesine bir daha ki sefer geldiginde Sultan disarida beklemeye koyulmus. Kölenin sessizce iceri girdigini, kapiyi kapattigini ve sandiga gittigini görmüs.
Köle Ayaz, sandigin önünde diz cökmüs, kapagi usulca kaldirmis ve icinden bir sey cikarmis. Orada sakladigi kücük bir bohcaymis bu. Bohcayi öpmüs alnina koymus ve sonrada acmis.
Icinden cikan köleyken giydigi yirtik pirtik bir elbise! Iste köle Ayaz, sarayli giysilerini çikarmis bu elbiseyi giymis ve sonra aynanin karsisina gecmis.
Kendi kendine:
"Daha önceleri bu elbiseyi giydigin zamanlar kim oldugunu hatirliyor musun? diye sormus.
"Bir Hictin sen.
Hepsi,... hepsi satilacak bir köleydin ve Allah, Sultanin eliyle sana rahmetinden belki de hic hak etmedigin nimetler lutfetti.
Iste Ayaz, simdi burdasin, ama asla nereden geldigini unutma!
Cünkü mal mülk insanin hafizasini ucurur, unutuluslara sürükler.
Simdi sen de, nimetce senden asagi olanlara kibirle bakma ve daima hatirla Ayaz,... hatirla!
Sandigi kapatmis, kilitlemis ve sessizce kapiya dogru yürümüs.
Hazine dairesinden cikarken birden Sultanla yüzyüze gelmis.
Sultan gözlerini Ayazin yüzüne dikmis dururken, yanaklarindan asagi yaslar süzülüyormus ve bogazi öyle dügümlenmis ki, konusmakta güclük cekmis.
"Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedâriydin, ama simdi... Kalbimin hazinedârisin.
Bana benim de önünde bir hic oldugum kendi Sultanimin huzurunda nasil davranmam gerektigini ders verdin
Affet Babacığım
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.
Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.
Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.
Kardelencicegi
14.02.2009, 13:09
Ellerinize saglik. Güzel di................:)
çok güzel anlam kazanan hikayeler..
sibelYILMAZ
21.08.2009, 09:00
Kimi seversen sev, nasıl seversen sev, unutma ki bilinmeyecek değerin.
Ne yaptığın ya da nasıl yaptığın değil, yapamadıkların sorgulanacak, suçlanacaksın.
Yıllarca döktüğün gözyaşına bakmadan, belki “bir an yaşadığın tebessüm” batacak birilerine, nasıllar sorulmadan, nedenlerle yargılanacak,
ağlayacak, belki çok ağlayacaksın ya da ağlamak istemiyorsan;
Kimsede müebbet kalmayacaksın!...
Çektikçe çekecek ve çektikçe uzayacak lastik misali, uzatacaksın ömrünü umutların.
Oysa beyhude bir uğraştır, yalandır bu kavgalar, değer verdikçe, “değersizleşecek gönlünde yaşattığın”
Yaşatacaksın, o; seni acımasızca katlederken, ufuk çizgisini yakalamak mümkün değil, değil ama bilirim ki; Sen yakalamak için var gücünle koşacaksın, ya da yaşamak istiyorsan, inadına yaşamak,
Kimsede müebbet kalmayacaksın!..
Gitmişse yalandır ve yalandır gelmemişse…
Beklemekse, neyi? , niye? Oysa ecel daha yakındır gidenlerden, bekledikçe alırlar bir parçanı, bekledikçe paramparça ederler her parçanı..
Sen; “Gel!..” dediğin için gelmezler, senin kadrini bilmezler, ceza almışsan, bunu sonsuzluğa mal etme!..
Zindanlarda infazın kadar kalır, kaldığın kadar yatarsın ve çıkarken, “mazinden” tahliye olacaksın. Hürriyete susadıysan ve susadıysa yüreğin,
Kimsede müebbet kalmayacaksın!...
Verdiğini geri almanın hesabını bırak, bırak bir kenara, harcanmıştır bozuk para gibi, “değer bildiğin, feda ettiğin” ne varsa..
Gözyaşlarını görsen bile, şahit olsan bile, tekrarlama aldanmışlığını, her sabah yaşadığın o; yıkılmışlığın, hüsranın, azabın depreminden kurtul!..
Bir hata yapmışsın ya hani!.., Onlar öyle der!.. Hata!.. Sen tekrarlamayacaksın!.. Yanıldıysan; Bir daha inanmayacaksın, hatta adını bile anmayacaksın!..
Düşmeni beklerler belli ki!.. Sen; “Dimdik duracaksın” ve tükürebilmek için yüzüne,
Kimsede müebbet kalmayacaksın!..
Sevgiyi bildiğin gibi, küfretmeyi de öğren.. Bu güne kadar seni rahatsız eden ne varsa ve “ne varsa acı çektiğin” iade et!..
Küfürleri sırala ve kalayla, Türkçe ve mealen!.. Bırak kırılıp dökülsün, üstüne titrediğin, bırak öğrensin, değersizliğin ne olduğunu, o heybesini doldururken dertlerle sen boşalt yüreğini, onun sırtında ki kambur büyürken sen rahatlayacaksın!.
Belki ikinci baharın vardır kim bilir? Yüreğine taş basacaksın, ama
Kimsede müebbet kalmayacaksın!...
Onlar” üç oda, bir salon” sanırlar aşk dediğini, ne mecnunu duymuşlardır, ne de bilirler Leyla’nın kimliğini..
Şuh bir kahkaha ve hesabını yapmadan yarınların, yaşamaktır ve celladı oldukları mahkumla, utanmadan barışmaktır!..
Sen; Gönül bankanda açtığın o limitsiz hesabı kapatacak, alacak ve borçları sıfırlayıp, aşk-ı İlahiye varacaksın!.. Kula kul olmuş çulsuz ve korkakları, ait oldukları çöplüğe atacaksın!..
Ve kurtulmak için çöplüklerden,
Kimsede müebbet kalmayacaksın
güzel bi paylaşım teşekkürler ellerine sağlık sibel sağol
Aslında bu paylaşım içinden çıkartılacak o kadar çok yorum var ki sayfalarca yazsan bitmez ,
Emeğine sağlık Sibel kardeşim paylaşım için teşekkürler.
altuntas58
21.08.2009, 11:31
Çektikçe çekecek ve çektikçe uzayacak lastik misali, uzatacaksın ömrünü umutların.
Oysa beyhude bir uğraştır, yalandır bu kavgalar, değer verdikçe, “değersizleşecek gönlünde yaşattığın”
Yaşatacaksın, o; seni acımasızca katlederken, ufuk çizgisini yakalamak mümkün değil, değil ama bilirim ki; Sen yakalamak için var gücünle koşacaksın, ya da yaşamak istiyorsan, inadına yaşamak,
Kimsede müebbet kalmayacaksın!..
güzel paylaşımınız için sağolun
65serdal58
21.08.2009, 12:11
Onlar” üç oda, bir salon” sanırlar aşk dediğini, ne mecnunu duymuşlardır, ne de bilirler Leyla’nın kimliğini..
Şuh bir kahkaha ve hesabını yapmadan yarınların, yaşamaktır ve celladı oldukları mahkumla, utanmadan barışmaktır!..
paylaşım için saol
65serdal58
06.09.2009, 19:32
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Her canlı ölümlüdür. Mutlaka yaşamı sona erecektir…
Ancak yaşarken ölmeden ölmek, özelliklerini yaşayamamak, ölümdende beterdir…
İnsanca yaşayabilmek için, onurlu bir duruş ve direniş ile her türlü zorluğa göğüs gerebilmeliyiz ki Yeniden Doğalım…
güzel bir paylaşım teşekkür ederim kardeşim haklısın .
Klimasuyu
06.09.2009, 19:41
Evet ben bunun daha önce videosunu da izlemiştim emeğine sağlık Polatpaşa'lı :)...
metin uyandınmı günaydın lan
65serdal58
06.09.2009, 20:10
Her canlı ölümlüdür. Mutlaka yaşamı sona erecektir…
Ancak yaşarken ölmeden ölmek, özelliklerini yaşayamamak, ölümdende beterdir…
İnsanca yaşayabilmek için, onurlu bir duruş ve direniş ile her türlü zorluğa göğüs gerebilmeliyiz ki Yeniden Doğalım…
haklısın kardeşim bir insan onurunu şerefini
kaybettikten sonra yaşamasın daha iyi çünkü ölümden kötü olsa gerek.
65serdal58
07.09.2009, 19:26
İletişimde büyük gözaltı
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Türkiye’de cep telefonu kullanıcılarının bütün iletişim bilgilerinin 5 yıl geçmişe yönelik olarak tutulduğu ortaya çıktı. GSM operatörlerinin tuttuğu bu bilgiler, gerektiğinde soruşturma ve davalarda kullanılıyor.
Cep telefonlarına ilişkin kayıtların tutulması, son günlerde Ergenekon davasıyla birleşen Danıştay saldırısı olayı ile ilgili soruşturmanın genişletilmesi ve Bakırköy’deki bir cinayet soruşturması sırasında geçmişe yönelik dinleme kayıtlarının mahkemeye gönderilmesi ile gündeme geldi. Bu iki olay kamuoyu tarafından bilinmeyen bir durumu ortaya çıkardı. Daha önce istihbarat örgütlerinin mahkemelere başvurarak 3’er aylık dönemlerle iletişim detay kayıtlarını aldığı biliniyordu. Ancak Yargıtay’ın jandarmaya yönelik verilen Türkiye genelindeki iletişimin tespiti kararını hukuka aykırı bularak bozmasının ardından bu tür genel kararlar alınamıyor. İstihbarat örgütlerinin iletişimin izlenmesine yönelik kararları Türkiye geneli yerine il bazında almaya devam ettiği belirtiliyor.Bu gelişmelere karşılık, herkesin iletişim bilgilerinin 5 yıl süreyle GSM operatörlerinde tutulduğu ve gerektiğinde kullanılması için ilgili makamlara verildiği ortaya çıktı. Buna göre GSM operatörleri, kimin kiminle görüştüğü, mesajlaştığı ve cep telefonunun baz istasyonu sinyal bilgilerini 5 yıl süreyle kayıt altında tutuyor. Baz istasyonu sinyal bilgileri yoluyla cep telefonu kullanıcılarının bulunduğu yerlerde kayıt altında tutuluyor.
KAYITLAR OPERATÖRLERDE SAKLANIYOR
TİB Başkanı Fethi Şimşek, Vatan’a yaptığı açıklamada telefon detay kayıtlarının 5 yıl süreyle tutulması konusunda şunları söyledi:“Ücretlendirmeye esas fatura bilgileri operatörlerde var. Operatörlerle aboneler arasında ilerde hukuki bir ihtilaf olması halinde kullanılmak üzere bunlar bu sürede tutuluyor. Bunların mahkemelerde delil olarak kullanılması ancak TİB aracılığıyla mümkün. Adli bir soruşturma sırasında mahkeme kararıyla ya da gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcıların talebiyle bu bilgiler operatörlerden alınarak mahkemeye ve savcılığa gönderiliyor. Ancak bunlar iletişimin tespitiyle sınırlı. Yani kimin kiminle görüşüp mesajlaştığına yönelik bilgiler. İçerik yani ses kaydı anlamında bunlar tutulmuyor.”
65serdal58
08.09.2009, 09:33
her yeni gün yeniden doğuşu simgeler
güzel bi çalışma teşekkürler ellerine sağlık kardeşim sağol
65serdal58
08.09.2009, 10:35
İLK TÜRKİYE CUMHURİYETİ KİLİSESİ…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
İlk “Türk” kilisesi, İstanbul’da törenle açılmış…
Yani bu kilisenin Hıristiyan “mü’min”leri sadece T.C. vatandaşı değil, öz-be-öz, saf-kan Türk oğlu Türk!..
Bu önemli kültürel vakıanın girişimcilerine, müritlerine ve bu hayli ”demokratik”(!) çizgide cambazlık yapan ruhani liderlerine kutlu olsun… Ve tüm ulusumuz için ise, hayırlara vesile olsun… (inşallah!)
Amin diyen cümle T.C. nüfus kağıtlı Neo-Hristiyan din kardeşlerimizin duaları kabul; gayeleri makbul ve temennileri maksut olsun…
AK Parti’nin dini bütün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın gerçekleştirmiş oldukları 25 Ağustos 2005 tarih ve 2559 sayılı kararı ile değiştirilen imar planı ve AK Parti iktidarının, Müslüman kardeşlerden oluşan İçişleri Bakanlığı bürokratlarının onayı ve İstanbul Valiliği’nin 18 Ağustos 2006 tarih ve 4665 sayılı izni uyarınca, ülkemiz ilk Türk Protestan Kilisesi’ne böylece kavuşmuş bulunuyor…
Tüm halkımıza ve cümle din kardeşlerimize hayırlı, uğurlu olsun…
Peki, bir soru….
· - Atina’da cami yapılabiliyor mu?
· - Hayır, yapılamıyor.
Yunanistan AB üyesi.
Yunanistan özgürlüğün beşiğinde sallanan demokratik bir ülke.
Ama Atina’da cami yasak.
Türkiye’de, üstelik Türklere ait bir Hıristiyan kilisesi faal.
Bakın bu girişimin lideri konumundaki, İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı Başkanı pek sayın Timur Topuz ne diyor:
· - Kilisemizin üye sayısı şimdilik 65 kişi. Ama misafirlerle beraber bu sayı 100′e ulaşıyor. Vakfımızın kuruluş amacı, Türkiye’deki Protestanların dini ihtiyaçlarına hizmet etmektir. İzmit’teki Protestanlar rica etti, oradaki binamızı onlara verdik. Eskişehir Protestanlarına da kiralayarak tahsis ettiğimiz binamız var.
Bu pek sayın bey neyin nesidir; kimin fesidir; araştırılamaya değer… Ancak, bizce mesele bu kadar da basit değil.
Mesele, ciddi, önemli ve vahim…
Şimdi, bazılarınız diyebilir ki;
· - Ne var bunda, efendim. Türkiye demokratik bir ülkedir. Türkiye laik bir ülkedir. Türkiye’de her yurttaş istediği dine inanır; istediği mabette ibadet eder… İstediği kapta su içer…
Tamam, doğru!.
Ancak, bu doğrunun da, kendine özgü bir “ancak”ı var…
Her Türk vatandaşı, tabiidir ki, istediği biçimde kendi özel ve öznel inanç dünyasını özgürce oluşturabilir. Ancak mesele, bu noktada, bireysel özgürlüklerin çizgisinden çok daha değişik bir mecrada anlamlar yüklenmekte, işlevler üstlenmektedir.
Nasıl mı?
Şöyle:
Meseleye bir bütün olarak bakmakta büyük bir yarar mevcuttur.
· Türkiye’de Devlet’in küçültülmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi propagandalarının tüm medyayı istila etmiş olduğu,
· Avrupa Birliği’nin ülkeyi federasyona doğru sürüklemekte olduğu,
· “AB’ye uyum kisvesi altında çıkartılan kananlarla Türkiye’nin bölünmesinin alt yapısının hazırlanmakta olduğu,
· Milli çıkarlarımızın, milli kültürümüzün, milli değerlerimizin ve bizi birbirimize bağlayan hangi bağlar varsa, bu bağların hepsinin yıpratılmaya çalışıldığı bir ortamda…
· Türk halkının yüzde 99′undan fazlasının Müslüman olduğu bir süreçte,
· Ve Hıristiyanlık propagandalarının ve misyonerlik örgütlenmelerinin Anadolu’da kol gezdiği bir ortamda… Ülkemizde ilk kez bir Türk Hıristiyan Kilisesi’nin açılmış olması, hafife alınacak bir konu değildir.
Bu girişim, ciddi bir örgütlenmenin önemli bir halkasını gözümüzün bebeğine sokmaktadır….
Mesele din değildir; vicdan özgürlüğü hiç değildir; sorun milletin bölünmesine giden yolda, milli değerlerin erozyona uğratılması ve bizleri birbirimize bağlı kılan ve kaynaştıran ortak kültürün yok edilmesidir…
Üstelik değirmenin suyunun nereden geldiği meselesi de bir diğer önemli konudur…
Baksanıza, 65 üyeli bir vakıf…
İmar planı değiştirtiyor!
İstanbul’da üzerine kilise inşa ettikleri mülkleri, İzmit’te arazi bağışlayabilecek bütçeleri ve Eskişehir’e kadar uzanabilmiş kolları vasıtasıyla sahip oldukları mülkleri yeni “girişimci” lere kiraya verecek ölçüde bir örgütlenmeleri mevcut…
Peki, ya bizim neyimiz ya da nelerimiz mevcut?..
Sahip olduğumuz değerlere karşı gösterdiğimiz umursamazlık, bilinçsizlik ve aldırmazlık…
Bir de Tele-Volelerimiz var;
ve bir de magazin, tele-magazin; çet-magazin, mega-magazin… Ve türevleri…
Hepinize hayırlı olsun!
Ergun ÇINAR
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Arif Coşkun
08.09.2009, 11:01
Dinler arası hoşgörü dinler arası saygı çerçevesi içerisinde normal şeyler. Herkesin tek tip bir dini inanışı olmadığına göre böyle haberleri çok duyarız. Yunanistan'ın öyle yapması onların kendi sorunu ve zamanla umarım düzelir, Daha bir kaç gün evvel Almaya'da yapılan bir caminin açılışını tv. de izledik.
Burada din üzerinde bir gerginlik çıkarma yerine, hoşgörü ve saygı göstermek zorundayız. Şu ilke hiç bir zaman unutulmamalı. "Saygı gösterirsen saygı görürsün"
Bu bir tercih meselesi. Her yerde geçerlidir.
ömer yalcin
08.09.2009, 11:24
Su anda almanya Köln kentinde büyük bir camii insa ediliyor, camii nin yapilmamasi icin tüm asiri dinci hiristiyanlar protesto ediyor. Camii nin yapilmamasi icin ellerinden geleni yapiyorlar. ben veya biz nasil hosgörülü olalim........................ ...............
Arif Coşkun
08.09.2009, 11:30
Su anda almanya Köln kentinde büyük bir camii insa ediliyor, camii nin yapilmamasi icin tüm asiri dinci hiristiyanlar protesto ediyor. Camii nin yapilmamasi icin ellerinden geleni yapiyorlar. ben veya biz nasil hosgörülü olalim........................ ...............
Ha oradaki cami yapımına şiddetle karşı çıkan zihniyet, ha buradaki kilise yapımına aynı şekilde karşı çıkan zihniyet. İkisinin birbirinden farkı yok, ben onu demeye çalıştım ömerciğim. Herşey karşılıklı hoşgörü ve saygıdan kastım oydu.
ömer yalcin
08.09.2009, 11:37
Haklisin arif abi sözüm sana degildi, hos görüsü olmayan zihniyetlere sözüm
İLK TÜRKİYE CUMHURİYETİ KİLİSESİ…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
İlk “Türk” kilisesi, İstanbul’da törenle açılmış…
AK Parti’nin dini bütün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın gerçekleştirmiş oldukları 25 Ağustos 2005 tarih ve 2559 sayılı kararı ile değiştirilen imar planı ve AK Parti iktidarının, Müslüman kardeşlerden oluşan İçişleri Bakanlığı bürokratlarının onayı ve İstanbul Valiliği’nin 18 Ağustos 2006 tarih ve 4665 sayılı izni uyarınca, ülkemiz ilk Türk Protestan Kilisesi’ne böylece kavuşmuş bulunuyor…
İstanbul BB sadece müslümanların belediyesi değildir. İstanbulda yaşayan herkesin belediyesidir. Ak Partiyi karalamak için yazılan bir yazı daha. Yazıyı yazan kişi ne camiye gitmiştir ne kiliseye belki de.:)
Ha oradaki cami yapımına şiddetle karşı çıkan zihniyet, ha buradaki kilise yapımına aynı şekilde karşı çıkan zihniyet. İkisinin birbirinden farkı yok, ben onu demeye çalıştım ömerciğim. Herşey karşılıklı hoşgörü ve saygıdan kastım oydu.
Aynen katılıyorum abi. Yunanistan da cami olmayabilir ama Avrupanın birçok ülkesinde cami vardır. Hatta Türkiyedekilerden daha büyük camiler bile mevcuttur. Almanyada camiye karşı olanlara kin besleriz ama biz ülkemizde kilise açılmasına karşı çıkarız.Tezat değil mi ?
Rasulullah (sav) "siz onların dinine sövmeyin ki onlarda sizin dininize sövmesin buyurmuştur.
Son söz, lekum dinukum ve liye din...
65serdal58
08.09.2009, 18:24
Mesele, ciddi, önemli ve vahim…
Şimdi, bazılarınız diyebilir ki;
· - Ne var bunda, efendim. Türkiye demokratik bir ülkedir. Türkiye laik bir ülkedir. Türkiye’de her yurttaş istediği dine inanır; istediği mabette ibadet eder… İstediği kapta su içer…
Tamam, doğru!.
Ancak, bu doğrunun da, kendine özgü bir “ancak”ı var…
Her Türk vatandaşı, tabiidir ki, istediği biçimde kendi özel ve öznel inanç dünyasını özgürce oluşturabilir. Ancak mesele, bu noktada, bireysel özgürlüklerin çizgisinden çok daha değişik bir mecrada anlamlar yüklenmekte, işlevler üstlenmektedir.
Nasıl mı?
Şöyle:
Meseleye bir bütün olarak bakmakta büyük bir yarar mevcuttur.
65serdal58
08.09.2009, 18:27
TBMM’DE MASONİK İŞARETLER
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
TBMM’DE MASONİK İŞARETLER
Nazilerden kaçan mimarın sırrı!
TBMM’nin mimarı dünyaca tanınmış Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister’di. 1886 yılında doğan ve 1983 yılında hayata veda eden Holzmeister’in ilginç bir hikayesi vardı. 1930’lu yıllarda Nazi’lerin Almanya’da iktidarı ele geçirmesinden sonra birçok Yahudi’nin yanı sıra, bilim adamı, sanatçı, politikacı alelacele ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı…
“Her tarihte biraz efsane, her efsane de biraz tarih vardır.”
Masonluk tarihi de Hiram Usta efsanesi ile başlamıştı. Hiram Usta Süleyman Mabedi’nin mimarıydı. Bir iddiaya göre, asıl adı Horemheb’ti. Mısır’daki “yaşamevi” denen tapınakta yetişmişti. Kral Süleyman (Süleyman Peygamber) tek tanrı inancını simgeleyen görkemli bir tapınak yaptırmak isteyince, mimarlarıyla ünlü Mısır’dan genç ve hırslı Horemheb uygun görülmüştü.
Muharref Tevrat kaynaklı bir başka iddiaya göre ise Hiram Usta, Sur ülkesinden “Dul kadının oğluydu”
Hiram, tunç işinde ve mimarlıkta yetenekliydi.
Süleyman Tapınağı’nın yapımı sırasında büyük bir güce sahip olmuştu. Tapınağın yapımında tam 20 bin işçi çalışıyordu. Hiram bu işçileri üç dereceye ayırmıştı; çırak, kalfa ve usta. Hiram her bir dereceye mimarlığın sırlarıyla birlikte, gizli kelimeler öğretmişti. Bu sayede, çırakları, kalfaları, ustaları birbirinden ayırabiliyordu. Hiram usta, İşçiler arasında kurduğu bu yapı ile sahip olduğu gücü daha da arttırmıştı. Bir el işaretiyle 20 bin işçi aynı anda çalışmaya başlıyor, yine bir el işaretiyle bir anda durabiliyordu.
9 Ustanın yemini
Efsaneye göre Hiram Usta, Mabed’in bitimine doğru, bir gece tapınağın içinde gezerken, ustaların gizli kelamını öğrenmek isteyen üç kalfa tarafından, üç darbe ile öldürüldü. Hiram Usta’nın öldürüldüğünü duyan 9 ustası O’nun mezarı başında yemin etti. Dünya üzerinde Hiram Usta’nın adını sonsuza kadar yaşatmak ve yaptıkları her esere O’nun sembollerini yerleştirmek üzere and içti.
9 usta 9 ayrı yöne dağıldı.
O günden bu yana Masonlar, yaptıkları her esere bazan açık bazan gizli Masonik sembolleri yerleştirdiler. Bu bir çeşit imzaydı. Masonlar yaptıkları kiliselere dahi Masonik semboller koyuyorlardı. İngiltere’nin Edinburg kenti yakınlarındaki “Rosslyn Şapeli” en çarpıcı örneklerden biriydi. Bir Kilise olmasına rağmen Masonik sembollerle doluydu. (Ayrıntılı bilgi için-Tamer Ayan, Bilinen En Eski Masonik Kuruluş İskoçya Royal Order, Mimar Sinan, 1998, sayı 110, s. 18-19).
Ziraat Bankası’ndaki esrarengiz heykel
Masonlar Türkiye’de yaptıkları eserlere de kendi sembollerini yerleştirdiler. Bunlardan en bilineni Mithat Paşa’nın kurduğu Karaköy Ziraat Bankası’ndaki heykeldi. Harun Yahya’ya ait Yahudilik ve Masonluk adlı esere göre, Karaköy Ziraat Bankası’daki “elinde mason tokmağı olan heykel” Hiram Usta’ya aitti. Tevrat kaynaklıydı. Muharref Tevrat’da “Ve sağ elini işçilerin tokmağına saldı; ve tokmakla Sisera’yi vurdu, başını ezdi” ayeti vardı. (Tevrat-Hakimler- Bab:5-Ayet:26) Hemen yanındaki kadın heykeli de “Dul Kadın”ı sembolize ediyordu. Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın resmi web sayfasındaki listeye göre de Mithat Paşa Masondu.
TBMM mimarının ilginç hikayesi
TBMM’nin halen çalışmalarını sürdürdüğü görkemli binanın inşaatına 1938 yılında başlandı. Binanın yapımı uzun zaman aldı. Çünkü dönemin şartlarında parasal kaynak bulmakta büyük zorluklar çekildi. Binanın yapımı sırasında patlak veren İkinci Dünya Savaşı da sıkıntılara yol açtı. Bu nedenle, binanın yapımına ancak aralıklarla devam edilebildi. 1957′den sonra yapımı hızlandırılan yeni Meclis Binası, 6 Ocak 1961′de hizmete açılabildi.
Binanın Mimarı dünyaca tanınmış Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister’di. 1886 yılında doğan ve 1983 yılında hayata veda eden Holzmeister’in ilginç bir hikayesi vardı. 1930’lu yıllarda Nazi’lerin Almanya’da iktidarı ele geçirmesinden sonra birçok Yahudi’nin yanı sıra, bilim adamı, sanatçı, politikacı alelacele ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. Avusturya’nın, Nazi Almanyasına bağlanmasından sonra da aynı şey Avusturya için sözkonusu oldu. Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister de ülkesini terk edip Türkiye’ye sığınanlar arasındaydı. Nazi’lerden kaçmıştı. Çünkü nedense Naziler, Avusturya’ya girdiklerinde onun peşine takılmıştı. Hatta Avusturya’daki çalışma ofisini basmışlar, ofisin altını üstüne getirmişlerdi.
Burada araya girip bir parantez açmamız gerekiyor. Tarihi kayıtlarda Avrupa’daki Nazi iktidarında Hitler ve adamları özellikle iki kesimin peşine düşmüştü. Yahudiler ve Masonlar. Bu yüzden nazi iktidarlarının hakim olduğu ülkelerden kaçanların büyük çoğunluğu ya “Yahudi asıllı” ya da açık-gizli “Masondu”
Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locaları Üstadı Azamlarından Kaya Paşakay bir röportajında ilginç bir ayrıntı veriyordu. Üstadı Azam Paşakay’a göre; “Nazi Yönetiminde Masonlar çok taciz edildikleri ve kötü şartlara mahkum edildikleri için gönye ve pergel rozetlerini kullanmayıp yakalarına mine çiçeği takmaya başlamışlardı” Almanlar’da mine çiçeği; “Beni unutma” anlamına geliyordu.
Türkiye’ye geldiğinde yakasında mine çiçeği olup olmadığını bilmiyoruz ama TBMM’nin mimarı Holzmeister, Naziler’in ofisini bastığı, bu yüzden kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda bıraktığı bir isimdi.
Temelini atan Meclis Başkanı Masondu
TBMM Binasının yapımında başrol oynayan bir başka önemli isimde, Abdülhalik Renda idi. 1881 yılında doğdu ve 1948 yılında öldü. Mimarlığının Holzmeister’in üstlendiği, TBMM’nin temeli 26 Ekim 1939 yılında Abdülhalik Renda tarafından atıldı. Çünkü dönemin Meclis Başkanı O’ydu.
Tesadüfe bakın ki; Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın resmi listesine göre Mason devlet adamlarından biriydi.
Esrarengiz semboller TBMM’nin neresinde?
Garip ve bir o kadar gizemli işaretler TBMM’nin anıtsal nitelik taşıyan Şeref Holü ile Genel Kurul Salonu’nun bulunduğu orta mekanın arasında yer alıyor. Adı “Mermer salon ve sütunlu galeri” olarak biliniyor. İlginç olan bu esrarengiz sembollerin, 475 bin 521 metrekare gibi çok büyük bir arazi üzerine oturan TBMM’nin sadece bu bölümünde yer alıyor olması. Başka hiçbir yerde bu tür semboller yok. Esrarengiz sembollerin konuşlandırılmış olduğu bu yer fiziksel olarak da oldukça çok ilginç bir özelliğe sahip; TBMM arazisinin en yüksek noktasına inşa edilen TBMM Ana Binası’nın, ortasına denk geliyor.
Peki TBMM’deki bu esrarengiz işaretler hangileri ve Masonik sembolizmde ne anlama geliyorlar?
En bilinen Masonik sembol: Üçgen
TBMM Genel Kuruluyla, Şeref Girişi arasında yer alan bu işaretlerden en dikkat çekeni “Üçgen” Farklı şekil ve boyutlarda oldukça ilginç “üçgen”ler ilk bakışta geometrik birer şekilmiş gibi dursa da, dikkatli bakıldığında çok ilginç ayrıntılar veriyor. Ama bu ayrıntılara geçmeden önce Üçgen ve Masonluk bağlantısına ilişkin bilgilere bakmakta fayda var. Üçgen masonların en çok kullandıkları ve en fazla önem verdikleri sembollerden birisi.
Masonların, kendi yayın organlarında Masonik allegori’ye örnek olarak “Hiram Efsanesi” gösterilirken, Masonik Sembole örnek olarak da “üçgen”i göstermeleri dikkat çekicidir.
Türkiye Hür ve Kabil edilmiş büyük masonlar Locası’nın resmi yayın organı Tesviye’de yer alan bilgiler bu konuda oldukça aydınlatıcıdır: “Üstadı Muhterem kürsüsünün arkasında, eşkenar üçgen vardır.
2000 yıllık efsane kutsal kadeh TBMM’de!
Üstadı Muhterem, birinci ve ikinci Nâzır kürsülerini birleştiren hatlar üçgen oluşturur, Önceki Üstadı Muhteremin sembolü dik kenarlı üçgendir.”
Aynı dergide yer alan ilginç bir ayrıntıya göre, “Piramitlerin yanlarının üçgen olması da bir mimari tesadüf değildi!” Buna göre “Eski Mısır’da, eşkenar üçgen Tanrı ile Nur’un sembolüydü!”
Masonların resmi yayın organı Mimar Sinan Dergisi’ne göre de Üçgen, “Operatif Masonlar tarafından Teslis’in (Hristiyanlıktaki Baba-Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesi) sembolü olarak kabul edilmis ve böylece bugünkü spekülatif masonluğa intikal etmisti.”
Üçgen içinde göz TBMM’de
Ancak Masonik sembolizmde en bilinen ve en çok konuşulan sembollerden biri de “Üçgen ve Göz”ün birlikte kullanıldığı semboldü. Bu sembol Meşhur Amerikan dolarının üzerinde de bulunması nedeniyle de bugün artık herkesin bildiği Masonik bir şekildi.
“Her şeyi gören göz” olarak da nitelendirilen bu sembolün kökeni Mısır’a dayandırılıyordu. Putperest Mısır’da “Ra” kelimesi, “güneş tanrısı anlamına” geliyordu. İmparatorun altında “Naacaller” denen bir yönetici sınıf bulunuyordu. Bu yöneticilerde “Kutsal Sırlar Kardeşliği!”nin üyesiydiler.
Masonik inanışa göre Kayıp Krallıktan, Mısır’a oradan da günümüz Masonluğuna kadar uzanan bu sembolde, “Güneş Tanrısı RA”, “Nokta” ile ifade ediliyordu. Üçgen içinde yer alan Nokta ise, “Tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun!” göstergesiydi.
Resimde de görüldüğü gibi TBMM’nin Mermer Salonu’nda tam ortasında Üçgen içinde nokta çok net bir şekilde görülmektedir. Ancak TBMM’deki bu garip üçgen ve nokta işaretleri sadece bununla da sınırlı değil. Yine aynı bölümde Mısırdaki piramitleri andıran görüntüsüyle üçgen ve tam üzerine yerleştirilmiş daire (Büyük Nokta) çok da yoruma yer bırakmayacak açıklıkla kendini anlatıyor.
Masonlukta Üç Nokta’nın sırrı
Bir gizli semboller topluluğu olan Masonluk’ta en az üçgen kadar önemli bir diğer sembolde “üç” rakamı. Kendisini “Alegori perdesi arkasına gizlenmiş sembollerle tasvir edilen bir ahlak sistemi olarak” tanımlayan Masonlukta “Üç”ün özel bir anlamı vardı. Bu yüzden Masonik semboller arasında en sık rastlanan şekillerden biride “Üç nokta”ydı.
Çünkü Masonluğun babası kabul edilen Hiram Usta’nın meslek sırlarını elde edemeyince onu öldüren kalfa sayısı Üç’tü. Karanlıktan yararlanarak mabedin Üç kapısında gizlenmişlerdi. Hiram Üçüncü darbede ölmüştü.
Mason Locaları’nda yemin kürsüsünün üzerinde üç kutsal kitap bulunurdu. Bu üç kitabın yanında da üç sütun.
Masonluğun üç temel derecesi vardı; çırak, kalfa ve usta!
Masonik törende, Üstadı Azam, sol elinde tuttuğu kılıcın namlusunu Mason adayının başının üstüne uzatır ve namlusunun üstüne çekiçle üç kere vururdu. (ÇIRAK-KALFA-USTA Sf. 41)
Masonlukla ilgili araştırmalarıyla tanınan Aytunç Altındal’a göre Üç nokta, bütün Mason localarında kullanılan bir sembol. Altındal’ın iddiasına göre “Üç nokta” aynı zamanda “Masonik Tanrıyı simgeliyor.”
Üç nokta; Masonik G’nin yani “God”un simgesel karşılığıydı.
İşte bu bilgilerden sonra mevcut TBMM’de bizi şaşırtan bir başka sembolle karşılaşıyoruz. Bu Sembol resimde de net bir şekilde görüldüğü gibi “Üçgen İçinde Üç Nokta!”
Kadeh sembolü neyi ifade ediyor?..
TBMM’deki bu esrarengiz işaretler arasında beklide en çarpıcı olanlardan biri “Kadeh Sembolü” Yine resimlerde görüleceği gibi TBMM’nin Mermer zemini üzerine yerleştirilmiş farklı “Kadeh” sembolleri dikkat çekiyor. Tabii dikkatli bakan gözler için. Ve bu kadeh sembollerini ayrıntılı şekilde değerlendirdiğimizde, ilginç ve bir o kadar çarpıcı ayrıntılar bizi yakalıyor. Bu ayrıntılara ve Masonik anlamına geçmeden önce bir soru sormakta fayda var? Bu sembolleri sıradan birer geometrik şekil olarak değerlendirebilir miyiz? Üçgen ve üçgen içinde nokta gibi sembolleri tesadüfen konulmuş birer geometrik şekil olarak değerlendirsek bile, o zaman kadeh sembolünü nasıl açıklayabiliriz? Çünkü kadeh açıktır ki bir geometrik şekil değildir!
Peki neydi bu Kadeh’in hikayesi? Neden bu şekiller arasına açık bir şekilde Kadeh sembolü yerleştirilmişti. Masonlar için neden bu kadar kutsaldı? Burada tıpkı Hiram Usta gibi Tapınak Şövalyelerinden, Masonluğa uzanan 2000 yıllık bir efsane karşımıza çıkıyordu; “Kutsal Kadeh” efsanesi!
Masonluk yemininde kadeh
Bir Mason adayı Masonluğa kabul töreninde yemin ederken elinde kadeh tutar. Türkiye Masonları’na ait Çırak, Kalfa-Usta dergisinden öğrendiğimize göre “Çırak derecesinde, ilk yemin yapılırken, sağ el kalbin üzerine konuyor. Ve sol elde ise bir Kadeh tutuluyor!”
Masonlara göre “içinde saf su” olan bu kadeh, safiyetin sembolü. Ancak bir çok kaynağa göre, Masonluktaki Kadeh sembolü, gerçekte Tapınak Şövalyelerinin “Kutsal kase” inancıyla bağlantılı. Da-Vinci Şifresi gibi büyük yankılar uyandıran onlarca kitaba, Indiana Jones gibi onlarca filme ve hatta BBC gibi etkin yayın organlarında belgesellere konu olan “Kutsal Kase” efsanesi neydi?
Bir rivayete göre Kutsal Kase, Hz. İsa’nın çarmıha gerilerek idam edilmesinden önce Havarileri ile yediği son akşam yemeğinde şarap içtiği Kadehti!. Bir diğer rivayete göre ise Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi esnasında Arimatea’lı Yusuf’un, İsa’dan akan kanı doldurduğu kaseydi.
Ancak Kutsal Kase konusundaki asıl fırtına birçok akademisyeninde itibar ettiği üçüncü iddiadan sonra koptu. Gerçekte Kutsal Kadeh, Hz. İsa’nın soyunu temsil ediyordu.
Mecdelli’nin Sembolü “M”
Vatikan’ı sarsan son yılların en popüler kitabı Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’ne göre, Kutsal Kase sırrına sahip Sion Tarikatı, bu sırrı korumalarının yanı sıra yaptıkları eserlerde İsa’nın soyunu taşıyan Mecdelli Meryem’e saygılarını gösteren gizli sembollere yer veriyorlardı. Bu Sembolde “M” harfi idi.
Hristiyan dünyasını derinden sarsan bu iddiaya göre Hz. İsa, çarmıha gerilmeden önce Mecdelli Meryem ile evlenmiş ve ondan bir çocuğu olmuştu. Tapınakçılar ve Masonlar için Kutsal Kase bu soyu temsil eden bir simgeydi. Gerçekte korunan ve saklanan Kutsal Kase değil, İsa’nın soyundan gelen çocuktu. Ve Büyük Siyon Krallığı kurulduğunda tahta geçirilecekti.
Ve Mecdelli Meryem’in Sembolü “M”
TBMM’deki esrarengiz işaretlerden biri de “M” şeklindeki semboldü. Bu esarengiz semboller arasında “üçgen” ve “kadeh” sembolünden sonra en fazla yer verilen sembol buydu. Resimde de görüleceği gibi, bir tarafından bakınca “W”, diğer tarafından bakınca ise “M” görüntüsü veriyordu.
Peki bu esrarengiz harfin anlamı neydi? Neyi anlatmak istiyordu? İşte burada da çarpıcı bir ayrıntı bizi yakalıyor. Çünkü Masonların köklerini dayandırdığı Tapınakçı inanışa göre “M” harfi; Mecdelli Meryem’in sembolü idi. (Hristiyan dünyasında Madgelenalı Maria olarak anılıyor)
Vatikan’ı sarsan son yılların en popüler kitabı Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’ne göre, Kutsal Kase sırrına sahip Sion Tarikatı, bu sırrı korumalarının yanı sıra yaptıkları eserlerde İsa’nın soyunu taşıyan Mecdelli Meryem’e saygılarını gösteren gizli sembollere yer veriyorlardı. Bu Sembolde “M” harfi idi. Dan Brown’un iddiasına göre Leonardo Da Vinci bu yüzden ‘İsa’nın Son Akşam Yemeği” tablosunda Mecdelli Meryem’i simgelemek için M harfine yer vermişti. Leonardo Da Vinci, Sion Tarikatı üyesiydi. 1400’lü yılların sonunda, 10 yıl süreyle bu karanlık örgütün başkanlığını yapmıştı!
Resimlere bir kez daha dikkat!
Bu anlamlarıyla birlikte düşünüldüğünde, Meclis’teki bu esrarengiz şekiller adeta mesaj verilmek istenen bir kitabeyi andırıyor. Yine resimde net bir şekilde üçgen ve yarım daire’den oluşturulmuş Kadeh görüntüsü dikkat çekiyor. Kase’nin iki yanında yer alan “M” harfi ise gerçekten şaşırtıcı bir kompozisyon oluşturuyor. Yine diğer resimde M harfinin üzerine oturtulmuş bir başka kadeh dikkat çekiyor. Mecdelli Meryem’in Rahminin simgesi Kutsal Kase ile Mecdelli Meryem’in simgesi “M” harfi bir arada.
Sanki Kutsal Kadeh ve M’nin bağlantısını ısrarla göstermek istercesine!
Mason Locası’ndaki ikinci Nur(!)Gönye
Yine bu esrarengiz şekiller arasında Masonların en tanınmış sembollerinden biri olan “Gönye”yi görmek mümkün. Türkiye Masonlarının yayın organı Tesviye’ye göre Gönye, “Kutsal kitaplardan sonra Locayı aydınlatan ikinci Büyük Nur’dur.
Tesviye’de Gönye’nin sembolik anlamı ise şu sözlerle ifade edilmektedir:
“Gönye’nin yatay ve dikey hatları, karşı düşünceleri birleştirir, hakikati arayan Masonun düşüncesinin temeli, kullandığı ifadeler, savlar fevkalâde düzenli olmalıdır; inşaatta kullanılan her cilâlı taşın tam yerine oturabilmesi için dik açılarının gönye ile kontrol edilmesi gerekir, inşaatta ahenk ancak böyle sağlanır. Dik açıları tutmayan taşlarla yapılan inşaat en ufak sarsıntıda yıkılır.
