Orijinalini görmek için tıklayınız : Bunları biliyormusunuz?
Arif Coşkun
13.03.2008, 12:52
ANGUT
Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".
Birisi bir salaklık yapınca, bi laftan anlamayınca, böle boş boş
bakınca hemen "Angut'musun" der günümüzün insanı.. .
Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir ton "Angut!" var ülkemizde.. Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir
yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi) gözlerini bir dakika bile
eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda
bekler...
İşte bu canlının yaptığı en büyük"Angut"luk budur.. Ayrıca bu olay
bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen birşey
değildir.. Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elini uzatsanız dahi oradan kaçmaz..
Hani derler ya "Angut gibi bakmasana lan".. keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..
Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha
düşünün.. Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...
Bu ve buna benzer konuları birlikte paylaşmak ümidiyle.Bekleriz.
Arif Coşkun
13.03.2008, 13:49
Beyaz karayı, sinek yarayı, zengin parayı,
Yemek tuzu, rakı buzu, maymun muzu,
Ördek kazı, güzel nazı, aşık sazı sever...
Kuş darıyı, çiçek arıyı, erkek karıyı,
Ana çocuğu, çoban gocuğu, yumurta sucuğu,
Ocak közü, kirpik gözü, ozan sözü sever...
Garip sılayı, yiğit halayı, tencere kalayı,
Davul zurnayı, avcı turnayı, deve hurmayı,
Alın kelini, cömert elini, cimri dilini sever...
Çöl yağmuru, çizme çamuru, oklava hamuru,
Tembel yatmayı, geveze atmayı, pazarcı satmayı,
Şişe tıpayı, şarap kupayı, eşek sopayı sever...
Ebe bebeği, kahve dibeği, çengi göbeği,
Memur masayı, ermiş asayı, hakim yasayı,
Haylaz döveni, dalkavuk öveni, hergele söveni sever...
Sarhoş dostunu, ayı postunu, yaşlı bastonu,
Hatip lafı, suçlu affı, açıkgöz safı,
Orman çamı, kedi damı, işçi zammı sever...
Mektup pulu, zampara dulu,
Allah kulu sever de..
Sen?
:)
Sweetgirl
13.03.2008, 13:53
Angut'un bir kus türü oldugunu cok gec ögrendim
ama yinede Angut kelimesini birine karsi kullanmam
Angut kusunun bir resmini eklim dedim :)
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
altuntas58
13.03.2008, 13:59
Çok haklısın Arif bey bu masum kuşun bazen bilerek bazende bilmeyerek adını anarız sizinde dediğiniz gibi angutun ne olduğunu bilmeyen fakat her fırsatta angut kelimesini kullanan bir çok insanımız var yine size katıldığım bir cümle var keşke herkes sevdiğine değer verdiğine bir angut kuşu gibi davransa kuş olduğu halde eşini yaralı iken ölene kadar her türlü tehlikeye rağmen asla yanından ayrılmayan bizler insan olarak yolda trafik kazası sonucu vatandaşı ezip geciyor ve durmaya tenezül dahi etmiyoruz trafik kazası sonucunda kacanın bıraktığı yaralıyı arabam kan olur kirlenir diye almıyoruz şimdi bir angut dediğimiz kuş her zaman iyisini yapıyor ama biz insanlar her zaman iyisini yapmayı beceremiyoruz kıssadan hisseler bu güzel konuyu bizlerle paylaştığınız için sağol arif kardeş
Arif Coşkun
13.03.2008, 14:04
Angut'un bir kus türü oldugunu cok gec ögrendim
ama yinede Angut kelimesini birine karsi kullanmam
Angut kusunun bir resmini eklim dedim :)
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Sweetgirl kardeşim.Resim işi aklıma gelmemişti bunuda sen tamamlamışın teşekkür ederim. Ha bu arada atışmaları unuttuk sanırım uğramaz oldun,en son ben yazmıştım yanılmıyorsam:)
Sweetgirl
13.03.2008, 14:05
Sweetgirl kardeşim.Resim işi aklıma gelmemişti bunuda sen tamamlamışın teşekkür ederim. Ha bu arada atışmaları unuttuk sanırım uğramaz oldun,en son ben yazmıştım yanılmıyorsam:)
rica ederim abi
en son senmi yazmisdin ciddenmi
bilsem hemen cevap yazardim kimse yazmiyor diye girip bakmiyom bile
Arif Coşkun
13.03.2008, 14:22
Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler. (yek, du, se, cihar, penç, şes) Şimdi de yedi sayısını öğreniyoruz. Farsça yedi (heft)dir veya (hefte) Yedi günlük hafta ismi de buradan alınmıştır.
Halen Türkçede kullandığımız gün isimlerinin kökenlerinin neler olduklarını biliyor musunuz?
Cuma Arapça (Toplama, toplanma)
Cumartesi Arapça (Ertesi) Türkçe
Pazar Farsça Ba (Yemek), zar (yer)
Pazartesi Farsça (Ertesi) Türkçe
Salı İbranice (Üçüncü)
Çarşamba Farsça (Cehar) şenbe (dördüncü gün)
Perşembe Farsça (Penç) şenbe (beşinci gün)
Günümüzde kullandığımız ay isimlerinin geldikleri yerler de karışık. Hicri takvimdeki Arabi ay isimlerinin bugün hiçbirini kullanmamamıza rağmen yine de Şubat, Nisan, Haziran, Temmuz ve Eylül aylarının isimlerinin kökenleri Arapça ve Süryanice, Kasım ayının ise Arapça.
İşin daha ilginç yanı bunlardan Şubat, Nisan, Temmuz ve Eylül hemen hemen aynı telaffuzla Yahudi takviminde de yer alıyorlar. Gelin ayların isimleri ve kökenlerine bir göz atalım.
Ocak Türkçe (Kışın evlerde ateş yakılan yer)
Şubat Süryanice
Mart (Latince Mariîus mitolojik isim Mars tan)
Nisan Süryanice
Mayıs (Latice Tanrıça Marianın ayı)
Haziran Süryanice
Temmuz Arapça Süryanice
Ağustos (Latice Roma İmparatoru Augustusun adından)
Eylül Süryanice
Ekim (Türkçe Toprağı ekmekten)
Kasım (Arapça Bölen)
Aralık (Türkçe İki zaman dilimi arası)
Arif Coşkun
02.04.2008, 12:10
Ünlü besteci Beethoven'in son bestesini, sağır olarak yaptığını...
Paris'teki Versailles Sarayı'nın 1300 odası olduğunu ve hiç tuvaletinin olmadığını...
Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplayacağını...
Eyfel kulesinin yapımında toplam 6400 ton ağırlığında 18.100 adet demir parçası kullanıldığını...
Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının sebebinin, Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefenin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işareti anlamına geldiğini...
Bir insandaki toplam damar uzunluğunun 150 bin km. ve dünya ile güneş arasındaki mesafenin de 150 milyon km. olduğunu...
Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin başlarındaki kavukların, kefenlerinden oluştuğunu, sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini, ayrıca öldükleri zaman hemen başlarındaki kefenle defnedildiklerini...
Bir futbolcunun topa her kafa vuruşunda, beyninden 1000(bin) hücrenin öldüğünü...
Ortalama bir insanda 30.000-100.000 adet saç olduğunu, hergün yaklaşık 100 tanesinin döküldüğünü...
İnsan vücudunun her 7 yılda -ölen hücrelerin yerine yenisi gelerek- tamamen yenilendiğini...
Amerikan halkının %60'ının ülkelerini, dünya haritasında bulamadıklarını...
0(sıfır)'ı müslümanların bulduğunu...
Dünyaya her yıl düşen yağış miktarının eşit olduğunu...
Beşiktaş kulübünün kuruluşundaki Kırmızı-Beyaz renklerinin, Balkan savaşındaki mağlubiyetten sonra Siyah-Beyaz olarak değiştirildiğini...
