PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : ÖLÜM GELİNCE...


Abdurrahman 58
07.09.2008, 16:00
ÖLÜM GELİNCE

Ey Azrail, gözlerim fersiz, sözlerim yersiz,
Ecelim gelir gelmez, yakaladın habersiz!

Keşke birkaç yıl önce, bir haber gönderseydin,
Rüyalarıma falan bir kez giriverseydin.

Mal mülk sevdası ile dünyadan kopamadım,
Çok özür diliyorum, hazırlık yapamadım.

Alamadım yanıma para pul, ne de bavul,
Uyudum horul horul, ne zil duydum, ne davul.

Yaşım yetmiş olsa da, kanım hep fıkır fıkır,
Bu cümbüşlü âlemi, gönlüm nasıl bırakır?

Derler de inanmazdım, yaş yetmişse iş bitmiş,
Anlamadım bunca yıl nasıl da geçip gitmiş.

Lütfen birazcık bekle, sana yalvarıyorum,
Eceli tehir için, bir çare arıyorum.

Yıkıldı hep düşlerim, yarım kaldı işlerim,
Altından olacaktı, şu protez dişlerim.

Seneler sonra ancak, voleyi vurabildim,
Hortumlar sayesinde, ayakta durabildim.

Gayet ucuza sattım, şerefin kilosunu,
Ancak böyle kazandım, şu uçak filosunu.

Çocuklarımın hepsi, birer vampir yarasa,
Ölmemi bekliyorlar konmak için mirasa.

Arkamdan dökülecek, iki damla gözyaşı,
Dikilecek belki de, yaldızlı mezar taşı.

Katafalka koyarak cenazem kokutulur,
Kırkıncı günü diye mevlitler okutulur.

Musikiyle karışık, bir ilahi aryası,
Mevlit bitince başlar, dedikodu furyası.

Düzenbaz kodamanlar, köşeleri döndüler,
Bir yoksuldan indiler, ötekine bindiler.

İrtica yobaz diye yaygara tutturdular,
Dine afyon diyerek, bizlere yutturdular.

Düzenin kuklaları ekranlara çıktılar,
İlâhiyat adına, dinimizi yıktılar.

Âlim zalim karıştı, renkler hiç seçilmiyor,
Her yer mezhepsiz dolu; zındıktan geçilmiyor.

Bu cinnet kervanına, nice prof katıldı,
Ne vicdanlar satıldı, din sokağa atıldı.

Dünyayı gezdim ama, daha hacca gitmedim,
Alnım secde görmedi, hiç ibadet etmedim.

Dinden habersiz nefsim, olmadı hiç terbiye,
Haram falan dinlemez; tutturur hep ver diye.

Çok gafil yakalandım, hazırlığım hiç yoktu,
Dini öcü bilirdim, camiye karnım toktu.

Ecel gelip çatınca, katiyen beklemiyor,
Vade dolunca artık, saniye eklemiyor.

İşte bunlar boş geçen, bir ömrün hikayesi,
İbret alanlar için, pişmanlığın son sesi.

Salim58
13.07.2009, 07:54
Hayatımda hiç yaşamadığım bir olaydı ne olduğunu anlayamıyordum. Üzerimde bir örtü vardı.

Ve etrafımda insanlar hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ne olduğunu hala anlamış değildim.

Neden üzerimde örtü vardı ve neler oluyordu. Ellerimi oynatamıyor kımıldayamıyordum.

Allah'ım neler oluyordu, bana neler olmuştu. Ayağa kalkmak istiyordum ama kalkamıyordum.

Anne neredesin, sesini duyuyorum ama seni göremiyorum. Neden ağlıyorsun anne...

Yanıma gel üzerimdeki örtüyü al. Ben alamıyorum anne... Bir ara bir el üzerimdeki örtüyü aldı.

Bu babamdı ve gözleri ağlamaktan şişmişti. Neden ağladın baba... Ben neredeyim. Neden konuşamıyorum.

Annemde orda, annem yıkılmıştı sanki. Ağlıyordu hem de hıçkıra hıçkıra. Ağlama anne! Aman Allah'ım! Eyvah!!