Gönye Üstadı Muhteremin bijusudur. Gönye yeryüzünü, dört yönü temsil eder, altın sikke, resim ve diğer sembollerle birlikte, büyük inşaatların temel taşlarının altına gönye konurdu.”
Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre 1507 yılında inşa edilen, İrlanda’daki Limerick köprüsünün temelinde bir Gönye bulunmuştu ve Gönye’nin yüzüne kazılan İngilizce metinde “Gönye’nin yardımıyla ölçülen dikey hat gibi, sevgi ve yardım ilkelerine uyarak yaşamaya gayret göstereceğim” yazısı yer alıyordu.
Daire ve ortasındaki nokta
TBMM’deki bu esrarengiz işaretler arasında, yılan, daire içinde nokta gibi yine Masonik sembolizmde karşılığı olan bir çok çarpıcı şekil net bir şekilde kendini gösteriyor.
Yılan Dünya çapında tartışmalara neden olmuş ilk kez Rusya’da ortaya çıkarılan Sion Liderleri’nin Protokolü’nde karşımıza çıkıyor. Sion Protokolü’ne göre “Kudüs’ten çıkıp Dünya’yı dolaşan Yılan’dan bahsediliyor” Kökeni yine Mısır Tapınaklarına kadar uzanan yılan sembolü, Gizli Dünya Devleti’ne göre ise: “Dünya Hakimiyeti’ni garanti eden, her şeyi kaplayan ve içine alan paranı gücü.”
“Yılan, kendi kuyruğunu ısırınca Dünya hakimiyeti garantilenmiş olacak.”
Bazı kaynaklara göre bu sembol aynı zamanda Dolar’ı sembolize ediyor. Doların dünya ekonomisi üzerindeki gücünü..
Yine resimde açık bir şekilde görülen Daire içinde Nokta görüntüsü, tanınmış Masonik sembollerden biri. Evrenin gizemini simgeliyor. Daire Evreni, ortasındaki nokta ise dünyayı, Masonik literatürde ise “gerçek locayı” simgeliyor. (Harun Yahya- Kabala ve Masonluk)
Rowena ve Rubert Shephard adlı yazarların 1000 sembol adlı kitabına göre ise Daire ve tam ortasındaki nokta, Antik dünyada erkek dünyasını- egemenliğini simgeliyor. Tam bu noktada tarihin Tapınak Şövalyelerine ve Sion Tarikatı ile şimdinin Mason Localarına kadınların alınmadığını ve sadece erkeklerin üye olabildiğini hatırlıyoruz.
Ancak resimde de görüleceği gibi iki daire “8” rakamı görüntüsü verecek şekilde yerleştirilmiş. Millî Gazete’nin okurlarına hediye olarak verdiği ve bir dönem yankı uyandıran Gizli Dünya Devleti isimli esere göre; 33 Derece’li Masonik hiyerarşide; 8’inci derece’nin Masonik ünvanı “Bina Emini!”
9’uncu derece’deki masonun ünvanı ise “Maitre Elu Des Neuf” yani “Dokuzların Seçilmiş Üstadı”
Bu ilginç yazı diziye başlarken; Hiram Usta’nın mezarı başında O’nun adını sembollerle sonsuza dek yaşatmaya and içen 9 Usta’dan bahsetmiştik.
9 Usta bu amaçla Dünyanın 9 ayrı yönüne dağılmışlardı.
Ne dersiniz? TBMM’den de geçmiş olabilirler mi? Yorum siz değerli okuyucularındır…
SON SÖZ
Bizim medeniyetimiz, estetik desenleriyle ünlü bir medeniyettir. Bizim medeniyetimizi temsil eden desen ve semboller, “düz çizgi”den oluşan ve sıradanlık içeren Batı’nın estetik anlayışıyla kıyaslandığında bu fark daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bu yüzden elbette gönül isterdi ki; Meclis’imiz milletimizin tarihiyle, değerleriyle örtüşen ve medeniyetimizi temsil eden desenlerle süslü olsun… Ama gerçek şu ki; aslolan semboller değil, zihniyetlerdir.
Elbette bu yazı diziye konu olan esrarengiz semboller Millî İrade’nin yegane tecelligahı TBMM’ye gölge düşüremez. Meclis’in itibarı bu tür sembollerle değil, ancak çıkardığı kanunlarla ölçülebilir. Hayra, iyiye, güzele, doğruya ve milletin menfaatlerine yönelik kanunlar çıkardığı ölçüde, Milletin Meclisi olma
özelliğini kazanacaktır. Meclis’in millet nezdindeki saygınlığı sembollerle değil çıkardığı kanunların milletin hayrına olup olmadığına göre artıp azalacaktır.
MUSTAFA YILMAZ
65serdal58
08.09.2009, 18:41
SİZ NE YAPARDINIZ?
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul icin bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı.
Okula kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: “Dışardaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğa herşeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede?”Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar..
Baba devam etti. “Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gerçek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor.”
Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı:
Shay ve babası bir gün parkta Shayin tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler.
Shay sordu, “Acaba oynamama izin verirler mi?”
Shay’in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu.
Shay’in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla birşey beklemeyerek) Shay in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra “Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım” dedi.
Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay’in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Dokuzuncu turun sonunda Shay’in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay’e gelmişti.Bu noktada Shay’in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar? Şaşırtıcı bir hamleyle Shay’e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu.
Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay’e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay’e doğru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay’e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu.
Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay’i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.
Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı.
Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar, “Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!” Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi. Şaskınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.
Herkes bağırmaya devam etti, “İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş” Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı… Takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.
Herkes bağırıyordu, “Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay”
Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, “Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!”
Shay üçüncüye gelirken diğer takımdakı çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, “Shay, hepsini koş! Hepsini koş!” Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.
“O gün”, dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek,
“iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar”.
Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı…
Her toplum, kendilerinden daha az şanslı olanlara nasıl davrandığıyla değerlendirilir…
Gününüz bir Shay günü olsun!
NOT: Bu öykü; fiziksel engelli bir dostum tarafından gönderildi.
DİKKAT!!!
HERKES ENGELLİ OLABİLİR…
“iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar”.
iki takımdaki çocukların yüreğindeki sevginin tüm çevremizden hiç eksik olmaması dileği ile
İnanca saygı düşünceye özgürlük...
65serdal58
08.09.2009, 19:44
zihinsel özürlü bedenler değil,zihinsel özürlü beyinler vardır.........
ömer yalcin
08.09.2009, 19:49
ne yapardim bilmiyorum.................... ............
barikat58
08.09.2009, 21:01
yaw türkiyede camiye gitmeyen adam yurt dışına cami açılsın derse komik olur :D
açılsın kardeşim koskoca türkiye camide acılsın kilisede acılsın cem evide acılsın.herkes dinini inancını istedigi gibi hür yaşasın.yunanistan cami acmaya bilir cami yapmayabilir normal bir durumdur.onlar tarih boyu öyleydi zaten.oysa osamnlı asırlar boyu dünyada medeniyetin lideri olmuştur!!!medeniyet bunu gerektirir senden olmayanada yaşama hakkı vermeyi gerektirir.Hayırlı olsun!!!kilise acıldı diye kiliseye gitme mecburiyeti yok o dine inananlar gidecek :D
çılgın-sedat
08.09.2009, 21:30
· - Hayır, yapılamıyor.
Yunanistan AB üyesi.
Yunanistan özgürlüğün beşiğinde sallanan demokratik bir ülke.
Ama Atina’da cami yasak.
65serdal58
08.09.2009, 21:40
bu vakfın başkanı timur topuz kimdir?
Müslüman bir ailenin çocuğu olan 32 yaşındaki Timur Topuz, 15 yıl önce Hıristiyanlığı seçmiş. 1999 yılında kurduğu vakfın açılışında dönemin Başbakan`ı Bülent Ecevit, yardımcısı Mesut Yılmaz, Hüsamettin Özkan ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer birer kutlama mesajı yollamışlar. Kilisenin bir köşesine astığı mesajları okuyan vakıf başkanı Timur Topuz, ¨Manevi destek aldık¨ diye konuştu.
Yaklaşık 100 kişinin pazar günleri ayin yapmaya geldiğini ve ayrıca çarşamba akşamları müzik eşliğinde dua okunduğunu söyleyen Topuz, ¨Kapımız herkese açık duaya ihtiyacı olanlara dua okuyoruz. Biz hiç kimsenin etnik yapısına bakmıyoruz. Ben müslüman bir ailenin çocuğuyum ama sonradan okuduğum kitaplar sayesinde Hıristiyanlığı seçtim. Ailem önceden kabullenmek istemedi ve şimdi onlarda anlayışla karşılıyorlar eşim zaten Hıristiyan¨ diye konuştu.
alıntıdır....
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
daha demokratik bir türkiye için!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! !!!!!!!!!!!!11
yunanistanda cami yoksa insanlarada ibadet etmeme gibi bi kısıtlamada yokya isteyen herkes istediği yerde ibadetini yapabilir bence yunanistanı örnek vereceklerine daha uzak ülkelerde ve yunanistandan daha kötü dediğimiz birçoook ülkelerde sayılarını bilemediğimiz camiler var herkes bildiği dinini yaşamakta özgürdür bana hç garip gelmedi yunanistanda cami olmaması
heartache58
10.09.2009, 10:47
ALKIŞ İSTİYORUM......
——————————————-
Kaza mahalinde elinde cep telefonuyla kosturup "112′nin numarasi neydi?"
diye bagiran sarisina,
——————————————–
Birbirlerine ana avrat küfür eden iki kisinin arasina girip ikisine de birer tokat atan ve "Analar kutsaldir, analara küfür etmeyin, o.
çocuklari!!" diyen Karadenizli agir abiye,
———————————————-
Annesine kizip,buharli ütünün içine isemeyi akil eden! Annesini buram buram çis kokulariyla isyerine yollayan! Annesi; ancak arkadaslari ”acayip kokuyorsun” dediginde isi çözen anneye ve cocuguna,
———————————————-
Banyonun lambasi yanmayinca elektrikler kesik zannedip yarim saat gelmesini bekleyen. Beklerken de canim sikilmasin diye televizyon seyreden kisiye
————————————————–
Ailecek televizyon izlerken üst komsu küçük oglunu göndermis. Çocuk anneme ”X teyze, annem dedi ki, bari haberleri açsinlar da, biz de dinleyelim”
Biz de kirmadik, açtik. Ailecek çok iyi niyetli oldugumuzdan, televizyonlari bozuk sandik. Yüksek sesten dolayi bize laf soktuklarini anlamamiz çocugun ikinci gelisinden sonra oldu. Bu olayi yasayan aileye,
————————————————–
Lisedeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ögretmenimiz Aids’ in açilimini
yapiyor: (A)llaha (I)syaneden (D)eyyuslarin (S)onu… diyen hocaya,
birer alkış istiyorum:))
————————————————–
Ayrıca aşağıdakilerde birer tebriki hakediyor:
Aci kaybimiz
3 ay once ailemize katilan, Necmi ismini verdigimiz kaplumbagamiz dun
vefat etmis. Aile arasinda sade bir torenle evin arka bahcesine gomduk.
Hayvancagiz durduk yerde can verdigi icin gidip Necmi’yi aldigimiz
dukkanin sahibine sebebinin ne olabilecegini sordugumuzda ”Abi onlar
kis uykusuna yatar” cevabini almis bulunmaktayiz, hepimizin basi
sagolsun. Bu vicdan azabiyla ben de cok yasamam herhalde.
————————————————–
Annem!
‘Bu taraf bitti.’ diye cD’yi arkasina ceviren ve sonra da ‘cD calar
calismiyor!’ diye feryat eden anneme alkis az geliyor!
————————————————–
Modem
Yemek masamin ustunde duran modeme uzun uzun bakan anneanem ‘Bu ne?’
diye sordu. Ben de kolay anlasin diye ‘Hani benim bilgisayarim var ya
onunla internete giriyorum. İste internete girmek icin o kutu
zorunlu.’ diye uzun uzun acikladim. Anneannem dinledi beni; ‘Yani
modem bu’ dedi ve konu kapandi…
————————————————–
Yaz okulu
Bir alkis da annesine yaz okulunu kazandigi mujdesini veren universite
ogrencisine gelsin. Bu yaraticiliga sapka cikartilir.
————————————————–
Beyin gocu
Tikky oldugu her halinden belli olan kizimiz Besiktas-Taksim
midibusunde yanindaki arkadasina dert yanmaktadir. ”Şekerim dorduncu
kez girdim oSS’ye, ama yine kazanamadim, gidicem sonunda Amerika’ya o
olucak. Boyle boyle beyin gocu oluyor isteeaa!” Sen git, masraflari ben karsiliyorum.
————————————————–
Duz mantik
Eger bir sokakta yuruyorsaniz ve caminda ”Bu ev kiraliktir” yazili
bir evin yanindan gecip birkac adim sonra onune geldiginiz bir baska
evin caminda ”Bu da” yazisini gorurseniz bilin ki Trabzon’dasiniz.
————————————————–
İngilizce yazilisi
Bir alkis da ingilizce sinavinda ‘Nice ……..’ seklindeki boslugu
‘Nice mutlu yillara!’ seklinde dolduran, dahi mi aptal mi oldugunu
henuz anlayamadigimiz ogrencime istiyorum.
————————————————–
Hugo’ları Beşledi
Bir alkis da lisede edebiyat kitabindan bir metni tum sinifa sesli
olarak okurken V. Hugo’ya ‘Besinci Hugo’ diyen arkadasimiza gelsin.
————————————————–
Ne zaman?
Kardesim karne almisti. Fakat bircok zayif notu vardi. Annem, babamla
beni kenara cekip uyarilari siraliyordu; ‘Sakin cocugun moralini
bozmayin, sakin kotu bir sey soylemeyin.’ uyarilar ozellikle babama
yonelikti; ‘Hele de sen, sakin cocugun gururunu kirma.’ Babam daha
fazla dayanamadi ve sordu; ‘Karne icin ne zaman ozur dileyecegiz?’
————————————————–
Havale
Bankada gisenin onunde islemimin yapilmasini bekliyorum. Yanimdaki
gisede islem yaptiran yasli teyzeye, islemini yapan kadin soruyor:
‘Parayi kim alacak teyze? Alicisina ne yazalim?’ Teyzem cevap veriyor:
‘Bu paranin hayrini gorme İnsallah yazalim.’
————————————————–
Lamba
Dun gece evime giderken yolun tenhaligindan olsa gerek kirmizi isikta
gectim. Ardindan yurdum polisine alkisi hak ettiricek anons: ‘Bacim o
gectigin gece lambasi degildi, cek saga.’
————————————————–
Hacim nedir?
ogretmen bir arkadasimdan naklen; 5. Siniflarin Fen Bilgisi sinavinin 2.
sorusu: ‘Hacim nedir? Bir ornek vererek aciklayiniz.’ ogrencimizden gelen
cevap: ‘Hacdan gelenlere hacim denir. ornek: Nasilsin hacim?.
sivaslı fd
10.09.2009, 10:54
süper yaaa koptum valla :D:D:D Çok teşekkürler.............
heartache58
10.09.2009, 10:55
Rica ederim :)
Ayşegül1967
10.09.2009, 11:47
güzel............ (;
vanlıyam65
12.09.2009, 18:08
her yeni gün yeniden doğuştur.....ellerine sağlık serdalcım,güzel bir paylaşımdı
vanlıyam65
12.09.2009, 18:09
paylaşım için teşekkürler kardeşim,derin yerlere götürdü beni
vanlıyam65
12.09.2009, 18:13
zihinsel özürlü bedenler değil,zihinsel özürlü beyinler vardır.........
aynen katılıyorum sana,insanın özrü beyinde başlar ve beyinde biter,nice beyinden!!!!! özürlü insanlarımız var,heryerde bunlar,
sana yakışan bir konuyu açmışsın serdalcım,okulumuzda bulunan zihinsel özürlü bir çocuğa yaptığın iyiliği hiç unutmayacağım
sivaslı fd
15.09.2009, 06:58
Bakmayın öyle arkadaşlar canım sıkıldı bi oyun buldum...
Bir soru sorucaz (saçma veya mantıklı farketmez) ve hemen arkamızdan gelen üye bu soruya cevap verecek.
Korkmayın 3 yanlış 1 doğruyu götürmüyor :D
Söyle bakalım sitede en çok sevdiğin üye hangisi? (biraz zor oldu ama) :D
sivaslı fd
15.09.2009, 07:12
.................... :D:D:D:D:D................ ay şımartma şu kızı abii..... :rolleyes:
Ama soru sormamışsın abi ne cevap vericem ben sana :)
.................... :D:D:D:D:D................ ay şımartma şu kızı abii..... :rolleyes:
Ama soru sormamışsın abi ne cevap vericem ben sana :)
özür unutmuşum en çok hangi yemeği yapmayı seversin
sivaslı fd
15.09.2009, 07:40
Bütün yemekleri yapmayı çok severim ama en çok mercimekli köfte ve salata yapmayı severim...
Hayatında hiç bi bayandan dayak yedinmi :D
seheresma
15.09.2009, 08:46
14 yasimdayken kiz arkadasimdan yemistim )))))))))))
hic baskasinin sucunu üstüne aldinmi ????
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
kumbet_yildizi
15.09.2009, 17:22
hayir almadim ama ustume atildi suc:D
hic cok sevdigin birinin yalanina ortak oldunmu?
evet oldum.
sen hiç müslüm baba dinleyip kendini jiletledin mi?
:D:D:D:D
Jiletlemedim.
Alttaki Kapitalizm nedir ?
58_SEMİH_58
15.09.2009, 19:08
Tam adamına sordun...
Bende google amcaya sordum :D
Kapitalizm ;
Kapitalizm feodalizmden sonra sanayi devrimi ile ortaya çıkan bir toplumsal-ekonomik yapı ve üretim biçimidir. Sanayi devriminden önce ekonomi tarıma dayanıyordu. Feodalizmde tarım için vazgeçilmez üretim aracı olan toprağın özel mülkiyete bağlı olması kırda iki ayrı sınıf yaratmıştı. Toprağa sahip olan feodal aristokratlar ve serfler. Serfler çalışan sınıftandılar. Fakat ürettikleri ürünlerin bir kısmını toprak sahiplerine vermekle yükümlüydüler. Çünkü toprak kendilerinin değildi ve kullanma hakkını ancak ürünün bir kısmını vermekle elde ediyorlardı. Bu şekilde artı emek sömürüsü yapılıyordu. Şehirlerde ise kendi basit üretim aracına sahip olan manifaktür işçileri ve zanaatçılar vardı. Sanayi devrimi ile birlikte eski aletlerle üretim yapmak imkânsız hale geldi. Yeni gelişen üretim araçları çok pahalı oldukları için yalnızca büyük sermaye sahipleri tarafından satın alındı. Yeni gelişen üretim biçimi birçok sanayi dalına girdi ve eski sistemi hızla ortadan kaldırdı. Çünkü çok daha hızlı ve ucuz üretim yapılmaya başlandı. Eski işçilerin kendi basit aletleri artık gereksizleşti ve mülklerini böylece kaybetmiş oldular. Yeni kurulan fabrikaların da işçiye ihtiyacı vardı. Böylece kapitalizm içinde iki temel sınıf ortaya çıkmış oldu:
Burjuvazi, üretim araçlarına sahip olan, sermayesi ile geçinen sınıftır. Proletarya ise üretim araçlarına sahip olmayan, geçinmek için emek-gücünü satmak zorunda kalan sınıftır. Orta sınıflar kendi üretim araçlarına sahip olan, emeklerini satmak zorunda kalmayan, başka işçilerin emeklerini satın almayan sınıflardır. Kendi toprağına sahip olan köylü ya da kentte küçük burjuva sınıf… Fakat orta sınıflar sürekli mülklerini kaybederler, çünkü büyük kapitalistler sanayinin diğer dallarına da el attıkça küçük üreticiler bunlara karşı rekabette zayıf düşerler. Böylelikle küçük burjuva sınıfın büyük bölümü proleterleşir. Özellikle tarımda makineleşme yani kapitalist işleyiş, köylü sınıfları ücretli tarım işçisi durumuna getirdi ya da kente göç etmeye zorladı.
Kapitalizmin gelişmesi burjuvaziyi egemen sınıf konumuna yükseltmiştir. Burjuva düzeni eski feodal üretim ilişkileri tasfiye etti, toplumsal olarak eskinin ataerkil ve duygusal bağlarının yerine eşit yurttaşların serbest ekonomik ilişkisini koydu. Burjuva üretim tarzı, feodal üretim tarzından üretim araçları vb. açılardan daha ileri bir aşamada olduğundan burjuvazinin ekonomik erki ele geçirmesi ile birlikte siyasi olarak da bazı ilerici devrimleri olmuştur. Burjuvazi ekonomik çıkarlarını zedelediği feodal aristokrasi ile savaşımında halk ile de bağdaşıklık kurmuştur. Burjuvazi güçlü olduğu oranda demokratik talepleri daha çok dillendirir ve aristokrasiye ve monarşiye karşı halkın çoğunluğunu oluşturan sınıflarla o kadar çok ittifak yapar. Örneğin Fransız burjuva devrimi bu şartlarda oluşmuştur. Fakat güçsüz ve cılız olduğunda, eski egemenler ile verilecek amansız bir savaşta kendi konumunu da tehlikede gören burjuvazinin devrimi ise halkı arkasına alamaz, feodal sömürüyle işbirliği yapar nitelikte olur.
İç pazar yaratılmasıyla burjuva ulus devletini güçlendirmiştir. Aristokrasiye ve mutlak monarşiye karşı savaşım açısından demokrasi mücadelesi burjuva devrimlerinin ilerici yönüdür. Üretim araçlarının gelişimleri de tarihsel açıdan burjuvazinin ilerici yönünü gösterir. Çünkü üretim araçlarının gelişmesi emek üretkenliğini arttırır.
***
Kapitalizmin işleyişi emek sömürüsüne dayanır. Üretim araçlarına sahip olan ve işçilerin emek gücünü satın alan burjuvazi, emek gücü metaının değerini ücret biçiminde verir, fakat emek kendi değerinden fazlasını üretir. Bu artı değere burjuva el koyar. Sermayenin emek üzerindeki egemenliği kapitalizmin temelidir. Sermaye bu egemenliğinin gücünü burjuva sınıfının üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tutmasından alır. Kapitalizmin tasfiyesinin, yani işçilerin sömürülmesinin kaldırılmasının koşulu üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermektir. Çünkü işçi, işçi kaldığı sürece artı değer yaratmak zorunda yani sömürülmek zorunda kalacaktır. Sınıflı toplumlardan kapitalizm aşamasında sömürü daha da “gönüllü” hale gelir. Köleler kırbaçla çalıştırılıyordu, fakat işçiler yaşam araçlarını elde etme baskısıyla çalıştırılıyor. Burjuva düzeninin olağan şeklinin demokrasi olması işçilerin sömürülmediği anlamına gelmez. Zaten olağan rejim şekli üretim ilişkileri ile de paraleldir. İşgücünün meta olabilmesinin koşulu, alan ile satanın yani işçi ile patronun eşit yurttaşlar olarak karşı karşıya gelip işgücünün belli süre ile satılması ve kullanma hakkının kapitaliste geçmesidir. Burjuvalar arasında da kanun karşısında eşit rekabet hakkı vardır.
Kapitalizm genelleştirilmiş meta üretimidir. Meta, insanların ihtiyacını karşılar fakat üretim kapitalist açısından kar amaçlı yapılır. Kapitalist üretim tarzı neyin ne kadar üretileceği hakkında ihtiyaca göre bir kural sunmaz. Piyasada arz talep ilişkileri çerçevesinde kapitalist, neyin üretileceğine “daha fazla kar” ilkesine göre karar verir. İşlerin iyi gittiği dönemde yatırımlar ve üretim fazlalaşır fakat bir süre sonra üretim fazlası sebebiyle işler kötüleşir ve kriz gerçekleşir. Kapitalist üretimdeki kuralsızlık sürekli bir döngü oluşturur. Bu kapitalizmin iç çelişkisidir, krizsiz kapitalizm düşünülemez.
Tşk ederim semihcim keşkii okuyup kısaca özetleseydin dipnot olarakta fikrini söyleseydin neyse sağlık olsun. :)
Alttaki emek nedir. ?
58_SEMİH_58
15.09.2009, 19:14
Tşk ederim semihcim keşkii okuyup kısaca özetleseydin dipnot olarakta fikrini söyleseydin neyse sağlık olsun. :)
Alttaki emek nedir. ?
İlk paragrafı okudum sonra sıkıldım zaten fazla okumayıda sevmiyom :)
Özet işi çok ters bişey bana :D
ABDULLAH DUMAN
15.09.2009, 19:27
Tşk ederim semihcim keşkii okuyup kısaca özetleseydin dipnot olarakta fikrini söyleseydin neyse sağlık olsun. :)
Alttaki emek nedir. ?
kısaca Alın teri
Alttaki iftarda ne yedin
sandalli
15.09.2009, 19:36
Henüz iftar yapmadim, 10 dakika var daha.
Altta ki; kadir gecesi icin dilegin ne?
Kadir gecesi için dileğim , emperyalistleri 1923'teki gibi denize dökmek.
Sorumda , Türk tribünlerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz alttaki alttaki sesin çıksın alttaki :)
iyi ve coşkulu olacak gelecek vadediyor
okulda kopya çektinmi hiç
sivaslı fd
16.09.2009, 08:47
iyi ve coşkulu olacak gelecek vadediyor
okulda kopya çektinmi hiç
Benmi? şeeyy kem küm :confused: Bikaçkez çekmiştim, hatta birindede yanımdaki hırbo kendisine göstermedim diye ispiyonlamıştı bende çıkışta bi güzel dövmüştüm :D
Alttaki sana diyorum heeyy! Misafirlikte yemek yerken beğenmeyip bozuntuya vermediğin oldumu? :D
evet oldu yemek değilde çayda oldu bi türlü şeker gelmedi bende isteyemedim şekersiz iştim yudum yudum aslında hiç sevmem şekersiz çayı ama napalım
alttaki sen hiç bugüne kadar ata bindinmi ?
sivaslı fd
16.09.2009, 08:57
Ayy bende nefret ederim şekersiz çaydan, sende isteseydin be abi nolacak sanki :)
Alttaki, seni arayan birine, telefonu açan kişiye "yok de yok de" dedinmi? :D
yok o duruma hiç düşmedim düşmemde inşallah
çocukken ençok neyinin olmasını isterdin
65serdal58
16.09.2009, 09:57
ARABAMIN OLMASINI ÇOK İSTERDİM OLDU:)
İLKOKUL ÖĞRETMENİNİN ADI SOYADINI HATIRLIYORMUSUN?
65serdal58
16.09.2009, 10:07
BUGÜN VE YARIN DAHA GÜZEL OLACAK
sivaslı fd
16.09.2009, 13:13
Hatırlamazmıyım hiç, Gönül Alper'di 3.sınıfa kadar okuttu 4.sınıfta eşi Mustafa Alper devraldı bizi, çokta severdim hem hemşeriydik hemde komşuyduk :)
Alttaki, bu ramazanda oruçluyken yanlışlıkla birşey yedinmi veya içtinmi? :D
yok olmadı dün akşam ezana yakın ekmeği tam ağzıma
götürüyordum farkına vardım
bugün iftara ne yemek istersiniz
sivaslı fd
16.09.2009, 13:33
Bugün kuzu kesecektin unuttunmu Salim abi? Ben kuzumu isterim çevirme olsun lütfen :)
Alttaki, hiç trafikte seni sollayan aracın şöförü için "hay senin....." diye başlayan bir cümle kurdunmu? :D
bilal kose
16.09.2009, 14:46
dogrusu demis olabilirim bazen insanin cileden ciktigi anlar oluyor
hayatta ne olmak isterdiniz veya istediginize ulasabildinizmi
sevgim 58
16.09.2009, 15:05
MESELK ANLAMIDA HEP FOTOGARFCI OLMAK ISTEDIM OLMADI. SIMDIDE ISTEDIGIM YERDEYIM;
HIC HAYALINI YIKAN BIRISI OLDU MU ?????????????????
bilal kose
16.09.2009, 20:37
hayellerimin yikildgi degilde soldugu oldu.
alttaki. hayata kustudunuz oldumu hic
WåñTêd_øØ7
16.09.2009, 20:49
olmadı :) hayatı dolu dolu yaşamak lazım
Altaki sivaslilar.net denilince akla gelen : )
Klimasuyu
16.09.2009, 20:59
Samimi içten dostluklar ...
Alttaki, ofsayt nedir?:D...
sevgim 58
16.09.2009, 22:28
COK GÜZEL BIR SORU SIMDI KALENIN ORDAKI CIZLGILYE ALAKALI VE TOPLA VE FUTBOLUCLARLA SANKI ELLAHMKI HERHALDE ÖYLE BIRSEY SANKI .................:D
ALKATKI KELE NEDIR ???????? :D:D:D
sivaslı fd
17.09.2009, 13:36
Bilmiyorum en çok sen kullandığına göre biliyosundur söylede bizde öğrenelim :)
Alttaki bayramda birilerinden harçlık bekliyormusun :D
yok şeker bekliyorum sadece
bayramda genelde hangi tatlıyı yaparsınız
sivaslı fd
17.09.2009, 13:43
Baklava.... ve yine yapıcam tabi yanında yaş pasta ve farklı bir tatlı daha yapıcam (kısmetse) :)
Alttaki arefe günü kabir ziyaretine gidermisin?
yok genelde bayramın birinci günü bu ziyaretimi yaparım
bisiklet sürmeyi biliyonmu
sivaslı fd
17.09.2009, 19:11
Evet. Hemde çok seviyorum ama senelerdir hiç kullanmadım :)
Evet. Hemde çok seviyorum ama senelerdir hiç kullanmadım :)
soru sormamışsın unuttun galiba :D
soru gurbettemisiniz evetse zor geliyormu gurbet
65serdal58
18.09.2009, 09:13
Tüm insanların atası Türkler
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Geçen hafta bir konferans vermek üzere Türkiye’ye gelen Amerikalı araştırmacı yazar Gene D. Matlock, ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türk’sünüz’ adlı kitabında da yer verdiği ilginç iddialarıyla ‘Tüm dünyanın kökeninin aslında Türkler olduğu’ tezini yeniden alevlendiriyor.
Akşam Pazar’dan Mine Akverdi’ye konuşan Matlock, kitabında din, dil, tarih ve kültür odaklı pek çok kaynak aracılığıyla tezine çarpıcı kanıtlar da sunuyor. Kadim Türkler, tüm insanların ataları olabilir mi? Maya ve Azteklerden Kızılderililere, Ruslardan Hintlilere, Araplardan İngiliz, İtalyan ve Kuzey Avrupalılara hepsinin kökenlerinin Türk olduğu söylense inanır mısınız? Peki, acaba Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve Buda da Türk müydü? Tüm dinler Kadim Türklerin Tengri dininden mi türedi?
Bunlar kafa karıştıran ama bir o kadar da merak uyandıran, cevaplaması zor sorular. Ancak bir araştırmacı bu soruların hepsine ‘evet’ cevabını veriyor. Ve iddiasının doğruluğuna dair kanıtları da ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz’ adlı kitabında önümüze sunuyor. İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk değil, bir Amerikalı: Gene D. Matlock.
Temmuz ayında Hermes Yayınları tarafından Türkçe olarak basılan ‘Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz / Kayıp Bir Uygarlığın Sırları Dünyayı Nasıl Değiştirebilir’ adlı kitabında Gene D. Matlock ilk insanların Türklerle başlayıp daha sonra dünyaya dağıldığını, ilk konuşulan dilin Türkçe olduğunu, bilimin, felsefe ve dinin yine Türklerden doğduğunu söylüyor. 65 yıldır Meksika’da yaşayan ve hem Hıristiyanlığın kökenleri hem de Meksika’daki Amerikan yerlilerinin kökenleri üzerine uzun yıllar boyunca araştırmalar yapan Matlock’un dini kitaplar, mitolojiler, kültür, gelenekler ve özellikle de dil biliminin ışığında elde ettiği ipuçlarını birleştirerek sunduğu kanıtlar da hayli şaşırtıcı. 81 yaşındaki Matlock ile bir konferans vermek için geldiği İstanbul’da buluştuk ve çarpıcı iddiası üzerine konuştuk.
İnsanlığın başladığı yer Türkiye
Dünyadaki tüm insanların Türklerden geldiğini söylüyorsunuz. Sizi bu konuda bir araştırma yapmaya yönelten şey neydi?
Yıllar önce İsraillilerin Filistinlilere yaptığı kötü muamele sebebiyle çok üzülmüştüm ve bu insanların bir türlü paylaşamadığı kutsal toprakların tarihi ve buradaki dinlerin kökenleri üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Bu araştırmalarımı bir yandan da yazıyordum. Araştırma ilerledikçe her şey beni önce Hindistan’a, daha da derinleştiğindeyse Hindistan’ın kuzeyine götürdü. Elimi neye atsam önünde sonunda her şeyin kaynağı olarak karşıma Türkler ve coğrafya olarak da Türkiye ve Orta Asya çıkıyordu. Zira dikkatle incelediğimde Eski Ahit (Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümünü oluşturan, Tevrat ve Zebur’u da kapsayan 39 kitap) ve İncil’de İsrail’den bahsedilmediğini gördüm. Kutsal kitaplarda bahsedilenler aslında Türkiye ile bağdaşıyordu. Nuh’un Gemisi efsanesi, Büyük Tufan… hepsinin kökeni Türkiye ve Türklere dayanıyordu. Bu da bana şunu gösteriyordu: İnsanlığın başladığı yer Türkiye idi. Biz insanlar tüm uygarlığın atası olarak Sümer, Yunanistan, Mısır ve Çin’i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışız.
Peki, nasıl oluyor da Türkler tüm insanlığın atası oluyor?
Birkaç bin yıl önce Kuzey Kutup bölgesinde bir cennette, bolluk içinde yaşayan ileri derecede uygarlaşmış bir halk vardı… Dünyadaki bütün dinler hangi ulusa ait olursa olsun insanlığın beş kökensel ırkı olduğunu söyler. Bu beş ırka Kurus, Krishti ya da Krishtaya deniliyordu. Yaşadıkları yere ise Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Aden denir. Hindular buraya Uttura Kuru adını verir. Eski Yunan tarihçileri ve mitolojisi ise buraya Hiperborea olarak göndermede bulunur. Tibetli Budistlar ise Khedar Hand (Tanrı Şiva’nın ülkesi) ve Şambala der. Aynı zamanda buraya Tanrı Şiva’nın toprakları anlamında Sivariya ve Sibirya da denmektedir. Yeni ilk insanların yaşadığı cennet bahçesi Sibirya bozkırlarıdır. Buradaki ilk insan olan Adem (İngilizcedeki yazılışıyla Adam) Türk dilinde ‘insanoğlu’ anlamında kullanılır. Nitekim buradaki yüksek zeka ve uygarlığa sahip ari ırk (aryan) Türk’tür. Türkler’in kendilerinden Kıpçaklar, Kurular ya da Aryanlar diye bahsetmesi de bunun kanıtıdır. Ancak pek çok farklı din ve mitolojide geçtiği üzere bu insanlar lanetlenip bir doğal felaket yaşar, dünya ekseninde meydana gelen ani bir sapma ile yaşadıkları yer donmuş, büyük seller olmuştur. Şimdi adına Türkler dediğimiz Kurular güneye, Orta Asya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Bu anlatılan Büyük Tufan’dı. Nuh ve insanlığın soyunu devam ettiren oğulları da işte bu kökenden geldi yani Türk’tü. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu Ararat Dağı’nın Türkiye’deki Ağrı Dağı olduğu inancı da bunu kanıtlıyor. Böylece Türk soyundan gelen insanlık Türkiye’ye ve aşağıya Mezopotamya ve Hindistan’a dağıldı. Dolayısıyla Sümerler, Hititler, Iraklılar, Kürtler, Hintliler, Mısırlılar hepsi aslında Türk’tü. Kuzey Kutbu’ndan aşağı inerek Kuzey Avrupa’ya İsveç, Finlandiya, İngiltere’ye ve tüm dünyaya yayıldılar. Bugün herkes kendi neslinin izlerini Türklere dek sürebilir.
Buna kanıt olarak neleri gösterebiliyorsunuz?
Dünyanın her köşesinde kullanılan dilden inançlara ve tanrı isimlerine kadar her şeyin dil olarak aynı kökenden geldiğini görebilirsiniz. Bu tüm dinlerin, dillerin de tek bir kaynaktan çıktığını gösteriyor: Türklerden! İngiltere’den, Finlandiya’ya insan isimlerinden yer isimlerine Türkçe kökenli kelimelere rastlayabilirsiniz. Finlandiya’da Kırkpınar diye bir yer var! Urdu dilinde binlerce Türkçe kelime var. Hintlilerin Kutsal Kitabı Mahabharata aslında Türklerin tarihlerini anlatıyor. Yunanlıların büyük tanrısı Zeus’un ismi de Türkçe. Kudüs, İsa gibi kelimelerin kökeni de aslında Türkçe ve dahası bu bahsedilen yerler de aslında İsrail’de değil Türkiye’de İsa da bu topraklarda yaşadı. Öte yandan yakın tarihte Keltlerin (İrlandalılar, Galiler, İskoçyalılar) DNA’sı incelendi ve Altay’dan geldikleri kanıtlandı. Vikingler, Finikeliler ve İtalya’nın Roma İmparatorluğu’ndan yıllar önce burada yaşayan ve Roma’nın kurucuları sayılan yerli halkı Etrüskler de Türk’tür. Estrüskler’in DNA’larının Türklerinkiyle yüzde 97 aynı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Kızılderililer de Türk’tür
Amerika’daki Kızılderililerin de Türk olduğu sıkça dile getirilen bir iddiadır….
Evet, Kızılderililer Türk’tür, bunu kendileri de söyler. Kültür ve geleneklerindeki benzerlik aşikar. Özellikle Amerika’da Türk soyundan geldiğini söyleyen Meluncanlar’dan olan Cherokee’ler Türkiye ile bugün çok yakın ilişkiler içindedir.
Bu iddialarınızı dünyanın pek çok yerinde dile getiriyorsunuz. Peki, nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Önceleri herkes bana gülmüştü ama şimdi durum değişiyor. Amerikanın yerli halkları, Kızılderililer, Meksikalılar bu teze çok pozitif tepki veriyor. Çoğu kabul de ediyor. Ancak ABD’deki Amerikalıların veya İngilizlerin pek hoşuna gitmiyor.
Dünya bunu kabul etse ne olur sizce?
Hepimizin kardeş olduğuna inanmak insanlığın sahip olduğu tüm sorunlar ve huzursuzluk çözüme ulaşır. Dünya daha iyi bir yer olur.
Amerika’yı Türkler keşfetti
‘Amerika kıtasındaki pek çok yer ismi aslında Türkçe kökenli. Meksika’daki Teotihuacan kalıntıları aslında Türkçe olan Tea (tanrı)+ Tiwa (Bir Türk boyu olan Tuvaların bugün bir cumhuriyeti de vardır) + Han (krallık anlamına gelen Türkçe kelime) kelimelerinden türemiştir. Peru’daki Karal kalıntılarındaki piramitler Mısır’dakilerden daha eskidir ve Türkçe’de ‘hükümdar’ anlamına gelen kral kelimesinden türemiştir. Meksika’da bugün de Türkçe kökenli birçok kelime kullanılıyor. Örneğin dağ/tepelere Meksika’da tepek deniliyor Atatepek, Çapultepek isminde şehirler bulunuyor. Havasu diye bir yer bile var. İspanyollar Meksika’ya ilk geldiklerinde Aztek’lere hangi tanrıya inandıklarını sorduğunda onlar ‘İnana’ cevabını vermişti. Bu Antik Sümer’de de bir tanrıçanın adı. Yani Sümerler ile Aztekler aradaki onca mesafeye, okyanusa rağmen aynı adlı tanrıya inanıyor. Dahası Meksikalılar da Hintliler de Türkleri aynı kelimeyle ‘Karaskus’ diye adlandırıyordu. Demek ki Amerika’yı İspanyollar değil, önce Türkler keşfetmişti. Sonuçta bunlar gibi sayısız örnek şunu gösteriyor: Dünyanın her köşesindeki bütün uygarlıklar Orta Asya’dan geçmiş ve her yerde ortak olarak karşımıza çıkan din, dil, kültür ve inanışları buradan tüm dünyaya taşımıştır.’
haber
e-kolay
Bu düşünce 1930lu yıllarda Atatürk'e de söylenmişti Avusturyalı bir Yahudi tarafından ve Atatürk'e çok inandırıcı gelmişti..Atatrük talimatları vererek çalışmalar yapılmasını istemişti ancak daha sonra kendi de vazgeçti.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
İnternet sitelerinde dolaşan ve herkesi hayretlere düşüren bu illüzyon gösterisi izleyenlere korku dolu dakikalar yaşatıyor.
Normalde bu tür gösterilerde insan mantık yürütebiliyor.
Mesela ayna kullanmaları, adam değiştirme, perde ile saklamaları fakat bu gösteriyi insanın aklı almıyor.
Gösteride illüzyonist'e yardımcı olan izleyiciler ise, gösterinin ardından korku krizine giriyorlar.
.............................. .............................. .............................. .............................. ...................Sizler bu video’yu izlemek isterseniz; sakın konu başlığına aldanmayınız...
Bu video da bir Akıl almaz illüzyon gösterisi izleyeceksiniz..!
Şaka yapmıyorum, kalp sorunu, sinir bozukluğu ve tansiyonu olanlar; kesinlikle seyretmesinler…!!!
.
bi canlı üzerinden böyle bi görüntü hiçte hoş değil hele bu bir insansa
gerçeğe çok uzak olduğu için fazla ilgimi çekmedi:) ama ilginç
oldum olası bu illüzyonistlere gıcık olurum tüm izleyenleri enayi yerine koydukları için
aozdemir
18.09.2009, 15:55
sanırım ayakları takma idi.