Galatasaray kulübünden, yıllar önce bir grubun ayrılıp 'Güneşspor' u kurduğunu...
Fenerbahçe Kulübünün ilk adının 'Siyah Çoraplılar' olduğunu...
İbni Sina'nın göz ameliyatı yaptığını...
Güleycanım
02.04.2008, 12:49
bilgiler için teşekkürler Angut Kuşu gerçekten ilginç :)
emeğine sağlık
fertelliyim
02.04.2008, 13:18
Yanlış bilgi olmasın Sweetgirl kardeşimizin koyduğu resim bir tür serçedir Gercek Angut Kuşu Budur Bu kuşlardan bizim köydede vardı Hatta bizim Köyden bu olaya şahit olanlar da olmuştu Kuşlardan biri Yüksek gerilim hattına takılmış ve ölmüştü Eşi ise Tam 4 gün boyunca yanında resmen ağlarcasına sesler cıkararak durmuştu daha sonra öğrendiğimize göre eşide ölmüştü Hayvan Hayvan İken İnsanlardan Daha Sadık Sevdiklerine Eşine.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Böylesine güzel paylaşımlar için Çk Teşekkür ederim
fertelliyim
03.04.2008, 13:28
Angut Kuşu Efsanesi
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])
Arif Coşkun
12.04.2008, 09:23
DİKKAT !
Oturma belgesini ( ikametgah ilmuhaberini ) artık muhtarlar değil, Nüfus Müdürlükleri veriyor. Adrese dayalı nüfus sayımından sonra, adresinizde bir değişiklik olduysa, muhtardan onaylı ' FORM C' belgesiyle İlçe Nüfus Müdürlüğüne durumu bildirmeniz gerekiyor. Değişiklikler bildirilmez ve durum tespit edilirse ağır para cezaları veriliyor. Nüfus Müdürlüğünde kayıtlı olan adresinizin doğru olup olmadığını kontrol etmenizde yarar var. Çünkü herhangi bir kurumdan oturma belgeniz istendiğinde, bunu Nüfus Müdürlüğünden almak durumundasınız. Alınan bu belgenin geçerlilik süresi 30 ( otuz ) gündür.
Ayrıntılı bilgiye [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] adresinden de ulaşabilirsiniz
Bursa'yı Yunanlılar işgal ettiğinde Pir Emir türbesine bakan türbedarın, mezarı bastonla dürtüp:
"Ya pir Bursa'yı Yunanlılar işgal etti, kalk kurtar dediğini ve türbedarın gece rüyasında Pir Emir Hazretlerini görüp, Emir in kendisine :
"Behey ahmak, vatanı düşmandan kurtarmak ölülerin değil dirilerin hakkıdır!" diyerek hışımla bir tokat aşkettiğini ve türbedarın korku içinde uyandığında çenesinin yamulmuş olduğunu gördüğünü ölünceye kadar çenesinin düzelmediğini..
İmkansızlıklar içinde Kafkasya dağlarında yıllarca sürdürdüğü özgürlük mücadelesinden sonra Ruslara esir düşen Kafkas kartalı Şeyh Şamil'in büyük bir törenle Petersburg'a getirilip, şerefine büyük balo düzenlendiğini ve Çar ll. Aleksandr'ın.Şamil' e bu baloyu nasıl bulduğunu sorması üzerine Büyük İmam'ın:
"Çar hazretlerine meçhul değildir ki Cenab-ı Hak dünyayı Hristiyanlara ve ahireti Müslümanlara vaad buyurmuşlar. O İlahi 'Cennet'e gidemeyeceğinize göre, dünyayı Cennet'e çevirmekte çok isabet buyurmuşsunuz" diye müthiş bir cevap verdiğini..
Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selim'in ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, sadrazam Sinan Paşa'nın padişahın ellerine sarılıp:
"Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur" diye gitmemesi için yalvardığını...
Alem-i İslam'ın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: "Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han,ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz" diye haykırdığını.
1930´lu yılların Türkiyesi´nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paralar ödeyerek heykel yaptırdığımızı!
Şanlı Osmanlı Devleti´nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han´ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını..
Balkanlar´dan Orta Doğu´ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını ..
Budapeşte´den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın´. "Madem ki İstanbul´a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul´u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp´daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…
1534 yılında Viyana´daki St. Stephen Katedrali´nde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini..
İsmet İnönü´nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığın ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini...
Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini..
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu´ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını.
Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini
Necip Fazıl´ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını
Şanlı Osmanlı Devleti´nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb´asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını..
Birinci Dünya savaşı sıralarında Musul´da halkın açlıktan perişan durumlara düşüp hergün sokaklarda kadın-erkek çocuk-ihtiyar birçok insanın inleye inleye ölüme gittiklerini ve buna bir çare bulunamadığını…
Açlıktan ölen bu zavallı çocukların etlerini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanlarında pişirip halka yedirme vahşetini gösteren on-on iki kişinin idam edildiğini...
Teb´asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti´nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini,
Aynı dönemde Avrupa´da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını,
İstanbul´daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere´nin: "Burası Avrupa´nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir" dediğini ve Osmanlı´nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD´de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini..
Yavuz Sultan Selim Han´ın Ridaniye Savaşı´nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid´in icadı olan "içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini...
Bugün ise bizlerin hala II Bayezid´in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi" diye okutma gafletini göstererek ecdadımızın kemiklerini sızlattığımızı..
Osmanlı´nın son döneminde (1850) İstanbul´da uzun yıllar kalmış bir Batılı tarihçi olan M A Ubicini´nin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hatıralarında:
"Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanla alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz"diye yazdığını...
Osmanlı Devleti´nde ağaçlara çok kıymet verilip koruma altına alındığını...
Sultan ll. Abdülhamid devrinde, Belgrad ormanlarına zarar verip ormanı tahrip ettikleri için bir köyün kitle halinde sürgün edildiğini...
Kin
İkinci Dünya Harbi sonlarında yapılan lise mezunlarının olgunluk imtihanlarında sorulan "Ormanlar ve Ormanların faydaları" isimli kompozisyon sualine talebelerim bazılarının enteresan bir şekilde:"Türkiyemiz ormanlık bir ülkeydi, fakat o zalim padişahlar, yurdumuzu ormansız bıraktılar" gibi cevaplar verdiklerini...
Sebep olarak da; bu zavallı öğrencilerin öylesine bir kin terbiyesi içinde yetiştirilerek Osmanlı´yı kötülemeye öylesine alıştırıldıklarını ve böylece eğer bir fırsatını bulup da padişahlara hakaret ederlerse iyi not alacaklarına inandıklarından dolayı böyle cevaplar verdiklerini...
Merhum Adnan Menderes´in, İstanbul´un imarı faaliyetlerinin başlatıldığı l950´li yılların birinde, gece yarısı cennetmekan Sultan Abdülhamid Han´ın muhterem kerimeleri Ayşe Osmanoğlu ile annesi Müşfika Kadınefendi´nin kaldığı evin kapısını çalarak gizlice içeri girip her ikisinin de ellerini öptükten sonra :
"Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugüne kadar alakadar olamadım. Çok özür dilerim Çevremiz böyle tavırları hazmedemeyecek insanlarla dolu!..." dediğini... Daha sonra da, Osmanlı´nın bu aziz analarına, kimseye muhtaç olmamaları için, içinde 10.000 lira bulunan bir zarf bırakıp ayrıca tahsisat-ı mestureden (örtülü ödenek) maaş bağladığını ve 27 Mayıs´da bu paranın kesildiğini...
Osmanlı askerî teşkilatını Avrupa´ya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsigli´nin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak:
"Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar." dediğini...
Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta:
"Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı´ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht´un:
"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin´in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır" diye cevap verdiğini...
