PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ayşe Arman'ın türban yazı dizisi..


LaEdri
13.07.2009, 12:58
İsmail Ağa Caddesi’nde mini etekli NİŞANTAŞI’NDA TÜRBANLI


Nihat Odabaşı’nın fotoğraflardan sonra posta kutuma düşen mesajlardan biriydi: "Soyunmakta ne var, kolaysa örtün güzelim! Örtün de, bu ülkedeki baskıyı, zulmü gör..."



İşte her şey, bu kışkırtıcı mesajla başladı.

Mesajı atan kişinin herhalde aklına gelecek son şey, benim bu sözleri ciddiye almamdı.

Ama aldım.

Çünkü merak ettim.

O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp, şehri İstanbul’da bir o semte, bir bu semte gidecektim.
/_np/7910/8387910.jpg
Bütün toplu taşıma araçlarına binecektim.

Kafelere, barlara, gece kulüplerine girecektim.

Bir süreliğine, "karşı mahalle"ye geçecektim.

Şurası kesin ki, hem çok eğlenecek hem de çok şey öğrenecektim.

İnsan, tek başına eğlenemiyor!

Biri gerekiyor, bir arkadaş.

İşte Demet, burada...

Kızım ile kızı kanka: Alya ve Lila.

Müthiş ikililer.

Kızlar da yaramaz, anneleri de!

Demet’e "İstanbul’da benimle birlikte birkaç gün İslami hayat tarzına uygun takılır mısın?" diyorum.

Şaşırıyor, "Ne yapacağız yani?" diyor.

"Başımızı örteceğiz, sokaklara çıkıp dolaşacağız. Tabii ki, türbanlıların gerçek ruh halini anlayabilmemiz mümkün değil. Zaten bizim iddiamız da, ’karşı mahallenin kadınlarını anladık’ olmayacak. Biz sadece şeklen de olsa, neler hissettik, nelerle karşılaştık, onu anlatacağız..."

"Tamam" diyor, "Ben varım..."

*

Şimdiye kadar hep "Nasıl açılacağız?" diye düşünmüşüz.

İş, kapanmaya gelince bir hayli zorlandık! Ne giyeceğiz, nasıl yapacağız, nasıl örtüneceğiz, kural nedir, ne yaparsan komik olursun, ne yaparsan ciddiye alınırsın... Bilmiyoruz.

Ama azimliyiz, öğreniyoruz.

Demet, evden bir pardösü getiriyor, jean üzerine giyiyor, belini de sıkıyor, kafaya da bir eşarp, aman Allah’ım Fransız gibi oluyor.

"Yok" diyorum, "Olmadı. Bizimkilerin örtüsü bu kadar Avrupai değil. Başka bir çözüm bulmak lazım..."

İmdadımıza, Tekbir yetişiyor.

Tesettür giyimin önde gelen markalarından. Çok yardımcı oluyorlar, kıyafet yolluyorlar.

Önce, spor takılmaya karar veriyoruz. Ben pantolon üzerine tunik gibi bir şey giyiyorum, Demet etek-ceket. Ama asıl değişimi, kafamız kapanınca yaşıyoruz.

*

"Duyamıyorum seni Demet!"

Maruz kaldığımız ilk şey, ses kaybı.

Şöyle ki, türbanın altına bir "bone" takılıyor.

Kaymasın diye. İşte o bone, kulakları kapatıyor. Bir de tepesine türban... Etti mi sana iki kat...

Duy, duyabilirsen... Ben kendimi uçakta gibi hissettim. Hani basınç değişince kulakların tıkanır ya, o hesap...

Biri bir şey söylediğinde, elimle kulağımı dışarı çıkarma ihtiyacı hissediyorum. Cep telefonunu da bonenin içine sokmaya çalışıyorum.

Leman, sağ olsun, kafamızı hediye paketi haline getiriyor, ilk iğne boynumuzun altına... Ötekiler çeşitli yerlere...

İşte hazırız!

Bekleyin bizi sokaklar geliyoruz...

Nişantaşı Abdi İpekçi’de şöyle bir baştan aşağı yürümeye karar veriyoruz.

Sonra House Cafe, Beymen Brasserie, Allah ne verdiyse...

Uzun uzun Louis Vuitton’un önünde dikiliyoruz, vitrine bakıyoruz.

Benim kolumda çakma bir Louis Vuitton var, "karşı mahalle"nin bir kısmı da çok meraklı hem marka çantaya, hem da eşarba... Longchamp, Hermes, Dior tercih ettikleri markalar... Ama en çok Burberrys eşarp seviyorlar...

Hayvan desenli olduğu için Versace tercih edilmiyormuş.

Cama yansıyan görüntümüze bakıyorum ve "Bu, ben miyim?" diye şaşırıyorum.