Bu elemanın suda yürüdüğü videolar var, onlarda baya ilginç :)
65serdal58
20.09.2009, 16:47
evet gurbetteyim,,,ve çok zor.....
serden mi vazgeçersin yoksa yardan mı?
65serdal58
20.09.2009, 18:07
konu güncellemesi
65serdal58
21.09.2009, 00:15
Parasızlık 12 bin kişiyi “denek” yaptı
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Paraya ihtiyacı olanlar, ilaç denemelerinde “kobay-denek” olmak için neredeyse sıraya giriyor.
9 yıl önce sadece 24 kişiydiler. Çünkü kimse, ‘kobay olurum’ korkusuyla, eşdeğer ilaçların etkilerinin vücutlarında test edilmesine sıcak bakmıyordu… Şimdi paraya ihtiyacı olanlar denek olmak için neredeyse sıraya giriyor. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hakan Çetinsaya: “İyi Klinik Uygulama Merkezi’ndeki çalışmalara katılan deneklerin sayısı 12 bin oldu… Denekler 10 günlük test için 200 TL alıyor. Aile üyelerini de merkeze yönlendiriyor…”
Milliyet gazetesinden Ayşegül Aydoğan Atakan’ın haberine göre, kimi işsiz kaldığında, kimi yan gelire ihtiyacı olduğunda başvuruyor buraya. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hakan Çetinsaya İyi Klinik Uygulama (İKU) Merkezi’nde sürdürülen “ilaç biyoeşdeğerlik” çalışmalarına katılan deneklerin sayısı her geçen gün artıyor. 10 yıl öncesine kadar “Kobay mı olacağız?” endişesiyle çalışmalara mesafeli bakanlar, bugün ilaç çalışmalarına katılabilmek için adeta sıraya giriyor. Her ne kadar gelirlerini artırmak için bu yola başvuruyor olsalar da aslında ilaçların ucuzlamasına hizmet ediyorlar.
ERKEKLER YAPIYOR
Merkezin müdürü Prof. Dr. Aydın Erenmemişoğlu, biyoeşdeğerlik çalışmalarına katılan sağlıklı deneklerin son birkaç yılda yaklaşık iki kat arttığına dikkat çekiyor. Önyargıların artık kırıldığını söyleyen Erenmemişoğlu, “Önceden deneğin ailesi endişeyle bizi arıyordu. Ancak 10 yıl boyunca yaptığımız işin niteliğini öğrendiklerinden bu önyargılar artık yok” diyor.
“İŞSİZLER ÇOĞUNLUKTA”
Denekler, çok ince eleyip sık dokunan özel tetkiklerin ardından seçilip kabul ediliyor. Sıklıkla sağlıklı erkeklerin tercih edildiği çalışmalarda kadınların biraz geri planda kalmasının nedenlerinden biri aylık adet döngüleri… Çünkü çalışma boyunca metabolizmanın aynı kalması gerekiyor. Bu nedenle çalışmalara katılan kadınların oranı yüzde 1′i geçmiyor.
Prof. Dr. Erenmemişoğlu, denekler arasında üniversite öğrencilerinin ve işsizlerin çoğunluğu oluşturduğunu belirtiyor. Her meslek grubundan, sıklıkla yan gelir elde etmek isteyenlerin başvurduğunu söylüyor. Dokuz yıl önce 24 kişiyle başlayan denek sayısının bu yıl 12 bini bulduğunu anlatan Prof. Erenmemişoğlu, etik olarak “elde edilen gelirin geçim kapısı haline getirilmemesi” karşılığında adayları kabul ettiklerini vurguluyor:
“Buradan alınan para cep harçlığı ya da yan gelir olabilir. Ama işşiz biri için önemli bir para tabii. Alınan ücret çalışma süresine göre değişiyor. Kimi çalışma 10 günde bitiyor, denek 200 lira alıyor. Kimi çalışma 20 gün sürüyor 500 lira alınıyor; kimisi de 1,5 ayda bitiyor 1000 lira alınıyor.”
Şehir dışından dahi başvuranların olduğunu söyleyen Prof. Erenmemişoğlu, “Ama kabul etmiyoruz çünkü deneklerin her an kontrolümüz altında olması gerekiyor. Telefonla arayanlar oluyor ve çok yüksek miktarda para verildiğini zannediyorlar. Zaman zaman ‘5 bin euro’luk çalışma varmış, ne zaman?’ diye soruyorlar” diye konuşuyor. Denek başvurularının her geçen gün arttığını kaydeden Prof. Erenmemişoğlu, bazı deneklerin amcalarını, dayılarını, komşusunu, torununu yönlendirdiğini, denek olmak için bekleyenlerin sık sık aradıklarını da sözlerine ekliyor.
“KÜÇÜK DOZLAR ALIYORLAR”
İlaç biyoeşdeğerlik çalışması, aynı etken maddeyi içeren iki ayrı ilacın kıyaslanması anlamına geliyor. Bu çalışma kapsamında aynı etken maddeyi taşıyan iki ayrı ilacın etkinliği sağlıklı gönüllüler üzerinde deneniyor. Tansiyon ilacından alerji ilacına kadar pek çok alanda piyasaya çıkacak olan eşdeğer ilaç, çok küçük dozlarda deneklere uygulanıyor ve kan değerlerine bakılarak ilaçtaki etken maddenin etkinliği, var olan ilaçla karşılaştırılıyor.
SİGORTALANIYORLAR
Denek olmak kolay değil!
Deneklerde aranan özellikler bir hayli fazla ve dikkat çekici. Adaylar öncelikle yapılacak çalışmalarla ilgili detaylı bilgilendiriliyor. Daha sonra denek olmak isteyenler, onay belgesini imzaladıktan sonra kabul ediliyor. Deneğin yüzde yüz sağlıklı olması ve ilaç kullanmaması temel şart. Bunun için denek detaylı bir check up’tan geçiyor. Sonuç olumluysa davet ediliyor. Çok sigara, çay, kahve içen kişiler tercih edilmiyor. Çünkü tüm bunlar metabolizmayı hızlandırıp, ilaçların hızlı parçalanmasına yol açıyor. Alkol ve uyuşturucu zaten yasak.
Greyfurt ve sakız yasak
En önemli şartlardan biri greyfurt suyunun içilmemesi. Greyfurt suyu bazı ilaçların karaciğerde parçalanmasını engelliyor ve sonuçların yanlış çıkmasına yol açıyor. Sakız çiğnemek de mide-bağırsak hareketlerini etkilediği ve ağızda tükürük salgısını artırıp sindirim faaliyetini hızlandırdığı için yasak. Ayrıca metabolizmayı çok hızlandıran futbol oynama, ağır egzersiz yapma gibi faaliyetlerden uzak durmak da deneklerin uyması gereken kurallardan. Denekler çalışmadan doğacak risklere karşı da sigortalanıyor.
Dünya Bülteni / Haber Merkezi
65serdal58
23.09.2009, 08:57
konu güncellemesi,,,,,,
güzel ve faydalı bilgileriniz için sonsuz teşekkürler kardeşim sağol
Kardelencicegi
23.09.2009, 09:44
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
vanlıyam65
23.09.2009, 11:36
yokluğun fotoğrafı işte,allah sonumuzu hayır etsin
zaralı ülkücü
29.09.2009, 17:44
Sivas'ta mahsur kaldığını bildiren 21 kişiyi kurtarmak için ekip gönderildi.
Sivas'ın Suşehri ilçesinde bir yaylada, kar yağışı nedeniyle mahsur kaldığını bildiren 21 kişiyi kurtarmak için ekip gönderildi.
Alınan bilgiye göre, ilçeye bağlı Yukarıakören köyüne ait Kösedağ eteklerinde bulunan Mahmutoğlu Yaylası'nda dün akşam saatlerinden itibaren etkili olan kar yağışı nedeniyle 21 vatandaş yaylada mahsur kaldı. Mahsur kalan vatandaşlar, sabah saatlerinde cep telefonuyla köy muhtarı Süleyman Şahin'i arayarak yoğun kar yağışı olduğunu ve köye gelemediklerini bildirdi.
Durumun yetkililere iletilmesi üzerine Özel İdareye bağlı bir iş makinesi, köy muhtarı Şahin'le birlikte yaylada kalan vatandaşları kurtarmak için yola çıktı.
Suşehri Kaymakamı Yusuf Özdemir, yaylada kar yağışı nedeniyle mahsur kalan vatandaşları kurtarmak için köy muhtarı Süleyman Şahin'le birlikte İlçe Özel İdare Müdürlüğüne bağlı bir greyderin ilçeye yaklaşık 25 kilometre uzaklıkta bulunan Mahmutoğlu Yaylası'ndaki vatandaşları kurtarmak için yola çıktığını belirtti.
AA muhabirinin telefonla görüştüğü yaylada mahsur kalan vatandaşlardan Salim Yahşi, yaylada 7 hane olarak 21 kişi kaldıklarını, 50 büyükbaş hayvanla birlikte 5 tane de traktörün bulunduğunu söyledi.
Kar yağışının dün akşam aniden bastırdığını söyleyen Yahşi, yayladan ayrılmak için hazırlık yaptıklarını, fakat sabah kalktıklarında ise kar yağması nedeniyle hareket edemediklerini bildirdi.
Kar yağışının halen devam ettiğini anlatan Yahşi, çocukluğundan bugüne kadar ömrünün çoğunun yaylada geçtiğini, bugüne kadar eylül ayında hiç kar yağışının olmadığını, ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya kaldıklarını kaydetti.
Bu arada, ilçe yakınında bulunan tepelerin de kar yağışı nedeniyle beyaza büründüğü görüldü. 28.09.2009 11:10
bu konu var altta maşallah güzel kar yağmış
Abdurrahman 58
29.09.2009, 18:06
kavuşturana şükür en sevdiğim mevsim geldi sonunda..
65serdal58
01.10.2009, 08:26
Görev bilgisayarını Türkler geliştirdi.
T-129 ilk taklayı attı
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
TÜRK Silahlı Kuvvetleri’nin acil ihtiyacı için İtalyan AgustaWestand ile ortaklaşa geliştirilen T-129 Atak helikopter prototipi ilk sınavını dün verdi. Milano yakınlarındaki Vergiate tesislerinde yeni motoru ile havalanan helikopter Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar, TAİ Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı’nın önünde yeteneklerini sergiledi. Yaklaşık 10 dakika havada kalan helikopter attığı taklalar ve dönüşlerle ilgi çekti.
Yeni motor, yeni helikopter
İtalyan ordusunun kullandığı A-129 motorlarını Türkiye şartları için yetersiz bulan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın (KKK) talebi doğrultusunda helikopterlere CTS8004A tipi kuvvetli bir motor takıldı. ABD’nin ölü doğan Commanchi helikopter projesi için üretilen kısa adıyla T-800 motor helikoptere yeni bir kimlik kazandırdı. Helikopter için Türk mühendisler tarafından görev bilgisayarının geliştirilmesi ile eskiden Agusta’nın “A”sını taşıyan helikopter modeli Türkiye’nin “T”sine döndü ve T-129 adını aldı.
Ordunun gözbebeği
Deneme uçuşunda manevraları alkışlayan ve pilotları tebrik eden Bakan Gönül gazetecilere, “Prototip olmasına rağmen bu hareketler yapıldı. TSK’nın bu alandaki ihtiyacını karşılayacağına inanıyorum. Seri üretimde başarı ile gerçekleştirilecek ve başarı çok daha ileri bir noktaya taşınacak. Silahla donandığı zaman sahip olduğu üstün özelliklerle ordumuzun gözbebeği olacak” dedi.
Manevrası Cobra’lardan iyi
Deneme uçuşunda görev yapan TAİ test pilotu Gökhan Korkmaztürk ise, helikopterin manevra yeteneğinin çok yüksek olduğunu kaydetti. Güneydoğu’da görev yapan Cobra helikopterlerle de uçtuğunu belirten Korkmaztürk, “Başarılı bir uçuş oldu. Elimizdeki helikopterlerle bu hareketleri yapmamız mümkün değil. Türkiye için en iyi seçim olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
3 milyar dolarlık helikopter
KKK’nın talebi olan 50 adet helikopterin yaklaşık 3 milyar dolara mal olması planlanıyor. Helikopterin üretimi sona erdiği zaman Türkiye, T-129 helikopterlerinin kaynak üretici ülkesi haline gelecek ve üçüncü ülkeler üretim Türkiye’den sağlanacak. Daha önce Pakistan, Malezya ve Ürdün’ün de Türkiye’nin üreteceği saldırı helikopterlerine ilgi duyduklarını açıklamıştı. Helikopterin üçüncü ülkelere satışı doğrudan Türkiye’den geçecek.
TUSAŞ, Aselsan ve Roketsan da T-129 projesinde kritik sorumluluklar üstlendi. Aselsan 700 milyon dolarlık, TUSAŞ 556 milyon dolar iş payı aldı. Helikopterlere Roketsan üretimi güdümlü füzeler takılacak. Ar-Ge 2004 projesi kapsamında helikopterin görev bilgisayarı ve yazılımları ise milli olacak.
Yeni Atak daha atak
T-129, 12 adet Hellfire adlı havadan karaya anti-tank füzesi taşıyacak, uçaksavar füzesi Stinger atabilecek. Yeni geliştirilen radarı ile hem kara hem deniz hedeflerini en az 30 kilometre mesafeden saptayacak. Roketsan üretimi Cirit anti-tank füzeleri de helikopterde kullanılacak.
Motorun değişimi ile yaşanacak sorunları gülümseyerek yanıtsız bırakan Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar’ın rahatlığının nedeni de belli oldu. İngiltere’nin aynı helikopterlerden sipariş verdiği ve yeni motorla uçacağı öğrenildi. Türkiye bu nedenle yeni motor için geliştirme sorunları yaşamadı.
İngiliz ve Türk helikopterlerinin yeni motorla çok daha başarılı olduğunu kabul eden İtalyan Hava Kuvvetlerinin de elindeki helikopterleri yeni motorla değiştirmeyi planlandığı öğrenildi.
Programda gecikme yok
TAİ Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı, helikopter prototipinin planlanandan erken uçuşa hazır hale getirildiğini belirterek, “Temmuz 2013’te ilk teslimat yapılacak. Programda gecikme yok ve planlandığı şekilde bitirilecek” dedi.
Özgür EKŞİ/MİLANO
HÜRRİYET
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
65serdal58
01.10.2009, 08:30
SULTAN İBRAHİM DELİ MİYDİ?
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
“Yalan söyleyen tarih utansın” diye bir söz vardır…
Bu söz ne kadar doğru? Hiç tarih yalan söyler mi? Tarih bir bilimdir… Olsa olsa, Tarih yalan ve yanlış yazılır. Bizlere öğretilen tarihi bilgilerden bazıları sanki kasıtlı olarak yanlış yazdırılmış ve anlatılmıştır. Yanlış yazımın mutlak surette bir sebebi vardır. Bu sebepler; kin, iftira, intikam, ihanet, aşşağılama ve lekeleme olabilir…
İşte Tarihimizden bir örnek; Sultan İbrahim deli miydi? Yoksa Osmanlı Devleti’nin ihtişamını devam ettiren bir Sultan mıydı?
Genç yaşta vefat eden ağabeyi sultan IV. Murat’ın yerine 1640 tarihinde padişah olmuştur. Sultan İbrahim; saray içi entrikalardan, kardeş ve evlat ölümlerinden, annesi Kösem Sultan’ın harisliğinden dolayı padişah olmak istememiştir. Ancak hanedanın tek erkek varisi olduğundan dolayı, saltanatı devralmıştır.
Sultan İbrahim 8,5 yıllık Saltanatı döneminde neler yapmıştır?
— Sultan İbrahim, ilk olarak ağabeyi IV. Murad’ın çevresinde olan tüm dalkavukları saraydan uzaklaştırmıştır.
— Akdeniz’de tekrar Türk Donanmasının hakimiyeti oluşmuştur.
— 1645 yılında Girit muhasara altına alınmış, Hanya’nın fethi ile 24 yıllık uzun bir kuşatma savaşından sonra 27 Eylül1669 tarihinde Girit’in fethi gerçekleşmiştir.
— Osmanlı Donanması çektirilerden, kalyonlara geçirilerek güçlendirilmiştir.
— Azak kalesi, Ruslardan geri alınmıştır.
— Almanya sınırına kadar tüm orta Avrupa, Türk hakimiyetine boyun eğmiştir. Almanya vergi vermeye mecbur kılınmıştır.
— Osmanlı maliyesi düzeltilmiş, ticaret geliştirilmiştir.
— İsrafın önlenmesi için fermanlar çıkartmıştır.
— Mimari yapılar ve onarımlar yapılmıştır.
Bu hizmetlerde bulunan bir Sultan’a neden “deli” deniyor?
Sultan IV. Murad, İran seferinde Revan kalesi kumandanı Şii mezhebine mensup “Emir-Güne” yi teslim alıp bağışlamış ve Emir-Güne’yi İstanbul’da ikamet ettirmiştir. (İstanbul’da Emirgan semtinin ismi buradan gelmektedir.) IV. Murad vefat ettikten sonra, Emir-Güne saraya içki-kumar-fitne gibi kötülükleri sokmaya çalışmış aynı zamanda bölücülük çalışması yapmıştır. Bu durumdan rahatsız olan Sultan İbrahim, Emir’i idam ettirmiştir. Ancak bu olaydan dolayı Sultan İbrahim düşman kazanmış ve hakkında “Padişah delinin biri”, dedikodu ve iftiraları yayılmaya başlamıştır…
Bu dedikodu ve iftiralar, Sultan İbrahim’in boğdurulmasına sebep olmuştur. Döneminde yaşayan Evliya Çelebi “Mazlum İbrahim Han’ı, boğarak şehit ettiler” diye tarihe not düşer. İstanbul Halkı, Sultan İbrahim’in tahttan indirilişine ve halline büyük tepki gösterir. Sipahi Ocağı ile Yeniçeriler, kanlı bir hesaplaşmaya girer….
Bu iftiranın en acı tarafıda günümüzde bazı sanatçıların “Deli ibrahim” adına oyunlar düzenlemesidir! Gençlerimize okullarda Sultan İbrahim’in, “Deli” olarak tanıtılmasıdır…
İşte entrika, iftira ve intikam duygusu, gerçekleri lekelemek için hizmette zaman ve mekan tanımamaktadır…
Günümüzde ise; buna benzer iftiralar, yalan-yanlış bilgiler Türk Milleti’ni delirtiyor!!!
Tarih yalan söylemez ! Yalan ve yanlış yazanlar utansın!
YILMAZ KARAHAN
Sultan İbrahim; Türkiye nin 20 katı büyüklüğünde bir ülkeyi yönetmiştir..Delilik mi? Velilik mi? bilinmez
65serdal58
01.10.2009, 08:44
dimi:D.............
GERİ GEL EY OSMANLI :)
eski osmanlıyı geri getirmek nerde olsada delisi olsa ama malesef o günleri göremeyiz daha[/
tek kelime ile türk mühendisleri kutlamak gerek
paylaşım için teşekkürler kardeşim
Kibrisli
01.10.2009, 09:30
O mühendislerden biri yarı Sivas'lıdır... Eniştemiz olur dayı kızımın eşi henüz 30 yaşında... Çok mutluluk verici birşey Allah %100 Türk malını da nasip etsin inşallah, artık 30'lardaki sanayi gücümüze ulaşalım yeniden...
O mühendislerden biri yarı Sivas'lıdır... Eniştemiz olur dayı kızımın eşi henüz 30 yaşında... Çok mutluluk verici birşey Allah %100 Türk malını da nasip etsin inşallah, artık 30'lardaki sanayi gücümüze ulaşalım yeniden...
buda ayrı bi mutluluk kaynağı bizim için inşallah bu başarıları devam eder
besyo_cu
01.10.2009, 10:36
Mühendislerimizin sonu İnşallah Aselsanın Mühendisleri gibi olmaz.
Gercekten muazzam bir olay bu.
altuntas58
01.10.2009, 11:53
Değerli türk mühendislerini kutlar başarılar dilerim
Mutluluk sırrına ulaşmak için
Sevgiyi saygıyı önce bilmeli
Dikenli yolları hep aşmak için
Kalplerden garezi kini silmeli
Gören gözler kalpte ağlamak niye
Kalmadı bu dünya hiçkimseye
Misafir gelmişiz üç günlük diye
Kalplerden nefreti kini silmeli...
Hayat o kadar kısa ki
Dünya geçici gölgelik yer
Her an bir defalık oysaki
Yalnızca sevmeye değer...
Üç günlük yalan dünya
İnan kalp kırmaya değmez
Birgün sevinç bir gün keder
Böyle gelmiş böyle gider...
Zaman gün geçer azalır
Takvimdeki yapraklar misali
Hayat ancak bir kez yaşanır
Yalnızca sevmeye değer....
Klimasuyu
05.10.2009, 23:47
Kine sileceğim diyede eğilmemeli
Cezasını çeken biraz yola gelmeli
Her ne kadar sinirlense de
İnsan olan, saygı nedir, bilmeli
Seyret doya doya güneşi, ayı
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Kimden esirgeriz fani dünyayı
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Ne hayaller kurdu bak nice canlar
Nice padişahlar nice sultanlar
Mademki yolcuyuz saraylar hanlar
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Akıbet belliyken bu telaş niye
Şu kısa ömürden kim almış paye
İki metre kefen en son sermaye
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Vefadan payını almayan dünya
Hiç kimseye yaren olmayan dünya
Sana da bana da kalmayan dünya
Ha senin ha benim ne fark eder ki
Klimasuyu
05.10.2009, 23:54
İnsan olan anlar insanın halinden
İnsanlar çekiyor her zaman dilinden
Düşünmeden klavye ne yazar elinden?
İnsan olan saygı nedir, bilmeli...
65serdal58
06.10.2009, 09:54
İsrail’in Heron’una karşı,
“Türk Çaldıran’ı”
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Türkiye, İsrail’in casus uçağı Heronlar yerine kendi insansız uçağı ‘Çaldıran’ı gizli bir şekilde geliştirmeye çalışıyor.
Sinop’ta yazılım ve tasarımı Türk mühendisler tarafından yapılan ülkemizin ilk 6.5 metre boyundaki insansız casus uçaklarının testleri yapıldı. Çok gizli yürütülen proje deneme uçuşu yapılan uçaklardan biri dün düşünce ortaya çıktı.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
DENEME UÇUŞUNDA DÜŞMÜŞTÜ
İnsansız hava araçlarının ilki operatör hatası sonucu düşerken, ikincisi başarı ile uçuruldu. Uçakları yapan Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Bayraktar, “Türk Silahlı Kuvvetleri için İsrail’in Heron uçaklarına benzeyen ve daha üstün yazılım özelliklerine sahip ilk casus uçağı yapıp uçurduk. Gizli bir çalışmaydı. Ancak nihai demo öncesi test uçuşlarında biri düşünce gözler bize çevrildi. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içerisinde 4 milyar dolarlık casus uçak alımı yapacağı öngörülmektedir. Onun için büyük rekabet yaşanıyor” dedi. İsrail’in Heron’larına rakip olması beklenen ve ‘Çaldıran’ adı verilen Türk yapımı casus uçak 20 bin feete çıkarken, 8 saat havada kalabiliyor. Bu yükseklikten gece ve gündüz nokta tespiti yapabiliyor.
Dün Sinop’un Erfelek İlçesi’nde insansız bir hava aracının düşmesi, gözleri Türk mühendislerinin bu alan yaptığı çalışmalara çevirdi. Milli Savunma Bakanlığı Kara Kuvvetlerinin ihtiyacı için yaklaşık 1.5 yıl önce insansız casus uçak ihalesini açtı. Tamamen milli bir proje olması istenilen ihaleye Vestel Savunma Sanayi A.Ş. ile Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş. katıldı. Her iki firma da çalışmalarını ülkemizin değişik noktalarında yürüttü. İlk casus uçağı Baykar Makina hazırlayarak uçuşa hazır hale getirdi.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
SİNOP’TA TEST EDİLİYOR
Kendilerine devlet tarafından uçakların test edilip, uzman ekip tarafından değerlendirilmesi için geçen ay Sinop Havaalanı’nda bir bölge tahsis edildi. Dün aralarında subayların da bulunduğu 17 kişilik bir heyetin gözetiminde yapılan insansız hava araçlarından biri uçuruldu.
Ancak 18 bin feete çıkıp yaptığı manevra sırasında operatör hatası sonucu, uçak düştü. Erfelek İlçesi’ne düşen casus uçak gözlerin Sinop’a çevrilmesine neden oldu. Vali Mustafa Hakan Güvençer, “Bizi aşan bir durum var. Bunun bilimsel araştırmalar çerçevesinde denemeleri sürdürülen bir hava aracı olduğunu söyleyebilirim” demekle yetindi.
Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Bayraktar, çalışmanın gizli olduğunu, ancak prototip model uçuşu sırasında yaşanan kaza kırım nedeniyle çalışmaların kamuoyuna yansığını söyledi.
Bayraktar, “Biz iki firma yarışıyoruz. Bu özellikte ilk casus uçağı yaptık. Test uçuşları heyet gözetiminde değerlendiriliyor. Burada tamamen Türk mühendislerin bir eseri var. Yazılım ve tasarımında hiçbir yabancı mühendis katkısı yok. 8 yıldır uçaklar üzerinde çalışıyoruz. Son iki yılda İsrail’in Heron’larına yakın özellikte ‘Çaldıran’ adını verdiğimiz casus uçağı yaptık. İlk demonun uçuşu sırasında 18 bin feette operatör hatası sonucu kaza kırıma uğradık. Bu kaza ülkemizin milli casus uçak geliştirme projesini hiçbir koşulda askıya almayacaktır. Çalışmalara ikinci uçakla devam edilmektedir. Onda bu hata tekrarlanmadı” dedi.
Kaza kırıma uğrayan insansız hava aracının tamamen Türk mühendisleri tarafından geliştirilen ilk milli insansız hava aracı olduğunu belirten Bayraktar, bir aydır Sinop Havaalanı’nda test ve deneme yaptıklarını kaydetti.
İLK TÜRK İNSANSIZ HAVA ARACI
35 kişilik bir ekibin eseri olan ilk Türk insansız hava aracı, uygun görülürse Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hizmetinde kullanılacak. Uçakların en önemli özelliğinin yazılımlarının Türk mühendisler tarafından yapılıyor olması ve çok düşük desibelde ses çıkarması. Bayraktar, “Bu sistem 10 saat ikmalsiz 200 kilometreden yayın yapıyor. 18 bin feette 8 saat havada kalıyor. 20 bin feete kadar da çıkabiliyor. Uçağımızın kanat açıklığı 9 metre. Boyu ise 6.5 metre. 140 litre yakıtla birlikte ağırlığıda 450 kilogram. Üzerinde gece ve gündüz en gelişmiş görüş alabilen termal özelliği de bulunan kameralara sahip. Havadan bir insanın kolundaki saati görebiliyor. Lazerle hedefi saptıyor. Saatte ise 100-120 kilometre hız yapıyor” dedi.
Bayraktar, Türk Silahlı Kuvvetleri için İsrail’in Heron uçaklarına benzeyen ve daha üstün yazılım özelliklerine sahip ilk casus uçağının uçurulmasının gizli bir çalışma olduğunu da söyleyerek, Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içerisinde 4 milyar dolarlık casus uçak alımı yapacağının öngörüldüğünü ileri sürdü.
UÇAK KENDİSİ KALKIP İNİYOR. ROTAYI TAKİP EDİYOR
Türk Mühendislerin eseri olan prototip ilk casus uçağı kendisine verilen komutu aynen uyguluyor. Çizilen rotaya göre kendisi havalanıyor, rotasında gidip, tekrar geri dönüyor. Otomatik iniş ve kalkış yapıyor. Bayraktar, “Uçakla ilgili ticari ürünler yurt dışından geliyor. Ancak tasarım ve yazılımını Türk mühendisleri yaptı. Bugün devresinde bir sürü eleman var. Onları biz seçiyoruz. Bizim otopilotumuzun içinde 500 bin satır kod var. Biz kodların içinde her türlü değişikliği yapabiliyoruz. Mesela 3 satır kod değişikliği ile eğer enlem ve boylam şunu geçerse motoru stop et ya da git uçağı şuraya çak. diye komut girebiliriz. Herşey mühendisin elinde. O nedenle bu tür sistemlerin milli olmasının önemi daha çok öne çıkmalı. Çünkü yurt dışından gelen sistemlerde kodları ne kadar biliyoruz ki” diye konuştu.
İNSANSIZ HAVA ARAÇLARI BEŞ SINIFTAN OLUŞUYOR
İnsansız Hava Araçları (İHA) 5 sınıftan oluşuyor. Ahmet Bayraktar, “İnsansız hava araçları 5 sınıftan oluşuyor. Mikro, mini, taktik, operatif ve male. Mikro: menzili kısa boyutu ufak. Mini: 5 kiloyu geçmeyen uçaklar, taktik: 150- 450 kilogram arası uçaklar. Operatif: 450 kilogram ile 1.5 ton arası, Male: ağırlığı 1.5 tondan yukarı olan uçaklardır. Bugün ordumuzda mikro yok. Mini modeli biz yapıyoruz. Taktiğin tedarikçisi İsrail. Operatif sınıfa heronlar giriyor. Ancak henüz teslim edilmedikleri için Silahlı Kuvvetlerin envarterine girmedi. Bizim yaptığımız model ise taktik ile operatif sınıf arasında kaldı” diye konuştu.
SİLAHLI KUVVETLER 24 ADET ALACAK
Öte yandan Silahlı Kuvvetler insansız casus uçaklardan 24 adet alacak. Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin uçağından sonra Vestel Savunma Sanayi A.Ş.’nin de uçakları test edilecek. Bu yıl içerisinde uçakların ilkinin teslim edilmesi bekleniyor. İsrail’in Heron’larına karşı 4′de 1 fiyata mal olması beklenen ilk Türk malı insansız casus uçaklarının terörle mücadele kapsamında ağırlıklı olarak Güneydoğu Bölgesi’nde kullanılacağı belirtildi.
GECİKEN HERONLARA 180 MİLYON DOLAR ÖDENECEK
Bu arada 2005 yılında İsrail’le imzalanan anlaşma sonucu yaklaşık 180 milyon dolar ödenerek alınacak olan 10 Heron için teslimat gecikince Türkiye’nin kendi insansız hava aracını üretmek için çalışmaları hızlandı. Gelecekte insansız hava araçları daha da yaygınlaşacak. Bugün Kara Kuvvetleri’nin ihtiyacı nedeniyle insansız casus uçaklar üretilirken, gelecekte deniz, hava, jandarma, sivil savunma gibi birimlerde bu uçakları kullanacak.
Dünya Bülteni / Haber Merkezi
65serdal58
06.10.2009, 09:59
Türkiye’nin son otuz yılı,
Osmanlı’nın sonuna benziyor»
«… Ama bu çok tehlikeli bir oyun.
Tarihle oyun olmaz… »
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
1 milyondan fazla satarak rekor kıran «Şu Çılgın Türkler» kitabının yazarı Turgut Özakman’la, «Dersimiz Atatürk» filmini konuşmak için buluştuk, ama koskoca bir Cumhuriyet tarihini konuşurken bulduk kendimizi… Konu Cumhuriyet olunca «Demokratik Açılım» a gelmemesi mümkün değildi sözün. Özakman’a göre, bugün bu tartışma varsa, sebebi Şeyh Sait İsyanı’nda… Belki de tarihimizin en büyük talihsizliği bu isyan… Zamanıyla, kayıplarıyla, yarattığı kuşkularıyla…
Randevu almak için aradığımda «Hastayım» dedi sadece, yine de randevu verdi. Hani sanki «Gribim» der gibi… Cumartesi günü için sözleştik, Ankara Oran’daki evine girdiğimde anladım ki, hastalığı öyle sıradan bir hastalık değilmiş. Antrede galoşları taktık, bir de maske… Ellerimizi dezenfekte ettik. Hanımı öyle nazikçe rica etti ki, biz randevu istediğimize utandık. Turgut Özakman, bizi ayakta, gülümseyerek karşıladı, ama çok ciddi bir operasyondan çıkmış Ağustos sonunda… Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde, tüm bu önlemler enfeksiyon kapmasını engellemek için, zira nezle bile olmaması gerekiyor.
İşte tüm bu risklere rağmen kabul etti bizi, çünkü konu Atatürk’tü ve Özakman için Atatürk demek hayat demek! 20 yaşından beri Atatürk hakkında bilgi-belge topluyor. 1930 doğumlu, yani 60 yılını Türkiye Cumhuriyeti tarihine vakfetmiş. Sayısız araştırma, roman, senaryo ve tiyatro oyununa imza attı, kaleme aldığı «Şu Çılgın Türkler» ülke tarihinin belki de en çok satan kitabı oldu. Cumhuriyetin kuruluş hikayesinin ilk kitabıydı «Şu Çılgın Türkler». İkinci kitap «Diriliş Çanakkale» ydi, şimdi sırada üçüncü kitap «Cumhuriyet» var. «Cumhuriyet» hacimli bir çalışma, iki cilt olarak yayımlanacak ve önümüzdeki haftalarda raflarda olacak. Çok tartışılacak, çünkü gündemdeki her meseleye bir gönderme var bu eserde, her biri belgelerle destekli… Günümüzde o kadar desteksiz atan kendinden menkul uzmanın olduğu bir ortamda, bu kadar belgeye dayalı bir eserin tartışma yaratmaması mümkün değil!
Benim Turgut Özakman’dan röportaj talebimin sebebi ise senaryosunu yazdığı «Dersimiz Atatürk» filmiydi. Ama sohbetimiz Atatürk, onun hayatı derken geldi dayandı siyasi gündeme… Çok doğaldı, çünkü Cumhuriyet tarihini konuşuyorduk. Sohbetin bir yerinde
«Bugünkü Kürt meselesinin temeli 1980 Darbesi midir, yoksa çok daha mı eskilere dayanıyor?»
diye sordum.
«Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Hem de çok büyük talihsizlik»
dedi Özakman. Bir de tarifi var ki çok ilginç;
«O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den… Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt vardı ki…»
diye devam etti.
Kürtler’in İnönü’den ricası…
Hata neredeydi peki? Asıl hata isyanın kendisi Özakman’a göre, sonra hatayı hatalar takip etmiş. Mesela o kadar insanın ölmesi… Peki niye? Cevabı hemen veriyor Özakman:
«Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Bu çok ürkütüyor Ankara’yı, Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek, ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var, yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri «Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın» diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?»
Özakman sohbet bittikten sonra bir ricada bulundu benden; «Aman, politik meseleleri ayıklayın, «Dersimiz Atatürk» ile bir araya getirmeyin. İkisi farklı konular» diyerek… Ama herkesin fikir beyan ettiği Kürt meselesinde bu kez belgelere dayanarak söylenenleri aktarmamak millete haksızlık olmaz mıydı? Ben haksızlığı Özakman’a yaptım, gerçekleri aktarmak adına… Söyleşiye önce Kürt meselesinden başladım. Şimdiden özür diliyorum, tüm bu konuları çok daha detaylı anlattığı Cumhuriyet kitabını da dört gözle bekliyorum!
Kürtler zaten kurucu millet asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar!
Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. İşte, tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var… Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri, «Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayırmayın!» diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?
Son olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de, «Türkiye’deki azınlıklar» ile ilgili raporunda «Ne Mutlu Türküm Diyene» sözünü eleştirdi. Ne diyorsunuz?
Sevr kapatılmamış bir dosyadır; bunu herkes bilsin. Yedi büyük düşmanı yenen bir millet olarak Lozan’a gittik. Tabii ki, «Hoş geldiniz, tebrik ederiz» denmedi bize. Önümüze dolaylı olarak dosyalar getirildi yine. En basitini söyleyeyim size; herkesi azınlık yapmaya çalıştılar. Aleviler bile azınlık olacaktı. Bunların hepsi reddedildi. Yalnız din farkı olanlar azınlık oldu; Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler. Geri kalanlar ortak bir millet oldu; Anadolu milleti. Doğrusu da budur. Çünkü Atatürk döneminin amacı bir millet yaratmaktı. Millet nasıl yaratılır bir toprak üzerindeki insanlardan? Yurtseverlik duygusu ve bilinci etrafında toplanarak yaratılır. Ötesi uydurma, süslü, konforlu tarifler olsun ama en asgarisi, en sağlıklısı budur.
Peki neden Türk deniliyor?
Neden Türkiye Büyük Millet Meclisi deniliyor, Anadolu Meclisi denilmiyor? Çünkü 12. yüzyıldan beri, Batı tarihlerinde Osmanlı lafı hiç geçmez, Türkler denir… Osmanlı’nın devşirmeleri de bir suç işlese bunu yapanlar hep Türkler’dir. Bütünüyle Türk adı kullanılır. Meclis’te konuşmalarda var, «Ağabey milletimiz Türkler» diye… Bir egemen millet var, Türkler diye. Fransa’da Fransızlar’ın, İspanya’da İspanyollar’ın olduğu gibi… Bu üst kimlik. Türk, hem alt kimliktir, yani bütün o etnik gruplardan biridir, aynı zamanda sembolik olarak da bir üst kimliktir. Tarih onu öyle getirdi.
«Atatürk, Kürtler’e özerklik sözü vermedi»
«Türkiye’nin son otuz yılı Osmanlı’nın sonuna benziyor» diyorsunuz. Türkiye, Yugoslavya olur mu peki?
O biraz zor. Yugoslavya çok kolay parçalandı, çünkü parçalanmak istediler zaten. Türkiye’de bu iş biraz zor. Dünyanın dördüncü büyük ordusu, Türk ordusu. Yurdu bölmek istiyorsanız, o gücü de yenmek zorundasınız. Kim, nasıl yenecek? Amerika gelip savaşacak mı bizimle? Irak’ta yenildi, Afganistan’da yenildi, Vietnam’da yenildi. Ama, pek çok insan Kürt meselesinin bölücülük olduğunu zannetmeye başlarsa, bazı şeyleri korumak güç olur. Bir de şu anda Kürtler bazı taleplerinde çok doğru ve haklı olabilirler ama bazı öncüleri tarihi zorluyorlar. Bu da doğru değil. Öyle yapmasınlar.
«Atatürk vaktiyle bize özerklik sözü verdi» diyorlar…
Böyle bir şey yok. Atatürk 1923′de İzmit Konferansı sırasında, gazetecilere Kürt meselesi hakkında «Anayasamızda yerel örgütlerin özerklik hakkı var» diyor. 1921 Anayasası’nda öyle bir hak var. Yani Çerkezler çoğunluk oldukları yerlerde kendilerini özerk yönetecekler belli konularda, diyelim eğitimde, tarımda… Ama bu kadar söylüyor.
Kürtler’in söylediği de o zaten…
Ama 1924 Anayasası «Tek devlet, üniter devlet» diyor. Milli devlet kuruluşuna geçildiği için bu tarz içten içe parçalayıcı olması muhtemel maddeler kaldırılıyor, yerel özerklikler yerini yerel idarelere bırakıyor. Daha çok merkeze bağlı olarak… Ama yine bazı Kürtler diyor ki, «Lozan’da İsmet Paşa, «Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir» demişti.» Doğru… Yani öyle değil mi zaten? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Kurucu millet onlar. Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Tabii ki bu üstünlüklerini zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye.
Peki ne olursa her iki taraf da mutlu olur sizce?
Bakın, ben Türk derken, içine Çerkezler’i, Kürtler’i, Araplar’ı da katarım. Kafamın içinde hep öyledir. Bizim kuşağımız öyle yetişti. Biz Türk derken yalnızca Türk’ü düşünmeyiz. Onlar bizim toprak kardeşimiz; aynı vatanı bölüşüyoruz. Tarih kardeşimiz; aynı tarihi bölüşüyoruz. Kader kardeşimiz; zenginliği, fakirliği, galibiyeti, mağlubiyeti hep birlikte yaşamışız. Birlikte aç kalmışız, birlikte doymuşuz, birlikte ağlamışız, birlikte gülmüşüz… Şimdi kalkıp da birileri «Ben Kürdüm» diyorsa, milliyetçilik duygusunu onlara şırınga eden bir gelişim var demektir.
«Türkler de etnik grup, Araplar da, Zazalar da…»
Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, bir söyleşimizde şöyle demişti; «Bu ülkede yaşayan her kuş leylek, her ağaç kavak mı ki ben de Türk olayım!» Bu da doğru değil mi sizce?
Ama ona «Sen Türk ol» diyen hiç kimse olmadı ki! Resmi olarak Fransa devletinin vatandaşına Fransız denir, İtalya vatandaşına da İtalyan.
Peki bu problem 1980 sonrasının problemi mi? Atatürk zamanında böyle bir problem yok muydu?
Yoktu. Şeyh Sait İsyanı’ndan ötürü Meclis’teki milletvekillerinin çok büyük bir acısı vardı. Ama Meclis zabıtlarını çok iyi okumak lazım; İsmet Paşa Lozan’a giderken Kürt milletvekileri diyorlar ki, «Bizi, sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayrılmak istemiyoruz.»
Hangi Kürt milletvekilleri?
Cumhuriyet kitabında yazıyorum, Ekim sonunda çıkacak. Bütün bunları anlatıyorum orada… Bunların bir kısmı bize yanlış anlatılıyor, bir kısmı ters çevriliyor, eksik anlatılıyor. Şimdi ben doğrusunu belgelerinle, bilgilerinle veriyorum. Kürt milletvekilleri, «Sana görev veriyoruz» diyor İnönü’ye. Gerçekten de Lozan’da Türkiye’yi bölmek için Ermeniler için yurt isteniyor, Süryaniler için yurt isteniyor. Aleviler’in azınlık olması için uğraşılıyor. Aleviler niye azınlık olsunlar ki, Müslüman ve Türkler! Türkiye’yi parçalamak için her şey yapıyorlar.
Şimdi yapılmak istenen ne o zaman?