Üç kıtada altı asırlık bir hükümranlık şanlı ecdadımızın devlet ve medeniyet mirasının sırlarının bulunduğu ve dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı Arşivi´ni, bizler doğru dürüst incelememişken, bine yakın Amerikalı ile yüze yakın İsrailli tarihçinin yıllarca didik didik ettiğini...
Bugün ABD´de sadece "Enderun okulu" hakkında hazırlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayısının 350 tane olduğunu..
Mehmet Akif Ersoy´un sözünün eri bir insan olduğunu ve söz verdiği şeyi yerine getirmek için ölümden başka hiçbir şeyin onu engellemediğini...
İstanbul Vaniköy´de oturan bir ahbabı ile öğleden bir saat önce buluşmak için sözleştiklerinde, o gün yağmurlu, fırtınalı bir gün olup her tarafı sel bastığı halde Mehmet Akif´in binbir zorlukla sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde geldiğini, fakat arkadaşının gelmemesi üzerine çekip gittiğini... Ertesi gün özür dilemek için gelen arkadaşını dinlemeyip: "Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir" diyerek tam altı ay o arkadaşıyla konuşmadığını...
ABD´nin 1890 yılına kadar bizim Tuna boylarımızda yetişen "kızılca" ismi verilen buğdayımızı ithal ederek tohumluk olarak kullandığını ve bununla halkını beslediğini..
Padişahların, Osmanlı topraklarındaki muhtelif yerleri devletin ileri gelenlerine: "Sana orayı bahşettim" demesinin
"Verilen yeri imar et!" manasına geldiğini ve bu varlıklı Osmanlı paşalarının, o toprakların mamure haline gelmesi uğrunda servetlerini tükettiklerini..
Kırım Savaşı´ndaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağa´nın bu nişanı takmadığını farkeden Fuat Paşa´nın ona takmama sebebini sorması üzerine:
"Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan (yara izi) var. Onlar varken elin Frenk´inin nişanını ben ne yapayım!" diye cevap verdiğini
1922-1923 yılları arasında Sovyetler Birliği´nin Türkiye büyükelçisi olarak Ankara´da bulunan S. İ. Aralov´un, Lozan Konferansı´nın sonuçları ile alakalı olarak yazmış olduğu hatıratında:
"... İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, eskiden Türkiye´nin olan Musul´u ve daha başka yerleri Türkiye´den koparmayı, Yunanlıların yakıp yıktığı şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tamirat parası verdirmemeyi ve Boğazlar meselesinde İngiliz planını gerçekleştirmeyi başardı.
Türkiye´nin Musul´u bırakması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak kendisine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetindi Bundan başka Batılı devletler, Türkiye´yi Osmanlı Devleti´nin Batılı kapitalistlere olan borçlarının, Osmanlı Devleti´nden ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına düşen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye ikna ettiler" diye yazdığını..
Lozan Konferansı´na İsmet İnönü ile birlikte katılarak Türkiye aleyhine birçok entrikalar çeviren Hahambaşı Hayim Naum’un,daha sonraları hükümet erkanı ile araları çok iyi olmasına rağmen: "Bu memlekete bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam" diyerek pişmanlık içinde Mısır´a gittiğini...
Batı musiki şaheserlerini yazmış olan Mozart,Bizet gibi büyük bestekarların mehter musikisinin büyüleyici tesiri altında kalarak,Türk tarzında Alla Turca denilen kısımlarını yazdıklarını....
Birinci Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu karargahında Mekke ve Medine´yi kurtarmak için Hicaz Seferi Kuvveti hazırlanması meselesi görüşülürken,Harbiye Nazırı Enver Paşa´nın bu iş için Mustafa Kemal´i atadığını ve bunun üzerine Mustafa Kemal’in:
"Değil Hicaza asker sevketmek,hatta oradaki askerleri de geri almak ve kuvvetleri verimsiz yönlere dağıtmamak gerek" diyerek görüşünü belirttiğini ve sonunda M. Kemal´in bu görüşünün kabul edilerek Medine´nin boşaltılmasına karar verildiğini...
Tam bu sırada ışıkların aniden sönerek ortalığın zifiri bir karanlığa bürünmesi üzerine bunu İlahi bir İkaz kabul eden Cemal Paşa´nın birden ürperip sarsıldığını ve daha sonra Hicaz´ın boşaltılmasından vazgeçilerek Fahreddin Paşa nın Medine´ye gönderildiğini....
Osmanlı´nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereği olan Hazret-i Peygamberi´nin (sav) şehrini bir valinin adının altına sokamayacağı saygı ve edebi ile, oraya göndereceği idareciyi "Vali" yerine "Medine Muhafızı" diye isimlendirme hassasiyetini gösterdiğini ...
Osmanlı ordusunun, İslam´ı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan Selim´in bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden birşey çıkmaması üzerine ellerini Ulu dergaha kaldırıp:
"Allah´ım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim." diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senalarda bulunduğunu...
Bizans´ı kurtarmak üzere İstanbul´a çağrılan Haçlı ordularının Hristiyanlığın mukaddes kilisesi Ayasofyanın tepesindeki altın haçı sökerek eritip sattıklarını...
Yıllar sonra Osmanlı ordusunun İstanbul´un fethi sırasında bir yeniçerinin, fetih hatırası olarak saklamak maksadıyla Ayasofya´nın küçük bir çini parçasını koparmak istemesini, Fatih Sultan Mehmed´in "tahribe teşebbüs"le suçlayıp cezalandırdığını...
Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı , düşman filolarının Çanakkale Boğazı´nı aşıp İstanbul´a dayandığı felaketli bir dönemde halife sıfatıyla Osmanlı tahtına oturan Sultan Vahdeddin´in, Osmanlı askeri olarak, şahsını korumak için bırakılmış olan biricik taburu Ayasofya Camii´ne göndererek:
"Aziz İstanbul´un fethinin sembolü olan Ayasofya´ya çan takmak isteyenlere ateş ediniz!... " emrini verdiğini...
1967 Mısır-İsrail savaşında, Mısır askerlerinin, düşmanlarını beklerken İsrail ordusunun bir anda Süveyş´in öbür yakasını geçerek dünyayı şaşırtığını...
Mose Dayan´ın bu muazzam başarıyı daha sonra bir basın toplantısında: "İsrail´in bu başarılı stratejisi, Yavuz Sultan Selim´in yıllar önce Mısır´ı fethederken uyguladığı harp planının bir kopyasıdır" diye açıklayıp gafletimizi yüzümüze vurduğunu..
Yavuz Sultan Selim´in babası Sultan II. Bayezid´in, İla-yı kelimetullah için çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları silkip, biriktirerek bunlardan bir tuğla döktürdüğünü ve böylece Allah´ın "cihat" emrine uyduğunun işareti olarak bu tuğlayı yanından ayırmadığını...
1754´te bile, Sultan III. Osman Han´ın bir namesi Leh kralına ulaştırıldığında, kralın nameyi üç kere öperek başının üstüne koyduğunu ve kralın yanında bulunan devlet erkanının da derhal başlarını açarak saygı duruşuna geçtiklerini..
Cennetmekan Sultan II. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim´in türbedarlığını yapmakta olan bir zatın, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde:
´Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim" diyerek türbeye hiddetle vurduğunu,
Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han´ın türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşıladığı, çünkü Abdülhamid Han´ın, gece rüyasında ceddi Yavuz Selim tarafından haberdar edildiğini..
Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu´da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi´nin Sultan Abdülhamid´e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan´ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:
"Filan gün, filan saatte Karadeniz´in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz." cevabını verdiğini...
Sultan Abdülhamid´in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını...
Yıllarca Kafkasya´nın istiklali için yılmadan mücadele vermiş olan büyük dava adamı İmam Şamil´in, vefatından sonra gasledilirken vücudunda cihat meydanlarında savaşırken meydana gelmiş yüz yirmi yara görüldüğünü...