Ben ölmüştüm. Evet ben ölmüştüm ve bu etrafımdaki insanlar benim cesedimin üzerinde ağlıyorlardı.

Ağlama anne! Ağlama baba!! Allah'ım! Bana yardım et, bana dayanma gücü ver. Annem üzerime yattı ve ağlamaya devam etti.

Bir yandan da; Oğlum, yavrum neden bizi bıraktın, diyordu. Anne! Anne! ağlama anne. Ya babam.

Heybetli babam, evimizin direği babam. Ağlama baba! ne olursunuz ağlamayın. Kardeşlerim, komşularımız tamamı ağlıyorlardı.

Anne seni son bir defa öpmek, koklamak, sarılmak isterdim ama şimdi olmuyor anne. Annem!! Annem!!

Sonra üzerimi tekrar örttüler. Beni bir tabuta koydular. Evimizden son kez çıkıyordum. Hem de dönmemek üzere Anne!!

Ne olur beni bırakma Anne!! gitmek istemiyorum ... Annneeeeeeeeeeee Yağmur yağıyor tabutumun üstüne damlaları duyuyorum.

Beni camiye götürüyorlardı son kez. Hayatta gitmediğim camiye son kez götürülüyordum. Allah'ım götürmeyin.

Ne yüzle gideceğim!! Hayatta gitmek istemediğim camiye götürmeyin beni..... Ve imamın er kişi niyetine deyişi...

Hakkınızı helal ediyor musunuz? Evet sesleri neye karşı... Hepsine de hakkım geçmişti. Ben kul olamadım kardeş olamadım,

Allah huzuruna nasıl varırım...... Ve evet..... Allah'ım heyhaaaaat!!!!! Heyhaaaaat!!!!! Beni son ziyaretgahıma götürüyorlar.

Evet kabristana! Allah'ım götürmeyin. Ne olur götürmeyin bu naçiz bedeni. Beni tabuttan çıkardılar, kefenime babam sarıldı,

annem uzaktan seyrediyordu. Ağlamaktan gözyaşları kurumuştu. Anne! beni alsana yanına anne.....

beni bırakmasana anne..... anneciğim canım annem..... gitme beni bırakma anne...

Babam sarıldı kefenime gözyaşları içinde. Beni 2 metre derinlikteki mezara indirdi.

Öptü kefenimi, sarıldı sarıldı, oğlum dedi kulağıma. Babaaaaaaaaaaammm!!!! Gitme, beni bırakma. Sonra çıktı ağlayarak.

Üzerime taşlar dizdiler. Toprak döktüler. Yalnız başıma kalıyordum Tek başıma, kimsesiz. Neredesin anne.....

Dualar edildi, tevhidim çekildi. En son babamla annem terk etti beni. Annem arkasını dönüp dönüp bakıyordu.

Anneeee gitmeeeeeeeeeee!!!!.......... Anneeeeeeeeeeeeeeeeeeee canım Annem bırakma beni, karanlık, çamur,

küflü bir yerdeyim kimse yok. O anda başımda İki kişi belirdi. Kimsiniz, ne istiyorsunuz................

Ne diyecektim, ne cevap verecektim. Allah'ım bana bir fırsat daha verin. Lütfen bir fırsat daha.

Ama geçti diyorlardı. Geçti, kaybettin, senin yerin belirlendi, dünyada iken Allah'ı tanımadın...

Bize geldin heyhaaaaat!!!!! Bir ara bedenimde bir elin gezindiğini hissettim. Bu bizim aile doktorumuzdu.

" Çok şükür evlat " kurtuldun ölümden döndün" diyordu. Ne Ölümden dönmesi doktor bey.

Ben Öldüm de dirildim. Çok şükür Rabb'ime bana bir fırsat daha verdi. ( Alinti)

bilal kose
17.09.2010, 00:52
Ölüm, insanın asla kabul etmek istemediği ve asla kaçamayacağı en önemli gerçek… Ölümü ne kendine, ne sevdiklerine yakıştırmak istemez insan. Her insan için ölüm, soğuk bir kavramdır. Avrupalı bu konudan o kadar çok kaçmak ister ki, mezarlıklarını bile şehir dışına yaparlar. Mezarları görüp, ölümü hatırlamak bile istemezler.