Lozan tutanakları okunduğu zaman, ki Devletler Hukuku Profesörü Seha Meray onları 8 cilt olarak çevirdi, orada yapılan dalavereleri görürsünüz. Onun için «Ne Mutlu Türküm diyene» sözüne itiraz etmelerindeki bütün amaç şu; bir Alman, «Türkiye’de 37 etnik grup var» diye bir kitap yazdı. Türk tabiyetinde 22 Alman varmış, onları da etnik grup diye saydı. Türkler’i de, Türkmenler, Aleviler diye bölüp parçalayıp anlatıyor. İsterseniz bu yöntemle etnik grup sayısı 150′ye bile çıkar. Türkiye’de Kültür Bakanı da, «Biz bir mozaiğiyiz, bu ne büyük bir zenginliktir» diye anlatıyor. Azınlık olmanız için belli bir nüfus yoğunluğunuzun olması lazım. Türkiye’de etnik grup var ama diyelim ki, 500 tane Pomak ya da Boşnak varsa, onlara etnik grup denmez. Onlar vatandaşımızdır. Etnik grup adını alabilmek için bunların 300-500 bin nüfusta olması lazım. Türkiye’de, Kürtler, Zazalar, Araplar ve Çerkezler var böyle. Başka etnik grup yok. Bir de Türkler. Türkler yüzde 85… Geri kalanlar yüzde 15. Şimdi böyle bir ülkede, alt kimlik-üst kimlik tartışmasını yapmak ya sayı bilmemek ya da tarih bilmemek demektir. Cumhuriyet bütün bu taşları yerine oturtmuştu. Şimdi bunlarla oynanıyor. Herhalde iyi niyetle oynanıyor. Ama bu çok tehlikeli bir oyun. Tarihle oyun olmaz. «Kürt açılımı» dediğiniz zaman Çerkez açılımını da yapmanız lazım. Onların günahı ne? Arap açılımını da yapmanız lazım. Mardin ve çevresinde 600 bine yakın Arap asıllı Türk yaşıyor…
Kürtler’in sayısı ne sizce?
Tam sayı bilmiyorum ama nüfusun yüzde 10′u diye düşünülüyor. Çünkü bu konuda yapılan araştırmaların hepsinde ya bilimsel bir eksiklik var ya siyasi bir oyun… Ama sayıları yüzde 10-12 civarında. Doğaldır da bu. Birbirimize karışmışız. Bizi ayırmak çok zor.
Peki Kürt meselesinde nerede hata yapıldı?
Şeyh Sait İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Çok büyük bir talihsizlik ama… O çok şaşkın bir isyan. Yani ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan, belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk ordusundan, hem de Kürtler’den… Şunu da söyleyeyim, o zaman Türk ordusunda da Kürtler’le savaşan bir sürü Kürt var.
Çanakkale Savaşı’nda da Kürtler var mı, yok mu diye tartışılıyor hep…
Vardır. Neden olmasın? İstanbul’a çalışmaya gelen Kürt, askere alınınca 57. Alay’da Kürt olarak görev yapıyor. Ama Doğu’dan gelip de Çanakkale’de dövüşmüyorlar.
Siz sorunun temelini Şeyh Sait’e bağlıyorsunuz değil mi?
Evet. Sorunun başı Şeyh Sait.
Yani öyle bir hata yapılmasaydı, isyan bastırılırken o kadar insan ölmeseydi…
Bu iş daha kolay yürürdü. Çünkü Doğu’dan ürktükleri anlaşılıyor. İngilizler’le el altından işbirliği halinde çok Kürt var. O çok ürkütücü oluyor tabii ki… Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşa karar vermek gerekiyor Musul için. Türkiye daha yeni barışa ermiş, yaraları yeni yeni sarılacak. Savaşabilir mi?
O korkuyla bastırmaya uğraşıyorlar isyanı, öyle mi?
Tabii… İngilizler, Kürtler üzerinde çok teşkilatlanmışlar. Ürküntü, korku, güvensizlik var… Yoksa Kürt halkınla bir sorunumuz yoktu. Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey (Soykan), daha sonra Siirt mebusu oluyor. Çerkez, Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç… Türk de Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürt’tür.
Onun Atatürk’ün esas oğlu olduğunu iddia edenler de var…
Hayır. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in kestiği ailelerden geriye kalan yetim, öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesinin yanına istanbul’a gönderiyor Atatürk. «Bu bizim evladımız olsun» diyerek… Zübeyde Hanım yetiştiriyor onu. Sonra, 12 yaşındayken, 1921 yılında Ankara’ya getirtiyor Abdürrahim’i…
Abdürrahim Bey’in ailesinden kimse var mı hayatta?
Hayır. Yalnız bana bir mektup geldi, «Galiba o bizim torunumuz» diye… Ama o hayal mektup. Atatürk Latife Hanım’la evlendikten sonra Abdürrahim yatılı okula Almanya’ya gidiyor. Elektrik mühendisi oluyor, İstanbul’da çalışıyor. Öleli çok oldu. Anılarını, kendisine miras bırakılmış olan Zübeyde Hanım’ın tesbihini, seccadesini falan Başkent Üniversitesi’ne bıraktı. Allah rahmet eylesin, çok efendi bir insandı. «Ben Atatürk’ün manevi evladıyım» diye hiç ortaya çıkmadı, palavra sıkmadı…
Başa dönüp Şeyh Sait’le ilgili bir soru sormak istiyorum. Atatürk’ün bu isyan sonrasında çekilen acıları telafi etmek için yapabileceği bir şey yok muydu peki?
Bir kere o zaman Kürt milletvekillerinin hepsi Şeyh Sait İsyanı’nın karşısında yer aldılar, bunu bilin. Yani partinin içinde ve Atatürk’ün etrafında… Sonra Umumi Müfettişlikler kuruldu. İlki de Doğu’da kurulmuştur. Valileri iyi organize edebilmek, oraya daha iyi bakabilmek için… Ama henüz cumhuriyetin yetiştirdiği insanların hiçbiri idareci olmuş değil. Bunlar Osmanlı’dan kalma idareciler. Bir kısmı çok başarılı olabilir ama bir kısmı o idealizmden çok uzak. İşi ucundan tuttukları anlaşılıyor. Şimdi de öyle, ucundan tuttukları anlaşılıyor.
Atatürk’ün «Keşke böyle yapmasaydık» dediği bir konuşma, yazışma var mı?
Hayır. Atatürk’ün hiçbir konuşması öyle değil. O geleceğe ait iyi şeyler söylüyor. Bunların bir kısmı yapılmış olan başarıları anlatmak şeklinde, bir kısmı da olursa iyi olur diye düşündüğü, hayallerini anlatan konuşmalar. Ama tabii birtakım bakanlar değişiyor, umum müfettişler değişiyor. İnönü, Doğu’ya gönderiliyor, Celal Bayar Doğu’ya yollanıyor. Onlardan raporlar alınıyor. Paramız yok, gücümüz yok, uzmanımız yok. (Gözleri doluyor) Çok acı bir şey ama böyleyiz. Devraldığımız miras bu. Yani bütün Türkiye’de Cumhuriyetin devraldığı doktor sayısı 337! Koca bir devletin doktor sayısı 337. Bu doktorlar ne yapabilir? Buna rağmen sıtmayı yeniyor, frengiyi yeniyor, veremi yeniyor, tifoyu yeniyor Türkiye. Bu ne büyük, ne idealist bir kadro.
Şeyh Sait ayaklanmasını da bütün bu olanaksızlıklar içinde mi değerlendirmek lazım?
Tabii! Biz bugünün bilgisiyle, yaklaşımıyla «Keşke şunlar da yapılsaydı» diyebiliriz. O tarihte bazı şeylerin görülmediği anlaşılıyor.
Akciğerinin yarısı alındı…
Turgut Özakman çok ciddi bir operasyon geçirmiş Ağustos sonunda. Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde. Nezle bile olmaması gerekiyor. Bu yüzden Oran’daki evine girerken ayağımıza galoşları geçirdik, bir de maske taktık. Tabii o da… Maskesini çıkarması riskti, hem de hayati… Yine de öyle fotoğraf çektirmeye gönlü razı gelmedi. Alabildiğimiz kadar önlem aldık. Maskesini çıkardı, uzaktan sadece bir-iki kare fotoğrafını çekebildi arkadaşım Özer Şendir. Bu yüzden fotoğrafı az, bilgisi ve belgesi bol bir sohbetimiz oldu…
Mine Şenocaklı / VATAN
gelişen teknolojide yeni yeniliklerde tabiki olacak oluyorda ama ben kendi mühendis lerimizin bu işi başaracağından eminim bırakın düşsün düşe düşe hatalar bulunur ve bu hatalarda ortadan kalkar kendimiz yapmış oluruz enazından türk mühendisleri başarılı çalışmalarından dolayı kutluyorum
tek isteğim şu katil israilden hiç birşey almayalım
sivaslıgenç
06.10.2009, 11:07
İsrail gibi bir ülkeye , millete muhtaç olmayalım en iyisi kendi yaptıgımız yerli malımız inşallah daha iyilerini yaparız.
Şeyh Said ayaklanması isim benzerliğinden dolayı bazı yanlış anlamalara da neden olmuştur.
Ayşegül1967
06.10.2009, 15:20
Baştan sona okudum...Turgut Özakman çok dikkatli ve güzel bir üslupla gerçekleri anlatmış...Tartışmaya açık bir yazı dğeil bana göre..
En cok dikkatimi çeken kısım o zamanki kürt millet vekillerinin bizi ayırmak istiyorlar izin vermeyin dediklerini ifade ettiği cümlesi oldu Turgut Özakman'ın..Şimdiki kürt vekillerle kıyaslarsak şimdikiler tamamen özbenliklerini kaybetmiş bölmek parçalamak adına ne varsa uğraşan bir grup zavallıdan öteye geçemiyor.
Sakın bir söz söyleme
Yüzüme bakma sakın
Sesini duyan olur
Sana göz koyan olur
Düşmanımdır seni kim
Bulursa cana yakın
Annen bile okşasa
Benim bağrım kan olur
Dilerim tanrıdan ki
Sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan
Kara toprakla dolsun
Kan tükürsün adını
Bensiz anan dudaklar
Sana benim gözümle
Bakan gözler kör olsun
+ adaletten sapanlar ''kin'' listemdedir
güzel bi hikaye teşekkürler
65serdal58
08.10.2009, 14:06
Sultan Abdülhamid Han’ın,
Büyük Basiret ve Cesareti
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
93 Harbi olarak bilinen 1877-1888 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ruslar batıda İstanbul yakınındaki Yeşilköy’e kadar geldiler. İstanbul’un da düşmesi an meselesiydi. Doğuda ise Erzurum’u koruyan Aziziye tabyaları’nın birkaçını ele geçirirler.
Sultan Abdülhamid Han’ın başkanlığında toplanan mecliste bir kısım ümera ve vezirler İstanbul’un terk edilerek, aile ve çoluk çocuklarıyla adalara gitmeyi teklif ederler. Abdülhamid Han büyük bir basiret ve cesaretle bu teklifleri reddeder.
Sultan Abdülhamid Han, meclis toplantılarına iştirak eden bir zata, kendi eli ile yazmış olduğu ve son zamanlarda bulunan mektubunda özetle şöyle diyor:
“Cülusumuzdan, istifanıza gelinceye kadar Mabeyn-i Hûmayun’da ve Bâb-ı Seraskerî’de akdolunan meclislerin hepsinde hazır bulundunuz. Ruslar’ın Ayestefanos (Yeşilköy) da bir kuvvete malik oldukları halde, devlete bir çok tekliflere kalkıştıkları vakit, riyasetimiz altında toplanan mecliste, vükela, vüzera ve ümera (vekiller ve amirler) :
“Aile ve evladımızı alıp adalara gidelim” Dediklerinde donanmanın terki ve Rusya askerinin şehri istilâları tekliflerinde, Cenâb-ı Hak’ tan başka kimsenin yardımına mazhar olmayıp her türlü fedakarlığı göze alarak Allah’ın izni ve Peygamber’in ruhaniyetinin yardımı ile, devleti büyük bir felaketten kurtarmaya muvaffak olduğumuzu hiçbir vicdan ve insaf sahibi inkâr etmez.
Garezkâr olanlara “ Hasbinallah venimel vekil” den başka söz denilmez. Bu gibilerin Kısas-ı İlâhîye duçar oldukları görülerek teselli bulmaktayız.”
Ordusuz Olmaz
Sultan Abdülhamid Han’ın orduya yaptığı harcamaları çok görüp kendisini tenkit edenlere karşı da mektupta şöyle demektedir:
Üçbuçuk milyon nüfusu geçmeyen Bulgarlar, askere bir milyon sarf ettikleri ve Sırp, Yunan dahi böyle olduğu halde: “Biz çok asker besliyoruz, memleketi jandarma ile idare etmeli” diye terakkiperver (İlericiler) denilenler tarafından sözler söylenmektedir. Bunlar: “Asker beslemek mülkün imarı ile olur. Mülkü imar ettikten sonra askeri çoğaltmalı,” diyorlar ki; bu fikirde bulunanlar bir devletin himayesine girmeyi göze almış, kendilerinde dinî ve mîllî bir his kalmamış ve şahsî menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerdir.
Bir çiftliğe sahip olan kimse korucu ve kelp tedarik etmeden evvel, ziraat ve imara mesai sarf etmez. Çünkü korucusu olmasa; ya yabâni bir hayvan çiftliğe zarar verir veyahut bir başkası gelip orayı sahipsiz sayarak ondan istifadeye kalkışır. Bunun için evvela; bir korucu lazımdır ki çiflikte bulunan işçiler emniyet içinden çalışsınlar. Ve hariçle alış-veriş edecek olurlarsa değeri ile mal alıp versinler. Fakat, müdafaa edecek kuvvete sahip olmazlarsa komşuları ile edecekleri alış-verişlerde onların ağır ve zararlı tekliflerini kabule mecbur olurlar. Çiftlik muntazam bir halde bulunmaz.
Devletin hali de bunun gibidir. Kuvvet olursa kapilatasyonlar da yavaş yavaş kalkar. Ve gümrük muahedeleri de değiştirilir. Yabancılara verilen imtiyazlar kuvvet sayesinde hafifletilir ve sözde kalır. Devlet itibarı o nisbette artar ki dahili işlerimize harici işler karışmaz ve kalkınma o nisbette kolaylaşır.
Erzurum’da Tehlikedeydi
93 Harbinde Ruslar doğuda da Erzurum yakınlarına kadar gelmişlerdi. Hatta şehri savunan Aziziye Tabyalarından birkaçını ele geçirmişlerdi. Erzurum halkında büyük bir korku ve huzursuzluk başlamıştı. Bu sırada Rus ordusunun başkomutanı 5 Kasım günü doğu cephesi komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ya, bir elçi göndererek teslim olması için teklifte bulundu. Rus başkomutanı elçi ile gönderdiği mektupta şunları yazıyordu:
“Siz ve askerinizin tutar yeri kalmadı. Beyhude yere kan dökmemek için Erzurum kalesini teslim ediniz. Aksi halde şehriniz ve istihkâmlarınız tahrip edilecek, çoluk çocuğun vebali üzerinize olacaktır.”
Erzurum Mutlaka Savunulsun
Bu sırada Sultan Abdülhamid Han Erzurum’un müdafaa edilmesi için Gazi Ahmet Paşa’ya aşağıdaki telgrafı gönderir, Ahmet Muhtar Paşa bu telgrafı Erzurum halkına duyurur.
Padişah telgrafta şöyle demekteydi: (sadeleştirilmiş)
“Bugün bulunduğunuz yer Asya’nın en önemli noktası ve düşmanın göz diktiği yerdir. İşte bu yer büyük bir tehlikede bulunuyor. Allah esirgesin bir vakitten beri ordumuzda görülen dağılma ve çöküntüler bu defa da vukua gelir ve Erzurum’a bir zarar olur ve Erzurum istilaya uğrarsa böyle elîm bir olayın devletin maddi ve manevi varlığında açacağı yaraları size anlatmaya lüzum yoktur. Şu halde asıl iş görecek ve devletin üzerinizdeki nimet hakkını gözetip milletimizin sizden beklediği şerefi ispat edecek gün, bugündür. Namus ve şerefi muhafaza edemezsek, bu, kıyamete kadar tarihimizden çıkmayacak askerlik şerefimize sürülmüş acıklı bir leke olacaktır…”
Bunun üzerine kadın - çocuk, genç – ihtiyar bütün Erzurumlular silaha sarılarak Aziziye Tabyasına giren düşmanı tabyalardan söküp atar. Yarım gece ve bir gün süren kanlı savaş sonunda düşman 2300 ölü verir. Bizim şehit sayımız ise 1000’i bulmaktaydı. Bunlardan 600’ünü asker ve subaylar, 400’ünüde sivil Erzurum halkı teşkil ediyordu.
Böylece Sultan Abdülhamid Han’ın yüksek dirayet ve firasetiyle, Erzurum ve İstanbul düşman işgaline uğramaktan kurtuldu.
Kaynak:
Sadi Borak - II. Sultan Abdülhamid’in Yayınlanmamış Bir Mektubu (Hayat Tarih Mecmuası)
Ertan Ünal - Aziziye Zaferi (Hayat Tarih Mecmuası)
NOT: Bu yazı [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]****** dan alınmıştır. Teşekkür ederiz.
Türkiye'de tribüncülük çok zordur genel olarak sosyo ekonominin düşük seviyede olan insanların muhabbetidir , bayramlaşma yeridir tribünler. Babasının annesinin markete ekmek almaya gönderemediği ama ona karşın bir armanın bir rengin peşinden Türkiye'nin diğer ucuna gitmeye üşenmeyen insanların ortak paydasıdır.Menfaatin düşünülmüldeği takım sevdasının en üst katmanıdır tribünler , Türkiye gibi ülkede STK'ların sayı ve güç olarak yetersiz olduğu bir yerde Tribünler bulunmaz nimettir. Bu menfaatsiz insanları , grupları tanıyalım.
Adana Demirspor Şimşekler : Liderliğini Adem TEL'in yaptığı grup sosyalist ağırlıklı bir tribündür , geçen aylarda Dünyanın 1 numaralı komünist tribünlerine ait Livorno'yla dostluk maçı yapmışlardı. Çok ateşli bir taraftar kitlesine sahip Adana Demir tribünlerinin en büyük düşmanları Mersin İdman Yurdu'dur aralarındaki derbinin ismide Çukurova derbisidir , çok olaylar yaşanır. İdeolojik olarak hiçbir benzerliği olmasada kardeş takımları Konya Spor'dur.
Beşiktaş Çarşı : Grup Yorum’un şarkılarından, Nâzım Hikmet’in şiirlerinden ilham alıyorlar , Çarşı grubu yaratıcı tezahüratlarıyla ünlü Kapalı tribünden vazgeçmeyen grubun liderleri Alen Markaryan.Tribünlerde çember içinde bir a harfinin (anarşizmin sembolü) bulunduğu pankart açıyorlar. Maçlardan önce Beşiktaş’taki Kazan birahanesinde toplanıyorlar. Siyasi ve toplumsal olayları da pankartlarını yansıtıyorlar. “Çarşı savaşa karşı”, “Çarşı nükleer santrallere de karşı”, “Hepimiz zenciyiz” gibi. Çarşı kapalıda bir çok tribün grubunun birleşip Çarşı adını almasıyla ortaya çıkmıştır , Karagümrük , Asya Kartalları , Forza , en kalabalık tayfalardır.
Fenerbahçe Genç Fenerbahçeliler : Amigoluğunu Sefa’nın yaptığı gruptakiler 15-30 yaş arasında. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Migros tribününde konuşlanıyorlar. Boğaziçi Köprüsü’ne asılan Galatasaray bayrağının iplerini onlar kesti. Ayrıca rakip seyirci alınmayan İnönü Stadı’ndaki derbiye Beşiktaşlı kılığında girdiler. Bana göre İstanbul'un en sağlam tayfası. Üniverstilerinin grubu ise ÜNİFEB : Görsel şovlara önem veriyorlar , 1998′de Boğaziçi Üniversitesi Fenerbahçeliler Birliği’nin (BUFEB) kurulmasıyla temelleri atılan oluşum farklı üniversitelerin katılmasıyla 2000′de ÜNİFEB adını aldı.
Tezahüratlar kadar görsel şovlara da önem veriyorlar. Maçlarda dev bayraklar açıyorlar. Kendilerini sadece bir tribün grubu olarak görmüyorlar. Sivil toplum örgütü olduklarını söylüyorlar. Toplumsal duyarlılık projeleri hazırlıyorlar. Çocuk Esirgeme Kurumları’nı ziyaret ediyor, köy okulları için kitap toplama kampanyaları düzenliyorlar.
Fenerbahçe Esenler Grubu : Esenler, son dönemde öne çıkan taraftar gruplarından biri. Liderliklerini “Dede İsmail” lakaplı İsmail Dalkıran üstleniyor. Genç Fenerbahçeliler ile aralarında husumet var. Basında GFB ile yıldızı barışmayan Aziz Yıldırım’ın Esenler Grubu’nu desteklediği söyleniyor. Geçen yılkı AZ Alkmaar maçında, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda iki grubun kavga ettiği yazılmıştı.
Trabzonspor Çılgınlar : Tezahüratlarında şampiyonluk hasretini anlatıyorlar
1970′li yıllarda ortaya çıkan Çılgınlar Grubu, Trabzonspor’un en eski taraftar gruplarından. O dönemde Avni Aker Stadı’nda kale arkası tribünü olmadığı için Maraton tribününde toplanmışlar. Şu anda kale arkası tribününde konuşlanmış durumdalar.
Çılgınlar’ın tribünde söyledikleri tezahüratlardan biri onların İstanbul’daki kulüplere olan düşmanlığını ve şampiyonluğa ne kadar hasret kaldıklarını anlatıyor: “Haydi gel benimle ol, yeniden şampiyon ol / Gülelim seninle o İstanbul’a / Hasret dolu yılları silelim birer birer / Gün olur geri döner güzel günler.” İstanbul'da grubun üyesi çok fazladır çok örgütlüdürler , haliyle İstanbul'a deplasmanı en kalabalık onlar yapıyor yıllardır.
Galatasaray Ultraslan: Çoğu Üniversite öğrenci olan grubun liderliğini Sebo abi yapıyor , tribün aleminin en çok sözü ve nazı geçen ağırlıklı bir insandır. Galatasaray’ın taraftarlarını tek bir çatı altında toplama amacıyla kurulan Ultraslan, 14 Şubat 2001 “doğumlu”. Adını 1960′lı yıllarda İtalya’da ortaya çıkan fanatik taraftar grubu ultras’lardan aldı. Maç içinde yapılacak tezahüratları, açılacak afişleri belirleyen Ultraslanların büyük kısmı üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Ultraslanların Hell, Sultans, Ölümüne, Karşı, Uni gibi alt grupları var. 2001 yılında Sebo abinin İzmir Göztepe deplasmanında vurulması sonucu Göztepe ile aralarında büyük husumet vardır.
Gençlerbirliği Alkaralar : 2002′de Gençlerbirliği Taraftarlar Derneği internet sitesinin forumunda tanışan bir grup taraftar, maçları beraber izlemeye başlamış ve kendilerine Alkaralar ismini seçmişler. Kulüp başkanlarıyla bir türlü anlaşamıyorlar. İlhan Cavcav’a hep muhalifler. Grubun internet sitesinde yazanlara göre İlhan Cavcav, Alkaralar taraftar grubunun kendisi aleyhine tezahürat yapmasına kızarak onların toplandığı Maraton tribününe kombine bilet uygulamasını kaldırmış.
Ankaragücü Gecekondu : Tribün liderliğini Ali İMDAT'ın yaptığı Türkiye’nin en fanatik taraftar grupları arasında Gecekondu’yu da sayabiliriz. Bu taraftar grubunu Ankaragücü’nün kale arkası taraftarları oluşturuyor. Taraftarların büyük bir çoğunluğunun, gecekonduların ağırlıkta olduğu Çinçin, Yenidoğan gibi semtlerde yaşaması nedeniyle bu adı almışlar. Yıllar önce maçta çıkan bir kavga nedeniyle Göztepe’den hiç hazzetmiyorlar. Maçlarda kardeş takımları Bursaspor için tezahürat yapmayı da ihmal etmiyorlar. Ankaragücünün Pegasus , Genç Güçlüler , Sokak , toplamda 10'a yakın grubu vardır.
Bursaspor TEKSAS : Tribün liderliğini Çiko Selim'in yaptığı Teksas'ın Mekanları, Bursa Atatürk Stadı’nın kale arkası tribünü. Gaziantepspor Başkanı Celal Doğan’ın “Bu seyirci bende olsa Gaziantep’i şampiyon yaparım” şeklindeki açıklaması bu taraftar grubunun ne kadar ateşli olduğunu açıklıyor. Radikal Teksas diyede sosyo ekonomik olarak yüksek olan grupla aralarında herzaman olaylar yaşanır , Tribün ideolojik olarak Milliyetçi ağırlıklıdır . Kardeş dost takımları Ankaragücü , Göztepe. Düşmanları ise Bjk , Ksk .
Sakaryaspor Tatangalar : Tribün desteği konusunda nam salan önemli gruplardan biri de Tatangalar. Grubun adı Kızılderili dilinde bizon anlamına gelen Tatonka’dan geliyor. Grubun kuruluş aşamasında görev alan Kırıntı Fuat, Tatonka kelimesini Kevin Costner’ın “Kurtlarla Dans” filminde duyuyor. Başlarda kullanılan Tatanka ismi söyleniş zorluğu nedeniyle yerini Tatanga’ya bırakıyor. Sakarya’nın ünlü caddesi Çark Caddesi’nde yaz-kış Sakaryaspor atkılarıyla dolaşıyorlar. Kocaelispor ile ayrı renkleri paylaşmasına rağmen en büyük düşmanlarıdır. Göztepe ilede kardeş takımdır.
Eskişehirspor Kızılcıklı : Anadolu’da taraftar kültürünün oluşmasında Eskişehirspor’un önemli bir yeri var. 1970′lerde Türkiye’de ilk defa tribün koreografisini yapan Es Es’ler’in en ünlü taraftar grubu Kızılcıklı. Bu taraftar grubu, adını Eskişehir’deki Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi’nden aldı. Basın açıklamalarını bile bu caddede yapıyorlar. Anti - İstanbul söylemini ilk yapan ve şehirlerinde Üç büyük klubün store'lerinin açılmasına izin vermeyen Eskişehirlilerin İst. takımı Kasımpaşa ile kardeş.
İzmir takımları ve İst. semt takımlarını başka zaman paylaşacağım...
sivaslıgenç
10.10.2009, 23:13
Bence en ateşlileri Gfb özelliklede bu sene tekrardan Maratona dönmelerile birlikte tribünleri yeniden hareketlendirdiler.Birde Esenler grubuyla yıldızları iyice barışşsa daha iyi olacak.
sandalli
10.10.2009, 23:17
Beşiktaş Çarşı : Grup Yorum’un şarkılarından, Nâzım Hikmet’in şiirlerinden ilham alıyorlar , Çarşı grubu yaratıcı tezahüratlarıyla ünlü Kapalı tribünden vazgeçmeyen grubun liderleri Alen Markaryan.Tribünlerde çember içinde bir a harfinin (anarşizmin sembolü) bulunduğu pankart açıyorlar. Maçlardan önce Beşiktaş’taki Kazan birahanesinde toplanıyorlar. Siyasi ve toplumsal olayları da pankartlarını yansıtıyorlar. “Çarşı savaşa karşı”, “Çarşı nükleer santrallere de karşı”, “Hepimiz zenciyiz” gibi. Çarşı kapalıda bir çok tribün grubunun birleşip Çarşı adını almasıyla ortaya çıkmıştır , Karagümrük , Asya Kartalları , Forza , en kalabalık tayfalardır.
Carsiyi tek geciyorum, uluslararasi arenada taninan taninan tek türk taraftar grubu. Avrupada taninan baska bir taraftar grubu taninmiyor.
Klimasuyu
10.10.2009, 23:21
Beşiktaş Çarşı : Grup Yorum’un şarkılarından, Nâzım Hikmet’in şiirlerinden ilham alıyorlar , Çarşı grubu yaratıcı tezahüratlarıyla ünlü Kapalı tribünden vazgeçmeyen grubun liderleri Alen Markaryan.Tribünlerde çember içinde bir a harfinin (anarşizmin sembolü) bulunduğu pankart açıyorlar. Maçlardan önce Beşiktaş’taki Kazan birahanesinde toplanıyorlar. Siyasi ve toplumsal olayları da pankartlarını yansıtıyorlar. “Çarşı savaşa karşı”, “Çarşı nükleer santrallere de karşı”, “Hepimiz zenciyiz” gibi. Çarşı kapalıda bir çok tribün grubunun birleşip Çarşı adını almasıyla ortaya çıkmıştır , Karagümrük , Asya Kartalları , Forza , en kalabalık tayfalardır.
...
Taraflı tarafsız herkesin beğenisini toplayan, açtığı pankartlarla ve tezahüratlarıyla insanları güldürürken düşündüren,bazı maçlarda maç umurlarında bile olmayan sahaya arkasını dönüp marşlar söyleyen sosyal bir taraftar topluluğudur...
Diğerleri hakkında fazla bilgim yok ...
65serdal58
15.10.2009, 07:51
..................konu güncellemesi
65serdal58
15.10.2009, 19:57
konu güncellemesi
65serdal58
15.10.2009, 20:25
Osmanlı Bosna’sı:Ticarette Ne Senet, Ne Şahit ve Ne de Faiz
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Ahmed Cadet Paşa’nın, bugün maalesef tamamı neşredilmemiş olan ve 21 defter tutan el yazmasi «Tezâkir-i Cevdet»‘inde yakın tarihimize ışık tutan çok önemli bahisler vardır.Türk Tarih Kurumu, bu çok değerli müşahedelerin mühim bir kısmını (40 tezkireden 39′unu) neşretmiş, henüz tamamlayamamıştır.
Tezâkir-i Cevdet‘ten aşağıda vereceğimiz örnekler, orijinal el yazması nüshadan, Paşa’nın, çok önemli rol oynadiğı Bosna-Hersek lslahatına ait intibaalarında yer yer sadeleştirerek alınmıştır.
Vesikalar Nasıl Ele Geçti?
Cevdet Paşa’nın kitapları ve bu arada Tezâkir-i Cevdet külliyatı, kızı Fatma Aliye Hanım’ın, vefatından sonra Sahaflar Çarşısı’nda satılığa çıkarılmıştır. Tanınmış sahhaf Nizameddin Aktuç, bu belgelerin değerini ilk defa keşfetmiş ve hemen İstanbul şehir ve İnkilap Müze ve Kütüphanesi’ni haberdar etmiş, böylece bu değerli eserin oraca satın alınmasını sağlamıştır.
Ahmet Cevdet Paşa tezkirede diyor ki:
Saraybosna Ticaret Merkezi, Ancak Ticaret Mahkemesi’nin Hasılatı Çok Az
Bosna’ya iki taraftan ticari mal naklolunurdu. şöyle ki: İstanbul’dan, Selanik ve Yenipazar yolu ile ve Avusturya - Macaristan’dan Svornik yoluyla yine Saraybosna’ya mal götürülürdü. Bu mallardan yol üzerinde vilayet ve kazaların hisseleri ayrılmaz, onlar da, sair vilayet ve kazalar gibi ticari mallarını Saraybosna’dan alırdı. Bu yüzden Saraybosna ticaret merkeziydi. Saraybosna eyaleti, Bosna, Travnik, Biatseh, Banyaluka ve Svornik sancaklarından müteşekkil olup, Hersek Sancagı dahi, bu eyalete bağlı idi.
Halbuki ticaret mahkemesinin hasılatı mahkeme kâtibinin maaşına bile kafi gelmiyordu. Maaşların açık kalması yüzünden mahkeme reisliğinden tarafıma şikayet olundu. Bu şikayet hayretime mucip oldu. Hemen ticaret mahkemesine giderek defterleri tetkik etim. Hiç bir ay 350 kuruştan fazla hasılat olmamış. Bu miktar dahi nadiren 350 kurusa yükselmiş. Hasılatın ekseri 150-200 kuruştan ibaret olduğunu hayret ve taaccüple gördüm.
Mahkemeye Müracaat Eden Tüccar Yok
Tahkikat neticesinde de yerli tacirlerin mahkemeye müracaat etmedikleri anlaşıldı. Bunun üzerine artık Bosna ticaretinin ne yolda cereyan edegeldiğini ögrenmek lazım geldi. Teftişlerim neticesinde anlaşıldı ki, gerek İstanbul ve gerek Avrupa emtia ve eşyasını getirenler, ancak Saraybosna tüccarı olup, civar vilayet ve kazalar tacirleri Saraybosna’ya gelerek mağazalardan alıp memkeketlerine naklediyorlar.
Mesela vilayet tüccarlarından biri Saraybosna’ya gelip bir tacirin
mağazasına müracaat eder. Kendisine lazım olan malları tespit eder. Bütün bu malları mağaza kâtibi sırasıyle bir pusulaya yazar ve hizalarına da fiyatlarını kaydeder. Bir yandan da denkler bağlanır, malların hepsi, kâtibin tanzim ettiği pusula ile tacire verilir. O da bedelini ödemeden alıp gider. Arasıra, Saraybosna tüccarı tarafından çıkarılan tahsildara, taksitini verir ve verdiği paralara mukabil de birer ilmuhaber alır.
Senet, Şahit Yok
Velhasıl civar vilayet ve kaza tacirleri Saraybosna’dan üçer, beşer bin kuruşluk mal alıp pusulasıyla beraber memleketlerine götürürler ve bu muamele esnasında ne senete, ne de şahide lüzum gürülür. Şayet malı alanlar borçlarını inkâr etseler, elde senet olmadığı için mal satan hiç bir hak iddia edecek durumda değildir. Halbuki ticaret mahkemeleri senetler ve şahitler üzerine hüküm verirler. Böyle koskoca bir eyaletin ticari muamelesi senetsiz, şahitsiz nasıl dönüyor? Bu ciheti çok merak ettim. Saraybosna tüccarından Mehmed Ağa isminde bir zat vardı. Onu çağırdım. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Veresiye vermiş olduğun mallardan dolayı ne kadar alacağın var?
- On bin keseden ziyade.
- Elinde senedin, şahidin var mı?
- Hayır, adet olmamış.
- Ya, müşterilerden biri borcunu inkâr edecek olursa ne yaparsın?
- Bu suale şaştı, gülerek cevap verdi:
- Bu kadar malı denklerle mağazadan kaldırıp pusulasıyla beraber götürdü. Nasıl inkâr edebilir?
- Ya, bunlardan biri vefat ederse paranız batmaz mı?
- Vefat ederse, bizim pusulamız terekesinde çıkar ve varisleri borcunu öder.
Hakikaten, Saraybosna tüccarıyle alış-verişi olanlardan biri vefat ederse, terekesinde çıkan pusula ve ilmühaberler derhal Saraybosna’ya gönderilip borcu ödenir. Şayet yetimi varsa, tüccarın alacağı ödenmedikçe hakim, terekesini takrir ettirmezmiş. Bunca senedir Saraybosna tüccarından kimsenin alacağı inkâr olunmamış.
Faiz de Yok
Birara Bosna Sancağı çiftliklerinden 42 vekil çağırtarak, ağaların çiftliklerinden aldıkları arazi ücretinin memleketçe mutad olan nisbetinin ne olduğunu anlamak için evvela Müslümanlar’a sordum:
- Bosna’da akçanın kesesine kaç kuruş faiz alıyorsunuz?
- Haşa, biz faiz almayız, böyle haram para yemeyiz.
Sonra Hırıstiyanlar’a aynı suali sordum. şöyle cevap verdiler:
- Faiz almak Yahudiler’e mahsustur. O da yeni çıktı. Biz, İslam ve Hıristiyan birbirimize odünç para veririz; faiz almayiz. Senet alıp vermek dahi adetimiz değildir.
“ Bu makaleden anlaşılacağı üzere yüz yıl kadar önce önemli bir Osmanlı eyaleti olan Saraybosna’da Ticaret Mahkemesi’ne kimse kimseyi şikayet etmiyor, dava açılmıyor, harç yatırılmıyor. Bu yüzden de mahkeme personelinin maaşları dahi ödenemiyormuş. Ya bugünkü Ticaret Mahkemelerimiz dava bakımından ne durumda!…”
Kaynak: Ahmet Cevdet Paşa’nın “ Tezâkir” inden Sayfalar: Boşnaklar (Hayat Tarih Mecmuası)
NOT: Bu yazı [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]****** dan alınmıştır. Teşekkür ederiz.
65serdal58
15.10.2009, 20:48
Sahte bozkurt ulumalarına inanmayın!
Her zaman belirttiğimiz gibi, Osmanlı, etnik derneklerin birer siyasî organizasyon hâlini alması ile kısa sürede dağılıverdi. Bu etnik dernekleri mutlaka bir veya birkaç büyük devlet dışarıdan destekliyordu. Gerekçe hep aynıydı: “Hürriyet, kardeşlik, eşitlik” vesaire.
Bugün de ülkeyi ortasından ikiye ayırmak için “demokratikleşme” diyorlar!
Bu dernekler önce dil dahil, kültürel haklarını aldılar. Her etnik grubun, kendi siyasi partisini kurması, Osmanlıcılığı yıktı. Sonra İslâmcılık ile Araplar devlet bünyesinde tutulmak istendi. O da mümkün olmayınca Türkçülük’ten başka çare kalmadı.
* * *
Türkiye Cumhuriyeti, “Ne mutlu Türküm diyene” felsefesi temel alınarak kuruldu. Bugün ise devletin başında bu felsefeyi ilkel bulduğunu açıklayan bir kişi var! Devlet için bundan daha başka bir tehdit aramaya lüzum var mı?
Mustafa Kemal Atatürk, ölümünden sonra, Türkiye’deki bütün siyasî tartışmaların merkezi oldu. Bu durum, Atatürk’ün, kurucusu olduğu devlete kazandırdığı kuruluş felsefesinden ileri geliyordu. Atatürkçülük veya Kemalizm olarak da sistemleştirilmek istenen bu felsefe, bazıları tarafından zannedildiği gibi sadece altı oktan ibaret değildi. Suat İlhan’ın belirttiği gibi, “Atatürkçülük; altı ilkesine taban oluşturan tam bağımsızlık, millet egemenliği, hukukun üstünlüğü ve ulus devlet genel ilkelerine dayanır.”
Avrupa Birliği adı altında, Avrupa ülkeleri bütünleşmeye giderken, Türkiye’ye dayatılan, tam bağımsızlıktan da, millet egemenliğinden de, ulus devletten de vazgeçmesidir.
Bugün Yunanistan’ın elinde olan bütün topraklar Etniki Eterya adlı dernek tarafından Türkler’in elinden alınmıştır.
Bugün PKK, aynı roldedir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlayan, dilin tekliği ilkesidir. Bütün güçleri ile önce bu ilkeyi çökertmeye çalışmalarının sebebi, dil birliğinin dağılması ile her alanda unufak olmanın baş göstereceği şeklindeki bilimsel kabuldür. Tabii sadece kültürel ögelerle oynamıyorlar. ABD-İngiltere-İsrail Koalisyonu’na ait şirketlerin de katkılarıyla IMF-Dünya Bankası yasaları, Türk parlamentosundan bir bir geçirildi.
Türkiye topraklarında ekonomik anlamda Türk egemenliğini ortadan kaldırdılar. Sıra siyasi egemenliğe geldi!
Türkiye ekonomik, kültürel ve siyasî bir işgal altındadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaya dönük faaliyetler, kuşatmanın askerî boyutudur.
* * *
Ergenekon’da sıkışan Türkler’e bir bozkurt, maden yolunu göstermişti; şimdiki çıkış yolu da yine madenlerden petrol ve doğalgazdan geçiyor. Türkiye’nin gücünü bu yüzden zayıflatmaya çalışıyorlar. Petrol ve maden yasaları bu yüzden Amerika’nın istediği gibi çıkarılıyor!
Türk Milleti, Bilge Kağan’ın dediği gibi karnı doyduğu zaman açlık nedir düşünmez! Üç beş gün için karnını doyuranın peşinden gidebilir! Zaten bugünkü tablonun asıl sebebi budur! Milletin yeniden ayağa kalkması için Kutluk Kağan gibi, Alparslan gibi Mustafa Kemal gibi bir bozkurdun öne düşüp yol göstermesi gerekiyor. Fakat burada da sorun var! Bozkurt taklidi yaparak, biraz uluduktan sonra, milleti uyutanlar var!
Önündekinin sahte bozkurt olduğunu anlayanlar ile anlamayanlar arasındaki çekişme de düşmanın işine yarıyor!
Bu arada millet kendi vatanında köle durumuna düşürülüyor! Bütün mesele burada düğümleniyor! Millet, bozkurt diye önüne düşenin “görevli” olduğunu, bugüne kadar kendisine verilen emirleri uyguladığını anlayamazsa, iş işten geçmiş olacak!
Gerçi ondan sonra da Türk Milleti, kendisini koruyacak önlemleri almaya muktedirdir. Çünkü gerçekten inanmış bir Türk, bir ordu demektir. Hangi çılgın ona zincir vurabilir veya onun ilini ve töresini kim bozabilir ki?
ARSLAN BULUT
YENİÇAĞ
65serdal58
15.10.2009, 20:53
Siyonist lobilerden yardım dilenen
devlet adamlarımız…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Size bu yazımda, iki devlet adamımızın ABD’deki Siyonist lobilerden nasıl yardım dilendiğini anlatacağım.
Ama önce, bu lobiler hakkında çok kısa temel bilgi sunacağım.
ABD’de tüm kadroları Siyonist Yahudilerden oluşan ‘Lobiler’ bulunmaktadır. Amerika’nın ekonomik, finansal, mali, politik ve kültürel alanlarında çok etkili olan bu lobileri bizim medya, sadece ‘Yahudi Lobiler’ olarak tanımlayarak onların gerçek yüzlerini, yani acımasız İsrail yanlısı Siyonist olduklarını halkımızdan saklamaya, gizlemeye, perdelemeye çabalamaktadır.