Osmanlı´nın, mukaddes beldelere verdiği büyük kıymetin ifadesi olarak Yıldırım Bayezid döneminden itibaren her yıl Mekke ve Medine´ye Surre Alayları tertip ettiğini...
Bu Surre Alayları ile birçok hediyeler ve mukaddes belde fukarasına dağıtılmak üzere binlerce altın gönderilerek Allah´ın rızasının kazanılmasının gaye edinildiğini...
Ayrıca en önemlisi de, bu Surre-i Hümayun´da, padişahın yaptırıp gönderdiği Kabe örtüsünün bulunup bu örtünün merasimle yerine takılarak, eskisinin geri getirilip paylaşıldığını...
Osmanlı´nın, binbir güçlük ve darlık içinde bulunduğu dönemlerde dahi bu an´aneyi terketmediğini..
Lozan görüşmeleri sırasında İngiliz Başvekili Lloyd George´nin: "Türklerin, şimdi hak istedikleri Anadolu´da nesi var? Orada medeniyet vesikası olarak ne kalmışsa Yunan´ın, Roma´nın, Bizans´ındır Türklerin Anadolu´daki evleri sazdan ve kerpiçten, harabelerden ibarettir. Şimdi böyle bir alemi veya onun güzel parçalarını Türklere nasıl bırakırsınız?" demesi üzerine henüz aklını ve vicdanını yitirmemiş bir Batılı düşünür olan Eugene Pitard´ın Cenevre´nin ünlü bir gazetesinde Lloyd George´a cevap olarak:
"Efendiler, Konya´daki İnce Minare´nin kapısı ile, İstanbul´daki muhteşem Süleymaniye´nin kubbelerini yapan millete karşı böyle söylenemez. Haddinizi biliniz..." diye harika bir cevap verdiğini...
İskilipli Atıf Hoca´nın İstiklal Mahkemesi´nde yargılanırken savcının, dini kıyafetlerden bez parçası" diye bahsetmesi üzerine Atıf Hoca´nın hiddetli bir şekilde duvarda asılı olan bayrağı gösterip :
"İşte o da bez, hadi indirip yırtsana" diye haykırdığını..
Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy´un, İstiklal Marşı müsabakasındaki birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocuklara bir maişet temin etmek üzere kurulmuş olan "Darü´l_Mesai"ye bağışladığını...
Halbuki İstiklal Marşı kabul edildiğinde, Mehmet Akif´in cebinde Zonguldak milletvekili Hayri Bey´den borç aldığı iki lirasının olduğunu ve milli marş için 500 lira teklif edildiği günler de 140 lira ile Ankara´da bir çiftlik alınabildiğini...
Paltosu dahi olmadığı için kışın bile ceketle dolaşan bu idealist şairin, çok soğuk günlerde ise, arkadaşı Baytar Şefik Kolaylı´dan muşambasını ödünç olarak giydiğini...
Baytar Şefik´in bir gün: "Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto alsaydın" demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmadığını...
Burdur Meb´us´u olarak I. Millet Meclisi´ne seçildiğinde ailesine: "Biz bu maaşı hak etmiyoruz ya... Ama, pek hak etmiyoruz da denemez. Elimizden geldiği kadar nihai zafer için çalışıyoruz." dediğini..
Orta çağda Müslümanların yaşayışları üzerine yapılan bir araştırmada,İslam dünyasındaki kimya sanayii anlatılırken:
"... Sabuncular loncası, en önemli loncalardan biriydi.
Çünkü Orta Çağ Müslümanları her gün yıkanırlardı ve çamaşırları da sarıkları da her zaman bembeyazdı. Bu bakımdan onlar o çağın diğer ülke insanlarından ayrılırlardı.
1600 yıllarına doğru İspanya´da Engizisyon Mahkemeleri Müslüman İspanyollarla Hristiyan İspanyolları temizliklerine bakarak ayırt ediyordu..." diye yazdığını...
Osmanlı Devleti´nde adalet kavramının; milliyet, cins, zümre yahut din farklarını aşan çok şümullü bir değer ifade ettiğini...
Bu adaletin sadece insanlara has değil, kurda, kuşa, toprağa ve suya şamil bulunduğunu ve bu yüzden Osmanlı kanunnamelerinde:
"... ve ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler. At, katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler ve ağır yük urmayalar, zira dilsüz canavardurlar, her kangısında eksük bulunur ise sahibine tamam itdüre, eslemeyanı tamam gereği gibi hakkından geline ve hammallar ağır yük urmayalar, mütearef (örf) üzere ola..." diye hükümler konularak bu meselenin beygirin sakat ayağından eşeğin semerine kadar gözden uzak tutulmadığını...
Son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahdeddin Han´a, "Altıncı Mehmed" sözündeki "Altıncı" kelimesinden kinaye olarak "Altın seven adam" manası çıkartılarak ithamlarda bulunulduğu...
Halbuki Sultan Vahdeddin Han´ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsi mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkanı varken, dasitani bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun´a gönderdiğini...
İtalya´da geçirdiği fakr u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo´da vefat ettiği zaman 120.000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafından tabutuna haciz konuduğunu... Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan´ın bu parayı bin bir güçlükle temin etmesinden sonra Şam´a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna defnedildiğini...
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu´nun, Sultan Vahideddin´in kaderi ile ilgili oldukça orijinal bir değerlendirmesinde:
"Mazileri çok temiz olan ve memleketleri felaket girdabına düştükten sonra iş başına geçen, ağır mesuliyetler yüklenen, yenik milletleri daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen galip düşmanlara dostane el uzatmak durumunda kalan o kara bahtlı insanlar, milletlerin tarihlerinde sigorta lambalarına benzerler.
Kendilerinin yanması büyük tesislerin kurtulmasını temin eder" diye yazdığını...
Sultan II. Abdülhamid´in dahice bir politika güderek, her hangi bir isyan çıkartmalarını önlemek için Arabistan´ın Hicaz ileri gelenlerini, Şura-yı Devlet üyesi olarak İstanbul´da tuttuğunu...
Bunlardan Şerif Hüseyin´in, Mekke´ye emir olmak isteğini defaatla reddetmesine karşılık Ulu Hakan´ın tahttan indirilmesiyle birlikte İttihat ve Terakki yönetiminin, Şerif Hüseyin´in bu isteğini yerine getirerek onu emir olarak tayin ettiğini ve hemen ardından da Şerif´in Osmanlı´ya karsı isyan bayrağını açtığını... Çok sonraları İngiliz Başvekil Lloyd George´un Avam Kamarası´nda: "Şerif Hüseyin Mekke emiri olduktan sonra kendisi ile Arap milliyetçiliği ve isyan konusunda anlaştık.
Bu isyana karşı ayda 40 bin altın vermiştik" dediğini...
İtalyanların Libya´yı bizden koparmak için Avrupalı müttefikleriyle siyasi alanda anlaştıktan sonra, bize karşı açacakları savaşın (Trablusgarp Savaşı) masraflarını karşılayacak yeterli hazinelerinin olmadığını...
Buna karşılık Düyun-u Umumiye´ye başvurarak, bu savaşın masraflarını karşılamak için Anadolu´dan toplanan birikmiş paradan beş milyon altın lira çektiklerini ve bu bizim paramızla sağladıkları imkanlarla bizim toprağımız olan Libya´yı istilaya başladıklarını...
Arapları aldatarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp isyana sevkeden İngiliz casusu Lavrence´in, yardımcıları Nuri Said, Faysal ve Şerif Hüseyin ile birlikte Şam´da Türkleri katlettikten sonra: "Evet onları isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten..." diyerek itirafta bulunduğunu...
Mekke Emiri Şerif Hüseyin´in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı´yı arkadan vurduğunu ve mükafat olarak da İngilizler tarafından Hicaz Krallığı´na getirildiğini...