Osmanlı mezarları hep şehir merkezine yaptırmış. Gelip geçen herkes Fatiha okusun diye mi, gören herkes ölümü hatırlasın diye mi bilmiyorum. Belki de her iki sebepten dolayı.


“Ölüm, ölene mi daha çok acı verir, arkasından ağlayana mı?” bilinmez ama, hiç kimse “Ölüme hazırım!” diyemiyor. Osmanlı sarığının büyük olmasının sebebinin, “Kefenimi başımın üstünde gezdiriyorum. Her an ölüme hazırım!” anlamında olduğunu okumuştum.



Sen ölme ben öleyim!

Küçük çocuğu yatakta hastalıkla inleyen anne, başucunda ağlıyormuş evladının. “Allah’ım benim ömrümden al, evladıma ver. Bana evladımın acısını yaşatma!” diye dua ediyormuş sürekli.

Bu esnada, kapının önündeki teneke kovadan su içmeye çalışan ineğin boynuzları, kovaya takılmış. Su bitip hayvan kafasını çekince, kovanın içinde kafası kalmış. Kovadan kurtulamayınca bağırmaya başlamış. Ağzı da teneke kovanın içinde olduğu için, öyle bir “mööö!”lemiş ki, çok garip bir ses çıkartmış.

İçerden bu sesi duyan anne, Azrail geldi sandığı için iyice korkmuş. Hemen evladının yanından hafif geriye çekilmiş ve “Hasta olan ben değilim, şu yatakta çocuk!” demiş.

Azrail kapıya dayanıp, ölümün soğukluğunu ensemizde hissettirse, biz neler söyleriz acaba?



Aniden gelen ölüm!

İnsan ne zaman öleceğini bilseydi ne olurdu? Bu soruyu ilk okuduğumda çok etkilenmiştim. İnsan önce kendini düşünüyor. Bir aylık ömrü kaldığını bilen bir insan neler hisseder. Geçen her gün, her saat ölüme yaklaşma psikolojisi. Üç gün kala neler yapar. Hadi bir gün kaldı diyelim. Sonra saatler sayılmaya başlar. Saat yaklaştıkça çıldırır galiba insan.

Sadece kendi ölüm saati de değil. En sevdiğimiz insanların ölüm satini bilseydik onların yüzüne nasıl bakardık? Sizin dünyanın en değerli varlığı olan insanları bir düşünün. Biricik yavrunuzun, eşinizin, çok sevdiğiniz annenizin ölüm anı yaklaştıkça ne hissedersiniz. Günler bitip saatlere düşünce bu bekleyiş insanı çıldırtmaz mı?

Ölüm saatini bilmemek ne büyük nimetmiş meğer.



Ecel saati şaşmaz…

Yazılarımı kaleme alırken, kendi yaşadığım olaylardan sık sık bahsederim. Genelde başkasının ağzından veya başkası yaşamış gibi yazmayı tercih ederim. Ancak bu sefer anlatacağım olayı bizzat yaşadığımı söyleyerek başlayayım anlatmaya.

Gecenin sessizliğinde yazmayı sevdiğimden genelde geç saatlerde yatarım. En nefret ettiğim yönlerimden birisidir aslında, uykumun ağır olması. Zor uykuya dalar, zor uyanırım.



Bir yaz günüydü. O gece de gece yarısından sonra yatağa girdim. Bir saat kadar sağa sola döndükten sonra uyumayı başardım. Bir saat kadar uyumuşumdur. Aniden kapıya birisinin eliyle vurduğunu duydum. Rüya olduğunu anladığım için oralı olmadım. Birkaç kez daha kapıya hızlı bir şekilde elle vurulunca, rahatsız oldum. Rüya yüzünden uykumun bölünmesini istemiyordum. Yastığın altına kafama sokup uyumaya devam etmeye çalıştım.