ABD’de başka tür lobiler de vardır ama, özellikle politikacıların en korktuğu lobiler, Siyonist lobilerdir. Eğer bir politikacı Siyonist lobilere ters düşecek bir eylem ya da söylemde bulunursa, o politikacının seçilme şansı kalmaz. Seçilmiş bir milletvekili ya da senatörse, bir daha asla seçilemez. Çünkü, Siyonistlerin elindeki medya hemen o kişiye karşı ya bir iftira kampanyası başlatır ya da o kişiyi sanki hiç yokmuş gibi sayıp, medyada haber olmasını engeller.
ABD’deki en büyük Siyonist lobiler şunlardır:
Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC)
1951’de kurulmuş, ABD’nin hemen her yöresinde şubeleri bulunan, 100 bin üyeli, İsrail yanlısı en güçlü Siyonist lobidir.
Zengin Siyonist Yahudilerden topladıkları paralarla, Amerikalı politikacılara bol rüşvet dağıtıp senato ve meclisten Siyonist İsrail yanlısı kararlar çıkartmaktadırlar.
Başkanı Siyonist Yahudi Howard Kohr olan bu güçlü lobi, bugünlerde ABD’nin İran’a silahlı saldırıda bulunması için çalışmaktadır.
Amerikan Yahudi Kongresi (AJC)
1930 yılında Haham Stephan Wise tarafından kurulmuştur. New York’taki merkezi dışında ABD’de 29 şubesi, 175 bin üyesi ve ABD dışında 8 bürosu bulunmaktadır.
Başkanı Siyonist Yahudi Neil B. Goldstein olan bu lobi, milletvekillerini ve senatör Jeff Bingman gibilerini ‘satın alarak’, Siyonistlerin isteklerini yasalaştırmayı sağlamaktadır.
Bu Siyonist lobi, 27 Ocak 2004 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, ‘Profiles in Courage’ (Cesur Kişiler) ödülünü verdi.
Recep Tayip Erdoğan’ın kimlerin çıkarlarını savunmada cesaret gösterip bu ödülü aldığı sorusunu, Türkiye’de hiç kimse sormadı!
Temel amaçları Siyonist İsrail’in çıkarlarını savunmak olan bu Siyonist lobi, acaba Recep Tayip Erdoğan’ı niçin ödüllendirmişti?
Ulusal Güvenlik Konularında Yahudi Enstitüsü (JINSA)
1976 yılında Siyonist Yahudiler Richard Perle ve Eliot Abrams tarafından kuruldu, 17 binden fazla üyesi bulunmaktadır.
Bu Siyonist lobinin temel amaçları, ABD’nin İsrail’e sürekli para hibe etmesini ve askeri araç gereç göndermesini sağlamaktır.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Norman Hoascoe’nu yaptığı bu lobinin yönetiminde, ABD milletvekilleri, üst düzey bürokratlar ve ABD Dışişleri ve Pentagon danışmanları bulunmaktadır.
JINSA’nın 15 yöneticisi Mayıs 2001’de Ankara’da çok üst düzey askeri ve siyasi yetkililerle görüşmeler yaptıktan sonra, günümüz CHP İstanbul milletvekili İlhan Kesici’nin evinde özel konuklar olarak ağırlandı.
Bu Siyonist lobi; Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Çevik Bir ve Mehmet Karamehmet’e ödül verdi. Türk medyasında bu ödüllendirme hiç sorgulanmadı. Bu kişiler, Siyonist İsrail yanlısı JINSA’ya ne tür üstün hizmetlerde bulunmuşlar da ödüllendirilmişlerdi?
İftira ve Karalama Karşıtları Birliği (ADL)
Hangi haklı gerekçelerle olursa olsun, ne kadar çok sağlam kanıt ve tanıklara dayandırılırsa dayandırılsın, Siyonizm’i, Siyonistleri ve Siyonist İsrail’i eleştiren herkesin yakasına ‘antisemitizm’ yapıyor, yani Yahudi düşmanlığını yayıyor diye yapışan Siyonist lobinin adı ADL’dir.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Abraham Foxman’ın yaptığı bu lobinin ABD’de 29 şubesi, dünyada 3 temsilciliği bulunmaktadır.
Abraham Foxman, lobinin bazı yöneticileriyle birlikte her yıl en az iki kez Türkiye’ye gelir, İstanbul ve Ankara’da krallar gibi ağırlanır, sivil-asker yöneticilerle görüştürülür. ABD’ye ziyarete giden siyasilerimiz, asker-sivil bürokratlarımız değişik ortamlarda ADL yöneticileri ve özellikle Abraham Foxman’la bir araya gelirler.
11 Haziran 2005 tarihinde, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a ADL tarafından, ‘Courage to Care’ (Şefkat Gösterme Cesareti) ödülü verildi. Aslında bu ödül, Yahudilerin Nazi soykırımından kurtulmasına yardım edenlere verilmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kimlere, nerede ve ne zaman şefkat gösterme cesareti sergilemiş olduğu bugüne kadar açıklığa kavuşmamıştır.
Büyük Amerikan Yahudi Örgütlerinin Başkanlarının Konferansı
Son 50 yıldır ABD’deki en büyük 51 Siyonist Yahudi örgütünün başkanları, ‘konferans’ adlı bu şemsiye grubunda bir araya gelmektedirler. Amaçları, ABD-İsrail arasındaki özel ilişkiyi geliştirip güçlendirmek, Siyonist İsrail’in her koşulda desteklenmesini sağlamaktır.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Alan Solow, yardımcılığını Malcom Hoenlein’in yaptığı bu örgütün ABD’nin birçok yerinde şubeleri bulunmaktadır.
Orta Doğu Forumu (MEF)
Amerika-İsrail çıkarlarını Orta Doğu’da korumayı, savunmayı temel ilke edinmişlerdir. Köktendinci İslamcılar olarak niteledikleri toprakları işgal altındaki Müslümanlara karşı savaşılmasını, ABD’nin Gazze’de Filistinli Müslüman sivillerin üzerine misket bombaları yağdırmasını, Gazze’ye su ve yakıt gönderilmesinin engellenmesini istemektedirler.
Başkanı ünlü Siyonist Yahudi Daniel Pipes olan bu lobi günümüzde, Amerikalı politikacılara bol miktarda rüşvet dağıtarak İran’a savaş açılmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Amerika Siyonist Örgütü (ZAO)
1897’de kurulmuş olup, 50 bin üyesi bulunmaktadır.
Siyonist Yahudi Morton Klein’ın başkanlığını yaptığı bu lobi, milletvekillerine rüşvet dağıtarak Kudüs’ün İsrail yönetiminde kalmasını, sürekli olarak Hamas’a saldırılmasını sağlamaktadır. Bu Siyonist lobi bugünlerde, Suriye ve Suudi Arabistan’a ambargo koydurmaya çalışmaktadır.
ABD’deki Siyonist lobilerle ilgili çok özet bilgiler bu kadar.
Şimdi size, işte bu lobilerden, iki devlet adamımızın nasıl yardım dilendiğini anlatacağım.
Sözde Ermeni soykırımının yeniden ısıtılıp ABD’de gündeme sokulduğu bir dönemde, Siyonist İsrail Devlet Başkanı Moşe Katsav, 8 Temmuz 2003 günü resmi davetli olarak Ankara’ya gelir. Çankaya Köşkü’nde onuruna bir yemek verilir. Davetliler arasında Türk Musevi Cemaati Başkanı Bensiyon Pinto da bulunmaktadır. Yenilir, içilir, samimi bir sohbet havasında nutuklar çekilir. Saat yirmi üç sularında davetliler köşkten ayrılırken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Bensiyon Pinto arasında şöyle bir konuşma geçer.[1]
Başbakan- Senden bir ricam var. Sayın Katsav’a sözde soykırımla ilgili yaşadığımız sıkıntıdan söz eder misin? Amerika konusunda bir şeyler yapmamız lâzım, bize bir el versin.
Bensiyon Pinto- Elimden geleni yapacağım.
Birbirlerine iyi geceler diler ve ayrılırlar. Ertesi sabah Bensiyon Pinto uçakla İstanbul’a döner. Siyonist İsrail Devlet Başkanı, Efendi Terörist Moşe Katsav[2] da özel uçağı ile İstanbul’a gelir. Kendisine Neve Şalom Sinagogu’nda özel bir tören düzenlenir. Törenden dolayı çok memnun olan Katsav ve eşi ile birlikte Boğaz’da tekne turuna çıkılır. Bensiyon Pinto, Katsav’ın yanına oturur. Sohbet sırasında sözde Ermeni soykırımı konusunda devletin yaşadığı sıkıntıları anlatır. Sonra birden Katsav’ın eline telefonu uzatır ve ABD ile yapacağı görüşmeyi hemen o anda yapmasını isteyecek kadar ileri gider. Katsav, ABD’ye telefon eder ama aranan kişi yerinde bulunamaz. Hiç kuşkusuz aranılan kişi, güçlü Siyonist lobilerinden birinin başkanıdır. İsrail’in Efendi Terörist Devlet Başkanı Moşe Katsav, şu sözü verir:
“Başbakanına selam ve sevgilerimi ilet. Sana söz veriyorum, bu işi Moldova’ya inmeden halledeceğim.”
Aynı günün gecesinde İstanbul’da Kadir Topbaş’ın oğlunun düğünü vardır. Davetli olan Bensiyon Pinto, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın masasının hemen yakınındaki bir masada oturmaktadır. Gece on bire yirmi beş kala Bensiyon Pinto’nun telefonu çalar. Arayan, Moşe Katsav’dır. Kısaca şöyle der:
“Başbakanına söyle, bu iş bitti.”
Bensiyon Pinto masasından kalkar, Recep Tayyip Erdoğan’ın masasına yaklaşır. Kulağına eğilerek:
“Telefon geldi, o iş halledildi”
deyip yanından ayrılır.
‘Görevimiz Tehlike’ dizisindeki maceralara benzer biçimde heyecanlı geçen olay bu. Şimdi bu olayı ciddiyetle irdeleyelim.
T.C. Başbakanı, resmi davetlisi İsrail Devlet Başkanı ile Ankara’da bir araya geliyor. Ama kendisiyle, sözde Ermeni soykırımını baş başa konuşamıyor, ondan bu konuda destek istemekten korkup çekiniyor!
Peki, ne yapıyor?
Tüzel kişiliği olmayan bir cemaatin, hiçbir resmi unvanı olmayan başkanından yardım dileniyor!
Hani, T.C. Devleti çok güçlüydü! Güçlü bir devletin ulusal onur sahibi bir başbakanı böylesine zavallı bir duruma düşer mi?
İşte ikinci örnek:
Günümüz CHP’sinin ‘ağır toplarından’ İstanbul milletvekili Şükrü Elekdağ anlatıyor:[3]
“Ben ABD’de büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi’ye telefon ederdim. 48 saat içinde uçağa atlar gelirdi. Washington’da, Kongre’de Kamhi, Yahudi Lobisi’yle mücadele eder, Yahudi Lobisi’ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O bakımdan çok büyük yardımları olmuştur.”
Fakir Türk halkı, Şükrü Elekdağ adlı çocuğunu ilk, orta, lise ve üniversitede okutmuş. Fransa’ya göndermiş, Paris Üniversitesi’nde hukuk doktorası yapmasına olanak sağlamış. Daha sonra tutmuş, onu ABD’ye Büyükelçi olarak yollamış.
Peki, bütün bu emeklerin karşılığında Şükrü Elekdağ ne yapmış?
Her zora girdiğinde sarılmış telefona, hiçbir resmi unvanı olmayan T.C. vatandaşı bir işadamından, aman ne olur hemen uçağa atla gel, benim burada başım dertte, Siyonist lobilerle baş edemiyorum, gel beni kurtar, diye yardım dilenmiş!
Peki, devletimiz onu ABD’ye bostan bekçiliği yapsın diye mi göndermiş? Madem bu işi beceremiyordu, neden onurlu davranıp istifa etmemiş? Sırf Yahudi kökenlidir diye bir vatandaşımızı, ta İstanbul’dan Washington’a başı sıkıldıkça çağırmaktan, ondan yardım dilenmekten hiç utanmamış mı?
Siyonist lobilerle baş edebilmek için, hiçbir resmi unvanı olmayan Yahudi kökenli bir vatandaşımızdan yardım dilenen, sonra Türkiye’ye dönüp yıllarca TBMM’de milletvekili olarak caka satan Şükrü Elekdağ’a yakışacak bir ad, ben bulamadım, acaba siz ne dersiniz?
Şükrü Elekdağ’ın ABD hayranı, AB Mandacısı ve Siyonist İsrail devleti dostu olduğunu söylemem, sizin ona uygun bir ad bulmanızda yardımcı olabilir mi?
Yılmaz Dikbaş
65serdal58
18.10.2009, 00:21
konu güncellemesi
65serdal58
18.10.2009, 00:25
Osmanlı Bosna’sı:Ticarette Ne Senet, Ne Şahit ve Ne de Faiz
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Ahmed Cadet Paşa’nın, bugün maalesef tamamı neşredilmemiş olan ve 21 defter tutan el yazmasi «Tezâkir-i Cevdet»‘inde yakın tarihimize ışık tutan çok önemli bahisler vardır.Türk Tarih Kurumu, bu çok değerli müşahedelerin mühim bir kısmını (40 tezkireden 39′unu) neşretmiş, henüz tamamlayamamıştır.
Tezâkir-i Cevdet‘ten aşağıda vereceğimiz örnekler, orijinal el yazması nüshadan, Paşa’nın, çok önemli rol oynadiğı Bosna-Hersek lslahatına ait intibaalarında yer yer sadeleştirerek alınmıştır.
Vesikalar Nasıl Ele Geçti?
Cevdet Paşa’nın kitapları ve bu arada Tezâkir-i Cevdet külliyatı, kızı Fatma Aliye Hanım’ın, vefatından sonra Sahaflar Çarşısı’nda satılığa çıkarılmıştır. Tanınmış sahhaf Nizameddin Aktuç, bu belgelerin değerini ilk defa keşfetmiş ve hemen İstanbul şehir ve İnkilap Müze ve Kütüphanesi’ni haberdar etmiş, böylece bu değerli eserin oraca satın alınmasını sağlamıştır.
Ahmet Cevdet Paşa tezkirede diyor ki:
Saraybosna Ticaret Merkezi, Ancak Ticaret Mahkemesi’nin Hasılatı Çok Az
Bosna’ya iki taraftan ticari mal naklolunurdu. şöyle ki: İstanbul’dan, Selanik ve Yenipazar yolu ile ve Avusturya - Macaristan’dan Svornik yoluyla yine Saraybosna’ya mal götürülürdü. Bu mallardan yol üzerinde vilayet ve kazaların hisseleri ayrılmaz, onlar da, sair vilayet ve kazalar gibi ticari mallarını Saraybosna’dan alırdı. Bu yüzden Saraybosna ticaret merkeziydi. Saraybosna eyaleti, Bosna, Travnik, Biatseh, Banyaluka ve Svornik sancaklarından müteşekkil olup, Hersek Sancagı dahi, bu eyalete bağlı idi.
Halbuki ticaret mahkemesinin hasılatı mahkeme kâtibinin maaşına bile kafi gelmiyordu. Maaşların açık kalması yüzünden mahkeme reisliğinden tarafıma şikayet olundu. Bu şikayet hayretime mucip oldu. Hemen ticaret mahkemesine giderek defterleri tetkik etim. Hiç bir ay 350 kuruştan fazla hasılat olmamış. Bu miktar dahi nadiren 350 kurusa yükselmiş. Hasılatın ekseri 150-200 kuruştan ibaret olduğunu hayret ve taaccüple gördüm.
Mahkemeye Müracaat Eden Tüccar Yok
Tahkikat neticesinde de yerli tacirlerin mahkemeye müracaat etmedikleri anlaşıldı. Bunun üzerine artık Bosna ticaretinin ne yolda cereyan edegeldiğini ögrenmek lazım geldi. Teftişlerim neticesinde anlaşıldı ki, gerek İstanbul ve gerek Avrupa emtia ve eşyasını getirenler, ancak Saraybosna tüccarı olup, civar vilayet ve kazalar tacirleri Saraybosna’ya gelerek mağazalardan alıp memkeketlerine naklediyorlar.
Mesela vilayet tüccarlarından biri Saraybosna’ya gelip bir tacirin
mağazasına müracaat eder. Kendisine lazım olan malları tespit eder. Bütün bu malları mağaza kâtibi sırasıyle bir pusulaya yazar ve hizalarına da fiyatlarını kaydeder. Bir yandan da denkler bağlanır, malların hepsi, kâtibin tanzim ettiği pusula ile tacire verilir. O da bedelini ödemeden alıp gider. Arasıra, Saraybosna tüccarı tarafından çıkarılan tahsildara, taksitini verir ve verdiği paralara mukabil de birer ilmuhaber alır.
Senet, Şahit Yok
Velhasıl civar vilayet ve kaza tacirleri Saraybosna’dan üçer, beşer bin kuruşluk mal alıp pusulasıyla beraber memleketlerine götürürler ve bu muamele esnasında ne senete, ne de şahide lüzum gürülür. Şayet malı alanlar borçlarını inkâr etseler, elde senet olmadığı için mal satan hiç bir hak iddia edecek durumda değildir. Halbuki ticaret mahkemeleri senetler ve şahitler üzerine hüküm verirler. Böyle koskoca bir eyaletin ticari muamelesi senetsiz, şahitsiz nasıl dönüyor? Bu ciheti çok merak ettim. Saraybosna tüccarından Mehmed Ağa isminde bir zat vardı. Onu çağırdım. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Veresiye vermiş olduğun mallardan dolayı ne kadar alacağın var?
- On bin keseden ziyade.
- Elinde senedin, şahidin var mı?
- Hayır, adet olmamış.
- Ya, müşterilerden biri borcunu inkâr edecek olursa ne yaparsın?
- Bu suale şaştı, gülerek cevap verdi:
- Bu kadar malı denklerle mağazadan kaldırıp pusulasıyla beraber götürdü. Nasıl inkâr edebilir?
- Ya, bunlardan biri vefat ederse paranız batmaz mı?
- Vefat ederse, bizim pusulamız terekesinde çıkar ve varisleri borcunu öder.
Hakikaten, Saraybosna tüccarıyle alış-verişi olanlardan biri vefat ederse, terekesinde çıkan pusula ve ilmühaberler derhal Saraybosna’ya gönderilip borcu ödenir. Şayet yetimi varsa, tüccarın alacağı ödenmedikçe hakim, terekesini takrir ettirmezmiş. Bunca senedir Saraybosna tüccarından kimsenin alacağı inkâr olunmamış.
Faiz de Yok
Birara Bosna Sancağı çiftliklerinden 42 vekil çağırtarak, ağaların çiftliklerinden aldıkları arazi ücretinin memleketçe mutad olan nisbetinin ne olduğunu anlamak için evvela Müslümanlar’a sordum:
- Bosna’da akçanın kesesine kaç kuruş faiz alıyorsunuz?
- Haşa, biz faiz almayız, böyle haram para yemeyiz.
Sonra Hırıstiyanlar’a aynı suali sordum. şöyle cevap verdiler:
- Faiz almak Yahudiler’e mahsustur. O da yeni çıktı. Biz, İslam ve Hıristiyan birbirimize odünç para veririz; faiz almayiz. Senet alıp vermek dahi adetimiz değildir.
“ Bu makaleden anlaşılacağı üzere yüz yıl kadar önce önemli bir Osmanlı eyaleti olan Saraybosna’da Ticaret Mahkemesi’ne kimse kimseyi şikayet etmiyor, dava açılmıyor, harç yatırılmıyor. Bu yüzden de mahkeme personelinin maaşları dahi ödenemiyormuş. Ya bugünkü Ticaret Mahkemelerimiz dava bakımından ne durumda!…”
Kaynak: Ahmet Cevdet Paşa’nın “ Tezâkir” inden Sayfalar: Boşnaklar (Hayat Tarih Mecmuası)
NOT: Bu yazı [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]****** dan alınmıştır. Teşekkür ederiz.
.............................. .............................. ..
ah canıım çocukluğum geldi aklıma eskiden türkiyede öyleydi bee ah eski günler ah.
65serdal58
18.10.2009, 00:28
umarım o günler gelir diyicem ama kendimizi kandırmak olur ablacım
aynen öyle emekliyim kredi çekemiyom vallahi kefil istiyolar hemde iki tane be vijdansızlar.
65serdal58
18.10.2009, 00:32
düzeen be ablacım,,,
65serdal58
18.10.2009, 00:46
Siyonist lobilerden yardım dilenen
devlet adamlarımız…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Size bu yazımda, iki devlet adamımızın ABD’deki Siyonist lobilerden nasıl yardım dilendiğini anlatacağım.
Ama önce, bu lobiler hakkında çok kısa temel bilgi sunacağım.
ABD’de tüm kadroları Siyonist Yahudilerden oluşan ‘Lobiler’ bulunmaktadır. Amerika’nın ekonomik, finansal, mali, politik ve kültürel alanlarında çok etkili olan bu lobileri bizim medya, sadece ‘Yahudi Lobiler’ olarak tanımlayarak onların gerçek yüzlerini, yani acımasız İsrail yanlısı Siyonist olduklarını halkımızdan saklamaya, gizlemeye, perdelemeye çabalamaktadır.
ABD’de başka tür lobiler de vardır ama, özellikle politikacıların en korktuğu lobiler, Siyonist lobilerdir. Eğer bir politikacı Siyonist lobilere ters düşecek bir eylem ya da söylemde bulunursa, o politikacının seçilme şansı kalmaz. Seçilmiş bir milletvekili ya da senatörse, bir daha asla seçilemez. Çünkü, Siyonistlerin elindeki medya hemen o kişiye karşı ya bir iftira kampanyası başlatır ya da o kişiyi sanki hiç yokmuş gibi sayıp, medyada haber olmasını engeller.
ABD’deki en büyük Siyonist lobiler şunlardır:
Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC)
1951’de kurulmuş, ABD’nin hemen her yöresinde şubeleri bulunan, 100 bin üyeli, İsrail yanlısı en güçlü Siyonist lobidir.
Zengin Siyonist Yahudilerden topladıkları paralarla, Amerikalı politikacılara bol rüşvet dağıtıp senato ve meclisten Siyonist İsrail yanlısı kararlar çıkartmaktadırlar.
Başkanı Siyonist Yahudi Howard Kohr olan bu güçlü lobi, bugünlerde ABD’nin İran’a silahlı saldırıda bulunması için çalışmaktadır.
Amerikan Yahudi Kongresi (AJC)
1930 yılında Haham Stephan Wise tarafından kurulmuştur. New York’taki merkezi dışında ABD’de 29 şubesi, 175 bin üyesi ve ABD dışında 8 bürosu bulunmaktadır.
Başkanı Siyonist Yahudi Neil B. Goldstein olan bu lobi, milletvekillerini ve senatör Jeff Bingman gibilerini ‘satın alarak’, Siyonistlerin isteklerini yasalaştırmayı sağlamaktadır.
Bu Siyonist lobi, 27 Ocak 2004 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, ‘Profiles in Courage’ (Cesur Kişiler) ödülünü verdi.
Recep Tayip Erdoğan’ın kimlerin çıkarlarını savunmada cesaret gösterip bu ödülü aldığı sorusunu, Türkiye’de hiç kimse sormadı!
Temel amaçları Siyonist İsrail’in çıkarlarını savunmak olan bu Siyonist lobi, acaba Recep Tayip Erdoğan’ı niçin ödüllendirmişti?
Ulusal Güvenlik Konularında Yahudi Enstitüsü (JINSA)
1976 yılında Siyonist Yahudiler Richard Perle ve Eliot Abrams tarafından kuruldu, 17 binden fazla üyesi bulunmaktadır.
Bu Siyonist lobinin temel amaçları, ABD’nin İsrail’e sürekli para hibe etmesini ve askeri araç gereç göndermesini sağlamaktır.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Norman Hoascoe’nu yaptığı bu lobinin yönetiminde, ABD milletvekilleri, üst düzey bürokratlar ve ABD Dışişleri ve Pentagon danışmanları bulunmaktadır.
JINSA’nın 15 yöneticisi Mayıs 2001’de Ankara’da çok üst düzey askeri ve siyasi yetkililerle görüşmeler yaptıktan sonra, günümüz CHP İstanbul milletvekili İlhan Kesici’nin evinde özel konuklar olarak ağırlandı.
Bu Siyonist lobi; Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Çevik Bir ve Mehmet Karamehmet’e ödül verdi. Türk medyasında bu ödüllendirme hiç sorgulanmadı. Bu kişiler, Siyonist İsrail yanlısı JINSA’ya ne tür üstün hizmetlerde bulunmuşlar da ödüllendirilmişlerdi?
İftira ve Karalama Karşıtları Birliği (ADL)
Hangi haklı gerekçelerle olursa olsun, ne kadar çok sağlam kanıt ve tanıklara dayandırılırsa dayandırılsın, Siyonizm’i, Siyonistleri ve Siyonist İsrail’i eleştiren herkesin yakasına ‘antisemitizm’ yapıyor, yani Yahudi düşmanlığını yayıyor diye yapışan Siyonist lobinin adı ADL’dir.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Abraham Foxman’ın yaptığı bu lobinin ABD’de 29 şubesi, dünyada 3 temsilciliği bulunmaktadır.
Abraham Foxman, lobinin bazı yöneticileriyle birlikte her yıl en az iki kez Türkiye’ye gelir, İstanbul ve Ankara’da krallar gibi ağırlanır, sivil-asker yöneticilerle görüştürülür. ABD’ye ziyarete giden siyasilerimiz, asker-sivil bürokratlarımız değişik ortamlarda ADL yöneticileri ve özellikle Abraham Foxman’la bir araya gelirler.
11 Haziran 2005 tarihinde, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a ADL tarafından, ‘Courage to Care’ (Şefkat Gösterme Cesareti) ödülü verildi. Aslında bu ödül, Yahudilerin Nazi soykırımından kurtulmasına yardım edenlere verilmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kimlere, nerede ve ne zaman şefkat gösterme cesareti sergilemiş olduğu bugüne kadar açıklığa kavuşmamıştır.
Büyük Amerikan Yahudi Örgütlerinin Başkanlarının Konferansı
Son 50 yıldır ABD’deki en büyük 51 Siyonist Yahudi örgütünün başkanları, ‘konferans’ adlı bu şemsiye grubunda bir araya gelmektedirler. Amaçları, ABD-İsrail arasındaki özel ilişkiyi geliştirip güçlendirmek, Siyonist İsrail’in her koşulda desteklenmesini sağlamaktır.
Başkanlığını Siyonist Yahudi Alan Solow, yardımcılığını Malcom Hoenlein’in yaptığı bu örgütün ABD’nin birçok yerinde şubeleri bulunmaktadır.
Orta Doğu Forumu (MEF)
Amerika-İsrail çıkarlarını Orta Doğu’da korumayı, savunmayı temel ilke edinmişlerdir. Köktendinci İslamcılar olarak niteledikleri toprakları işgal altındaki Müslümanlara karşı savaşılmasını, ABD’nin Gazze’de Filistinli Müslüman sivillerin üzerine misket bombaları yağdırmasını, Gazze’ye su ve yakıt gönderilmesinin engellenmesini istemektedirler.
Başkanı ünlü Siyonist Yahudi Daniel Pipes olan bu lobi günümüzde, Amerikalı politikacılara bol miktarda rüşvet dağıtarak İran’a savaş açılmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Amerika Siyonist Örgütü (ZAO)
1897’de kurulmuş olup, 50 bin üyesi bulunmaktadır.
Siyonist Yahudi Morton Klein’ın başkanlığını yaptığı bu lobi, milletvekillerine rüşvet dağıtarak Kudüs’ün İsrail yönetiminde kalmasını, sürekli olarak Hamas’a saldırılmasını sağlamaktadır. Bu Siyonist lobi bugünlerde, Suriye ve Suudi Arabistan’a ambargo koydurmaya çalışmaktadır.
ABD’deki Siyonist lobilerle ilgili çok özet bilgiler bu kadar.
Şimdi size, işte bu lobilerden, iki devlet adamımızın nasıl yardım dilendiğini anlatacağım.
Sözde Ermeni soykırımının yeniden ısıtılıp ABD’de gündeme sokulduğu bir dönemde, Siyonist İsrail Devlet Başkanı Moşe Katsav, 8 Temmuz 2003 günü resmi davetli olarak Ankara’ya gelir. Çankaya Köşkü’nde onuruna bir yemek verilir. Davetliler arasında Türk Musevi Cemaati Başkanı Bensiyon Pinto da bulunmaktadır. Yenilir, içilir, samimi bir sohbet havasında nutuklar çekilir. Saat yirmi üç sularında davetliler köşkten ayrılırken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Bensiyon Pinto arasında şöyle bir konuşma geçer.[1]
Başbakan- Senden bir ricam var. Sayın Katsav’a sözde soykırımla ilgili yaşadığımız sıkıntıdan söz eder misin? Amerika konusunda bir şeyler yapmamız lâzım, bize bir el versin.
Bensiyon Pinto- Elimden geleni yapacağım.
Birbirlerine iyi geceler diler ve ayrılırlar. Ertesi sabah Bensiyon Pinto uçakla İstanbul’a döner. Siyonist İsrail Devlet Başkanı, Efendi Terörist Moşe Katsav[2] da özel uçağı ile İstanbul’a gelir. Kendisine Neve Şalom Sinagogu’nda özel bir tören düzenlenir. Törenden dolayı çok memnun olan Katsav ve eşi ile birlikte Boğaz’da tekne turuna çıkılır. Bensiyon Pinto, Katsav’ın yanına oturur. Sohbet sırasında sözde Ermeni soykırımı konusunda devletin yaşadığı sıkıntıları anlatır. Sonra birden Katsav’ın eline telefonu uzatır ve ABD ile yapacağı görüşmeyi hemen o anda yapmasını isteyecek kadar ileri gider. Katsav, ABD’ye telefon eder ama aranan kişi yerinde bulunamaz. Hiç kuşkusuz aranılan kişi, güçlü Siyonist lobilerinden birinin başkanıdır. İsrail’in Efendi Terörist Devlet Başkanı Moşe Katsav, şu sözü verir:
“Başbakanına selam ve sevgilerimi ilet. Sana söz veriyorum, bu işi Moldova’ya inmeden halledeceğim.”
Aynı günün gecesinde İstanbul’da Kadir Topbaş’ın oğlunun düğünü vardır. Davetli olan Bensiyon Pinto, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın masasının hemen yakınındaki bir masada oturmaktadır. Gece on bire yirmi beş kala Bensiyon Pinto’nun telefonu çalar. Arayan, Moşe Katsav’dır. Kısaca şöyle der:
“Başbakanına söyle, bu iş bitti.”
Bensiyon Pinto masasından kalkar, Recep Tayyip Erdoğan’ın masasına yaklaşır. Kulağına eğilerek:
“Telefon geldi, o iş halledildi”
deyip yanından ayrılır.
‘Görevimiz Tehlike’ dizisindeki maceralara benzer biçimde heyecanlı geçen olay bu. Şimdi bu olayı ciddiyetle irdeleyelim.
T.C. Başbakanı, resmi davetlisi İsrail Devlet Başkanı ile Ankara’da bir araya geliyor. Ama kendisiyle, sözde Ermeni soykırımını baş başa konuşamıyor, ondan bu konuda destek istemekten korkup çekiniyor!
Peki, ne yapıyor?
Tüzel kişiliği olmayan bir cemaatin, hiçbir resmi unvanı olmayan başkanından yardım dileniyor!
Hani, T.C. Devleti çok güçlüydü! Güçlü bir devletin ulusal onur sahibi bir başbakanı böylesine zavallı bir duruma düşer mi?
İşte ikinci örnek:
Günümüz CHP’sinin ‘ağır toplarından’ İstanbul milletvekili Şükrü Elekdağ anlatıyor:[3]
“Ben ABD’de büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi’ye telefon ederdim. 48 saat içinde uçağa atlar gelirdi. Washington’da, Kongre’de Kamhi, Yahudi Lobisi’yle mücadele eder, Yahudi Lobisi’ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O bakımdan çok büyük yardımları olmuştur.”
Fakir Türk halkı, Şükrü Elekdağ adlı çocuğunu ilk, orta, lise ve üniversitede okutmuş. Fransa’ya göndermiş, Paris Üniversitesi’nde hukuk doktorası yapmasına olanak sağlamış. Daha sonra tutmuş, onu ABD’ye Büyükelçi olarak yollamış.
Peki, bütün bu emeklerin karşılığında Şükrü Elekdağ ne yapmış?
Her zora girdiğinde sarılmış telefona, hiçbir resmi unvanı olmayan T.C. vatandaşı bir işadamından, aman ne olur hemen uçağa atla gel, benim burada başım dertte, Siyonist lobilerle baş edemiyorum, gel beni kurtar, diye yardım dilenmiş!
Peki, devletimiz onu ABD’ye bostan bekçiliği yapsın diye mi göndermiş? Madem bu işi beceremiyordu, neden onurlu davranıp istifa etmemiş? Sırf Yahudi kökenlidir diye bir vatandaşımızı, ta İstanbul’dan Washington’a başı sıkıldıkça çağırmaktan, ondan yardım dilenmekten hiç utanmamış mı?
Siyonist lobilerle baş edebilmek için, hiçbir resmi unvanı olmayan Yahudi kökenli bir vatandaşımızdan yardım dilenen, sonra Türkiye’ye dönüp yıllarca TBMM’de milletvekili olarak caka satan Şükrü Elekdağ’a yakışacak bir ad, ben bulamadım, acaba siz ne dersiniz?
Şükrü Elekdağ’ın ABD hayranı, AB Mandacısı ve Siyonist İsrail devleti dostu olduğunu söylemem, sizin ona uygun bir ad bulmanızda yardımcı olabilir mi?
Yılmaz Dikbaş
.............................. ..................
bende bulamadım istersen site ailesi olarak ortak bir ad bulup koyalım ne dersin serdalcım
ben bulurumda beni siteden atarlar gibi geliyor bana çünkü böylesi insanlar çok afedersin hayvan adını bile haketmiyor bu yüzden kendimi bir değersiz mahluk için siteden etmeyim diyorum canım benim paylaşım için teşekkür ederim.
ben düşündümki biz gece kuşlarınada bir sayfa açalım hani varya iyi geceler
hayırlı cumalar falan
bizde hayırlı seherler nasıl çünkü seher vaktine kadar burdayız
şaka bir yana hayırlı sabahlar bizede dimi varmıydı be hiç yabancıma gelmedi boş yeremi açıyorum yoksa neyse varsa kapatırlar geri önemli değil dimi ama
Klimasuyu
18.10.2009, 06:23
Günaydın Sivas'ın yiğideleri ve yiğitleri
Sabah sabah yazmak istedim beğitleri
Doğan ÜRGÜP kesiyormuş söğütleri:)
Günaydın Sivaslılar, hayırlı sabahlar olsun...
Orası soğuktur, sabah ayaz olur
Ancak mayıstan sonra yaz olur
İki yüzlü insanı seyrek olur, az olur
Günaydın Sivaslılar,eviniz neşeyle dolsun...
ABDULLAH DUMAN
18.10.2009, 09:17
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Şevval Sam - Lucy Lawless
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Koray Aydın - Nihat Hatipoğlu
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Mehmet Yıldız - Sinan Şamil Sam
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Mehmet Ali Alabora - Hrithik Roshan
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Paris Hilton - Ece Filiz
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Pelin Karahan - Katie Holmes
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Salih Neftçi - Şeyh El Maktum
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Sertab Erener - Zeynep Casalini
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Spartalı - Caner
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Teoman - Amitabh Bachchan
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Kofi Annan - Morgan Freeman
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Melih Gökçek - Mahir Güllü
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Robert De Niro - Avni Danyal
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Snoop Dog - Song
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
ilk tespitlerime göre en çok bunlar benzemiş gibi geldi bana
memoli dışında hepside birbirine çok benziyor
mehmetali alabora diğerinden daha yakışıklı ağzı burnu daha küçük.
65serdal58
18.10.2009, 14:15
iyi olur be abla:)
*AHISKALI*
21.10.2009, 23:09
New York American Museum of Natural History’de geçen hafta sunulan bu kilim hiçte sıradan değil. Dünyada eşi benzeri olmayan kilim 4 senelik azimli bir çalışmanın ürünü. Tamamiyle örümcek ağından dokunmuş ve toplam maliyeti yarım milyon dolar civarlarındaymış.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Kilimin rengi altın sarısı, ve bunu Nephilia türünden olan, altın çark ören örümceğin ipeğinin doğal rengine borçlu.
Kaynak: Bydigi Forum [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Peki bunu nasıl yaptılar? Anlatıyım. Aslında ilk örümcek ipeğiyle dokunan kilim 1900′lü yıllarda Fransız bir misyonerin çabaları sayasinde dokunmuş. Madagascar’da yaşayan Simon Peers de bu misyonerin tekniğini kullanarak becerebilmiş bu zor ve ürpertici işi. Ufak bir makine örümceği sabit tutarken, salgılanan ipek bir çubuğa makara gibi dolanıyor. E ama örümcekleri nerden buluyorlar? Her sabah saat 4te yaklaşık 80 kişi çıkıp örümcekleri topluyor. Kutulara konulan örümcekler numaralandırılıyor ve ipeği alınan örümcek 20 dakika sonra doğaya geri bırakılıyor.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Simon ile birlikte bu işe girişen modacı Nicholas Godley’de şöyle diyor; “Evet, insanlar bizi çıldırmış sanıyorlardı. Örümceklerle çalışmak isteyen işçi bulmak kolay değildi çünkü bir çok kişinin örümcek fobisi olduğuna inanıyorum.”
Bu arada kilim 3.3 x 1.2 metre ebatlarında
alıntıdır...(tatteravalli)
65serdal58
22.10.2009, 19:47
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Kanuni Sultan Süleyman döneminden bir öykü anlatılır:
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar… Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir… “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.
Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Neme lâzım be Sultânım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…”
Bu kıssadan payımıza düşen bir hisse olabilir mi? Elbette bu öykü, aptallar ve hainler için bir anlam ifade etmez…
Bir toplumda düzeni ve ahengi, Adalet sağlar… Eğer ki Adalet; mazlumun hakkını koruyamıyor ve zalimin çığırtkanlığına dur diyemiyorsa yönetim iflas etmiş, kargaşa başlamış demektir…
Allah, Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresi 178 ve 179. Ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı…” “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.”
Kısas hukuki bir haktır. Kanunların gereği ne ise, Devlet eliyle uygulanır. Eğer bu dünyada gerekli ceza uygulanmamışsa kişi ahirette hakkını alacaktır…
Binlerce vatan evladını şehit eden teröristleri af etmek, hangi hukuk anlayışında var?
İsa Peygambere atfedilen “sana bir tokat vurana, sen öbür yanağını çevir” anlayışına hiç bir zaman uymayan Hıristiyanlık alemi kısasa kısas uygularken, galiba Türk-İslam alemi her tarafını açarak vurdurmaya alıştırılmış!!!
“Hükümetlerin icraatı menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse bütün kusur ve kabahatlara katılmış demektir” ATATÜRK (28.12.1920)
YILMAZ KARAHAN
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
ismail 58
22.10.2009, 19:48
hemde nasıl......
millet olarak......
neme lazımcı mıyız ki? görmedim, duymadım, bilmiyoruuummm...
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Yağmurlu bir günde pencereden dışarı bakan küçük bir çocuğun gözlerinde saklı kaldı zaman. Aynı bakış, aynı duygu yıllar süren bir birlikteliğin ölümle son bulduğu ömürlüm
gözlerde de vardı.
Zaman kavramı bir saat kadranında dönüp duran bir akreple yelkovandan daha fazlasıydı onlar için. Birine göre uzun bir yolculuğa çıkmış olan babasının elinde oyuncaklarla
yolun başından görünmesiydi. Diğerine göre ise yine uzun bir yolculuğa çıkmış
ama dönmeyecek olan hayat arkadaşının, can yoldaşının peşinden gitmesiydi,
gidebilmesiydi…
Fakat her iki bekleyişte de ortak bir kelime vardı: “Vuslat”…
Uğruna ömürler verilebilecek zaman dilimi…
Ötelerden beridir öyle sürüp gelmemiş miydi?
Her zaman ve mekanda sürekli birileri bir şeylerin hasretini çekip vuslat anını beklememiş miydi? Kimisi bir dünya nimetine, kimisi cennet bahçesine, kimisi Hz. Yusuf’a, kimisi Leyla’ya hasret değil miydi ve bu hasretin vuslatını beklememiş miydi?
Hz. Mevlana ölüm gününü sevgiliye kavuşma anı diye adlandırıp o güne Şeb-i Arus dememiş miydi?
Aşıkların sazına döküldü, beste beste türkü olup düştü yüreğimize vuslat. Yeri geldi bir “Kara Tren” oldu gözlerimizi yollarda bıraktı. Yeri geldi ucu yanmış bir mektup oldu
sevgilinin kokusunu taşını kilometrelerce uzağa. Yeri geldi Ankaral oldu yüreğimize işletti imkansızlığını.
Ama ne umutsuzluğa gark etti hasretle yanmış gönülleri, ne de olmayacak bir umut verdi umuda aç gönüllere.
Yürekte sızısı bulunmayan bilemez elbette hasreti, bilemez elbette vuslatı. Ve gönülden
sevmeyen, bir insanı, çiçeği, böceği belki de bir ideali, hasret çekemez. Hani derler
ya “Yürek yanmadıkça göz yaşarmaz” diye, hasret bir yürek yangını olup konmadıkça göğüs kafesine, vuslat bir gözyaşı olup dökülmez gönüllere.
Hasreti acı bir zulüm olarak görenler ardındaki bu hikmeti anlayamadılar elbette. Çünkü göz zahirle yetinirken gönül ötelere erişmek istedi. Bunu da ancak hasretin ateşiyle pişip, yandıktan sonra vuslata erişerek başarabilirdi.
alıntı
65serdal58
02.11.2009, 09:59
GENELKURMAY BAŞKANLARINA…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
(1984 ten itibaren Genelkurmay Başkanlığı yapmış/yapmakta olan Genelkurmay Başkanlarına…)
Sayın Paşalar,
Türk Milleti olarak askeri ortaokul/liselerden itibaren sizleri okuttuk, herbirinize tegmenliğinizden albaylığa kadar hiçbir başarı/meziyet gözetilmeksizin iş garantili bir hayat sunduk. Bu ulkede on tane işveren değiştirip güç bela 5000 prim gününü doldurup 600 Tl emekli maaşına bağlanabildiğine şükreden milyonlar varken her bir emekli albayımıza da 2,5-3 milyar emekli maaşı bağladık. Sizlerinde malumudur ki bugün emekli olupta yazlık-kışlık evini, megane arabasını alamamış ve çocuklarını okutamamış emekli albay sayısı pek fazla değildir.. Durum böyleyken Generalliğin getirdiği ekstra imkanlara değinmeye gerekte yoktur.