Daha sonra Vehhabiler tarafından al aşağı edilerek İngilizlerin himayesinde Kıbrıs´a yerleştirildiğini ve hastalandığında da oğlu tarafından Amman´a getirildiğini...
Ve günün birinde adet vechile saray bandosunun bahçede konser verirken "İzmir Marşı"nı çalması üzerine, oğlunun babasının üzülmemesi için pencereleri kapattırmak isterken baba oldukça ibretli bir şekilde:
"Evlat, neden o pencereyi kapıyorsun? Ben velinimetine ihanet etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı düşündüm. Allah beni sürgünlüğe düşürdü. Hastayım diye kapatıyorsun. Bırak pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim.
Duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın; bu dünyada çektiğim ızdıraptan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hakk bu günahkar kulunu dünyada affederek, ahirette hesap gününde cezadan korusun"dediğini...
Sultan Vahdeddin Han´ın ikamet etmekte olduğu Yıldız Sarayı´nın, bir elektrik arızasından dolayı yanmaya başlaması üzerine, orada vazifeli bulunan bekçibaşının hüngür hüngür ağladığını ve bunun üzerine Sultan Vahdeddin´in: "Benim milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum, kendi evim yanmış ne ehemmiyeti var?" dediğini...
Hintli Müslüman kardeşlerimizin, Osmanlı Devleti´nin Balkan Savaşı´nda yüzlerce şehit ve binlerce yaralı verdiklerinin haberini almaları üzerine, kilometrelerce ötedeki kardeşlerinin acılarını bir nebze olsun dindirebilmek için bir Kızılay heyeti teşkil ederek Türkiye´ye gönderdiklerini...
Bu heyetin savaş boyunca birçok din kardeşinin yaralarını sarıp başarılı hizmetlerden sonra 1913 Temmuz´unda Hindistan´a döndüğünü...
Kızılay heyetine Bombay´da büyük bir karşılama merasimi hazırlanıp, gemi limana yanaştığında o günkü Hintli Müslüman liderlerden Muhammed Ali Cevher´in, heyet başkanı Doktor Ensari´ye :
"Sen mücahit Osmanlı ordusuna hizmet edip geldin Ayağını Hindistan topraklarına basmadan bu benim yüzüme bas da, yüzüm Allah katında şeref kazansın" diyerek başını yere koyup yüzünü Dr. Ensari´nin ayakları altına uzattığını..
Son Halife II. Abdülmecid´in, sürgün edildikten sonra diyar-ı gurbette vefat etmesi üzerine, kızı Dürrüşehvar Sultan´ın İstanbul´a gelerek Savanora yatında İsmet İnönü´yü ziyaret ettiğini ve kendisinden babasının vatan toprağına gömülmesini rica ettiğini...
Altı asır cihanı aydınlatan bir neslin son temsilcisinin bu vatan toprağına gömülme isteğinin; halk tarafından mezarının bir ziyaret yerine dönüştürebileceği endişesiyle İsmet İnönü tarafından reddedildiğini ve Hindistan Hükümeti´nin araya girmesiyle Suudi Arabistan makamlarından izin alınarak Medine´deki Cennetü´l-Baki kabristanının içindeki Al-i Aba´nın ayak ucuna defnedildiğini...
1967 yılında Paris´te düzenlenen Dünya Yahudi Kongresi´nin zabıtları arasında bulunan bir belgedeki kayıtlara göre bir delegenin:
"Evet bugün bağımsız bir devletimiz var ama mesut muyuz? Osmanlı´nın devrindeki gibi huzurlu muyuz? Samimiyetle ve hepinizin içinden geçenleri dile getirdiğime inanarak söylüyorum ki hayır!
Bizim bu dünyada huzurlu ve emniyetli yaşamamız Osmanlı´yı yeniden kurmaya bağlıdır!" diyerek bir gerçeği itiraf ettiğini..
Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther´in, Osmanlı´nın Avrupa içlerine kadar ilerleyip, ortaya koyduğu adilane sistemle yerli halkın gönlünde taht kurması üzerine, halkını acımasızca sömüren yöneticileri: "Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Türk idaresi fakirlere daha hayırlı gelebilir" diyerek Hristiyanları uyardığını...
Yine Luther´in Hristiyanları Türklerle savaşmaya teşvik etmek için çıkardığı bir emirnamede
"Türklerin başlattığı bir savaşta onlara karşı savaşan bir kimsenin, Tanrı´nın bir düşmanı ve İsa´ya hakaret eden biriyle hakikatte bizzat şeytanla savaşmakta olduğunu düşünmeli ve bundan dolayı, masum bir kimsenin kanını döktüğü veya bir Hrıstiyanı öldürdüğü zehabına kapılmamalıdır" diye yazdığını...
16. yüzyılın kudretli padişahı Yavuz Sultan Selim´in huzuruna girerek yer öpüp itimatnamesini sunan Venedik elçisi Antonio Jüstiniani´ne ülkesine döndüğünde Padişahın nasıl biri olduğu hakkında bilgi istediğinde elçinin şaşkınlık içinde: "Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim" diye itirafta bulunduğunu
Elçinin bu itirafının daha sonraları Yavuz Selim tarafından öğrenilmesi üzerine haşmetli Hünkarım, Paşalarım Osmanlı´nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima önde olur. Ama Allah korusun bu kılıç kınına girer ve paslanmaya başlarsa o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve birgün bize yukardan bakar dediğini...
Japon İmparatorunun Sultan Abdulhamid´den İslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için japonca bilen yoksa tercihen İngilizce Fransızca ve Almancası kifayetli Osmanlı alimleri istemesi üzerine Ulu Hakanın çaresizlik içinde, karşı tarafa menfi müsbet arası, zaman kazandıran dolaylı bir cevap verdiğini...
Abdülhamid Han´ın kalbinde yara olan bu hadise hakkında, daha sonraları(sürgün yıllarında) Ali Fethi Bey´e: "Eğer ben, Japon İmparatorunun istediği kıymette din ve maneviyat şahsiyetleri bulabilseydim evvela kendi memleketimi kurtarırdım " dediğini...
Osmanlı Devleti´nin l521´de Belgrad´ı, l522´de Rodos´u fethetmeleri ve 1526´da da Mohaç´ta büyük bir zafer kazanmalarının ardından Batı dünyasında büyük bir panik yaşandığını...
Çeşitli kentlerde toplanan Alman Meclisleri´nin (Reichstag), Türklere karşı ordu toplayıp sefer düzenleyebilmek için "Türk Vergisi" adı altında yeni bir vergi konulmasını kararlaştırdıklarını...
Meşhur bir politikacımıza Fransa´da: "Siz Osmanlıların Viyana kapılarında ne işiniz vardı?" diye sorması üzerine, o politikacımızın gayet veciz bir şekilde: "Haçlı seferlerinin iade-i ziyaretiydi" diye cevap verdiğini...
Bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık oluşundan dolayı, toplum tarafından istiskal görerek tecrid edilen cüzzamlılara, Osmanlı vakıf medeniyetinin şefkat elini uzatarak, onlar için her türlü bakım ve görümünün yapıldığı miskinhaneler kurduğunu...
Bunların ilkinin de, 1421-1451 seneleri arasında Edirne´de II. Murat tarafından yaptırıldığını ve buralara "Miskinler tekkesi" denildiğini...
Mehmet Akif merhumun:
"Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr´in arslanları ancak bu kadar şanlı idi."
diyerek başlayan muhteşem Çanakkale Destanı´nı yazmadan önce ellerini Yüce Dergah´a açıp:
"Allah´ım! Bana, bu aciz kuluna, bu destanı yazma imkanı bahşet... Bu ulvi vazifeyi bana nasib et. Sonra canımı al. Ya Rabbi!.. Bana bu lütfu çok görme. İn´am ve ikramının hazinesinden bu aciz kulunun şu duasını barigah-ı uluhiyetinde kabuleyle!.." diye gözyaşları içinde dua dua yalvardığını..