Ancak bu sefer aynı el sırtıma vurmaya başladı. İlk önce ciddiye almadım. Ancak daha sert bir şekilde sırtıma avuç içiyle vurulmaya başlanınca, iyice rahatsız oldum ve sinirlendim. Gözkapaklarım uykusuzluktan yanıyordu. Besmele çekip uyumaya çalıştım, yine olmadı. Ne yaptıysam beni uyutmayacağını anlamıştım.

Uyumama izin verilmeyeceğine kanaat getirmiştim. Zoraki yataktan çıkıp mutfağa geçtim. Saat üçü geçmişti. Yıllardır, kahvaltı niyetine meyve yemeyi sevdiğim için, meyve yedim. Balkona çıkıp biraz temiz hava aldım. On dakika kadar oyalandıktan sonra yatağıma geçtim. Bu arada balkonun kapısını açık bıraktığımı bile fark etmemişim. Dua ederek uyumaya çalıştım. O gece beni bir daha da rahatsız eden olmadı.

Ertesi gün akşam evde oturuyordum. Kardeşim işten eve geldi. Üstünü değiştirip yanıma oturdu. Kısa bir hal hatırdan sonra aniden hatırladığı bir şeyi söyledi bana.

“Abi, iyi ki gece balkonun kapısını açık bırakmışız! Ben sabah işe giderken mutfağa girdim. Birde baktım ki ocağı açık unutmuşuz. Hafif ayarda olduğu için, birde balkonun kapısı açık kaldığı için kokuyu hissetmemişiz. Balkonun kapısı açık olmasaydı, belki de ikimizde gaz zehirlenmesinden ölebilirdik.”

Kardeşim bunu söyleyince, tüylerim diken diken oldu. “Ecelimiz gelmemiş demek ki!” dedim. Sonra da kardeşime gece yarısı nasıl uyandırıldığımı ve neler yaptığımı anlattım. Tabi oda bir tuhaf oldu.

Bu olayı yaşamadan önce de kadere imanım sonsuzdu elbette. Ancak bu olay, imanımı kuvvetlendirdi. “İnsan eceli gelmeden ölemez, uyku da bile olsa!” dedim kardeşime.

Bu olaydan bir yıl kadar öncede takla attığımız arabadan kardeşimle birlikte birkaç çizikle kurtulmuştuk. Araba çöpe atılmak zorunda kalmıştı.



Azrail değil, ecel öldürür…

“Zamansız öldü! Genç yaşta gitti!” gibi cümleler ne kadar anlamsız aslında. Sevdiklerimizi bizden alan şeyi bazen deprem sanıyoruz, bazen bir kaza, bazen bir hastalık. Elbette insan tedbirini almalı. Ancak tedbir alırken bile ecel saatinin şaşmayacağını unutmamalı.

Sevdiğini kaybeden insanlar, gidenin zamansız değil, eceliyle gittiğini bilerek, arkasından ağıt yakmaktan çok dua etmeli. Evlat acısı yaşayan bir anne için, bunu kabullenmek elbette kolay değildir. Ancak evladını kim yaratmışsa, o teslim almıştır.

Yaratan insanı bazen vererek bazen alarak imtihan ediyor. Verdiğinde şükrümüzü, aldığında sabrımızı ölçüyor.

Allah (cc) evlat vererek şükrümüzü, verdiği evladı geri alarak sabrımızı imtihan etme hakkına sahiptir.

Allah (cc) bizi fakirlikle de imtihan etme hakkına sahiptir, zenginlikle de. Fakir bırakarak sabrımızı, zengin ederek şükrümüzü ölçer yaratıcı.



* * * * * *

Yarabbi! Ömründe ölümünde hayırlısını nasip et.

Yarabbi! Kaldıramayacağımız bir yükü yükleme omuzlarımıza.