Peki millet olarak sizlerden ne bekledik?
İrticai tehditlerle mücadele etmenizi bekledik.
Atatürkçülüğe sahip çıkmanızı bekledik.
Türk Ulusunu tehdit eden bölücü terörü kavramanızı bekledik.
Bölücü terörle etkin mücadele etmenizi bekledik.
Türkiyenin üniter yapısını kollamanızı bekledik.
Hata mı ettik? Bunları bekleyerek ayıpmı ettik? Haddimizi mi aştık?
(Yoksa bunlar sizin ödevleriniz arasında değilmi? Değilse her fırsatta Türkiye Cumhuriyetini koruma kollama azminden dem vuruşunuz ve hatta bu uğurda darbe bile yapışınızın başka sebeplerimi var?)
Peki, sizler ne yaptınız?
İrticai akımlara en büyük itici gücü veren 12 Eylül darbesini yapan kimdir?
Her gelen siyasi iktidarın ”Atatürkçüyüz”diye diye Atatürkçülüğün altını oymasını engelleyemeyen kimdir?
Bünyenizdeki istihbaratçıların malum bölgeyle ilgili tespit ve raporlarını okumayan yada okuduysa bile anlamayan veyahut hasıraltı eden kimdir?
Geceleri 100-200 hatta 500 kişiyle basılan dağbaşındaki karakollarda 50-60 kişilik personeli kaderleriyle başbaşa bırakıp, basıldıklarında sabah gün ağarana kadar yardımlarına koşamayan kimdir? Harbiye Orduevini satılıp, parasıyla en az 20 tane modern karakol yapılabilecekken ödenek yokluğundan karakol inşaatlarının yarım bırakıldığını itiraf eden kimdir?
Bölücü terörle 25 sene mücadele ettikten sonra kim asfaltlanmayan yollar ve hala uzmanlaştırılamayan komando tugayları noktasına gelmiştir? Fiyasko sınıriçi/sınırötesi operasyonlara imza atan kimdir? Show haber kameralarinin binek otomobille girdigi meşhur Kandile giremeyen kimdir?
Bir bakanlıkta bir rezalet haberini aldığında muhtemelen ”ne gamsız bakanmış bu, istifa etmiyor!” serzenişinde bulunup Türk Subaylarının kafasına çuval geçirildiğinde koltuğundan kımıldamayan kimdir?
Aktütün, Dağlıca vb. gibi yaşanan her felaketin ardından topu ‘’siyasi irade”ye atıp, sorumlu olarak ‘’siyasi irade”yi işaret eden ama dağbaşında basılan karakollardaki personelin teröristi takip edip imha edemeyişiyle siyasi iradenin ne ilgisi olduğunu açıklayamayan kimdir?
Bir kuvvet komutanının 2 milyon dolarlık evi konu edilirken çıkıp ”hangimizin 2 milyon dolarlık mal varlığı yokki?” diyemeyerek sözkonusu komutanın sucunun carpitilmasina gözyuman kimdir?
Devlet kademelerindeki israf binbir türlü vergi yükü altında inim inim inleyen vatandaşın haklı tepkisini çekerken emeklilik keyfi için kendisine üstelik bir korgeneral nezaretinde lüks araba getirtilen kimdir?
En nihayetinde kendisine miras kalan Atatürkün ordusuyla 5000 kişilik eşkiyanın hakkından gelememekle ister istemez bugün yaşanan hayret verici tabloların hazırlayıcısı olan kimdir?
Vatan ve millet için elini taşın altına koyan gazi ve şehit yakınlarımızın artık yıllardır kendilerine okunan boş nutukların, boş demeçlerin farkına varıp Devlete küsmenin ötesinde kullanıldıkları hissiyle devletlerine öfke duyar hale gelmeleri son derece üzüntü vericidir, bu duruma yolaçıp devleti tartışılır hale getirmek kimsenin harcı değildir.
Her fırsatta eşzamanlı olarak görev yaptığınız siyasilerle uyum içinde çalışıldığı mesajı vermeniz karşısında vatandaşın olumsuz gidişatın faturasını sizlerede kesmesi son derece doğal değilmidir?
Ortada bir Siyasi irade zaafiyeti var ise ve kayıplarımızın sebebi bu zaafiyet ise vatandaşın bedelini canıyla ödediği bu zaafiyete rağmen o makamlarda oturulmaya devam edilmesine ne hoş bakması düşünülebilir nede hakkını helal etmesi…
Bugün gelinen durumu bu vatanın asker ve sivil evlatları 15-20 sene öncesinden yazıp çizmişken gelinen nokta, icimizden birilerinin ya bunları anlamadığı, ya öngöremediği yada görmezlikten geldiğinin düşünülmesine yolaçıyor.
Sizce hangisi Paşam???
Barış AYKUL
aykulbaris@gmail.com
haklı söze ne denirki eline sağlık serdalcım çok güzel bir konu açmışın teşekkür ederim kardeşim daha neler neler var ama henüz yastık altında böylesi insanlık dışı yaratıkların rabbim elbet cezasını verir o yavruların kanı yerde kalmaz herhalde milletin üstünden aldıkları emekli parasınında o dünyada ellerimiz yakasında olur elbet şahsım olarak ben helal etmiyorum binlerce yetim öksüz ün rızkıyal getilen lüks arabalar yazlık kışılk evler helalmi allah sormuycakmı ben rabbime haval ediyorum.
65serdal58
04.11.2009, 14:03
,,,,,,,,,,,,,,,konu güncellemesi,,,,,,,,,,,,,,,,
65serdal58
05.11.2009, 22:41
ALDATMA OYUNUNUN, OYUNCAKLARI
“Hakikatı konuşmaktan korkmayınız” (ATATÜRK)
Sese, görüntüye ve bilgiye duyarlı olduğumuz andan itibaren birçok şeyle aldatıldığımızı ifade edememek te kendimizi aldattığımız gerçeğidir… O halde bu kandırma oyununda baş aktörler kimlerdir? Güç ve Yaşamdır…
Ana kucağında sevgi ile, baba ocağında şefkatle büyürken; masallardaki devlerin, olağanüstü varlıkların ve kahramanların, güçlerini ve büyüklüğünü hayal ettik, öcülerle tanıştık… Yokluğu varlığı, gördük… Düştük kalktık, güldük ağladık… “Bir kazmaya sap ol” dediler, biryerlere yapışmaya çalıştık… Tutunduk, sevindik… Gerçekler ile cebelleşmeye, fikirlerimiz için kavgaya başladık…
Ama bu tutunduğumuz kazmanın kime ait olduğunu ve nereyi kazdığını anlamadık. Çünkü; Bizler evde, okulda, çevrede “me-ma” ekli emirlerle büyütüldüğümüz için sosyal cesaretimizde eksiklikler oluşmuştur…
“Sorma” denildi, soramadık! Gerçek nedir öğrenemedik…
“Bakma” denildi, bakamadık! Yanlışları ve doğruları göremedik…
“Gelme” denildi, gelemedik! Mazlumların yanında olamadık…
“Söyleme” denildi, söyleyemedik! Hakkımızı isteyemedik…
“Yapma” denildi, yapamadık! Emanetleri koruyamadık…
Bizlere ne sunulursa doğru olarak kabul ettik. İtiraz edersek, kenarından köşesinden yapıştığımız kıytırık kazma sapının avuçlarımızın içinden kayıp gitmesinden korktuk… Böylece Milletçe kendi kuyumuzu, sürüne sürüne zoraki tuttuğumuz kazma ile kazdık!!!
Yalan; çok güçlü bir fikir olup yaşamın her alanında vardır… Yönetimler; doğrular, vaadler ve yalanlar üzerine kurulur. İnsanlığın var oluşundan bu yana doğrular ile yalanlar çatışmıştır. Doğruların hükmettiği bir yönetimde insanlık ve bilim yücelmiş, Yalanlar üzerine kurulu bir yönetimde ise insanlık sürünmüş, haksızlık yücelmiştir… Artık güç doğruları yapacakmış gibi vaadlerde bulunup ta, yalan ile aldatma oyununu sahneye koyanlarındır…
Ülkemizdeki siyaset bir bukalemun gibi değişik renklerde görünerek insanlarımızı aldatmaktadır. Kerameti kendinden menkul birçok kurtarıcı yalanlar ile kazma olmaya çalışıyor… İktidarın birçok icraatı yanlışmış… Olabilir… Ancak muhalefet doğrusunu söyleyebiliyor mu? Sürekli tenkit! Bu tenkitleri ve yorumları halkımızda yapıyor. Önemli olan sıkıntılardan kurtaracak bir çıkış yolu göstermek ve umut olmak, muhalefetin asli görevidir. Artık kandırılarak uyutulmaktan bıktık!
İçinde domuzluk olan bir grip hastalığındaki teşhis ve tedavi yöntemlerinde bile yalan var ise;
Yaşamak için ya bu aldatma oyununun, yalancı bir oyuncağı olacaksın!
Ya da, milli ve manevi değerlerinle insanca yaşamak için;
Soracaksın!
Bakacaksın!
Geleceksin!
Söyleyeceksin!
Yapacaksın!
YILMAZ KARAHAN
altuntas58
05.11.2009, 22:53
Sorma” denildi, soramadık! Gerçek nedir öğrenemedik…
“Bakma” denildi, bakamadık! Yanlışları ve doğruları göremedik…
“Gelme” denildi, gelemedik! Mazlumların yanında olamadık…
“Söyleme” denildi, söyleyemedik! Hakkımızı isteyemedik…
“Yapma” denildi, yapamadık! Emanetleri koruyamadık…
İçinde domuzluk olan bir grip hastalığındaki teşhis ve tedavi yöntemlerinde bile yalan var ise;
Yaşamak için ya bu aldatma oyununun, yalancı bir oyuncağı olacaksın!
Ya da, milli ve manevi değerlerinle insanca yaşamak için;
Soracaksın!
Bakacaksın!
Geleceksin!
Söyleyeceksin!
Yapacaksın!
Tepkisiz hesap sormaktan aciz Koyun gibi millet olduk her şeyi sinemize cekiyoruz toplumlar layık olduğu sistemle yönetilirler demekki bizler bu yönetime layığız yapacak bir şey yok paylaşımınız için teşekkürler
65serdal58
05.11.2009, 23:06
“Sorma” denildi, soramadık! Gerçek nedir öğrenemedik…
“Bakma” denildi, bakamadık! Yanlışları ve doğruları göremedik…
“Gelme” denildi, gelemedik! Mazlumların yanında olamadık…
“Söyleme” denildi, söyleyemedik! Hakkımızı isteyemedik…
“Yapma” denildi, yapamadık! Emanetleri koruyamadık…
Bizlere ne sunulursa doğru olarak kabul ettik. İtiraz edersek, kenarından köşesinden yapıştığımız kıytırık kazma sapının avuçlarımızın içinden kayıp gitmesinden korktuk… Böylece Milletçe kendi kuyumuzu, sürüne sürüne zoraki tuttuğumuz kazma ile kazdık!!!
Yalan; çok güçlü bir fikir olup yaşamın her alanında vardır… Yönetimler; doğrular, vaadler ve yalanlar üzerine kurulur. İnsanlığın var oluşundan bu yana doğrular ile yalanlar çatışmıştır. Doğruların hükmettiği bir yönetimde insanlık ve bilim yücelmiş, Yalanlar üzerine kurulu bir yönetimde ise insanlık sürünmüş, haksızlık yücelmiştir… Artık güç doğruları yapacakmış gibi vaadlerde bulunup ta, yalan ile aldatma oyununu sahneye koyanlarındır…
Ülkemizdeki siyaset bir bukalemun gibi değişik renklerde görünerek insanlarımızı aldatmaktadır. Kerameti kendinden menkul birçok kurtarıcı yalanlar ile kazma olmaya çalışıyor… İktidarın birçok icraatı yanlışmış… Olabilir… Ancak muhalefet doğrusunu söyleyebiliyor mu? Sürekli tenkit! Bu tenkitleri ve yorumları halkımızda yapıyor. Önemli olan sıkıntılardan kurtaracak bir çıkış yolu göstermek ve umut olmak, muhalefetin asli görevidir. Artık kandırılarak uyutulmaktan bıktık!
İçinde domuzluk olan bir grip hastalığındaki teşhis ve tedavi yöntemlerinde bile yalan var ise;
Yaşamak için ya bu aldatma oyununun, yalancı bir oyuncağı olacaksın!
Ya da, milli ve manevi değerlerinle insanca yaşamak için;
Soracaksın!
Bakacaksın!
Geleceksin!
Söyleyeceksin!
Yapacaksın!
birilerin tepede olması için birilerinin ayak altında olması gerekiyor modern dünyanın modern yaşamı...
ne diyelim bu oyunu yapanlara allah koymasın inşallah.bir sürü masumun mazlumun ahını günahını alıyorlar rabbim büyüktür kimin ettiğini yanına koyduki şimdiye kadar bunlarınkini koysun.
sibelYILMAZ
10.11.2009, 08:13
> Patron Sekretere :
> Bir haftalığına iş için yurtdışına çıkacağız. Ona göre hazırlan.
>
> Sekreter kocasını arar :
> Patronla bir haftalığına yurtdışına çıkacağız. Sen başının çaresine
> bakarsın.
>
> Kocası sevgilisini arar :
> Karım bir haftalığına yok. Bu haftayı beraber geçirelim.
>
> Sevgili Özel ders verdiği minik çocuğu arar :
> Bu hafta sana ders veremicem. Gelmene gerek yok.
>
> Minik çocuk Dedesini arar :
> Dedecim. Bu hafta dersim yok. Öğretmenim yok.Bu haftayı beraber geçirelim.
>
> Dede (1.bölümdeki patron olur) sekreterini arar :
> Bu haftayı torunumla geçireceğim. Gezimiz iptal oldu. Gidemicez.
>
> Sekreter kocasını arar :
> Gezimiz iptal oldu. Gidemicez.
>
> Koca sevgilisini arar :
> Bu hafta beraber olamıcaz. Karımın gezisi iptal oldu.
>
> Sevgilisi ders verdiği minik çocuğu arar:
> Bu hafta sana ders verebileceğim. İşlerim ipt al oldu.
>
> Minik çocuk Dedesini arar :
> Dedecim. Öğretmenimin işleri iptal oldu. Bu hafta beraber olamıcaz. Çok
> üzgünüm.
>
> Dede sekreterini arar :
> Merak etme. Bu hafta yurt dışına çıkabileceğiz. Hazırlıklarını yap...
sibelYILMAZ
10.11.2009, 08:24
Soru 1-O gün sabah telefon açıp günaydın demedi
a- Uyuyakalmıştır.
b-Acele işi çıktı herhal
c-Kesin aldatıyo d-Hepsi
e-Hiçbiri
Soru 2- Randevu saati 5 dakka geçti
a-Trafiğe takılmıştır şimdi gelir
b-Adresi söylemişmiydim acaba?
c-Bu kesin beni aldatıyo
d-Hepsi
e-Hiçbiri
Soru 3- Cepten ulaşılamıyor
a-Şarja koymayı unutmuş olabilir
b-Müsait değil herhalde birazdan açar
c-Yok yok bu kesin aldatıyo
d-Hepsi
e-Hiçbiri
Soru 4- Yarın doğum gününüz ve bu konuda tek laf etmiyo
a-Hatırlamadı herhalde
b-Yok canım sürpriz yapacaktır
c-Bu körolasıca beni kesin aldatıyo d-Hepsi
e-Hiçbiri
Soru5- Şehir dışına çıktı. Bu aralar inmiştir ama niye aramadı
a-Otobüs rotar yapmıştır
b-Telefon arıyordur
c-Bu gurbet elde beni aldatıyo kesin
d-Hepsi
e-Hiçbiri
Soru6- Yan masadaki bayanla 1 saniye gözgöze geldiler
a-tanıdık herhalde
b-birine benzetmişti
c-tü utanmaz bi de benim yanımda yapıyo,kesin aldatıyodur
d-hepsi
e-hiçbiri
Yanıtların hepsinin c olduğunda durumu söylemeye gerek yok sanırım :D:D:D
Kardelencicegi
11.11.2009, 15:19
Aldatıldığınızı nasıl anlarsınız?
Aldatan erkeğin’ portresi
• ‘Dipteyim’, ‘sondayım’, ‘depresyondayım’ diye ortalarda dolaşan sevgiliniz, bir gün kalkıp
"Yaşamak ne güzel şey be kardeşim" diye iç çekerse.
• İş hayatında birdenbire yükselir,
"Sana neler alacağım sevgilim" bak bu daha başlangıç deyiverirse.
• Cep telefonuna her mesaj gelişinde
‘Turkcell Bilgi Hattı maç skoru yolluyor, yeter artık’ diye şikayet ediyorsa.
• Telefon defterindeki erkek arkadaş numaralarında garip bir artış gözleniyorsa.
• Size zırt pırt sarılıp ‘Aman da ne şekermiş’ gibi baba şefkati göteriyorsa.
• Ona neredesin diye sorduğunuzda
"Jandarma mısın kardeşim" diyerek sizi azarlar ve işi kavgaya kadar götürürse.
• Akşam eve geç geldiğinde "Bıktım bu toplantılardan artık" diyerek oflayıp pufluyor,
"Gel seninle şöyle başbaşa bir tatile çıkalım haftaya" diyor ve asla o tatil programı bir türlü gerçekleşemiyorsa.
• Sürekli sizin onu aldattığınızdan paranoyaklık derecesinde şüpheleniyor ve sizin ona sormanız gereken
soruları tüm incelikleriyle o size soruyorsa.
• Araba küllüklerinde ‘More’, ‘Eve’, ‘Captain Black’ gibi kullanmadığı uzun keyif sigarası izmaritleri varsa.
• Kredi kartı ekstrelerinde en çok Marks and Spencer’dan yapılmış alışveriş harcamaları gözüküyorsa.
Beni kaybetmeyi göze alani, ben kazanmak icin ugrasmam. :)
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
barikat58
14.11.2009, 09:33
MUHTACIZ
Ülkemiz cennet amma,
gülü bırak ota muhtacız,
sözde tarım ülkesi amma,
buğdayı bırak çöpe muhtacız.
Etrafı deniz ile çevrili,
bir bardak suya muhtacız,
mecliste bir sürü millet vekili,
biz ise bire muhtacız.
Bir zaman avrupayı titreten,
şimdi bir hiçe muhtacız,
herkes konuşuyor amma,
doğru söylenen söze muhtacız.
Nevar ne yok yedik bitirdik,
kurbandaki deriye muhtacız,
herkes çok akıllı amma,
biz bir deliye muhtacız.
Bütün dünya düşman türke,
İMF bindi tepemize,
bak hele başımızdaki hiçe,
bir başa muhtacız.
UCAY
Dilsad Hatun
14.11.2009, 13:40
Nevar ne yok yedik bitirdik,
kurbandaki deriye muhtacız,
herkes çok akıllı amma,
biz bir deliye muhtacız.
Tesekkurler .
*AHISKALI*
16.11.2009, 23:04
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
sibelYILMAZ
19.11.2009, 08:41
SÜPERRRRRRRRRR TEŞEKKÜRLER BU GÜZEL PAYLAŞIM İÇİN....
sibelYILMAZ
19.11.2009, 09:22
MUHTACIZ
Ülkemiz cennet amma,
gülü bırak ota muhtacız,
sözde tarım ülkesi amma,
buğdayı bırak çöpe muhtacız.
Etrafı deniz ile çevrili,
bir bardak suya muhtacız,
mecliste bir sürü millet vekili,
biz ise bire muhtacız.
Bir zaman avrupayı titreten,
şimdi bir hiçe muhtacız,
herkes konuşuyor amma,
doğru söylenen söze muhtacız.
Nevar ne yok yedik bitirdik,
kurbandaki deriye muhtacız,
herkes çok akıllı amma,
biz bir deliye muhtacız.
Bütün dünya düşman türke,
İMF bindi tepemize,
bak hele başımızdaki hiçe,
bir başa muhtacız.
UCAY
tek kelimeyle süperrrrr bir anlatım ve çokta doğru katıldığım noktalar....
sibelYILMAZ
19.11.2009, 09:44
İnsanlık adına herşeyi kabul eder olduk insanlıktan çıktık, ne diyeyim ki Rabbim gören gözler ve vicdanlı insanlar nasip etsin dünyaya, bu gidişin sonu iyi değil çünkü her alanda her manen insanlığı kaybediyoruz herşeye amenna diyerek inancımızı dahi büyük ölçüde zedeliyoruz .... Çözümleri bulur ve insanlığa doğru ilerleriz inşallah....
Dilsad Hatun
19.11.2009, 23:04
İnsanlık adına herşeyi kabul eder olduk insanlıktan çıktık, ne diyeyim ki Rabbim gören gözler ve vicdanlı insanlar nasip etsin dünyaya, bu gidişin sonu iyi değil çünkü her alanda her manen insanlığı kaybediyoruz herşeye amenna diyerek inancımızı dahi büyük ölçüde zedeliyoruz .... Çözümleri bulur ve insanlığa doğru ilerleriz inşallah....
Din'de bile Taviz vermis bir Ülkede , aslinda Vatani bölmek çok kolay olur .
Vatan sevgisi imandan gelir diyoruz velakin Tekbir çeken gençler provakator , Basortulu bacilarimiz gerici , Hocalarimiz Yobaz ...Vs...:rolleyes:
Kurtuluş Savası, dünyadaki en meşru, en haklı ve en kutsal savaşlardan biri. Kazanılan zafer üzerine bugüne kadar çok söz edildi. Kurtuluş Savaşı eskilerde mi kaldı?.. bu ülkenin verdiği bağımsızlık kavgasını konu alan bir eser yüzlerce baskı yapıyor ve 400.000'den fazla insan tarafından gözyaşları arasında okunuyorsa sorunun cevabı çok net: "Hayır!" Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla; gücünü Anadolu topraklarından alan bir ulusun "İsimsiz kahramanlar" albümünden insan manzaraları...
Kurtuluş Savaşının ilk günlerinde doğru dürüst ne kılıçları, ne de mızrakları vardı. Eksiklikleri giderildiğinde Yunanlılar için en korkulan güç oldular. Büyük Taarruz'da, Süvari Kolordusu sel gibi akarak düşmanın kaçış yollarını kesecekti...
Anadolu yanan gözleriyle duruyordu bu dünyanın üzerinde. İzmir, Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar; 1919'un Mayıs ortalarından Haziran ortalarına kadar düşmüştü. Adana, Antep, Urfa, Maraş dövüşüyordu... Murat Nehri, Canik Dağları ve Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak, Gültepe, Tilbeşar Ovası İngilizlerle boğuşuyordu. Aksu ile Köpsu, Karagöl ile Söğüt Gölü, belki de ilk kez görüyordu İtalyan'ı. Çukurova, Seyhan ve Ceyhan Fransızlara bakıyordu.
Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı üzerine yazılmış en güzel esere, "Kuvva-i Milliye" destanına
"Ateşi ve ihaneti gördük"
diye başlar,
"Dayandık"
diye sürdürür:
"Dayandık her yanda,
dayandık İzmir'de, Aydın'da,
Adana'da dayandık.
Dayandık, Urfa'da, Maraş'ta, Antep'te..."
20. yüzyılın ilk yıllarından beri bir kavgadan ötekine sürüklenen ülke, müttefikleriyle birlikte Büyük Savaş'tan yenik çıkmıştı. Bu topraklarda yaşayan hemen her ailede ya bir gazi vardı ya da bir şehit. Umutlar tükenmiş, bezginlik ve çaresizlik artmış, teslimiyetçilik dalga dalga yayılmıştı.
İşte böyle bir ortamda, bir "Çılgın Türk"ün önderliğinde, "Çılgın Türkler" ortaya çıktı ve yedi düvele karşı kavgayı başlattı. Bu kavga, Anadolu'nun tek vücut, tek yürek olan insanların hayranlık duyulacak destanlarıyla kazanıldı.
Kadınlar, bizim kadınlarımız...
Kurtuluş Savaşı'ndaki "Çılgın Türkler"in birbirlerinden farkı yok. Ancak; anamız, avradımız, bacımız ve de yârimiz olan kadınların o akıl almaz, o çılgınca fedakârlıkları olmasaydı, bu savaş nasıl kazanılırdı? Bu, günümüzde bile kimsenin kolayca cevaplayamayacağı bir soru.
Savaş galipleri arasında çıkar çatışması başlamış, geleceğe dönük planlar müttefikleri yol ayrımına getirmişti. Çukurova, Antep, Urfa ve Maraş'ta "Çılgın Türkler"den umulmayan bir direniş gören Fransa, Ankara hükümeti ile anlaşma yolları aramaya girmiş, Fransız temsilcisi Franklin Bouillon, Ankara yollarına düşmüştü. O günlerde, Türk ordusunun silah ve cephane ihtiyacı İnebolu üzerinden karşılanıyordu. Özellikle İstanbul'da, işgal güçlerinin denetimindeki depolardan çeşitli yollarla kaçırılan silahlar ve cephaneler, küçüklü büyüklü teknelerle İnebolu'ya getiriliyor, buradan da "İstiklal Yolu" üzerinden cepheye götürülüyordu. Hangi araçla mı? Kağnılarla tabii. Başka araç yoktu ki!
"... Genç adam 'uğurlar olsun anam' diye seslendi. Kolbaşı 'Sağ ol oğul' dedi, elindeki sopayla öküzleri dürttü. Kağnılar, tekerlekleri inleyerek kımıldayıp yürüdüler. Kağnıcıların hepsi kadındı. Yalnız üçüncü kağnıyı 12 yaşında bir erkek çocuğu götürüyordu. Kadınlardan biri hamileydi. Yedinci kağnının yanında yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı. Bazı kadınlar, bebelerini torbalayıp sırtlarına bağlamışlardı. Konvoyu uğurlayan genç subaylardan birisi 'Ne mübarek kadınlar bunlar' dedi."
Öyleydiler...
Kağnı kamyonu yener mi?
Onlar, Franklin Bouillon'un Ankara yollarında gördüğü konvoylardan yalnızca birisiydi ve Fransız temsilcisi müthiş etkilenmişti. Şerefine verilen akşam yemeğinde, "kağnıcı kadınlar"ı anlata anlata bitiremiyordu. Sofrada geleceğe dair konuşuluyordu. Mustafa Kemal, girdikleri kavgayı kısaca özetledi F. Bouillon'a:
"Mösyö Bouillon, milli yeminimizin özü tam bağımsızlıktır. Yani; siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kısaca her hususta bağımsızlık! Türk milleti kanını tam bağımsızlığı sağlamak için akıtıyor."
Yemek bitip Mustafa Kemal odadan çıktığında, Bouillon, Birinci Meclis'in Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey'e (Tengirşenk) hayretle sordu:
"Yoksa siz aklınızdan kapitülasyonları kaldırmayı mı geçiriyorsunuz?"
"Evet Mösyö. Milli Mücadele toprak için yapılmıyor. Biz İstiklal için mücadele ediyoruz. Büyük Millet Meclisi kapitülasyonların kalktığını görmeden kılıcını kınına koymaz..."
Fransız diplomat gülmeye başlamıştı:
"Ah dostum! Azminizi ve sabrınızı temsil eden kağnı kollarını büyük bir hayranlıkla izledim. Ama gerçekçi olun ve bizimle uzlaşmaya bakın. Çünkü kağnı kamyonu yenemez!"
Franklin Bouillon, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Meydan Savaşı'nın bu kağnıların taşıdığı silah ve cephanelerle kazanılacağını nereden bilebilirdi ki...
"Şu bir liramı al kızım!"
Halide Edip (Adıvar), cepheyi görmek üzere trene bindi. Kompartımanda İstanbul'dan kaçıp gelen, İstanbul'un tanınmış ailelerinden birisinin kızı ile genç bir subay vardı. Sohbet sürerken, Halide Edip, genç subayın dizindeki yamayı eliyle örtmeye çalıştığını fark edince gülümsedi;
"Lütfen dizinizi örtmeye çalışmayın. Utanmayın da. O yama, bizim için İngilizlerin dizbağı nişanından çok daha değerli. Ordumuz, heybetini yoksulluğundan alıyor..."
Kütahya Eskişehir Cephesi'nde ölümüne savaşıldığı günlerde, Ankara Öğretmen Okulu'nun konferans salonunda, kadınlar Halide Edip’i dinlemek için toplanmışlardı. Ön sıralarda sıkma başlı, uzun mantolu, iskarpinli İstanbullular. Arkalarda rengârenk çarşaflı, potinli, mest lastik giymiş, yüzleri açık Ankaralılar. Halide Edip, çok tutumlu olduklarını duyduğu Ankaralı kadınların orduya yardım etmelerini sağlamak için bir konuşma yapacaktı;
"Bir hafta önce Eskişehir'deydim. Uçakları gördüm. Kanatlar ve gövde, özel keten kumaşla kaplanırmış. Bizimkiler kaput beziyle kaplıyorlar. Özel yapıştırıcı olmadığından kaput bezi, nal mıhı veya zamkla tutturuluyor. Bezin gerginliğini sağlamak için emayit kullanılırmış.
Bizimkiler, bezi kaynatılmış patates kabuğu ve paça suyuna tutkal, kola karıştırarak yaptıkları pelteyle kaplıyorlar. Ve pilotlar, gözlerini bile kırpmadan bu uçaklara binip havalanıyorlar. Kardeşlerim! Sizleri, milletin şerefini ve namusunu canından aziz bilen bu genç ve yoksul orduya yardıma çağırıyorum!"
Salonda çıt çıkmıyordu. Sonra, Ankaralı kadınlar hareketlendiler, sıraya girdiler. Masanın üstü kısa sürede para, altın bilezik ve yüzüklerle dolmuştu. Tam bu sırada, beyaz başörtülü, gözleri görmediği anlaşılan yaşlı bir kadının seslendiği duyuldu:
"Ne olur bana Halide Hanım'ı bulun!"
Yaşlı hanım, hemen yanına koşan Halide Edip'in yüzünü okşamaya başladı:
"Çamaşırcılık yaparak geçiniyorum kızım. Bunu zor günüm için saklamıştım. Ama sözlerinden anladım ki, ordumuz benden daha zordaymış. Al bunu kızım!"
Görmeyen gözleriyle Halide Edip'e gururla bakan kadının derisi çatlamış avucunda 1 lira vardı. Halide Onbaşı, gözlerinden yaş fışkırırken sarıldı yaşlı hanıma;
"Ah anam ah! Bir kere daha iman ettim. Kurtulacağız..."
İşte onlar dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş fedakârlıklarıyla bizim kadınlarımızdı.
"Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!"
Mehmet Akif in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiirdeki hu mısra, aslında bu vatan için gözünü kırpmadan ölüme giden tüm "Mehmetler" için yazılmıştı... En acemisinden yedek subayına, teğmeninden albayına şehit olan tüm Mehmetlerin amacı; Anadolu topraklarını arsızca işgal eden, kadın erkek, çoluk çocuk gözetmeksizin hoyratça davranan düşmanı geldiği yere göndermekti.
15 Mayıs 1919... İzmir limanına demirleyen Yunan savaş gemilerinden karaya asker çıkmaya başlamıştı. İzmir Askerlik Şubesi başkanı Miralay Süleyman Fethi, gelişmeleri makamında endişeyle izliyordu. Sabah evinden ayrılırken, eşi Edibe Hanım, kötü bir şey olacağını hissetmiş gibi, o gün işe gitmemesini söylemiş, ancak Miralay Süleyman Fethi’nin cevabı kısa olmuştu;
"Ben askerim! İşime böyle bir günde gitmezsem, başka ne zaman gideceğim!"
Edibe Hanım'ın korktuğu başına gelecekti. İzmir'i işgal eden Yunanlılar, Fethi Bey'i savaş esiri olarak tutuklayıp, Pasaport'ta, rıhtım boyunda esir diye getirdikleri başka Türk subaylarının da bulunduğu sıraya kattılar. Özel kıyafetli efzun askerlerinin başındaki Yunan subayı sıradakilere seslendi:
"Kimin önünde durursam, o kollarını iki yanda kaldırıp indirecek ve 'Zito Venizelos!' diye bağıracak. Karşı gelen süngülenecek."
Venizelos, o tarihteki Yunan başbakanı idi. Subay, Türk askerlerinden başbakanı kutsamalarını istiyordu. Bir tek Miralay Süleyman Fethi direndi. Bağırıp duran Yunan subayının karşısında kayadan oyulmuş bir heykel gibi duruyordu. Subay, ummadığı bu direniş karşısında öyle kızmıştı ki, birden elini uzatıp Fethi Bey'in omuzlarındaki apoletlerini sökmek istedi. Fethi Bey, Yunan subayının elini şiddetle itti.
"Onları sen takmadın ki sen sökesin!"
diye bağırdı ve ilk süngü yarasını aldı. Efzun eri, süngüyü onun göğsüne sokmuştu... Yirmi iki kez önünde durdu, isteğini yineledi Yunanlı subay ve yirmi iki kez süngülendi Miralay Süleyman Fethi. Artık ayakta durmaya direnci kalmayan, kendi kanından oluşan gölcüğe yığılıp kalan kahraman asker, İzmir'deki Fransız Konsolosluğu aracılığıyla kaldırıldığı hastanede, sabaha karşı şehit oldu.
İşgalciler, ertesi gün, tüm İzmir'in katıldığı cenaze törenine müdahale etme cesaretini gösteremediler. İzmir'deki Mevlevi tekkesinin mezarlığına gömüldü. Bu kahraman subay, bugün çok yalın yapılan mezarında, üzerinde kabartma bir kılıç ile bir kalpak resmi yontulu taşın altında, huzur içinde yatıyor.
"Bölükten geri Kalan budur komutanım!"
Porsuk Çayı'nın kuzey kıyısındaki bir patikada 40 kişi yürüyordu. Çoğunun ayağı çıplak, bazılarının ayakları çuvalla, çaputlarla sarılıydı. Aralarındaki yaralılara arkadaşları destek olmaya çalışıyorlardı. Bunlar,10-25 Temmuz 1921 arasındaki Kütahya-Eskişehir savaşlarında yarılan cepheden kopan askerlerdi. Düşe kalka, dövüşe dövüşe birliklerini bulmak için cephe gerisine ulaşmaya çalışıyorlardı.
Aniden ortaya çıkan bir süvari birliği, grubu çevirdi. Asker kaçaklarının peşinde olan süvari yüzbaşısının sesi çok sertti:
"Hangi birliktensiniz?"
"4. tümen, 55. Alay, 3. Tabur 1. Bölük'teniz komutanım."
"Bölüğün geri kalanı nerede?"
"Geri kalan biziz komutanım!"
"Nereye gidiyorsunuz?"
"Duyduk ki ordu Sakarya ötesine çekiliyormuş. Alayımızı aramaya gidiyoruz."
Yüzbaşı sevindi. Bunlar, silahlarının şerefini sonuna kadar korumaya kararlı sahici askerlerdi:
"Şu tepenin ardında suyu bol küçük bir köy var. Orada dinlenin. Sonra doğuya yürüyüp Sakarya'yı aşın. Ama birliği köye bu haliyle sokma. Halkı üzmeyin. Anladın mı asker?"
"Evet komutanım. Köye belimiz kırılmamış" gibi gireceğiz. Baş üstüne!"
Süvariler dörtnala uzaklaşırken çavuş birliğe döndü:
"Duydunuz. Halka teftiş vereceğiz. Ona göre. Sıraya girin, çabuk olun, çabuuuk. Hazır ol! Arş!"
Perişan Mehmetçikler ayaklarını sürüyerek yürümeye koyuldular. Çavuş birden dellendi;
"Bu ne biçim yürüyüş? Başınızı kaldırın, canlı yürüyün. Haydi hep beraber...
Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı
Al sancağı teslim etti, Allaha ısmarladı..."
Çavuşun başlattığı, yavaş yavaş tüm Mehmetçiklerin katıldığı bir marş yükselmeye başladı bozkırın ortasında. Sanki çıplak ayaklı, yaralı ve bir muharebeyi kaybetmiş olanlar onlar değildi. Çınarlı köyüne sefil ve bitkin görünüşlerine hiç uymayan bir çalımla girdiler. Süvari yüzbaşısının gözü arkada kalmayacaktı...
Cepheyi tuttular değil mi?
Kurtuluş Savaşı'nın kırılma noktalarından biri, Kütahya-Eskişehir muharebeleriydi. 14 Temmuz 1921 günü Yunanlılar 180 top ve 40.000 kişiyle yüklendiler Türk hatlarına. Karşı koymaya çalışan kuvvet ise, 113 top ve parça parça cepheye ulaştırılmaya çalışılan 30.000 askerdi. Türk ordusu zamanla yarışıyordu. Her iki ordu da kazanmak için tüm gücüyle savaşıyordu. Süngü hücumları arka arkaya tazeleniyordu. Öyle ki, bir tepe bir saat içinde tam 11 kez el değiştirmişti.
4. Tümen komutanı Yarbay Nazım, başta Mustafa Kemal olmak üzere hem tüm komutanların, hem de emrindeki askerlerin gözbebeğiydi. Mehmetçik, onun bir emriyle gözünü bile kırpmadan çıkıyordu siperlerden. 4. Tümen, Yunanlıları durdurmak için en güvenilen birlikti ve komutanlar Yarbay Nazım'dan çok şey bekliyorlardı.
15 Temmuz sabahı gün doğarken, Yarbay Nazım ve karargâh subayları atlanıp Yumurçal mevzilerini denetlemeye çıktılar. Az ileride bir tepe vardı ve tepede Türk ordusundan kimse yoktu. Yunanlılar bu tepeyi ele geçirirlerse cephenin yarılması kaçınılmazdı. At inildi, komutan ve karargâhı tepeye doğru yürürken Yarbay Nazım, süvari takım komutanına emir veriyordu:
"Takımınla hemen tepeyi tut. Düşman taarruz ederse, alaydan birlik yetişene kadar ne pahasına olursa olsun tepeyi tut. Şimdi ben..."
Bitiremedi cümlesini. Sabaha karşı gelip tepeye mevzilenen Yunanlıların açtığı makineli tüfek ateşi biçti bu çok sevilen komutanı ve karargâh subaylarını. Emir çavuşu Eyüp, göğsünün sol tarafındaki kan lekesi giderek artan komutanını kucaklayıp at bindi ve cephe gerisine götürmeye başladı. Yarbay Nazım'ın ünlü beyaz atı dörtnala peşlerinden geliyordu.
Eskişehir hastanesi... Çok hafif soluk alan komutanın başında Eyüp Çavuş ve subaylar bekleşiyordu ümitle. Yarbay Nazım fısıldadı:
"Tepeyi tuttular değil mi?"
"Tuttular komutanım..."
"Arkadaşlar iyi mi?"
''Hepsi iyi. Çok iyiler komutanım."
"Asıl siz iyi olun, iyi dayanın çocuğum..."
Başı Eyüp Çavuş'un dizine dayalı yatan Nazım Bey'in son sözleriydi bunlar...
Çankaya'daki çalışma odasının kapısı usulca aralandı, Fikriye Hanım bir hayalet gibi içeri süzüldü. Masadaki haritanın üzerinden başını kaldıran Mustafa Kemal, genç kadına sorgulayan gözlerle baktı.
Kötü haber tez ulaşmıştı. Salih Bey (Bozok) söylemeye cesaret edemiyordu. Başı öne eğikti. Mustafa Kemal
"Ne var? Ne oldu?" diye sordu. Yılgın bir sesle
"Fevzi Paşa telefon etti. 4. Tümen karargâh kadrosu felakete uğramış!" diye cevapladı.
"Ne demek o?"
"Kurmay başkanı Binbaşı Şerafettin yaralı olarak esir düşmüş. Çoğu da şehit olmuş efendim!"
"Nazım?"
Salih Bozok ağlamaya başladı. Mustafa Kemal donup kalmıştı. Yarbay Nazım, çok sevdiği, çok kıymetli bir komutanıydı.
"Gel biraz yürüyelim Salih!"
dedi... Ölümü çok yakından tanıyan iki subay, ağaçların altında yürümeye başladılar. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu...
“Türk millî hareketi düşmanı kesin yenecektir!"
20. yüzyıla girerken Fransa'nın en etkili gazetelerinden "Le Temps"in ünlü bir çalışanı vardı: Georges Gaulis. 1896'da eşi Berthe ile birlikte İstanbul'a gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu konusunda en iyi, en tarafsız haberleri yapan gazeteci olarak tanınıyordu.
1912'deki Balkan Savaşı'nı da izleyen Gaulis, yakalandığı hastalıktan kurtulamayıp öldü ve Feriköy'deki Katolik Mezarlığı'na gömüldü. Nöbeti, Türk dostlarının Berta diye çağırdıkları, karısı Berthe devraldı.
Berthe Georges Gaulis, Birinci Dünya Savaşı'nda zorunlu olarak İstanbul'dan ayrılmıştı. Berthe, Kurtuluş Savaşı'nın başladığı günlerde, 21 Eylül 1919'da, çok sevdiği İstanbul'a tekrar geldi. Fransa'ya döner dönmez yazdığı kitapta, o günlerin Türkiye'sini ve Kurtuluş Savaşı'nı anlattı:
"1921 Nisanı, Türklerin geri aldıkları Bilecik, bir felaket ve acılar diyarı. Koku dayanılmayacak kadar fazla. Henüz dumanı tüten bu taş yığınları altında, kim bilir ne kadar insan cesedi gömülü. Buradaki tahribatın büyüklüğü korkunç. Bilecik ve Küplü'de büyük facialar olmuş. Buraların ahalisinden sağ kalanlar, büyük bir bunalım ve heyecan içinde. Tecavüze uğramamış genç bir kız veya kadın kalmamış. Bilecik dünden kalma bir Pompei adeta. Her yer kül, is ve kurum içinde... Sık sık dinamitin tahribatını gösteren taş yığınlarına rastlıyoruz. Biraz ötede, kızını kurtarmak isterken, kafasına taşla vurularak öldürülmüş bir ihtiyarın mezarı.