Trablusgarp Savaşı´nda Osmanlı askerlerinin arasında bulunmuş olan Fransız gazetecisi Georges Lemo´nun gördükleri karşısında hayretler içinde kalarak:
Türk subayları içinde on iki kez yaralanmış olanlar vardı. Müthiş bir şey kendileri ile konuştuğum zaman edindiğim intiba şu oldu:
"Türk subaylarında yenmek ve ölmek duygusu, cinnet derecesine varmış bir istek halinde yaşıyordu" diye hatıralarında intibalarını yazdığını...
Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selim´in ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, Sadrazam Sinan Paşa´nın padişahın ellerine sarılıp:
"Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur" diye gitmemesi için yalvardığını...
Alem-i İslam´ın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: "Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han´ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz" diye haykırdığını...
Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han´ın onlara:
"Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim.
Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker" diyerek, halkını gerçek manada düşünen bir devlet adamlığı örneği sergilediğini...
Yavuz Sultan Selim´in asıl isminin "Selim" olmasına karşılık çocuk iken çok hareketli, yerinde durmayan, cevval bir yapıya sahip oluşundan dolayı kendisine "Yavuz" lakabının takıldığını...
Bu çelik çavak çocuğun idman yaparken kafesten uçurulan güvercinleri, çift elle fırlattığı hançerlerle havada vurduğunu...
titizyiğido
10.08.2008, 21:39
paylaşım için teşekkürler .............................. ...............
Arif Coşkun
14.08.2008, 18:08
Gereksiz Bilgiler
1. Suudi Arabistan'da bir kadın kocasına kahve yapmazsa bu boşanma nedenidir.
2. Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.
3. Bir fare bir deveye oranla daha uzun süre susuzluğa dayanabilir.
4. İnsan midesi 2 haftada bir iç zarını yenilemek zorundadır, aksi halde kendi kendini sindirir.
5. "İ" harfinin üzerindeki noktaya İngilizler "Dedikodu" derler.
6. Bir bardak taze şampanyanın içine bir kuru üzüm atarsanız üzüm asansör gibi bardağın altından üstüne üstünden altına sürekli dolaşır.
7. Eğer ağzımıza attığımız bir şeye tükürüğümüz değmese onun tadını anlayamayız.
8. Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.
9. Mc Donalds'in karının %40'ı çocuk mönüsü satışından gelir.
10. Her insanin dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır.
11. Tarihi film Ben Hur'da çekim ekibinin fark etmediği kırmızı bir otomobil görünür.
12. Einstein 9 yasına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun özürlü olduğunu düşünmüştür.
13. Her gün doğan çocukların ortalama 12'si yanlış anne babaya verilmektedir.
14. Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır. 1950'den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı kullanılarak yapılırdı.
15. Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve sinir sistemine zarar verir. Yarım kilo kadar çikolata küçük bir köpeği öldürebilir.
16. Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir.
17. Katil balinalar köpek balıklarının midesine alttan torpil gibi vurarak onları öldürür.
18. Ketcap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.
Pasaport Farki
OSMANLIDAN VE TARİHTEN
Sanli Osmanli Devleti'nin yikilmasindan sonra, son derece uzgun ihtiyar bir Urdunlunun, elindeki yeni Urdun pasaportuyla Isvicre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanli pasaportum varken selam dururlardi. Ben Osmanli teb'asiyim ne olur bunu degistirin" diye sefaret yetkililerine yalvardigini… (13)
Turk Kosesi
Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin uc kitada at oynatip buyruk yuruttugu ihtisamli donemlerinde, Avrupa'da Turk hayat tarzi ve modasinin cok tesirli hale geldigini Evlerinde Turk kosesi bulundurmayan sosyete mensuplarinin ayiplandigini (14)
Reformun Boylesi
0 zamana kadar sadece batililarin kendi aralarinda duzenledikleri balolara, yanlis batililasma hareketinin bir parcasi olarak Turk devlet adamlari da katilinca 11829), baloda bulunan bir Fransiz kadinin oldukca dogru bir teshiste bulunarak Turkler reforma, bitirmeleri gereken yerden basladilar dedigini ...(15)
Birinci Dunya Savasinin Vahset Yillari
Birinci Dunya savasi siralarinda Musul'da halkin acliktan perisan durumlara dusup hergun sokaklarda kadin-erkek cocuk-ihtiyar bircok insanin inleye inleye olume gittiklerini ve buna bir care bulunamadigini…
Acliktan olen bu zavalli cocuklarin etlerini kasap dukkanlarinda koyun ve kuzu eti diye satan veya asci dukkanlarinda pisirip halka yedirme vahsetini gosteren on-oniki kisinin idam edildigini . (16)
Amerikan Yardimi (!)
Truman doktrini cercevesinde Amerika BirlesIk Devletleri'nden aldigimiz 69 milyon dolar askeri yardim ile elde edilen askeri techizatin bakimi icin ABD'ye her yil 400 milyon dolarlik bakim ve ithalat parasi harcamasi yaparak ne kadar karli bir anlasma (!) yaptigimizi (17)
Hayal Muessesesi
Teb'asini "Emanetullah" olarak goren Osmanli Devleti'nde, akil hastalarina bimarhanelerde son derece sefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli camasir ve carsaflarda yatirilip musIki ile tedavi edildigini.
Ayni donemde Avrupa'da ise, akil hastalarinin ruhuna seytan girmis denilerek diri diri yakildigini. . (18/a)
Istanbul'daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere'nin: "Burasi Avrupa'nin asirlar sonra tahayyul edecegi bir hayal muessesidir dedigini ve Osmanli'nin uyguladigi bu musIki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yilinda uygulamaya gecebildigini (18/b )
Ucuncu Dunyanin Kobaylari
Batida ilac uretmekle ilgili yonetmeliklerin son derece agir olup, bir ilacin piyasaya cikarilmadan once kobaylar uzerinde yeterince deneme yapilmasi gerektigini ve bunun ise uzun ve pahali bir surec oldugunu .
Buna care bulan batili humanistlerin(!), yeni gelistirdikleri denenmemis ilaclari ucuncu dunya ulkelerine pazarlayarak hem para kazanip, hem de milyonlarca gonullu kobay uzerin de ilaclarini denediklerini...
Ilac iyi ciktigi takdirde mallarini batida pazarladiklarini, kotu ciktiginda ise foyasi cikana kadar ucuncu dunya ulkelerine satmaya devam ettiklerini . . (19)
Ici Yivli Toplar ve Ecdadimizin Sizlayan Kemikleri
Yavuz Sultan Selim Han'in Ridaniye Savasi'nda, ileri goruslu babasi Sultan II Bayezid' in icadi olan "ici yivli toplari kullanarak buyuk basarilar elde ettigini..