Yıllar önce dilimden hiç düşürmediğim bir türkü sözü vardı. Kendi kendime çok mırıldanırdım. O sözlerle bitireyim yazıyı.

cilem_58
17.09.2010, 07:16
olum allahin emri olcegizde obur dunyaya guzel ammelerle gitmeliyiz tek korku bu ALLAH HAYRLI OLUMLER VERSIN CUMLEMIZE

Kardelencicegi
17.09.2010, 09:55
Bedenin tıbbi ölümü ile, Kuran'da tarif edilen ölüm cok fark


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])




Nasıl öleceğinizi, ölümün nasıl bir şey olduğunu, ölürken neler
olacağını hiç düşündünüz mü?
Şimdiye dek, önce ölüp sonra da dirilerek insanlar arasına dönen ve neler görüp,
neler hissettiğini anlatan hiç kimse olmamıştır.
Bu nedenle ölümün nasıl bir durum olduğunu, bir insanın ölüm anında
neler hissettiğini bilmemize teknik olarak imkan yoktur.
Ancak insana hayatını veren ve zamanı gelince de geri alan Allah,
ölümün nasıl gerçekleştiğini Kitabında bizlere bildirmiştir.
Bu nedenle, ölümün nasıl gerçekleştiğini, ölmekte olan bir insanın
gerçekte neler yaşayıp, neler hissettiğini ancak Kuran'dan öğrenebiliriz.
Kuran'a baktığımızda ise oldukça önemli bir gerçekle karşılaşırız. Çünkü Kuran'da haber verilen ve tarif edilen ölüm, "tıbbi ölüm"den, yani diğer insanlar tarafından gözlemlenen ölümden çok farklıdır.
Öncelikle, bazı ayetlerde ölüm anında, ölecek kişi tarafından görülen, fakat diğer insanlar tarafından gözlemlenemeyen olaylar yaşandığı bize haber verilir. Vakıa Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
Hele can boğaza gelip dayandığında, Ki o sırada siz (sadece) bakıp, durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)
Bir başka ayette de, bu "gözlemlenemeyen olaylar"ın inkarcılar için bir zorluk anı olduğundan şöyle bahsedilir:
Onların ne malları, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah, onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murad ediyor başka degil (Tevbe Suresi, 85)



Buna karşın, müminlerin ölümü ise "güzellikle" olur:
Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar.
"Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak girin cennet'e..."
derler. (Nahl Suresi, 32)
İşte bu ayetlerde bize ölüm hakkında çok önemli ve değişmez gerçekler haber verilir:
Ölüm anında, ölen kişinin yaşadıkları ile dışarıda onu izleyen kişilerin
gördükleri şeyler çok farklıdır.
Örneğin hayatı boyunca iflah olmamışazılı bir inkarcı,
dışarıdan bakıldığında, uykusu sırasında ölmüşgibi algılanabilir.
Oysa o anda başka bir boyuta geçen ruhu, büyük acılar içinde ölümü tadmaktadır.
Ya da tam tersine, acı çektiği sanılan bir müminin ruhu, ayette
de bildirildiği gibi bedeninden, melekler tarafından "güzellikle" ayrılır.
Kısaca, "bedenin tıbbi ölümü" ile, Kuran'da tarif edilen ölüm
gerçekte çok farklı olaylardır.
İşte "tadılan" bu gerçek ölüm, az önce belirttiğimiz gibi inkarcılar
için büyük bir azap, müminler içinse büyük bir nimet ve güzelliktir.
İnkarcıların canlarının "zorluk" içinde çıktığı da Kuran'da bildirilir.
Ayetlerde bu "zorluk" ayrıntılı olarak tarif edilir.