Yapılan toptan imha işleminden her şehir ve kasaba payına düşeni almış. Bazen bir bahçe, çiçek açmış birkaç ağaç, bir meydan, bir çeşme, yapılanları hatırlatmaya yetiyor. Saatlerce bu harabeleri gezdik.
Her Yunan taarruzu, Anadolu halkına çok acı bir ders olmuş. Düşmanın yaptıkları karşısında vatanseverlik duyguları uyanarak şahlanmış, 'Ölürsem hiç olmazsa ailem ve vatandaşlarım İçin öleyim' diyerek mücadeleye katılmışlar. Bu günlerde, İnegöl'deki Türkler kasabalarına gelen Yunan askerlerine baltalarla karşı koymuşlar ve onlar da çareyi kaçmakta bulmuşlar..."
Berthe Gaulis, kitabının önsözünde de şunları yazmıştı;
"Ankara'dan 10 Mayıs 1921 'de, Türk milliyetçiliği konusundaki bu kısa incelememin basımevini boyladığı sıralarda ayrıldım. 1921 yılının Ağustos ayı sonlarında, Anadolu'daki savaş en sert ve acımasız bir biçimde sürüyordu. .. Türk millî hareketi düşmanı kesin yenecektir. Çünkü o hareket yüksek bir ideale dayanıyor; çünkü bu hareketi yönetenler kendi şahsî çıkarlarını unutmuşlardır; çünkü onlarda büyük bir ruh ve iman var..."
“Hadi bre çorbacı, karavanaya yetişelim!"
İşgalcilerden İnsanlık dışı, askerlik dışı bu kadar baskı gören Anadolu çocuğu, yine efendiliğini bozmamış, bir "Çılgın Türk" olarak onurlu davranmayı elden bırakmamıştı.
Halide Edip, Ruşen Eşref Onaydın ve Binbaşı Kemal, Adala'ya (Manisa'da bir ilçe) yetişmeye çalışıyorlardı. Altı ayda bile geçilemez denilen Yunan hatları yarılmıştı. 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı kazanılmış, Yunan ordusunun büyük bölümü imha edilmiş, başta Trikopis, çok sayıda komutan, subay ve asker esir alınmıştı. Binbaşı Kemal şoföre bağırdı:
"Dur!"
Binbaşının dikkatini, esir bir Yunan subayını cephe gerisine götüren asker çekmişti. Mehmetçik yayan, esir subay eşek üzerinde gidiyorlardı. Mehmetçik Binbaşı Kemal'i selamlarken, Yunanlı subay eşekten inmişti.
"Kim bu?"
"Esir komutanım!"
"Nereye götürüyorsun?"
"Geriye. Alay karargâhına!"
"Ulan sen bunun seyisi misin, hizmet eri misin? Hayvana sen bin, o yürüsün!"
"Hiç olur mu komutanım? O şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı. Misafir ve bana emanet."
Binbaşı, titreyen sesine hâkim olmaya çalışarak şoföre bağırırken gözlerinden yaşlar akıyordu:
"Yürü oğlum, gidelim."
Araba uzaklaşana kadar selam duran Mehmetçik, Yunan subayına eşeğe binmesi için işaret ederken söyleniyordu:
"Hadi bre çorbacı. Akşam karavanasına yetişelim. Aç kalma."
Ölümün, gencecik insanları hiç duraksamadan verdiği bir emirle ölüme göndermenin ne olduğunu, onun gibi hiç kimse bilemezdi. Yıllar önce, bir ağustos sabahı gün doğmak üzereydi. "O", siperler boyunca yürürken, son emrini verdi:
"Elimdeki kırbaca bakın. Kırbacı kaldırdığımda hazır olun. Kırbacı aşağı indirdiğimde hücuma kalkılacak. Asker! Sana ölmeyi emrediyorum!"
Kırbaç kalktı, kırbaç indi... Mehmetçik süngü hücumuna kalktı. Artık tek bir ses duyuluyordu... Allah, Allah,,.
9-10 Ağustos 1915 sabahında gün atmadan süngü hücumuna kalkan Mehmetçik, Anafartalar'da düşmanı bitirmişti. Mehmetçik'ten ölmesini isteyen komutan, Anafartalar Grup Komutanlığı'na 67 saat önce atanan Yarbay Mustafa Kemal'di.
Arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, generaldi Mustafa Kemal. Sonra üniformasını çıkardı. Yıllardır savaşan, gencecik evlatlarını şehit veren; yorgun, bitkin, yılgın ve ümitsiz, ama sonsuz dirençli insanların yaşadığı topraklarda, Anadolu topraklarında, kimsenin kolay kolay göze alamayacağı bir kalkışmayı başlattı. Tek güvencesi, çöken imparatorluğun tüm kahrını çekmesine karşılık, pek de kıymeti bilinmeyen Anadolu insanıydı. Askere yolcu ettiği son oğlunu birliğine teslim ederken;
"Bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi oğul. Vatan sağ olsun da hepimiz ölelim ne çıkar?"
diyen Söğüt'ün Akgünlü köyünden Mehmet oğlu Hüseyin'in anası gibi insanlardı güvendiği.
Bandırma Vapuru'ndan Samsun'a ayak basan ilk 18 kişiyle başlayan "Tam Bağımsız Anadolu" hareketine, zaman içinde tüm Anadolu halkı katıldı. Genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle ve yorgunluklarım, yılgınlıklarını, bıkkınlıklarını, ümitsizlerini artlarında bırakarak kavgaya girdiler.
"Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için,
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.”
Mustafa Kemal, Samsun'a gitmeden önce, Bekir Ağa Bölüğü'nde tutuklu bulunan Fethi Bey'i görmeye gittiğinde, '"Ne biz bu durumda kalacağız, ne de ülkeyi bu durumda bırakacağız." derken, işte bu "zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlara” güvenmişti.
Anadolu'nun bağımsızlığı kavgasına girenlerden bazılarının yolları, sonraki yıllarda Mustafa Kemal'le ayrılmış bile olsa, onlar "Çılgın Türkler"di. Çılgın olmasalar, boyunlarında idam fermanı varken, hangi akla hizmet bir ulusun kurtuluş kavgasını başlatabilirlerdi?
"Kuvva-i Millîye adı altında çıkarttıkları karışıklık"
24 Mayıs 1920 tarihinde, Padişah Vahdettİn'in onayladığı, Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın imzaladığı bir İradei Seniyye (Padişah Buyruğu) yayınlandı:
"Kuvva-i Milliye adı altında çıkarttıkları karışıklık ve Anayasa'ya aykın olarak halktan para toplamak, askere almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek kentleri yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların düzenleyicisi ve kışkırtıcısı oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişi i ği'nden uzaklaştırılıp askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, eski 27. Fırka komutanı emekli Miralay Kara Vasıf Bey, eski 20. Kolordu komutanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile eski Washington elçisi ve Ankara milletvekili Salacaktı Alfred Rüstem ve eski sağlık müdürü İstanbullu Dr. Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni İstanbullu Halide Edip Hanım'ın; açıklaması 11 Mayıs 1920 tarih ve 20 sayılı hüküm tutanağında yazılı olduğu üzere; Mülkiye Ceza Yasası'nın 45. maddesinin 1. fıkrasının yollamasıyla, 55. maddenin 4. fıkrası ve 56. maddesi uyarınca sahip oldukları askeri ve sivil rütbe ve nişanlarla her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, bu durumda kaçak bulunmaları nedeniyle mallarına el konulmasına dair İstanbul Birinci Sıkıyönetim Savaş Divanı'nca arkasında verilen hüküm ve karar ele geçirildiklerinde yeniden yargılanmak koşuluyla onaylanmıştır. Bu buyruğu yürütmeye Savaş Bakanı görevlidir."
Ve bir şafak vakti...
Kimisinin boynunda idam fermanı vardı? kimisinin ayağı çıplaktı. Kimisi yorganı bebesinin değil top mermilerinin üzerine örtmüştü, kimisi son nefesinde "Ölene kadar cepheyi tutun" emri vermişti. Anadolu'nun bahtı Onlar,
“bir şafak vakti karanlığın kenarından
ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman..."
değişti. "O" ve bize bugünleri veren tüm "Çılgın Türkler"i yüreğimizden gelen saygı ve sevgiyle anıyoruz. İyi ki çılgındılar...
Kurtuluş Savaşı'na giden dikenli yollarda
Gözlüğünün arkasından gülen gözlerle bakıyordu. Ancak, iş "Çılgın Türkler"e geldiğinde değişiyordu bakışları Turgut Özakman'ın. Bir başka parlıyordu o gözler ve bir başka tonla cevaplıyordu sorularımızı. Tutkuluydu "Çılgın Türkler"e, heyecanlanıyordu anlatırken ve nasıl bir hayranlık duyduğu sesine yanşıyordu. Biz Focus ekibi için, çok güzel bir sohbetti.
-1919'da Samsun'dan yola çıkanlar, bağımsızlık yolunda ilerlerken çok engelle karşılaştılar. Neydi bu engeller?
"Vatan kavgası görmemiş ki Anadolu halkı, hele hele Ege! İşgal nedir bilmiyor ki... Fazla bir kötülük görmüyorsa, bir dostluk dahi kurabiliyor. İster istemez kaçınılmaz bir birliktelik olabiliyor. Korkutucu olan o değil. Yunan ordusuyla işbirliği yapan var. Yunan ordusu çekilirken milliyetçilerle birlikte olmamak için onların peşine takılıp Yunanistan'a kaçan birçok insanımız var. Yunanlılara kılavuzluk yapan Müslüman Türkler var. Bunun oranı o zamana göre korkutucu değil, ama mide bulandırıyor tabii...
Adam millet, vatan eğitimi almamış. Bilinçli değil. 600 yıl kulu olduğu padişah var savaşmasını istemeyen. Ankaralı Mustafa Kemal'in askerlerine karşı durmanızı İstiyorsa ve şeyhülislam bunların öldürülmeleri için fetva veriyorsa... Bu uğurda ölenlerin şehit, yaralananların gazi olacağı söyleniyorsa, İngiliz altını dağıtılıyorsa, yani cahillik sömürülüyorsa, bu insanlar isyan ederler. Bolu, Yozgat, Konya isyanları... Bir avuç insan. Ama, o zaman biz o kadar güçsüzüz, askerimiz o kadar az ki! Günler, aylar sürüyor bazılarını ortadan kaldırmak. Olay o!"
Bir gerçeğe daha dikkat çekiyor Özakman:
"Zaman içinde de olsa, kadını erkeği, genci ihtiyarı el vermeseydi, 150 bin kişilik bir ordu nasıl kazanırdı savaşı? 150 bin kişilik orduyu, en az 150 binlik ikmal ordusu destekler. 300 bin kişi eder. Bu sadece Batı Cephesi'nde. Bunun doğusu, kuzeyi, güneyi var. Bu da 400 bin kişi demek. Halk desteklemiyorsa, 400 bin kişilik bir ordu kurulamaz. Bu yüzden, halk başlangıçta karşısında olmasa bile, yanında da değildi. Doğal bu. Korku! Erkek kalmamış! Askerleri şehit olmuş orada kalmış; sağ kalanı ya eşkıya olmuş dağa çıkmış, ya da henüz esir, geri dönmemiş... Ne beklenebilir ki?"
Anadolu insanına dil uzatanlara, bilmeden konuşanlara çok kızgın Turgut Özakman:
"Yunan gelmiş İzmir'e çıkmış, binlerce insanı öldürmüş. Sakarya'nın kenarındaki çaresiz, elektriksiz, yolsuz, öğretmensiz köy bunu duymamıştır bile. Onun için Türk halkına yöneltilen benzer birtakım iddiaları okuduğum zaman içim cız ediyor. Yanİ Yunanlı İzmir'e çıktığı gün Anadolu ayaklanacak, herkes silahlanacak... Yahu zaten o gün biterdi iş. Yani böyle bir millet var mı? Fransızlar İkinci Dünya Savaşı'nda Paris elden gittikten sonra, yavaş yavaş düşünmeye başladılar karşı koymak için. Yunan İzmir'e çıktıktan sonra, Denizli müftüsü, 'Size fetva veriyorum. Silahı olmayan hiç olmazsa yerden üç taş alıp düşmana atsın!' diyor"
Ulusal bilincin bir başka fikir adamı, sair, edebiyatçı, gazeteci ve senarist Attila İlhan’ın cenaze töreninin ardından oturmuştuk Turgut Özakman ile sohbete. Atilla İlhan 'dan esinlendik ve sorduk "Hangi batı?" diye:
"Batının bize dönük, tüm dünyaya dönük bilim ve sanatla ilgili temiz bir yüzü var. Bir de sömürgeci, emperyalist, kandırıcı, pis bir yüzü var. Yalnız güzel yüzüne mağlup olup da, pis yüzünü hazmetmemize imkân yok. Türkiye, batının bu pis yüzünü çok yakından gördü. Ya kendi yaptı bu pisliği ya da birilerini paralı asker olarak tuttu, onlara yaptırdı. Onun için biz, emperyalizmin ne olduğunu bilmeyenlere ders verebilecek bir ülkeyiz. Ama Türkiye'de de ne yazık ki emperyalizm, bir sol terimdir diye söylenmez oldu."
Turgut Özakman danışmanlığında Kurtuluş Savaşı'ndaki isimsiz kahramanların biyografileri
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
65serdal58
20.11.2009, 19:22
İşte Birleşik Kıbrıs
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Ordu yok, herkes kendi polis teşkilatını kuracak. Devlet Başkanı ve Yardımcısı dönüşümlü çalışacak. Yeni kabine 6 Rum ve 3 Türk üyeden oluşacak. Türkçe - Rumca resmi dil, pasaport-kimlikler aynı
KIBRIS’ta KKTC ile Rum kesimi arasında devam eden müzakerelerde, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulmasına ilişkin gelişmeler yaşanıyor. İki tarafın onayladığı ordusuz yeni yapılanmada tek silahlı kuvvet polis olacak ve iki toplumun da kendi polisi bulunacak. FBI benzeri genel bir polis teşkilatı kurulacak. Türkçe ve Rumca’nın resmi dil olacağı Birleşik Kıbrıs’ta, resmi kurumlar için ortak bir çalışma dili de belirlenebilir.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, 51’inci görüşmelerinde müzakereler tamamlanana kadar basına bilgi vermeme kararı aldı. Diplomatik kaynaklardan alınan bilgiye göre, müzakereler çerçevesinde Devlet Başkanı ve yardımcısını senatonun seçmesi ve bu iki üyenin dönüşümlü görev yapması kararlaştırıldı. Bir Türk ile Rum’un oluşturacağı koalisyonlar aday olacak ve iki topluma mensup senatörlerin oyunu alan ikili seçilecek.
Egemenlik algısı farkı
Müzakerelerde en büyük problem, Rumların ‘egemenlik tektir’ söyleminde direnmesi. Rumlar, federasyona dönüşmek istiyor ve iki egemen devleti kabul etmiyor. Türk tarafı ise şimdiki yapıyı korumak niyetinde. Birleşik Kıbrıs kabul edilirse, yeni kabine 6 Rum ve 3 Türk’ten oluşacak. Dışişleri ve Avrupa ile Maliye ve İçişleri bakanları farklı toplumdan olacak. Herhangi bir kararın geçerli olabilmesi için her toplumdan en az bir kişinin onayı gerekecek.
Ordusuz devlet
Birleşik Kıbrıs’ın ordusu olmayacak. Herkesin kendi polis teşkilatı bulunacak. Türk tarafı polis sayısının her iki kesim için eşit olmasını isterken, Rum tarafı yüzde 60’a yüzde 40’ta ısrarlı. Birleşik Kıbrıs’ta Türkçe ve Rumca iki ayrı dil olacak ve her iki toplumda diğer diller seçmeli okutulacak. Çalışma dili olarak 3’üncü bir dilin belirlenerek anayasaya girmesi de mümkün. Devlet dairelerinde Müdür Türk ise yardımcısı Rum ya da tam tersi olacak. Çalışma diline devlet dairelerinde de ihtiyaç duyulacağı tahmin ediliyor.
Pasaport ve kimlik tek
Birleşik Kıbrıs vatandaşlarının pasaport ve kimlikleri aynı olacak. Görüşmelerde, Rumlar Türkiye’den gelenlerin geri gönderilmesini talep etse de, Türk tarafının resmi tutumu, “vatandaşlarımızı pazarlık konusu yapmayız” şeklinde.
Tazminatlar belirsiz
En önemli sorunlardan biri mülkiyet. Tazminatların hangi çerçevede ödeneceği belirlenemedi. Türk tarafı, çözüm konusunda kullanım kaybı gündeme gelirse aynı hakların Türkler için de geçerli olmasını istiyor. Bu bağlamda ya mülkiyet için tazminat ödenecek, ya güney kesimdeki Türk evlerinden birisi verilecek.
Referandum yapılacak
Görüşmelerde Türk tarafının en önemli dayanağı Annan Planı. Anlaşmaya varılırsa, iki tarafta referanduma sunulacak. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için iki toplumun da onaylaması gerekiyor. Rumlar bir taraftan çözüm için çalışırken bir taraftan da AB kurumlarındaki Rumlar aracılığıyla umutsuzluk yayıyor. Çabaları 10-11 Aralık’taki AB- Türkiye Değerlendirme Zirvesi’nden olumsuz bir sonuç çıkması. Fakat Annan Planı’na Türk tarafının “Evet”, Rum tarafının “Hayır” demesi Türklerin elini kuvvetlendirdi. Türkiye “23 Mayıs’ta çizilen çerçeveyi destekliyoruz” diyorsa da, Rumlar AB’de “Türkiye konfederasyonu destekliyor” şeklinde bir imaj çiziyor.
Mustafa KÜÇÜK
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
65serdal58
25.11.2009, 18:35
MANAV TÜRKLERİ
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Manavlar, yazılı eski kaynakların cemaatler bölümünde “Manavlar”, “Manavlı”(Manavlu), “Manavlar Parakendesi” biçiminde ve Yörükân Taifesi’ne bağlı bir topluluk olarak gösterilmektedir.[1] Ayrıca farklı kaynaklarda Manav; “Batı Anadolu’ya dışarıdan gelen (göçmen/muhacir) ve göçebelikten yerleşmiş (Yörük) nüfus dışında eskiden yerleşmiş köylere”[2]/köylülere verilen ad veya “Yerli Halk”, “Yerleşik Türk/Türkmen Topluluğu”[3] ya da “Yerli olan, muhacir olmayan”[4] ve yahut “hareketli nüfusa karşın yerini değiştirmeyen, devamlı olarak orada oturan[5] topluluk üyeleri olarak tanımlanmaktadır. Yani Manav; “bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan”[6] ve “Türkçe dışında dil bilmeyen”[7] topluluk anlamında kullanılan bir kavramdır
Bazı kaynaklarda Manavlar için; “taze yemiş satan esnaf, küçümseyici anlamda Anadolu Türkü”[8] veya “Balkan göçmenlerince, Osmanlı Dönemi’nde İstanbul saraylarının sebze, meyve, et, süt ve yoğurt gibi ihtiyaçlarını karşılayan yerleşik yöre insanı”[9] ya da “Rumlar tarafından, Rumca yüzyıl anlamına gelen ve yörede yüzyıldan fazla yerleşik olarak yaşayan Türkçe konuşan topluluk”[10] olarak da tanımlanmaktadır.
Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut (Saha) Türkleri’nde kullanılan, koruyucu soylu kişi ve boy beyi anlamına gelen “Manap” ve “Manag”dan geldiği sanılmaktadır. Eski Türkçe’de “v” sesinin olmamasından dolayı, “Manap” sözcüğündeki “p” ve “Manag” sözcüğündeki “g” sesinin yumuşayarak “Manav” sözcüğünün ortaya çıktığı düşünülmektedir. (Örneğin; berim=verim, takuk=tavuk, kagun=kavun vb gibi.) “Manap”ın; Çağatay Türkçesi’nde “asilzâde, asâlet, beyzadelik”, Kırgız Türkçesi’nde “feodal kabilelik üst tabakasının mümessili” veya “Kırgız Lideri”, Kazak Türkçesi’nde “ağa, bey” ile “Manag”ın; Yakut (Saha) Türkçesi’nde “koruyucu, güdücü, bakıcı” anlamlarını taşıması ve de Türkistan’ın kuzey bozkırlarında yaşayan Kırgız ve Kazakların boy ve oymak başlarına “Manap” demeleri ile 1860’larda Kırgızlar’dan Bugu (Geyik) kabilesi ve Sari Bağış boylarının başlarında Manapların yer alması olguları da, “Manavlar=Yerli Türk/Türkmen” görüşünü desteklemektedir.[11]
Batı Anadolu ve Sakarya’da Yaşayan Manavlar
Sakarya yöresine insanlar/alt kültür grupları değişik yerleşim alanlarından geldiği için, gelenekler ve göreneklerde de farklılıklar gözlenmektedir. Yerli olarak tabir edilen ve diğer yerleşim alanlarından yöreye gelenler tarafından, bir Yörük/Türkmen topluluğu olarak kabul edilen ve de emik (kendini tanımlama) açıdan da kendilerini Türkmen kabul eden Manavlar, yöre nüfusunun çoğunluğunu oluşturmaktadır.[12] Sakarya’nın kuzeyinde yer alan Kaynarca, Karasu ve Kocaali ilçeleri ile, güneyinde yer alan Geyve, Pamukova ve Taraklı ilçeleri ve de il merkezi ile yakın çevresinde yer alan “Dernek Kırı”nda[13] yani Adapazarı ve kısmen Söğütlü, Ferizli, Akyazı ve Hendek ilçelerinin bir bölümü’nde yaşamakta olan yerli, yerleşik ve Türkçe dışında bir dil bilmeyen topluluk üyelerine “Yerli Türk” anlamında “Manav” denilmektedir.[14]
“Manav” veya “Yerli Türk” diye adlandırılan topluluk üyelerinin coğrafi dağılımları, Sakarya yöresi ile sınırlı değildir. Isparta-Keçiborlu, Balıkesir-Susurluk, Çanakkale-Biga, Bilecik-Bozüyük, Kocaeli-Kandıra, Konya-Ilgın[15] ve Kütahya’da[16] da Manavlar yaşamaktadır. Manav diye adlandırılan bu yerli yerleşik Yörük/Türkmen gruplar, Batı Anadolu’nun Alaşehir, Salihli ve Bursa; Güneydoğu Anadolu’nun Çermik ve Çüngüş; Batı Karadeniz Bölgesi’nin Kastamonu çevresinde de yaşamaktadırlar.[17]
Son derece çekingen, uysal, mülâyim ve başkası tarafından söylenenlere fazla karşı çıkmayarak yani tartışmayarak geleneksel yaşamlarını sürdüren Manavlar kendi ifadeleri ile; “yedi kez düşünmeden adım atmayan”[18], “sersem”/(yavaş davranan)[19] bir yapıya sahiptirler. Bu uyumlu ve uysal yapıları, başkalarına “sen bilirsin” ya da “siz bilirsiniz” ifadesinin sık kullanılmasında da kendini göstermektedir.[20]
Manavların günümüzde geleneksel yapılarını iyi korudukları, en önemli yerleşim alanı Taraklı İlçesi ve köyleridir. Kitle iletişim ve ulaşım araçlarının nispeten daha geç ulaştığı bu bölüm, diğer yerleşim alanlarına göre geleneğini daha fazla muhafaza etmiştir.[21] Aşırı geleneksel anlayışa delil olarak yörede anlatılan söylencede: Akşemseddin’in, Fatih Sultan Mehmed’in yanından ayrıldıktan sonra, yerleşmek için yer ararken yanında bulunanlar O’na Taraklı’yı önerdiğinde, O’nun da, “Taraklı’nın Kıblesi Kapalı” diyerek bu öneriyi geri çevirdiği anlatılmaktadır. Akşemseddin’in, Taraklı halkını çekingen ve geleneksel bulunduğuna yönelik olarak anlatılan söylence, yöre halkı tarafından günümüzde de dile getirilmektedir.[22]
Batı Anadolu’ya ve Taraklı yöresine, Manavların (Yerli Türklerin) ilk yerleşimin 1291 tarihinden hemen sonra yapıldığı sanılmaktadır.[23] Ayrıca Yıldırım Bayezıd döneminde İstanbul’un alınması amacıyla yapılan kuşatma kaldırılırken, yapılan anlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulması şartına uygun olarak Göynük ve Taraklı’dan 760 hane Manav İstanbul’a yerleştirilmiştir.[24] Yani İstanbul’a yerleştirilen ilk yerli Türklerin, bu yöreden giden “Manavlar” olduğu kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Manavlarda Bir Ramazan Geleneği: Temcit
Geleneksel bazı norm ve uygulamalar, artık çok az kişi tarafından hatırlanmakta veya bilinmektedir. Yörede çok az kişi tarafından bilinen ve hatırlanan bir Ramazan geleneği de “Temcit”tir.[25] Günümüzde kırk-elli yaşını aşmış kişilerce ve yalnız Taraklı yöresinde hatırlanan “Temcit” geleneği, inanç merkezli ve birçok toplumsal işlevi bir arada barındıran bir nitelik taşımaktadır.
Ramazan ayında davulla insanları sahura kaldırmadan önce, evin erkeğini rahatsız etmeden kadını pilav yapmaya davet etmek için, genç erkeklerin ferdi veya toplu olarak camii minaresinden ya da minarelerinden, sık tekrarlar biçiminde söylediği kafiyeli sözlere ve ilâhilere Temcit denmektedir. [26]
Yörede Ramazan yaklaşırken başlanan hazırlıklar arasında; kadınların yufka açması/alması, kurutması gibi iftar ve sahura yönelik yiyecek hazırlıklarının yanı sıra “Temcit” için, gençler “Temcit Grubunu” oluşturulurlar.[27] Çünkü yörede “Temcit”e çıkmadan erkekler büyümüş kabul edilmemektedir.[28] Manavların geleneksel eğlencelerinde kadın ve erkek ayrıdırlar. Katı Sünni Hanefi geleneğin kendine özgü yarattığı bir açılım olan “Temcit Merakı”, aslında genç delikanlıların gönlü olduğu genç kıza sesini duyurma fırsatını da verdiği için, farklı bir toplumsal işlevi de kendi içinde barındırmaktadır. [29] “Temcit” için sahurdan önce minarelerden kafiyeli sözler söyleyen genç delikanlılar, sevdalandıkları kıza yarı ilahi bir masum bir duygu yoğunluğu ile
“Tespihleri yeşil taştan
Haber gönder uçan kuştan
Ya Allah, ya Allah, ya Allah” diye seslenebilmektedirler.[30] Benzer biçimde söylenen birçok kafiyeli söz ve maniler bulunmaktadır:
“Yar elbete elbete
Şeker koydum şerbete
Bu dünya böyle gitsin
Kavuşuruz cennette”
“Hey bulutlar bulutlar
Meyve vermiyor dutlar
Ayda yılda bir selâm
Kesilmesin umutlar” diye genç erkekler tarafından tek tek veya toplu olarak söylenen “Temcit Sözleri” bunlardan birkaç tanesidir. [31]
Ramazan ayının ilk yarısı (ilk 15 gününde) tekleme biçiminde söylenen kafiyeli sözler ve ilâhilerin yerini, ikinci 15 günde çiftlemeler almaktadır. Çiftlemeler içinde “Bağdat’ın Fethi”, “Hz.Ali’nin Cenkleri” (Hayber Kalesi vb. gibi) manzumeler yer almaktadır.[32] Yörede İslâmiyeti yayan evliya ve erenlerden Seyyit Battal Gazi’ye ait söylenceyi de anlatan iki dörtlükte, babası Seyyit Hüseyin Gazi’den de bahsediliyor:
“Otuz altı arşın kadd-ü kameti[33]
Gören kafirler de alır heybeti
Tevâbil lalası, Aşkar’dır atı
Bin Hüseyin-i Gazi Seyyit Battal
Hak nazar kılmıştır Seyyit Gazi’ye
Kaf dağından koparır tak bazuya
Gör ki, ne işledi Akabe cazuya[34]
Bin Hüseyin-i Gazi Seyyit Battal”.
Yine halk arasında yaygın olan Hz.Ali’ye ait cenklerin yörede de sözlü olarak yaşatıldığını görmekteyiz:
“Yüz seksen bin kâfiri sünnet etti
Doksan bin akçayı aldı pay etti
Din Hak dini, din telkin etti
Ali’m Hayber Kalesine varınca
Kafirler oturmuş kalesin döver
Gün bir yandan doğar, bir yandan döner
Nisan yağmurları üstüne yağar
Ali’m Hayber Kalesine varınca”.
Ramazan ayının ikinci yarısında İslâm âleminin en hazin olayını Kerbelâ’yı dile getiren dörtlükler, yörede Alevi-Sünni ayrımının aslında halk arasında olmadığının bir göstergesi olarak söylenmektedir:
“Muhammed’in gözü nuru
Hem Ali’nin yadigarları
Kerbelâ da şehit edilen
Ah Hasan’ım, vah Hüseyin’im
Mekke’de doğdu, Medine’ye hicret eyledi
Şahin gözlü aslanım Ali”.
Geleneksel tarzda söylenen ilâhilere örnek verecek olursak:
“Hak bir gönül verdi bana ha dimedim hayran olur
Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelür giryân olur”
(Allah bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur/Bir an gelir neşelenir, bir an gelir ağlamaklı olur.)
“Tanla turup başun kaldur ellerünü suya daldır
Nefsün düşman durur öldür nefs hemişe öze gerek”
(Sabahleyin erken kalk ve aptestini al/Nefis düşmandır onu öldür, nefsin her zaman ölmesi gerekir.)
“Dürlü dürlü cefânun adını aşk vermişler
Bu cefâya katlanan dosta halvet ermişler”
(Türlü türlü acının adına aşk demişler/ Bu acılara katlananlar, Allah ile halvet olup O’na ulaşmışlar.) gibi birbirinden güzel, manaları olan kafiyeli söz ve ilâhiler, “Temcit” ile imtiyazlı kılınan gençler tarafından Ramazan boyunca söylenmektedir.
Hafızlık eğitiminin yörede yaygın olması, söylenenleri bir başka güzellikte sunmanın da anahtarıdır Taraklı’da.
Yörede Ramazan’ın sona ermesi ve başlayan Ramazan Bayramı ile birlikte, “Pilavlık Alma Geleneği”ni görmekteyiz. Ramazan boyunca evin hanımı tarafından hazırlanan yemekler/pilavlar için, helâlleşme amacıyla evin erkeğinin hediye almasına yörede “Pilavlık Alma” denmektedir. Eğer evin erkeği hediye almamışsa annesi tarafından uyarılır.
Taraklı’da dayanışma, farklı açılımları ve işlevleri ile köklü bir Ramazan geleneğidir “Temcit”.
KAYNAK: [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
65serdal58
30.11.2009, 22:13
konu güncelleme......
bilgeliğin yolu da burdan geçiyor olsa gerek..ihtiyaç dışı herşeyden kurtulmak.çünkü bunlar yüktür insana .. Hz. İsa 'nın zannerdem güzel bir sözü: VAZGEÇTİĞİN TOPRAKLAR SENİNDİR
ismail 58
05.12.2009, 00:21
önemli olan uzun yaşamak değil "iyi" yaşamaktır....
ismail 58
05.12.2009, 00:39
Halil rıfat paşanında güzel dir sözü var
"Gidemediğin yer senin değildir"
ommy arkadasim bu yazdgin sozler kadin isin gecerli yanlis yazmisin :)))
ömer yalcin
21.12.2009, 10:19
su zamanda öyle bir sevgi varmiki,bence yok. hepsi masal hikaye!!!!!!
SsİiVvAaSsLlIı
21.12.2009, 12:15
ömer abiye katılıyorum
ஐ๑» êRkêK bûGün sêVêR..yâRîn bêZêR.!SêNîn dêdigiN ô LêyLâ MêCnûN â$kLâRi bû zâMândâ Nê GêZêR«ஐ๑
söyle bakalım bu zamanda ne geziyo.... yolunu mu şaşırmış...
EyüphanAydın
21.12.2009, 15:12
Bu konumuzda dünyaya damgasını vuran resimleri paylaşalım .
EyüphanAydın
21.12.2009, 15:13
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
EyüphanAydın
21.12.2009, 15:15
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
EyüphanAydın
21.12.2009, 15:16
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Kibrisli
21.12.2009, 15:17
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Bence son zamanlarda bir numara bu
EyüphanAydın
21.12.2009, 15:30
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
fertelliyim
22.12.2009, 14:53
Adamın biri... Bir gün eşiyle birlikte otobüs yolculuğu yapıyormuş adamın hanımı kapalı ve havada bayağı sıcakmış hemen ön koltukta ise başka biri eşiyle oturuyormuş onunda eşi ola bildiğine açık saçık önde oturan arkada dönüp arkasındaki arkadaşa; beyfendi eşinize izin verinde biraz açılsın havasıcak der bizimkide hiç cevep vermez öndeki arkadaş isteğini tekrar tekrar arkadakine tekrarlar en son adam dayanamaz ve cevabını verir !!!
Arkadaş benim eşim bana Allah tarafından kişiye özel gönderildi ve ancak ben açabilirim ve ben okuya bilirim, oysa sizinkisi ise tebrik kartı gibi herkes açar herkes bakar...!
sibelYILMAZ
23.12.2009, 09:41
'' Milli Benligini Yitirmis Uluslar
Başka Milletlerin Avıdır. !!!! ''
Mustafa Kemal ATATÜRK
her canlının günlük kısmeti bellidir.nekadar uğraşsak boşuna.bu ne artar ne eksilir.Rabbimiz herşeyi okadar güzel ayarlamışki, bazen anlasakta anlamamakta ısrar ediyoruz.
güzel paylaşımınız için teşekkürler kardeşim sağol..
sibelYILMAZ
23.12.2009, 09:54
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
ÇALIŞMADAN
YORULMADAN
ÜRETMEDEN
RAHAT YAŞAMAK İSTEYEN TOPLUMLAR
ÖNCE HAYSİYETLERİNİ
SONRA HÜRRİYETLERİNİ
VE DAHA SONRADA ,İSTİKLAL VE İSTİKBALLERİNİ
KAYBETMEYE
MAHKUMDURLAR
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
<< "Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa,
bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı
ve güvenmemelidir.
Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk
bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir.
Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına
giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir." >>
Mustafa Kemal ATATÜRK
"Şerefle bitirilmesi gereken ,
En asil görev, hayattır.
Bir lokma ekmek için,
Şerefini çiğnetmeye;
Bir anlık eğlence için,
Servetini tüketmeye;
Bir zamanlık mevkii için,
El ayak öpmeye;
Günlük menfaatler için,
Onurunu terketmeye,
Bir kısım insanlara kızıp;
Tüm insanlara düşman
Olmaya değmez bu hayat.."
sibelYILMAZ
23.12.2009, 09:56
aman ya gene yükleyememişim şu foto işini bir öğrenemedim bilen biri el atarsa sevinirim :(
sibelYILMAZ
23.12.2009, 09:57
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
sibelYILMAZ
23.12.2009, 09:58
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
EyüphanAydın
23.12.2009, 11:48
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Son resimleri düzeltmeye çalıştım,Velakin açılmadı.
...Gül...
24.12.2009, 07:36
Kendimizi evlenince,
bir bebek sahibi olunca,
sonra bir tane daha olunca yaşamın daha güzel olacağına inandırmışızdır.
Sonra çocuklarımızın yeterince yetişkin olmadığını düşünerek bunalırız ve onlar büyüdüklerinde bunun da iyi olacağını düşünürüz.
Sonra büyürler ve biz yine bunalırız, çünkü onlarla didişmemiz gerekir. Şu delikanlılık çağını atlatsalar daha mutlu olacağız tabii.
Eşimiz başarsa, bir arabamız ya da daha iyi bir arabamız olsa, tatile çıksak, sonunda emekli olsak yaşamın daha iyi olacağını düşünürüz.
Gerçek şu ki, mutlu olmak için şu andan daha iyi bir an olamaz.
Öyle değilse, ne zaman?
Yaşamınız hep güçlüklerle dolu olacak. Olduğu kadar çok kabullenip herşeye karşın mutlu olmaya karar vermek en iyisi.Uzun bir süre yaşam yeni başlayacak sandım. Gerçek yaşam.
Fakat yolda hep bir engel vardı; bitirilecek bir iş, aşılması gereken bir sıkıntı, tanınacak bir zaman, ödenecek bir fatura. Sonra başlayacaktı yaşam.
Sonunda anladım, bu engeller yaşamın kendisiydi.
Bu bakış açısı, benim mutluluğa bir yol olmadığını anlamama yardımcı oldu.
YOL, mutluluğun kendisi idi.
Yani, her anın tadını çıkarın.
Mutlu olmaya karar vermek için,
okulun bitmesini, okula geri dönmeyi,
beş kilo kaybetmeyi, beş kilo almayı,
işe başlamayı, evlenmeyi,
cuma gecesini, pazar sabahını,
bir araba almayı, araba yenilemeyi,
ev ipoteğinizin bitmesini,
ilkbaharı, yazı, sonbaharı, kışı,
ayın birini ya da on beşini,
radyoda melodinizin çalınmasını,
ölmeyi ya da
yeniden doğmayı beklemeyin.
Mutluluk bir yolculuktur, bir varış noktası değil.
Mutlu olmak için en iyi zaman… ŞİMDİ!
Alıntıdır
sibelYILMAZ
24.12.2009, 07:43
çok güzel bir konu ve anlatı teşekkür ederim sabah sabah enerji verdiniz...
EyüphanAydın
24.12.2009, 08:03
YOL, mutluluğun kendisi idi.
Yani, her anın tadını çıkarın.
Mutlu olmaya karar vermek için,
okulun bitmesini, okula geri dönmeyi,
beş kilo kaybetmeyi, beş kilo almayı,
işe başlamayı, evlenmeyi,
cuma gecesini, pazar sabahını,
bir araba almayı, araba yenilemeyi,
ev ipoteğinizin bitmesini,
ilkbaharı, yazı, sonbaharı, kışı,
ayın birini ya da on beşini,
radyoda melodinizin çalınmasını,
ölmeyi ya da
yeniden doğmayı beklemeyin.
Mutluluk bir yolculuktur, bir varış noktası değil.
Mutlu olmak için en iyi zaman… ŞİMDİ!
Güzel bir konuya değinmişssinz,İnsan mutlu iken onun kadar güzel bir duygu yoktur.
Bende mutlu olmak istiyorum :)
Erkek severse tam sever.....
Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil, “en az şeye ihtiyaç duymaktır…”
erolerdogan1973
24.12.2009, 16:30
Erkek severse katıksız sever
Erkek severse delikanlı gibi sever
Erkek severse sınır tanımaz
Erkek severse çapkınlık yapmaz
Erkek severse kırmaz
Erkek severse ağlar
Erkek severse ağlatmaz
Erkek severse şeffaf sever
Erkek severse yalan olmaz
Erkek severse incitmez
Erkek severse para harcar
Erkek severse yaratır
Erkek severse araştırır
Erkek severse seksi düşünmez
Erkek severse cömert olur
Erkek severse nazik olur
Erkek severse adam olur
Erkek severse ölümüne sever
Erkek severse bir kere sever
Erkek severse ayrılmaz
Erkek severse aldatmaz
Erkek severse yalan söylemez
Erkek severse telefon parasından batar
Erkek severse aç kalır boğazından bişey geçmez
Erkek severse romantikleşir
Erkek severse en aptal aşk şarkılarını bile çok manalı bulur
Erkek severse bir sırrını açıklar
Erkek severse biranın yerine sevgilisini tercih eder
Erkek severse Türkiye 1.Ligi onu alakadar etmez
Erkek severse Türkiye 1.Ligi onu alakadar etse bile sevgilisinle maça gider
Erkek severse iç güdüleri gelişir
Erkek severse hassaslaşır
Erkek severse şımarır
Erkek severse her zorluğa katlanır
Erkek severse evlenmekten korkmaz
Erkek severse ileriyi düşünür
Erkek severse kararlı olur
Erkek severse hayvani duygularından arınır
Erkek severse kızgın kumlardan serin sulara gider
Erkek severse herşeyi yapar
Erkek severse aptallaşır
Erkek severse afallar
Erkek severse kavga etmez
Erkek severse arada bir düşüp bayılır
Erkek severse süpriz yapmak ister
Erkek severse heveslendirir
Erkek severse kışkırtır
Erkek severse kanatlandırır
Erkek severse ısırır
Erkek severse doğal olur
Erkek severse yaşamayı sever
Erkek severse sorumluluk hisseder
Erkek severse hiç yapmadığı şeyleri yapabilir
Erkek severse hayatı dondurur
Erkek severse sıkılmaz
Erkek severse sevdiğini söyler
Erkek severse yerinde duramaz(Hiperaktifleşir)
Erkek severse şiir yazar
Erkek severse saklamaz
Erkek severse vazgeçmez
Erkek severse rüyada gidir
Erkek severse aşk yarası çeker
Erkek severse pul koleksiyonunu atar
Erkek severse dağlardan çiçek toplar
Erkek severse mektup yazar
Erkek severse umudunu hiç bir zaman kaybetmez
Erkek severse olgunlaşır
Erkek severse kalpten sever
Erkek severse sinekleri öldürmez
Erkek severse akşamları uyurken kuzu saymaz
Erkek severse günde 1 saat ona yeter
Erkek severse çekip gitmez
Erkek severse erkek sinekten bile sevgilisini kıskanır
Erkek severse güzel sözler etmeye bayılır
Erkek severse gönülden yanar
Erkek severse aşktan yorgan döşek yatar
Erkek severse zamanın nasıl geçtiğini anlamaz
Erkek severse özel günleri asla unutmaz
Erkek severse sarhoş olur
Erkek severse arkadaşlarının başının etini yer
Erkek severse son kullanma tarihi geçmiş şeyleri yemez
Erkek severse gözünü dört açar
Erkek severse minibüslere kalemle sevgilisinin adını yazar
Erkek severse haklı olsa bile haksız olduğunu bazen kabul eder
Erkek severse bağışlar
Erkek severse dilencilere para verir
Erkek severse çiçek yaptırır
Erkek severse hediye alır
Erkek severse çok kolay kandırılır
Erkek severse unutmaz
Erkek severse sevgilisinin telefon numarasını kendi numarasından daha iyi bilir
Erkek severse kendine güvenir
Erkek severse ileriye yönelik yatırımlar yapar
Erkek severse doğru yoldadır
Erkek severse kazanır
Erkek severse söz dinler
Erkek severse eline geçen fırsatları iyi değerlendirir
Erkek severse güneşin doğuşunu izlemek için erken kalkar
Erkek severse hep dua alır
Erkek severse kul,köle olur
Erkek severse aşıklara saygı duyar
Erkek severse dans dersleri alır
Erkek severse eylenmesini bilir
Erkek severse inanmak istemediği şeylere inanmaz
Erkek severse kalp'inden ağrı çeker
Erkek severse gözleriyle konuşabilir
Erkek severse bir çok şeyi göze alır
Erkek severse soğan ve sarımsaktan uzak durur
Erkek severse gençleşir
Erkek severse içi hep kıpır kıpırdır
Erkek severse kuşlar gibidir
Erkek severse hoşgörülü olur
Erkek severse inkar etmez
Erkek severse asla laf söyletmez
Erkek severse yanında nazar boncuğu taşır
Erkek severse içindeki zamparayı öldürür
Erkek severse sevgilisinin kokusunu 100 km uzaktan alır
Erkek severse alaskadayken bile içi yanar
Erkek severse sevgilisini ailesiyle tanıştırır
Erkek severse aglatmaz
Erkek severse incitmez
Erkek severse para harcar
Erkek severse cömert olur
Erkek severse nazik olur
Erkek severse adam olur
Erkek severse ölümüne sever
Erkek severse bir kere sever
Erkek severse ayrilmaz
Erkek severse aldatmaz
Erkek severse yalan söylemez
Erkek severse aç kalir bogazindan biseygeçmez
Erkek severse romantiklesir
Erkek severse biranin yerine sevgilisinitercih eder
Erkek severse hassaslasir
Erkek severse her zorluga katlanir
Erkek severse evlenmekten korkmaz
Erkek severse ileriyi düsünür
Erkek severse kararli olur
Erkek severse hayvani duygularindan arinir
Erkek severse herseyi yapar
Erkek severse aptallasir
Erkek severse süpriz yapmak ister
Erkek severse sorumluluk hisseder
Erkek severse hiç yapmadigi seyleri yapabilir
Erkek severse sevdigini söler
Erkek severse yerinde duramaz
Erkek severse saklamaz
Erkek severse vazgeçmez
Erkek severse ask yarasi çeker
Erkek severse pul koleksiyonunu atar
Erkek severse umudunu hiç bir zaman kaybetmez
Erkek severse kalpten sever
Erkek severse çekip gitmez
Erkek severse zamanin nasil geçtigini anlamaz
Erkek severse özel günleri ASLA unutmaz
Erkek severse hakli olsa bile haksiz oldugunu bazen kabul eder
Erkek severse bagislar
Erkek severse çiçek yaptirir
Erkek severse hediye alir
Erkek severse çok kolay kandirilir
Erkek severse kendine güvenir
Erkek severse ileriye yönelik yatirimlar yapar
Erkek severse dogru yoldadir
Erkek severse kazanir
Erkek severse söz dinler
Erkek severse günesin dogusunu izlemek için erken kalkar
Erkek severse asiklara saygi duyar
Erkek severse eglenmesini bilir
Erkek severse hosgörülü olur
Erkek severse inkar etmez
Erkek severse asla laf söyletmez
Erkek severse sevgilisinin kokusunu 100 km uzaktan alir
bu hangi tür bir ERKEK...????
EyüphanAydın
24.12.2009, 16:38
bu hangi tür bir ERKEK...????
İnsanoğlu deniliyor genellikle:D
insanı uçuruma götüren sözlerden bazıları
’’Allah GELSE SENİ ELİMDEN ALAMAZ!’’
’’Allah BENİ Mİ GÖRÜP DURACAK?’’
’’BURASI AllahIN UNUTTUĞU YER!’’
’’BURADA AllahIN YERİ YOK!’’
’’Allah DESEYDİ YAPMAZDIN!’’
’’AllahLIK ALİ BEY!’’
’’Allah BABA!’’
’’YUKARIDA Allah VAR!’’
’’AllahA LAZIMMIŞ Kİ ÖLDÜ!’’
’’CİMRİLERİN AllahI!’’
’’KAHROLSUN ŞERİAT!’’
’’KADER UTANSIN!’’
’’KAHPE FELEK!’’
’’FALA İNANMA FALSIZ DA KALMA!’’
’’AZRAİL SURATLI ADAM!’’
’’NUH DER PEYGAMBER DEMEZ!’’
’’NE GÜNAH İŞLEDİM Kİ TÖVBE EDEYİM!’’
’’SÜNNETİN YERİ Mİ ŞİMDİ, O ESKİDENMİŞ!’’
’’BİR YUDUM ALSAN NE OLUR? ASLAN SÜTÜ BU!’’
’’SENİNLE CENNETE BİLE GİRMEM!’’
’’YALANSIZ İŞ Mİ VAR? , FAİZ YEMEYEN Mİ VAR?’’
’’SEN NAMAZI BOŞ VER BENİM KALBİME BAK!’’
’’ONDA İMAN NE GEZER!’’
’’İMALAT HATASI!’’
’’KIYAMET HACILARLA HOCALARIN YÜZÜNDEN KOPACAK!’’^
’’TABİAT YARATTI, DOĞANIN MUCİZESİ!’’
’’AHİRETE GİDİP GELEN Mİ VAR?’’
’’KURAN ÇARPSIN, Allah ÇARPSIN, EKMEK ÇARPSIN!’’
’’Allah KAHRETSİN!’’
’’LANET OLSUN!’’
AYRICA___
’’SENİ AllahTAN ÇOK SEVİYORUM!’’ DEMEK.
İNANMAYAN BİRİSİ İÇİN’’Allah RAHMET EYLESİN’’ DEMEK.
’’DİNİM, İMANIM GEVREDİ’’DEMEK.
’’Allah BİZE ZULMEDİYOR,BEN Allah MALLLAH TANIMAM, ŞU İŞE AllahIN GÜCÜ BİLE YETMEZ’’ GİBİ SÖZLERİ SÖYLEMEK.
’’BANA Allah VE KURAN YETER,PEYGAMBERE NE İHTİYAÇ VAR!’’ DEMEK
Anladıysam Arap olayım...
İşler Arap saçına döndü...
Kara Fatma Yakiştirması Hk.
hamamböceğine yüzyıllardır, karafatma ismini yakıştırıp kullandıklarını duymuşunuzdur.
bu yakıştırmanın sebebini hiç düşündünüz mü, bilmiyorum.
fatıma kimin kerimesidir, hepimiz biliriz. aleyhisselam’ın kızı fatıma annemiz!...
alevilerin köpeklerine yavuz ismini taktıklarını da duymuşunuzdur.
yavuz derler köpeklerine!
köpeğe böyle hitabı onlara alıştıran ile, böceğe fatıma ismini yakıştırıp, andıran aynı fitne tezgahı tornacılarıdır.
alçaklıkta sınır tanımayanlar cemiyeti...
nalına da mıhına da biz hükmederiz hesabı...
torna artığı değilsiniz...
dikkat istirham ederim.
( alıntı )
EyüphanAydın
26.12.2009, 17:24
Ağızdan çıkan söz vardır adamı ipe götürür . Ağızdan çıkan söz vardır adamı ipten alır.
Paylaşım için teşekkürler .
ismail 58
26.12.2009, 17:37
ALLAH korusun, mümini şirke götürecek derecede sözler var aralarında.
Dikkat edip, ağzımızdan çıkan sözü kulağımız duymalı.
Söz edilmeden önce ikiden fazla düşünülüp bir defa konuşulmalı,
başarı sağlanabiliyorsa, hiç konuşmamalı....
paylaşım çok güzel teşekkür ederim haklısınız iki deği beş defa düşünüp öyle konuşmamız lazım hata yapmamak için dimi ama
seküler sistemin ürünleri..
Paylaştığın İçin sağol Salim abi.
Daha bunun gibi bir çok söz var mesela Peygamber olsa gelse yine inanmam vaya buna benzer sözlerde duyorum bunlar İmanı yıkımına sebep olacak sözlerdir o yüzden bu sözleri söyleyenleri uyarmak yanlışlığını söylemek lazım.
doğan bulut
26.12.2009, 19:58
emeğine sağlık salim kardeş bu gibi konuları daha çok açarsak yararlı olacağını düşünüyorumi
erolerdogan1973
26.12.2009, 20:40
korkmuyorsan atla bakalim...
Anladıysam Arap olayım...
İşler Arap saçına döndü...
Bu iki deyimin bir ortaya çıkış hikayesi vardır.Bilen varsa analtsın.
erolerdogan1973
26.12.2009, 23:21
Anladıysam Arap olayım...
İşler Arap saçına döndü...
Bu iki deyimin bir ortaya çıkış hikayesi vardır.Bilen varsa analtsın.
köprü hikayesinden alinma...:)
EyüphanAydın
27.12.2009, 01:04
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Resim tek kelimeyle harika.Sizlerinde yorumlarını bekliyorum arkadaşlar.
Arif Coşkun
27.12.2009, 09:24
Resimin genel yapısı zaten belli, o harflerin arkasındaki insanı ne kadar anlatsak ne kadar yorumlasak kelimeler yetmez, ona olan minnettarlığımız ebediyen devam edecektir. Bu tabloda emeği geçen her kimse kutlarım, paylaşım için de teşekkürler.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
barikat58
27.12.2009, 15:33
İskilipli Atıf Hoca"nın mezarı bulundu. İskilipli Atıf Hoca"nın mezarı, defnedildiği esnada orada olan bir görgü şahidi tarafından yakınlarına gösterildi.
Vakit gazetesinin haberine göre, Ankara Mamak semti eski kabristanındaki Garipler Mezarlığı"ndaki İskilipli Atıf Hoca"nın kemikleri, yeğenlerinden alınan kan, tırnak ve saç örnekleriyle yapılan DNA testi de pozitif çıkınca, yakınları tarafından alınarak, memleketi Çorum"un İskilip ilçesine defnedildi.
İskilipli Atıf Hoca, 1926 yılında ilk Meclis"in önünde, hakimlik yetkisi olmayanlar tarafından kurulan mahkemede, şapka kanunun çıkmasından iki yıl önce yazdığı bir kitap yüzünden asılmıştı.
Bir sabah vakti asılan İskilipli Atıf Hoca"nın naaşı, akşama kadar etrafa ibret olsun diye de darağacında bırakılmış, daha sonra da naaşı yıkanmadan ve cenaze namazı kılınmadan Mamak Kabristanı"nın kimsesizler kısmına defnedilmişti.
73 yıl sonra kemiklerini bulunan Atıf Hoca"yı memleketine defnedenler, onun 73 yıl sonra geç kalmış cenaze namazını da kıldılar.
İSKİLİPLİ ATIF HOCA VE EYLEMİ
15 Kasım 1925 tarihinde çıkan şapka kanunundan tam iki yıl önce yazılan "Frenk mukallitliği ve İslam" eserinde şapka giymenin küfür alameti olduğunu söyleyen İskilipli Atıf Hoca, şapka kanununa muhalefetten, önce Giresun İstiklal Mahkemesi"ne sevk edildi. Burada hakkında takipsizlik kararı verildi. İstanbul"a döndü ama bu sefer de Ankara"dan hakkında yakalama emri çıkarıldı ve polis tarafından Ankara"ya götürüldü. Ankara İstiklal Mahkemesi"nde yargılanmaya başlandı. Bu kez kendisine isnat edilen suç, "halkı kanunlara karşı kışkırtmak"tı.
Meşhur Kılıç Ali"nin (nam-ı diğer Kel Ali) reislik ettiği Ankara İstiklal Mahkemesi Savcısı, Hoca için 3 yıl hapis cezası istiyordu. Fakat mahkeme tarafından idamla cezalandırıldı.
Gördüğü bir rüya üzerine savunma dahi yapmayan İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 sabahı, Meclis yakınlarındaki Zincirli Camii"nin kenarında bulunan bir hamam harabesi içinde "Mahkeme-i Kübra"da hesaplaşacağız" dedikten sonra kelime-i şehadet getirerek ipte can verdi.
EyüphanAydın
27.12.2009, 16:04
Hatta bunun üzerine bir video fragmanı yapmışlardı yanılmıyorsam .
sandalli
27.12.2009, 16:12
Atif hoca meselesi tamamen bir hukuk cinayetidir. Hala bir sizi gibi icimde yanar durur, unutmamak lazim, bir sapka risalesi icin sehit edilmistir, bu hukuk cinayetini kiniyorum.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Sözsüz konuşabilmek güzel şey olsa gerektir.
Susmak ve anlamak, susarak anlatmak güzel şey.
Kelimeler elbette konuşabilmemiz için var.
Ama sükûtun bir ihtişamı yok mu sizce de?
Hani iki talebesi bir ALLAH dostunu ziyarete giderler.Ahir ömründe bize bir sohbet, bir nasihat eder ümidiyle.Otururlar saatlerce, ne bir tek söz, ne bir sohbet
" Canı sıkılır iki arkadaşın. Müsaade isteyip kalkarlar.Kapıya geldiklerinde aralarında konuşmaktadırlar, üstadımız niye sohbet etmedi,diyerek. Fısıldaşmaları duyan evin hanımı seslenir arkalarından;
-Yazık size, hiçbir şey duymadınız öyle mi? Oysa o neler anlattı size" Susarak anlatmak zor şey galiba, susulanları anlatmak zor şey.
Hazreti Mevlana talebelerine sohbet ederken,ALLAH'ı tanıyan susar, der.Talebelerden birisi o günden sonra hiç konuşmaz olur.Günlerce sükût edip oturur kendi halinde. Bu durumu fark eden Mevlana,niye sustuğunu sorar genç adama.
Efendim siz demiştiniz ki, ALLAH'ı tanıyan susar, ben onun için Güler Mevlana:
-Öyle değil, der, ALLAH'ı tanıyan ALLAH'tan gayrısına susar. Onun konuştuğu ALLAH olur artık, ondan konuşan ALLAH olur.
Bu meselenin özünü idrak etmek bize uzak belki.Ama daima susup, bakışlarıyla insanların halini bir güzel tanıyanlar anlayacaklar ne demek istediğimizi. Kitaplarda nice içinden çıkılmaz meseleler vardır ki,sözün anlayamayacağını fak edince bir mısra yazarlar: "Tatmayan bilmez." Tatmayan nasıl bilsin ki?Tadanlarda konuşmazlar nedense.
"Âşık susarsa, arif konuşursa helak olur."Denmesi bundan olsa gerektir.Vaktiyle gül kokulu meclislere aşina bir derviş,memleketinden uzaklara gitmek zorunda kalmış.
Ruhu beden gurbetinde mahpus olan insan, bir de bedeni ile giderse siz düşünün halini!Ne halden anlayan bir dost, ne kapısını çalabileceği bir yaran,ne aynı dilden konuşabildiği bir yoldaş..Böyle zamanlarda daha bir özlenir arkada bırakılanlar,daha bir iç yakar muhabbetin iştiyakı.
Derviş, bir gece vakti yalnızlığın ne menem bir şey olduğunu iliklerine kadar duyarak yürürken, yanından geçmekte olduğu evden gelen bir kokuyla sendelemiş. Bir muhabbet, bir neşe, bir tanıdık his ...Eve doğru yürümüş. Bahçe kapısından içeri süzülünce kalbinin atışları hızlanmış,muhabbet kokusu bir başka yakmış içini, ayakları bedenini taşıyamaz olmuş,kapının önüne gelip oracıkta boynunu büküp beklemeye koyulmuş. Kapı aralandığında, karşısındaki hiç tanımadığı ama ezelden aşina olduğu kişiye sarılmamak için zor tutmuş kendini. Susmuş ve beklemeye koyulmuş.Tebessüm ederek içeri dönen ev sahibi, elinde ağzına kadar su dolu bir kâse ile geri gelmiş. Bu kez yüzünde bir hüzün, gözlerinde mahcubiyet, dudaklarında sükût.. Kapının önünde mahzun bekleyen derviş başını hafifçe kaldırıp kâseyi görünce, hemen yanı başındaki gülün bir kırmızı yaprağını koparıp, zarafetle bırakmış suyun üstüne..
Ne su taşmış, ne de ağırlaşmış kâse gül yaprağıyla.
Kâsenin oracığa bırakılmasıyla birbirlerine sarılmış iki ebed dostu.Bu başka bir lisan galiba. Sadece ehlinin bildiği, ehil olmayanların ise sadece hakkında konuştukları bambaşka bir lisan.
Tevekkeli dememiş "Bilen söylemez, söyleyen bilmez." Diyenler. Susmak zor iş belli ki.Alemlerin Efendisi "Susan kurtulur" buyurmuşlar. Haydi dilinizi susturmayı başardınız diyelim, ya kalbin susması... Bir de kalp var. Marifet onu susturmakta.
Peki o nasıl olacak?
Kalbe sizin iradeniz dışında bir tek hissin bile gelmemesi..
"Tatmayan bilmez."
Vesselam....
sibelYILMAZ
28.12.2009, 10:32
BU NE GÜZEL BİR KONU NASIL TATLI BİR MUHABBET DİLİ OKURKEN KENDİMİ ÇOK BAŞKA ÇOK NARİN ORTAMLARDA HİSSETTİM ALLAH RAZI OLSUN PAYLAŞIM İÇİN...
Bir bilgeye sormuşlar:
-“Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?”
-“Konuşmasından.”
-“Ya hiç konuşmazsa?”
-“O kadar akıllı insan yoktur ki!”
;);)
Anlatılacak herşeyin bir cevabı, karşılığı, destekleyicisi, tavsiyesi gibi bir çok devamı olacağını düşünürken anlatılacak şeyin sadece anlatmaktan ibaret değilde anlaşılmaktan ibaret olguğu daha iyi anlaşılacaktır ......
Dilimizin susumasını bir yerde engelleyebiliriz ama ya kalbimizi çok zor.
Emeğine yüreğine saglık bu güzel paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun
EyüphanAydın
28.12.2009, 15:35
Çok akışkan bir dilde güzel bir paylaşım olmuş teşekkürler.
Küserel Sınıma Sivasta Değişik bir yansıması Oldu Mesela Geçen Yaz bol yağmurlu ve sıcak geçmedi Kasım ayına girince Sezonun İlk karı yağdı ama bir gün bile durmadan Eridi 2 hafta öncede yağmıştı bu da tutmadı hemen eridi ondan sonra kar yağmadı Hep yağmur yapıyor Sanki karasal iklim değil Ilıman iklim gibi Dün İse Sanki bahar havası vardı Aralığın sonundayız Sivasın İkliminde bu normal bir durum değil Ama İyi Oldu Her kez Dışarıya Çıkıp gezdi Kısacası Küresel Isınma bizlere yaradı
Normalde Sivasta Ekimin Sonunda Yağmaya başlar kar ve Erimez Aylarca kalkmaz kar ayrıca Dondurucu soğuk olur Evlerin üstünde buz sarkar Fakat Ocak ayına gireceğiz Daha Doğru düzgün kar yağmadı nede Dondurucu soğuk var
Arkadaşlar Yorumlarınız Bekliyorum
Böylesi daha güzel bence..Palto giymeden bir ceketle çıkıyoruz,dışarısı cıvıl cıvıl.
Böylesi daha güzel bence..Palto giymeden bir ceketle çıkıyoruz,dışarısı cıvıl cıvıl.
Haklısın Ama Dünyada Etkili Olan Küresel Isınma var Tehlikeleri var uzun vadede bu yönene bakılırsa Kötü Ama Kısa Vadede Sivasın Sıcak Olması Güzel
kurban olurum ben o sivasın küresel ısınmasına
EyüphanAydın
28.12.2009, 20:58
Haberlerde gösterdiği gibi ege bölgesinin ılıman bir şekli Sivas'ta yer alıyor.Mevlam hayırlısını yazsın.
*AHISKALI*
28.12.2009, 21:24
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
GÜL YAPRAĞI
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini
aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli
olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı
geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden
kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,
kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan
sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,
tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar
suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz
demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir
gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak
yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman yer vardı.
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ ♦♦
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
YALNIZ ADAM ve KIRLANGIÇ
Karlı bir kış günüymüş...
Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip
gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onun
içeri girmesine müsade etmesini istemiş.
Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam,
git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da
kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla
kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"
Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,
rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı
daha başka düşünceler sarmış,
kırlangıcın arkadaşlığını
geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş...
"Keşke kuşu içeri alsaydım.
Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş
oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır,
cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.
Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,
etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç
oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.
Ama görememiş zavallı kırlangıcı...
Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...
Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;
yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar
açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.
Onun hevesle havada uçan kuşlara
baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince
hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan
sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunu
bilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş
ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...
***
Dikkatli olun...
Farkında olun...
Kendinize bir sorun...
Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?
Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar
size sunulan bir dostluğu?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki,
sadece birkez karşımıza çıkar,
değerini bilemezsek kaçıp giderler.
Ve asla geri gelmezler....
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ ♦♦
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Zenginlik
Günlerden birgün zengin bir baba, oğlunu bir köye götürdü. Bu yolculuğun bir tek amacı vardı:
İnsanların ne denli yoksul olabileceklerini oğluna göstererek, yaşadıkları zenginliğin değerini daha iyi anlamasını sağlayacaktı. Çok yoksul olan ve hayli uzakta yaşayan akrabalarının evinde bir gün ve bir gece geçirdiler. Yolculuk dönüşü baba oğluna sordu: "Orada gördüğün her şeyden sonra insanların ne kadar yoksul olabileceklerini anlamışsındır sanırım. Şimdi bizim zenginliğimizle onların fakirliklerini bir kıyasla bakalım."
Çocuk anlatmaya başladı: "Bizim evde bir köpeğimiz var; onların dört tane vardı. Bizim evde çok büyük bir havuz var. Onların ise içinde binlerce balığın oynaştığı uçsuz bucaksız dereleri var. Bizim bahçemizi aydınlatan lambalarımız, onların bahçelerini aydınlatan yıldızları var. Bizim görüşümüz ön bahçeye kadar; onların ise tüm gökyüzünü görüyor. Ve babasının hayret dolu bakışları arasında devam etti.
Teşekkürler baba ne kadar yoksul olduğumuzu gösterdiğin için...
Dilsad Hatun
29.12.2009, 01:26
"Tatmayan bilmez." Tatmayan nasıl bilsin ki?Tadanlarda konuşmazlar nedense
Cok güzel bir anlatimdi , Yureginize emeginize saglik.
TIK, TIK, TIK...
-KIM O?
-HAZIRLAN GIDIYORUZ.
-SEN KIMSIN? NEREYE GIDIYORUZ?
-SIRAN GELDI. GERÇEK EVINE GIDIYORUZ.
-GERÇEK EV MI? SEN! YOKSA!
-EVET. HADI GIDELIM.
-DUR BİR DAKİKA..BİR SÜRÜ YARIM İSİM VAR.
-İS YARIM KALMAZ. BİRİLERİ TAMAMLAR. OYALANMA ARTIK.
-COCUKLAR, ONLAR DAHA COK KUÇUK, BARI VEDALASSAYDIM.
-SEN OLMADAN DA BUYURLER, HADI BEKLIYORLAR.
-BEKLIYORLAR MI? ONLAR DA KIM?
-GIDINCE GORURSUN.
-ANLADIM. ANLADIM AMA KALBINI KIRIP, GONLUNU ALAMADIKLARIM, IYILIGINI GORUP, KARSILIK VEREMEDIKLERIM VAR. ANLAYACAGIN BORCLU GITMEK ISTEMIYORUM.
-BUNU ZAMANINDA DUSUNSEYDIN!
-ZAMANINDA MI? IYI DE BEN DAHA ZAMANIM VAR SANIYORDUM.
-HEPINIZ AYNISINIZ.. ZAMAN DEDIGIN, IÇINDE BULUNDUGUN AN.. BUNUN OTESI YOK.
-KESKE, KESKE....
-DEVAM ETME. BUGUNU YASARKEN HEP YARIN VAR GIBI DAVRandIN. USTUNDEKI ÜNIFORMANIN SORUMLULUKLARI VAR.. YERINE GETIRMEDIN.. BU SANA BIR UYARIYDI. SIMDI GITMIYORUZ... AMA HER AN GIDEBILIRIZ.. BIR DAHA GELDIGIMDE ONUNDE UMUT,ARKandA PİŞMANLIK OLMASIN !
EyüphanAydın
29.12.2009, 13:03
Ölüm ile varlığın anlatıldığı çok güzel bir konu.Gerçekten insan okurken biraz düşünce içerisine girmiyor değil.
Her zaman Ölümün ensemizde olduğunu düşünürsek mevlam hayırlı ölüm nasip etsin.
Mezar taşlarında son yıllarda moda haline gelen bir yazıyıda sizlerle paylaşmak istiyorum; Bizde gezerdik siz gibi,Sizde geliceksiniz biz gibi.
ismail 58
29.12.2009, 13:05
hazırlıklı olun değerli hemşerilerim.
heran hazırlıklı olmalıyız.
yukarıda ki soruların sorulmasına ve
cevaplama zamanını dahi bulamayabiliriz.
1
- Yahu sen inşaat mühendisiydin di mi?
- Evet??
— Baksana bu bina yıkılır mı?
— Ne bileyim ben, bisürü testi var bu işin öyle karpuza vurur gibi anlaşılmaz bu işler!
— Ne biçim mühendissin lan sen?
-.......
2
- Bölüm ne?
- Makine mühendisliği
- Kaç tane kız var lan sizde??
-........
3
- Ne çıkacan mezun olunca?
- Gemi inşaat muhendisi.
- Ha, kaptan felan yani.
- Yok ebe olacaz.
4
- Mesleğin ne evladım?
- Kimya muhendisiyim amca.
- Sabun, şampuan felan...
- Yok amca öyle değil; daha bi zor.
5
- Abi senin bölüm bilgisayardı di mi?
- Evet?
- Ya 6 haneli icq numarası nası aliyoruz? Öğretmişlerdir size....
- (tabi tabi. okulda ders var ICQ101 diye) Ama, öğretmediler, bilmiyorum.
6
-Ne mühendisisin?
-Endüstri mühendisi
-Ne endüstrisi?
7
Arkeoloji bölümünde okuyan bir kişi tarafından, bilgisayar mühendisliğinde okuyan bir kişiye yöneltilmiş soru:
- Abi sen bilgisayar mühendisliğinde okuyordun dimi?
- Evet.
- Size hacker'lik yapmayı öğretiyorlar mı, böyle bir ders var mı?
- Lan, siz de tarihi eser kaçakçılığı diye bir ders var mı?
-?!
8
- Abi nerde okuyordun sen?
- Makine mühendisliği
- 4 yıllık mı?
9
- Ne mühendisisin?
- Bilgisayar
- Bu bilgisayarlar nasıl çalışıyorlar kuzum?
- Içlerinde elektronik devreler var, ikili mantığa göre...
- ??!
- Boşver, sen tak fişi çalışır onlar..
10
- Ne mühendisisin?
- Bilgisayar
- Yav bizim oglana şöyle iyi bişey, oyunlu falan, toplasak kaça çıkar?
11
- Bilgisayar mühendisliğini kazandığına göre çok zeki olmalısın.
- Yok ya o kadar değil.
- Salak mısın yani?
12
- Emre aslanım sen makine mühendisiydin de mi?
- Evet mahmut amca.
- Vallahi tebrik ederim seni.. ya bu arada bizim şofben bozuldu, müsait olduun bi zaman diyodum.
13
- Yavrum inşaat mhendisi mi olacaksın sen?
- Evet teyzecim.
- Ayy canim benim peki iş miş bulabilecek misin çıkınca, master yapacak mısın master yapmadan da bir anlam yok artık. Mühendis kaynıyor ortalık.
- ...Saol ya. Bunları hatırlattın ya huzura kavuştum şimdi. Bozmasaydın ya şu güzel ortamı, daha iyi olmaz mıydı?
14
- Ne iş yaparsın sen?
- Haberleme mühendisi
- Yaw bu nokialarda radarın yeri tespit ediliyo mu. Nasıl oluyo o ?
- Benim bu telefona nerden müzik yüklenir ?
- Sen şimdi telefon felan yapabiliyon mu bana da yap
- Bu uydu kanallar şifresiz felan nasıl izleniyo onun bi aleti varmış, var mı sende
15
- Senin okuduğun bölüm ne yienim?
- Genetik mühendislii diyorlar teyzecim.
- Vah vah tıp fakültesi tutturamadn mı yavrum, böyle genetik mühendisi olucan.?
- Kandan cerahatten pek hoşlanmam.
16
- Hmm yazılım mühendisliği nasıl oluyor o?
- Bilgisayar yazılımı üzerine.
- Yazı mı yazyorsun yani bilgisayarda?
- Evet yazı yazıyorum bilgisayarda. (la havle)
17
- Ahmet makina mühendisliği zor muydu?
- Tabi olum. termo, mukavemet, akışkanlar.. bunları geçene kadar arkamdaki kıllar ağardı.
- Helal olsun valla. ya benim evdeki musluğa bi bakıverse lan, damlatıyo kaç gündür.. o da akışkan sonuçta. he ne dersin?
- Allah belanı versin derim başka bişey demem.
18
- Sen şimdi ne okuyordun?— Bilgisayarr mühendisliği
- Evladım boşuna okuyorsunuz siz, şimdiki çocukların hepsi bilgisayar kurdu, bizim oğlan bütün gün internet cafede.
- Tabii amca, anlıyorum…
19
İşçilerin yeni girmiş makine mühendisi hakkındaki yorumları:
- Bak mesela şu yeni giren mühendis var ya.
- hee.
— CNC’nin "S" sinden bile anlamıyor...
— CNC’de "S" var mı ki lan?
— Neyse işte anlamıyooo...
20
- Ne okuyorsun sen?
— Peyzaj mimarlığı
- Ne yapar o?
- Doğal çevreyi bozmadan insan gereksinimlerini karşılamak için incelemeler ve planlar yapar. Kentlerdeki parkların, bahçelerin, tarım alanlarının ve yolların....
— Ha yani bahçıvan olucan!
- !!!!!!!!!!!
21
- Sen ne okudun
- Mühendislik
- Hangi Bölüm
- Elektronik
- Hangi Okul
- Anadolu Üniversitesi
- Ha anladım Açık öğretim yani
alıntı
EyüphanAydın
29.12.2009, 16:03
Bölüm ne?
- Makine mühendisliği
- Kaç tane kız var lan sizde??
Çok güzel paylaşım :) Bazen okurken güldüğüm noktaları oldu.
Kibrisli
29.12.2009, 16:04
Arkeoloji bölümünde okuyan bir kişi tarafından, bilgisayar mühendisliğinde okuyan bir kişiye yöneltilmiş soru:
- Abi sen bilgisayar mühendisliğinde okuyordun dimi?
- Evet.
- Size hacker'lik yapmayı öğretiyorlar mı, böyle bir ders var mı?
- Lan, siz de tarihi eser kaçakçılığı diye bir ders var mı?
-?!
Abi bu süpermiş... Birde başka bir bölüm için bir arkadaşımın babannesinin komşusu ile yaşanmış bir örneğini vereyim...
-Benim torunda Kıbrıs'ta üniversite okuyor..
-Heee... Hangi bölümde okuyorsun oğlum?
-Radyo Televizyon teyzecim...
-Oh Oh iyi bizimde televizyon bozuktu bi bakıver evladım... :D:D::D
yiğidoturan
30.12.2009, 11:55
- -Bizde Türk açılımı istiyoruz arkadaş...
--Güneydoğuda herif 30 çocuk sahibi olacak...
- -Sonrada bu çocuklarını terörist sempatizanı yapacak...
- -Çalışmayıp yan gelip yatacak...
- -Benim maaşımdan veya küçük esnaftan %30 vergi alacaksın...
- -SSK primim bir emekli maaşı kadar olacak...
- -Ben bu herifin kürt bebelerine büyüyünce, Askerime Polisime kurşun sıksın diye mi bakacağım...
- -TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >Ben bir çocuğa bakmak için deli gibi çalışacağım...
> >Bu ülkeye hiç bir katkıları olmayan,
> >Bu güzel ülkemin, Türkiye'min vatandaşı olmak hakkını bir kenara iten,
> >Kendi kendilerine ırkçılık yapan,
> >Kürtler yan gelip yatacak...
> >30 tane palesi için devlet ona çocuk yardımı yapacak...
> >TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >
> >
> >Vergisiz kaçak petrol kullanacaklar...
> >Ben de vergi üstüne vergi vereceğim...
> >Ben bu kadar SSK primi ödeyeceğim...
> >Hastanelerden zar zor faydalanacağım...
> >Kürtler bir yeşil kartla 30 tane palesine baktıracak...
> >TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >
> >
> >Ben sesimi yükseltemezken...
> >Eylem yapamazken...
> >Düşüncemi ifade edemezken...
> >İşçi, memur yürüyüş yapıp hak arayamazken...
> >Kürt çıkıp bayrak yakacak...
> >Bölünme isteyecek...
> >Etrafı yakıp yıkacak...
> >Her şeyi Devletten bekleyecek,
> >Daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyecek...
> >Gece 02:00'de İzmir’deki bir insan Diyarbakır’a gidemezken, Diyarbakır’lı her saat İzmir’e gelebiliyorsa,
hangisinin özgürlüğü kısıtlı.
> >Polisleri taşlayan bu itlere karşı, polislerin insan hakları diye eli bağlanacak...
> >TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >
> >
> >Elektrik, su ve doğalgaz borcunu geciktirsen hemen kesilen ve bir dünya faiz ödeyen biz...
> >Devlet arazisine bir gecede çöküp oraya ev yapmayan biz...
> >Zar-zor, borç-harç ev alıp birde bunun takır takır vergisini ödeyen biz...
> >Kürtlerin kullandığı kaçak elektrik parasını ödeyen biz...
> >Elektriğe, suya, gaza para vermeyip bedava arazide ev kurup oturan kürt...
> >TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >
> >
> >KÜRTLERE AYRIMCILIK YAPILIYOR DİYE YALAN KONUŞUYORSUNUZ...
> >TERÖRÜ BESLEMENİZE RAĞMEN, EN ÇOK YAYGARA YAPAN SİZSİNİZ...
> >MİLYONLARCA TEK KELİME TÜRKÇE BİLMEYEN KÜRTLER, NASIL ASİMİLE OLABİLİYOR...
> >TÜRKLER VATAN, NAMUS, DİN, DEVLET VE BAYRAK KITMETİ BİLİR ...
> >TÜRKİYE HUKUK DEVLETİDİR VE DÜŞÜNCESİNİ DE SİLAHLA DEĞİL, KONUŞARAK İFADE EDER...
> >TÜRKLER, DEVLETİNE VE YASALARA BAĞLILIĞINDAN ASLA TAVİZ VERMEZ...
> >TÜRKLER İŞSİZLİK VE KRİZLE BOĞUŞSADA, AÇ KALSADA KİMSEYE ÜLKESİNİ ŞİKAYET ETMEZ...
> >TÜRKLER ADALETİ KENDİ ÜLKESİNDE ARAR...
> >HER BORCUNU DEVLETE TIKIR TIKIR ÖDER...
> >VATANININ TEHLİKEDE OLDUĞUNU HİSSEDİP EYLEME GEÇER VE CANINI VERMEKTEN KAÇINMAZ...
> >AVRUPA'DA TÜRKİYE'Yİ YALAN SÖLEYEREK "BEN KÜRDÜM" DİYE ŞİKAYET EDERSİNİZ, AMA SUÇ
İŞLEYİP YAKALANDIĞINIZDA "BEN TÜRK'ÜM" DEME ÜÇKAĞITÇILIĞINI YAPARSINIZ...
> >TÜRKLÜĞÜ VE VATANINI SAVUNDUĞUNDA FAŞİST DAMGASI YİYEN SİZMİSİNİZ YOKSA BİZ TÜRKLER Mİ...???
> >BİZ Mİ BASKI GÖRÜYORUZ, SİZ Mİ...!!!
> >TÜRKİYE'DE KÜRT SORUNU YOK, SORUNLU VE BEYİN ÖZÜRLÜ İNSANLAR VAR...
> >KENDİ GÖZÜNDEKİ ÇÖPÜ GÖRMEYENLER, BAŞKASINA ŞAŞI DERLER...
> >BU SÖZ KÜRT FESADINI NE GÜZEL ANALATIYOR...
> >SONRADA BAŞBAKAN ÇIKIYOR AÇILIM İSTİYOR...
> >EVET İSTİYORUZ ...!!!
> >AMA...,
> >TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
> >Demokrasiden bahsedip, teröre yol açmak ?
> >İnsan öldürüp, hak talep etmek?
> >Bu ne yaman çelişki...!!!
BÜTÜN DÜNYANIN VE YENİLGİYE UĞRAYAN DEVLETLERİN ASLA UNUTAMADIĞI, TÜRKLERİN DESTAN YAZDIĞI ÇANAKKALE ZAFERİNİ, KURTULUŞ SAVAŞIMIZI VE ŞİMDİ KÜRTLERİ KULLANAN DIŞ GÜÇLERİN, YUNANLILARIDA KULLANDIĞI AMA SONRA, 9 EYLÜL 1922 DE EGE DENİZİNE DÖKÜLMELERİNDEN SONRA YUNANLILARI KADERİNE TERK ETTİKLERİ UNUTULMASIN...
FRANSIZ ALBAY PİERRE LOTİ:"BİR DAHA, TÜRKLERLE SAVAŞMADAN ÖNCE, TÜRKLERDEKİ DİN, DİL, NAMUS, AİLE, VATAN, MİLLET VE BİRLİK DUYGULARININ YOK OLUP-OLMADIĞINI İYİ KONTROL EDİN. YOKSA, TÜRKLERİ SAVAŞARAK YENEMEZSİNİZ..."
GENERAL JOHN B. GORDON :"BEN BÖYLE BİR IRK'I DAHA ÖNCE GÖRMEDİM. BİR IRK, BİR BİRİNE
BU KADAR MI BAĞLI OLUR? BEYLER! BU BİRLİK BOZULMADIĞI SÜRECE, BAŞARMAYI HAYAL ETMEYİNİZ..."
TÜRKLERİN EĞİLMEZ VE BÜKÜLMEZ NASIL BİR ÇELİK OLDUĞUNU TÜRK DÜŞMANLARI ÖĞRENDİ AMA, TÜRK TOPRAKLARINDA YAŞAYAN AKIL VE MANTIKTAN YOKSUN YABANCI GÜÇLERİN MAŞALARI ÖĞRENEMEDİ.
TÜRKÜN SABRI TAŞTIĞINDA ÖĞRENECEKLER, AMA O ZAMAN ÇOK GEÇ OLACAK VE PİŞMANLIKLARININ ONLARA HİÇ FAYDASI OLMAYACAK...
***NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE***
eflatunun öğrencisi olmayı ne çok isterdim
EyüphanAydın
02.01.2010, 00:07
Paylaşım için teşekkürler.
EyüphanAydın
02.01.2010, 00:39
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
EyüphanAydın
02.01.2010, 00:40
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] 05.jpg&max_width=600
EyüphanAydın
02.01.2010, 00:41
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] 06.jpg&max_width=600
EyüphanAydın
02.01.2010, 11:36
Gözümüz tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir
fotoğraf makinası değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir.
Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları
beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz
vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden
gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle
gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden
dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki fotoalıcıların sayıca
fazlalığı sayesinde,bir makinada olabileceğinden çok daha yüksek
çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer
megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte
gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.
Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler
ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90'a 90
derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu
farzedelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu
durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:
90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.
Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir
manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli
istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok
daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır.Biraz küçük
düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:
120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.
İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çoook daha fazla
çözünürlüğe tekabul eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi
kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar
gelişmiş bir kamera olması lazım.
Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak,
pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz
manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer
görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP. Şimdi kameralardaki
özellikler benim GÖZÜMDE solda sıfır kaldı vallahi. Aman bu yazıyı okumaya
çalışırken gözünüze zeval gelmesin. Megapiksel ayarlarınız bozulmasın...
yahu eyüphan kardeşim sen bunları nerden düşünüp bulup buluşturup yazıyon be kardeşim aklım almıyor maşallah nazar değecek be paylaşım için teşekkür ederim eline yüreğine sağlık.
asi-yürek58
03.01.2010, 17:36
arkadaşlar sizce ülkemizde insana nekadar deger ve saygi duyuluyor
Bana sorarsanız değer verilmiyor.....
Bahar_dali
14.01.2010, 22:03
Arkadaslar sizden bir ricam olacak, bana yardimda bulunursaniz cok sevinecegim!
Ben avrupada yasayan bir gurbetciyim. Suan Sosyal Hizmetler okuyorum ve yaklasik 8 ay sonra 4 aylik staj görecegim. Erasmus ile Türkiyede staj görebilme imkanim var, ve ben bunu degerlendirmek istiyorum. Ben sivasli oldugum icin, sivasta staj görmek istiyorum. Sivasta staj görebilecegim cocuk esirgeme kurumlari veya aile danisma merkezleri biliyormusunuz? Önerebileceginiz en iyi yer neresidir, lütfen yardim edin.
Simdiden tesekkürler
vallahi bahar dalı kardeşim bende gurbetteyim pek bilemiycem sivasta oturan hemşehrilerim daha iyi bilirler onlar yardımcı olurlar sanırım allah kolaylık versin güzelim size.
vBulletin v3.8.3, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.