Bugun ise bizlerin hala II Bayezid'in bu buyuk icadini tarih kitaplarimizda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafindan icad edildi" diye okutma gafletini gostererek ecdadimizin kemiklerini sizlattigimizi.. (20)
Tanzimat Donemi Ordusu
II Mahmut doneminde Osmanli ordusunun modernlestirilmesi icin danismanlikta bulunan Alman komutani Helmuth von Moltke'nin Tanzimat donemi ordusunun halini
"Bu ordu: kaputlari Rus, talimatnameleri Fransiz, tufekleri Belcika, sariklari Turk, egerleri Macar, kiliclari Ingiliz ve ogretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur" diyerek tarif ettigini .(21)
Bediuzzaman'in Rizik Hususundaki Hassasiyeti
Ustad Bediuzzaman Said Nursi Hazretleri'nin 1924 yili yazinda Van'daki Erek dagina cikarak butun vaktini tesbihat ve munacat ile gecirdigi gunlerde, yaninda bulunan talebelerinin daglardaki yaban elmalarini koparip yemek istemeleri uzerine Ustad'in onlara izin vermeyip
"Bizim hissemiz baglar ve bahcedekilerdir Bizim rizkimizi Cenab-i Hakk oralarda tayin etmistir. Bu yabani meyveler yabani hayvanlarin rizkidir. Onlarin kismetine dokunmamamiz gerekir" dedigini… (22)
Milletlere Gore Fiyat Farki
Osmanli'nin son doneminde (1850) Istanbul'da uzun yillar kalmis bir batili tarihci olan M A Ubicini'nin sehirde yasayan degisIk milletlerin karakter yapilarini ogrendikten sonra, hatiralarinda:
"Bir kaide olarak, Ermeni ye istedigi paranin yarisini, Ruma ucte birini, Yahudi ye dortte birini veriniz. Fakat bir Muslumanla alisveris ettiginiz zaman istedigi fiyattan emin olunuz ve istedigini veriniz"diye yazdigini… (23)
Batida ve Osmanli'da Yalan
1717 - 1718 yillari arasinda Istanbul' da Ingiliz elciligi yapan G.Montagu nun hanimi Lady Montagu nun Osmanli toplumundaki ticaret ahlaki ile alakali hatiralarin da, oldukca enteresan bir sekilde:
"Ingiltere'de yalancilar yaptiklariyla ogunurler.
Burada ise (Osmanli'da) yalan soylediginden emin olundugu zaman yalancinin alnina kizgin demir basiliyor. Bu kanun eger bizde uygulanirsa ne kadar guzel yuzun bozuldugu, ne kadar kibar sinifina mensup kisilerin kaslarina kadar inen peruklarla dolasmaya mecbur kaldiklari gorulur. diye yazdigini… (24)
Marks'in Hayranligi
Seyh Samil liderligindeki Kafkas halkinin, istilaci Ruslara karsi olan istiklal savaslarinda gostermis olduklari buyuk direnis karsisinda Karl Marks' in:
"Hurriyetin nasil elde edilmesi lazim geldigini Kafkasya daglilarindan ibretle ogreniniz. Hur yasamak isteyenlerin nelere muktedir oldugunu gorunuz. Milletler, onlardan ders aliniz. .. " diyerek hayranligini itiraf etmek zorunda kaldigini... (25)
Osmanli Devleti'nde agaclara cok kiymet verilip koruma altina alindigini . . . Sultan ll. Abdulhamid devrinde, Belgrad ormanlarina zarar verip ormani tahrip ettikleri icin bir koyun kitle halinde surgun edildigini. . .(26)
Kin
Ikinci Dunya Harbi sonlarinda yapilan lise mezunlarinin olgunluk imtihanlarinda sorulan "Ormanlar ve Ormanlarin faydalari" isimli kompozisyon sualine talebelerim bazilarinin enteresan bir sekilde:"Turkiyemiz ormanlik bir ulkeydi, fakat o zalim padisahlar, yurdumuzu ormansiz biraktilar , gibi cevaplar verdiklerini . . .
Sebep olarak da; bu zavalli ogrencilerin oylesine bir kin terbiyesi icinde yetistirilerek Osmanli'yi kotulemeye oylesine alistirildiklarini ve boylece eger bir firsatini bulup da padisahlara hakaret ederlerse iyi not alacaklarina inandiklarindan dolayi boyle cevaplar verdiklerini... (27)
Ecdad Nesline Hurmet
Merhum Adnan Menderes'in, Istanbul'un imari faaliyetlerinin baslatildigi l950'li yillarin birinde, gece yarisi cennetmekan Sultan Abdulhamid Han'in muhterem kerimeleri Ayse Osmanoglu ile annesi Musfika Kadinefendi'nin kaldigi evin kapisini calarak gizlice iceri girip her ikisinin de ellerini optukten sonra :
"Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugune kadar alakadar olamadim. Cok ozur dilerim Cevremiz boyle tavirlari hazmedemeyecek insanlarla dolu!... " dedigini... Daha sonra da, Osmanli'nin bu aziz analarina, kimseye muhtac olmamalari icin, icinde 10.000 lira bulunan bir zarf birakip ayrica tahsisat-i mestureden (ortulu odenek) maas bagladigini ve 2 7 Mayis'da bu paranin kesildigini... (28)
Peygamber Evine Benzeyen Ev
Gonuller sultani Mevlana Hazretleri'nin hizmetcisine: Bu gun evimizde yiyip icecek birsey var mi?" diye sorup, hizmetcisinin de "Hayir hic birsey yok" diye cevap vermesi uzerine sevince garkolup ellerini Yuce Dergah'a acarak:
"Allahim, sana sukurler olsun ki, evimiz bugun Peygamber evine benziyor" diye Muhammed Mustafa'nin(sav) yolunun tozu oldugunu gosterdigini,,. (29)
Essiz Misafirperverlik
Osmanli askeri teskilatini Avrupa'ya tanitmis olmakla meshur Comte de Marsigli'nin, Turk toplumunun misafirperverligi ile alakali olarak :
"Turkler hicbir din farki gozetmeksizin butun yabancilara karsi son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarindaki koylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar oyleden evvel ve aksamustu gezintiye cikip yolcu bulmaya calisirlar. Eger bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta cok defa misafirin hangi evde agirlanacagini tayin ederken kavgaya bile tutusurlar." dedigini (30)
Vahsetin Boylesi
1096 yilinda Haclilarin Kudus'e girerek 40. 000 Muslumani kilictan gecirdikten sonra Godofroi do Buygom' un Papa II Urban' a yazdigi mektupta:
`Kudus'te bulunan butun Muslumanlari katlettik, malumunuz olsun ki, Suleyman Mabedi'nde atlarimizin diz kapaklarina kadar Musluman kanina batmis olarak yuruyoruz. " diyerek barbarliklarini belgelediklerini...(31)
Insanligin En Muhtesem Harikasi
Osmanli ictimai yapisi uzerine uzman olan Erlanyen Universitesi profesorlerinden Hutterrohta:
"Osmanli Devleti, genis topraklarini ve uzerindeki cesitli kavimleri, Topkapi Sarayi'ndan mukemmel bir sekilde idare ediyordu. O saray da batidaki en mutevazi bir derebeyinin sarayi kadar bile buyuk degildi. Bu nasil oluyordu?" diye soruldugunda, Profesor Hutterroht'un:
"Sirrini cozebilmis degilim. 16. asirda Filistin'in sosyal yapisi uzerinde calisirken oyle kayitlar gordum ki hayretler icinde kaldim. Osmanli, uc yil sonra bir koyden gececek askeri birligin oyle yemeginden sonra yiyecegi uzumun nereden gelecegini planlamisti. Herhalde Osmanli, devlet olarak insanligin en muhtesem harikasidir" diye cevap verdigini. . .(32)
Enderun Okulu
Uc kitada alti asirlik bir hukumranlik sanli ecdadimizin devlet ve medeniyet mirasinin sirlarinin bulundugu ve dunyanin en buyuk arsivi olan Osmanli Arsivi'ni, bizler dogru durust incelememisken, bine yakin Amerikali ile yuze yakin Israilli tarihcinin yillarca didik didik ettigini. ..
Bugun ABD'de sadece "Enderun okulu" hakkinda hazirlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayisinin 350 tane oldugunu. . .(33)
Ziya Gokalp'in Olumu
Turkculuk fikrinin unlu simalarindan biri olan Ziya Gokalp'in hayatinin son anlarinda Fransiz hastanesinde yatarken ebedi aleme intikal etmeden bir gece once, mukaddesata galiz kufurler ederek basini duvarlara vura vura oldugunu
Cesedinin de hastane morgunda Hiristiyan geleneklerine gore muamele yapilarak kaldirildigini... (34)
Sozunun Eri Olmak
Mehmet Akif Ersoy'un sozunun eri bir insan oldugunu ve soz verdigi seyi yerine getirmek icin olumden baska hicbir seyin onu engellemedigini...