- Ölüm anında inkarcının sırtına ve yüzüne vurularak canının alınması:
Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?
.Bu onların Allah'ı gazablandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasına sebep
olacak şeyleri beğenmemelerinden dolayıdır.
Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
. (Muhammed Suresi, 27-28)
- Ölümün şiddetli sarsıntıları ve meleklerin inkarcıya ölüm anında,
ebedi azaplarını müjdelemeleri:
... Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde:
"bana vahyedildi" diyen ve: "Allah'ın indirdiği gibi bir kitap da ben indireceğim"
diye iddiada bulunandan daha zalim kim olabilir?
O zalimlerin halini ölüm şiddeti içindeyken bir görsen!
Melekler onlara ellerini uzatırlar ve:" Ruhunuzu teslim edin.
Bugün, Allah'a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı
böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandıralacaksınız" derler.
..Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza
geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız.
Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık
kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.
(Enam Suresi, 93-94)
Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve
"Tadın bakalım cehennem azabını!" diye diye canlarını alırken hallerini bir görmeliydin.
..İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz bir sonuçtur.
Hiç şüphesiz Allah, kullarına hiçbir şekilde zalim biri değildir.
(Enfal Suresi, 50-51)
Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, inkar eden bir kişinin ölümü kendisi
için büyük bir azaptır.
Dışarıdaki yakınları onun rahat yatağında huzurlu bir şekilde öldüğünü
sanırlarken o, gerçekte, maddi ve manevi çok büyük bir azabın içine girmiştir.
Ölüm melekleri, acı vererek ve aşağılayarak onun canını bedeninden çıkarırlar.
Kuran'da, bu melekler, inkarcıların canlarını bedenlerinden,
"ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlar"
(Naziat Suresi, 1) olarak tarif edilirler.



1 - Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara,
2 - Usulcacık çekenlere,
3 - Yüzüp yüzüp gidenlere,
4 - Yarışıp geçenlere,
5 - Derken bir iş çevirenlere kasem olsun (ki kıyamet var).
6 - O gün deprem sarsar,
7 - Onu ikinci bir sarsıntı izler.
8 - Yürekler vardır, o gün kaygıdan hoplar.
9 - Gözler kalkmaz saygıdan.
10 - Diyorlar ki: "Biz tekrar eski halimize mi döndürülecekmişiz?
11 - "Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra ha?"
12 - "Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür." dediler.
13 - Fakat o bir tek haykırıştır.
14 - Bir de bakarsın hepsi meydandadır. (Naziat Suresi)



Başka ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
26 - Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27 - "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28- Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29 - Bacak bacağa dolaşır..(Kıyamet Suresi)
İşte inkarcı, artık hayatı boyunca inkar
etmişolduğu o büyük gerçekle yüzyüzedir.
Ölümle birlikte, yaşamı boyunca işlediği büyük suçun,
inkarının cezasını çekmeye başlayacaktır
. Meleklerin sırtına vura vura, canını en derinden sökerek almaları,
kendisini bekleyen sonsuz azabın yalnızca çok hafif bir başlangıcıdır.
Bunun aksine, ölüm, mümin için büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır.
Ruhu en derinden acıyla sökülen inkarcının aksine müminin ruhu,
"yumuşacık çekip alanlar" tarafından
(Naziat Suresi, 2), "güzellikle" ve "selamla" (Nahl Suresi, 32),
adeta uykuda ruhun acısızca bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibi alınır.
Ölümün gerçeği işte budur. Dışarıdaki insanlar, yalnızca tıbbi ölümü bilirler; hayati fonksiyonları sona ermek üzere olan bir beden görürler.
Ölen kimseyi seyredenler, ne onun yüzüne ve sırtına vurulduğunu
, ne ayaklarının dolaştığını, ne de canının köprücük kemiğine dayandığını görürler.
Bu görüntü ve hislerle yalnızca ölen kişinin ruhu muhatap olur. Oysa gerçek ölüm, dışarıda insanların göremeyeceği bir boyutta ölen kişi tarafından bütün yönleriyle "tadılmakta"dır. Bir başka deyişle, ölüm sırasında yaşanan olay, bir "boyut değişikliği"dir.



Müminin Ölümü:
- Kaçınılmaz olduğunu bildiği ve yaşamı süresince hazırlık yaptığı ölümle karşılaşır.
- Canını almaya gelen melekler ona selam verip, onu cennetle müjdelerler.
- Melekler güzellikle canını alırlar.
- Ruhu bedeninden yumuşakça çekilip alınır.
- Arkasından gelecek müminleri müjdelemek, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve müminler için bir korku ve üzüntü olmadığını haber vermek ister. Ama buna izin verilmez.