Istanbul Vanikoy'de oturan bir ahbabi ile oyleden bir saat once bulusmak icin sozlestiklerinde, o gun yagmurlu, firtinali bir gun olup her tarafi sel bastigi halde Mehmet Akif' in binbir zorlukla sirilsIklam vaziyette soz verdigi yere vaktinde geldigini, fakat arkadasinin gelmemesi uzerine cekip gittigini... Ertesi gun. ozur dilemek icin gelen arkadasini dinlemeyip: "Bir soz ya olum veya ona yakin bir felaketle yerine getirilmezse mazur gorulebilir" diyerek tam alti ay o arkadasiyla konusmadigini... (35)
Kizilca Bugdayi
ABD'nin 1890 yilina kadar bizim Tuna boylarimizda yetisen "kizilca" ismi verilen bugdayimizi ithal ederek tohumluk olarak kullandigini ve bununla halkini besledigini. .. (36)
Biliyor muydunuz?..
Arif Coşkun
23.03.2009, 11:05
Okyanusun en derin noktası
- Bir kilogram ağırlığındaki bir cismin okyanusun en derin noktası olan Mariana Çukuru'na ulaşması tam bir saat alıyor.
- İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'liler, yarasaları bomba ikmali için kullanmayı denemişler.
- Tavuğun ne renk yumurtlayacağını kulak memelerinin rengine bakarak anlamak mümkün. Eğer kulak memeleri beyazsa yumurtası beyaz, kırmızıysa yumurtası kahverengi oluyor.
- 10'uncu yüzyılda İran'ın veziriazamı olan Abdul Kasım İsmail, kitaplarına çok düşkün bir adammış. Bu sıradan bir düşkünlük değil. 117000 cilt kitaptan oluşan kütüphanesini nereye giderse yanında götürüyormuş.Bu iş için develeri kullanıyormuş. Özel eğitimli 400 deve, alfabetik olarak sıralanarak vezirin kitaplarını taşıyorlarmış.
efral rana
23.03.2009, 11:39
- Tavuğun ne renk yumurtlayacağını kulak memelerinin rengine bakarak anlamak mümkün. Eğer kulak memeleri beyazsa yumurtası beyaz, kırmızıysa yumurtası kahverengi oluyor.
çok ilğinç...
Arif Coşkun
23.03.2009, 12:25
KİMLER NE İCAT ETTİ
Akü ..Plante
Vinç..Romalı Vitruvius
Matkap..G. Sommeiller
Arşimed Burgusu..Arşimed
Robot..E. Sperry
Radyoaktivite..A. Becquerel
Radyum..Curie'ler
Ampul..Edison
Asansör..E. Otis
Balon..Montgolfier Kardeşler
Barometre..Toriçelli
Barut(Dumansız)..Schultre
Benzin Motoru..N. Otto
Bisiklet..K. Macmillan- J.K.Starley
Buhar Tribünü..Parsons
Buharlı Gemi(Gelişmiş)..Fulton
Buz Makinesi..Gorrie
Çelik(Paslanmaz)..Brearley
Çimento..Aspdin
Daktilo..C. Latham..
Denizaltı..John Holland
Dinamit..Nobel
Dinamo..Picinotti
Dizel Motoru..Diezel
Dokuma Makinesi..Hargreaves
Dürbün..Lippershey
Fotoğraf(İlk Şekli)..Niepce
Gramofon..Berliner
Hava Pompası..Guricke
Helikopter..Sikorski
Hesap Makinesi..Pascal
Hoparlör..Rice/Kellogg
Jet Uçağı..Ohain
Kağıt İmali(Selülozdan)..Dahl
Karbüratör..Daimler
Kauçuk..Goodyear
Kronometre..Harrison
Lokomatif..Stephenson
Matbaa..Gutenberg
Mikrofon..Berliner
Mikroskop..Janssen
Mors Alfabesi..Samuel Mors
Motosiklet..Daimler
Naylon..Du Pont Laboratuvarı
Neon Lambası..Claude
Otomobil(4 Tekerli)..Benz- Daimler
Paraşüt..Veranzio
Paratoner..Benjamin Franlin
Pikap..Edison
Pil..Volta
Planör..Otto Lilientahi
Projektör..Sperry
Radar..Taylor Ve Young
Radyo..Marconi
Renkli Film..Westcott
Roket..Goddard
Röntgen Tüpü..Coolidge
Sesli Film..Ernst Ruhmer
Sinema Makinesi..Lumiere Kardeşler
Telefon..Graham Bell
Teleskop..Kepler-Galileo-
Televizyon..Baird
Telgraf..Morse
Telsiz Telgraf..Marconi
Termometre..Fahrenheit-Galileo-Celsius-Reaumur
Teyp..Poulsen
Transformatör..Stanley
Uçak..Wright Kardeşler
Zeplin..Kont Von Zeppelin
Dpt..P. Muller
Elektron Mikroskobu..Knoll Ve Ruhka
Geiger Sayacı..J. H. W. Geiger
Hoverkraft..C. Cockerell
İnsülin..Banting Ve Best
Karbon 14 Tarihlemesi..W. F. Willard
Lazer..C.H. Townes
Tükenmez Kalem..L. Biro
Aerosol..Goodhue- Sillivon
Çamaşır Makinesi..Hurley Machine Co.
Elektrik Süpürgesi..Cecil Booth
Uzunçalar..Peter Goldmark
Video..A. Poniatoff
Yalan Makinesi..John Larson
Yol İşaretleri..Perey Shaw
Bir şey dikkatimi çekti içlerinde bir Mehmet, Ahmet,Hüseyin, Veli göremedim acaba vardamı yazmadılar merak ettim doğrusu.
altuntas58
23.03.2009, 12:37
Dünyada bir uçağın altından bir otomobilin geçtiği, otomobilin altından trenin geçtiği, trenin altından da bir yelkenlinin geçtiği tek yer ABD'de Massachusetts Eyaleti'ndedir. Yani, havaalanının yanında bir otoyol, otoyolun altında bir demiryolu köprüsü, köprünün altında ise bir su kanalı bulunmaktadır.
ani derler ya "Angut gibi bakmasana lan".. keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..
tşkler..
Bunları biliyormusunuz
TÜRKİYE'DE RESMİ KAYITLARA GEÇMİŞ EN UZUN SOYADI 'AYYILDIZLI KIRMIZI BAYRAK TAŞIYAN KAHRAMANOĞLU'DUR.
BİR FUTBOLCU TOPA HER KAFA VURUŞUNDA, BEYNİNDE 1000 HÜCRE ÖLDÜRÜR
GÜNEŞ, ISI VERDİKÇE KÜÇÜLÜR
ANTİK YUNAN'DA DOĞMAK VE ÖLMEK YASALARA AYKIRIDIR
KITA İSİMLERİNİN HEPSİ AYNI HARFLE BAŞLAYIP, AYNI HARLE BİTER.
EŞEKLER TARAFINDAM ÇİFTELENEREK ÖLENLERİN SAYISI, UÇAK KAZASINDA ÖLENLERİN SAYISINDAN DAHA FAZLADIR
BİR DOLUNAYIN GÖRÜLMEDİĞİ TEK AY 1865 ŞUBAT'TIR
17 ŞUBAT 1935'TE İSTANBUL'DA KARTOOPU OYNAMAK YASAKLANMIŞTIR.
BİLARDO TOPU, SIKIŞTIRILMIŞ KAĞITTAN YAPILIR.
KONYA, HOLLANDA'DAN BÜYÜKTÜR
BİR OKYANUSUN EN DERİN YERİNDE, DEMİR BİR TOPUN DİBE ÇÖKMESİ BİR SAATTEN FAZLA SÜRER
vBulletin v3.8.3, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.