İnkarcının Ölümü:
- Hayatı boyunca kendisinden kaçıp durduğu ölümle buluşur.
- Ölümü şiddetli sarsıntılar içinde olur.
- Melekler, ellerini ona doğru uzatır ve onu alçaltıcı ve yakıcı bir azapla müjdelerler.
- Melekler, yüzüne ve sırtına vura vura canını alırlar.
- Ruhu en derinden acıyla sökülür.
- Ruhu köprücük kemiklerine kadar çekilir ve son müdahale yapılır.
- Canı o inkar içindeyken zorluk içinde çıkar.
- Ölümle yüzyüze geldiği andaki imanı ve tevbesi kabul edilmez.
-Gerçeği görmenin verdiği büyük pişmanlık içinde Allah'tan kendisini dünyaya geri çevirmesini ve kaybettiği ömrünü telafi etmeyi talep eder. Ama bu isteği kabul edilmez.
Dışarıdaki insanların gördüğü "tıbbi ölüm"ün de insana ders veren çok önemli bir yönü vardır. Tıbbi ölümün insan bedenini yok edişi, insana çok önemli bazı gerçekleri kavrama fırsatı verir. Bu nedenle, gerçek ölümün ardından söz konusu tıbbi ölüme de değinmek, hepimizin bedenini bekleyen mezar hakkında biraz düşünmek gerekir.


C)alinti





[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])






[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

doğan bulut58
17.09.2010, 10:29
allah bilir

filografozan
17.09.2010, 11:18
öncelikle şunu çok iyi kavramamız lazım;
HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR..

YANİ ÖLMEK İÇİN DOĞDUĞUMUZU asla unutmayacağız.
böyle oluncada ölüm gerçeğinin en büyük gerçek olduğu bilinciyle kendimize çeki düzen verme gayretinde olacağız.

müjdeler olsun müjdeler olsun
ölüm var.
şükürler olsun şükürler olsun
ölümüde öldüren RABBİM var.
nfk...

çok şükür..

aysima58
17.09.2010, 18:23
anam korkudanazıma ettiniz haa başga bişiy yohmuydu la konu açacah bunu zaten biliyoh emme hatırlamak istemiyok kele dumaaan canım benim bir su ver bana galbim yerinden çıhacah duman elbet sivasa yolum bidaha düşer elimden nasıl gurtulacğını şimdiden düşünsen iyi eden bence ellaam tozuttun hemi.

şaka bir yana paylaşım güzeldi kardeşlerim elinize galdıysa yüreğinize sağlık teşekkür ederim.

beyaz_gelincik
17.09.2010, 20:25
Dün" hatası ve sevabıyla geçmiştir. Geçen günleri geri getirmek mümkün değildir. Yarının ise ne olacağı belli değildir. Yarını yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur. Gün bugün; saat bu saat; an bu andır. İnsan ancak içinde bulunduğu anı değerlendirme imkanına sahiptir ve bu anı fırsat bilerek âhiret için hazırlık yapmak durumundadır.

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır” (Al-i Imran 3/ 185; Enbiya, 21/ 35; Ankebut, 29/ 57) ayeti ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu vurgulamaktadır.

Öyleyse sonsuz yolculuğa çıkacağı kesin olduğu halde inanan bir kişinin hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? İnsanı aldatan sonu gelmez emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın tek yolu; en büyük vaiz olan ölümü hatırdan çıkarmamaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz,

أكْثروا ﺫ ﻛﺮهَاذِ ﻡﺍﻟﻟﺬﺍﺕ

"Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız" (Tirmizi, Zühd 4. IV, 553) buyurmaktadır.

Cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer alan Hz. Ömer'in, yüzüğünün kaşına,

بالموت واعظا يا عمركفي

“ Ölüm sana vaiz olarak yeter, ey Ömer!” (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IV, 288) hadis-i şerifini yazdırmış olması ibret verici ve ilgi çekicidir.

Ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlık yapmayı hidayet alameti sayan Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir:

كُنْ في الدُّ نْيَا كأنَّكَ غريبٌ أو عابرُ سبيل وعُدَّ نفسكَ فى أهل القبور

“Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.” (Tirmizî, Zühd, 25. IV, 567. İbn Mâce, Zühd, 3. III, 1378)

Gurbette yaşayan bir yabancı, orada kalıcı olmadığının farkındadır. O, oranın daimi sakinleri gibi hareket etmez. Geçici olarak bulunduğu o mekanın makam ve mevkii; mal ve mülkü kendisini fazla ilgilendirmez. O, daha ziyade döneceği asıl vatanını düşünür. Hazırlıklarını, birikimlerini ona göre yapar. Ona endeksli olarak çalışır, çabalar. O, geçici hayata takılıp kalmanın, kaçınılmaz yolculuk sununda kedini içinde bulacağı ebedi hayata zarar vereceğinin bilincindedir.

Allâh’ın elçisinden (s.a.v.) bu öğüdü alan İbn-i Ömer (r.a.) şöyle der:

وكان ابن عمر رضى اللّه عنهُما يقولُ: إذَا أمْسَيْتَ ﻓﻼ َتَنْتَظِرِ الصَّبَاحَ، وإذَا أصْبَحْتَ ﻓﻼ تَنْتَظِرِ المسَاءَ،
وخُذْمنْ صحّتِكَ لمرضِكَ، ومنْ حياتِكَ لموْتِكَ

“ Akşamlayınca sabahtan bahsetme. Sabahladığın zaman da kendine akşamdan söz etme. Hastalanmadan önce sıhhatinden, ölümünden evvelde hayatından faydalan” ( Buhârî, Rikak 3, VII, 170; Tirmizî, Zühd 25, IV, 567, 568)

Ömür su gibi akıp gitmektedir. İnsan her an yavaş yavaş ölüme yaklaşmaktadır. Ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen mümin, kulluk görevlerini doğmayacak bir günün sabahına bırakmaz. Dünyanın çalışma, ahiretin ise hesap verme yeri olduğunun idraki içerisinde olur. Hz. Ali(r.a.) şöyle buyurur:

ارْتَحَلَتِ الدُّ نْيَا مُدْ بِرَةً وَارْتَحَلَتِ الْآخِرَةُ مُقْبِلَةً وَلِكُلِّ وَاحِدَةٍ مِنْهُمَا بَنُونَ فَكُونُوا مِنْ أَبْنَاءِالْآخِرَةِ وَلَا تَكُونُوامِنْأَبْنَاءِالد ّ ُنْيَا فَإِنَّ الْيَوْمَ عَمَلٌ وَلَا حِسَابَ وَغَدًا حِسَابٌ وَلَا عَمَلٌ

“ Ey mü’minler! Dünya arkasını çevirerek yel gibi esip gitmekte, âhiret de ona karşı aynı sür’atle gelmektedir. Bu iki alemin insanlar arasında çocukları vardır. Ey Müslümanlar! Sizler, dünyanın değil âhiretin çocukları olunuz. Bu dünya iş günüdür, hesap günü değildir. Fakat yarın (âhiret) hesap günüdür, iş günü değildir.” (Buhârî, Rikâk 4, VI, 171)

Dünya hayatının geçici ve imtihan yeri olduğunu unutanların, ölüm anındaki acıklı durumlarını ve dünyaya tekrar geri dönmek istediklerini K.Kerim şöyle anlatıyor:

حَتّى اِذَا جَاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ لَعَلّى اَعْمَلُ صَالِحًا فيمَا تَرَكْتُ كَلَّا اِنَّهَا كَلِمَةٌهُوَ قَائِلُهَا
وَمِنْ وَرَائِهِمْبَرْزَخٌ اِلى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

“ Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’, der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.” (Mü’minun, 23/99,100)

Şu ayette yaşanacak o pişmanlıkları bugünden haber veriyor bize:

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فيهَا رَبَّنَا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذى كُنَّا نَعْمَلُ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَ كَّرُفيهِ مَنْ تَذَ كَّرَوَجَاءَكُمُالنذ يرُ فَذُ وقُوا فَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ نَصيرٍ

"Onlar orada, 'Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim' diye bağrışırlar. (onlara şöyle denilir: ) 'Sizi,düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur." (Fatır,35/37)