Leman’ın sözleri kulağımda o esnada, "Seni okuyan bir sürü türbanlı var, hepsiyle aranı bozacaksın. Sakın bütün hissettiklerini yazma" demişti.

Bakın, bozulmak, darılmak yok... Ne hissediyorsam yazacağım... Amacım, kimseyi yargılamak değil... Ama size yalan söylemek istemiyorum, lafı kıvırmak da...

Benim türbanla uyum sağlayabilmem mümkün değil. Bir kere yakıştıramıyorum kendime, olmuyor, aynada başka biri çıkıyor karşıma...

Şu anda da kafamı cendereye sokulmuş gibi hissediyorum.

Öyle bir baskı, sıkışıklık, rahatsızlık...

Her tarafım terliyor, şıpır şıpır, sırtım, gıdım, ensem, şakaklarım...

Yanımda yürüyen Demet’le konuşabilmek için, kafamı çevirmem yetmiyor, tüm bedenimle dönmem gerekiyor, dünyayı 180 derece algılayamıyorum...

Şaşırtıcı bir tespit, eskiden yolda yürürken insanlar bana bakardı.

Gazeteci olduğum, beni tanıdıkları için değil, evvel eski bakarlardı.

Bir enerjim vardı, hayat akardı içimden, geçerdi, hissederdiniz, hissederdim.

O şimdi yok. Ben sanki matlaştım.

Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki.

Acayip bir duygu.

Hayat boyu ayrışmaya, farklı olmaya çalışmışım. O da şimdi yok.

Bedenim bile sanki benim değil.

Demek ki, saç deyip geçmemek gerekiyor, bir bildikleri var ki kadınların kapanmasını istiyorlar, çünkü saç kapanınca, insanın yüzünün anlattığı şey azalıyor, kaba hatları çıkıyor, burnu öne fırlıyor...

Ve sizi temin ederim en büyük yalan "Türban göze vurgu yapıyor, gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor..."

E bir şeyle avutacaklar kadınları!

Dezavantajı o kadar fazla ki, avantajından söz edilemez bile...

*

Aklımda bunlar, Abdi İpekçi’yi boydan boya yürüyoruz, Beymen’in yanından arka caddeye geçiyoruz...

Doğru ya doğru, Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, "Hooop!" filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar...

Hiçbir şey olmuyor. Yeryüzünde kimsenin umurumda değiliz. Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar.

Laf yok, hakaret yok.

Mahalle baskısı yok.

*

House Cafe’de latte’mizi içiyoruz.

Yine problem yok. Biraz hüzünlü bakışlar var, o kadar. Bir müdahale, bir aşağılama? Asla. Bir ara bana power pilates yaptıran hocam Hakan’ı görüyorum. Şöyle bir bakıyor suratıma, tanımıyor. Alıştım, birkaç tane daha tanıdıkla karşılaşıyorum, herkes kös bakıp geçiyor.

O yüzden zaten "karşı mahallenin kadınları" kafalarına renkli renkli baş örtüleri takıyorlar.

Bir top kumaşa dönüyorlar. Kendilerini bir şekilde göstermek istiyorlar.

Bu da çok anlaşılır, çok insani...

O mahalle, bu mahalle, hepimiz beğenilmek isteyen kadınlarız aslında...

Hüsrev Gerede’ye giriyoruz, kayınpederimin evine doğru yürüyoruz...

Deniz Seki’ye iletilmesi için bir mektup vermek istiyor.

Bari elden alayım...

İşte Haldun Dormen en şeker haliyle karşımda...

Bana diyor ki, "Kapıcıya bırakmıştım mektubu, aksilik işte, kapıcı da gezmeye gitmiş, buraya kadar boşuna geldiniz, üzgünüm..."

"Önemi yok" diyorum, "Ayşe yarın gelip kapıcıdan alır..."

"Yok yok, Ayşe zahmet etmesin" diyor, "Alya var, işi gücü var..."

İnanmayacaksınız ama kayınpederim benimle konuştuğunun farkında değil!

"Haldun Bey, benim Ayşe" diyorum.

"Nasıl yani!" diyor.

*

Sıra Beymen Brasserie’de.

Brasserie, Nişantaşı’nın sembolü...

Gidip en öne kuruluyoruz, salata ve diet kola söylüyoruz. Bakalım ne olacak? Bir iki masa biraz acayip bakıyor. Çok az bir küçümseme...

Ama o kadar.

Personel çok kibar. Çok anlayışlı.

Bence şöyle görünüyoruz, "Brasserie’de hep oturmak istemişler ama hiçbir zaman cesaret edememişler, bugün başarmışlar, kırmayalım, onlar da bizim insanımız. Kucaklayalım. Hem zaten asıl müşterimiz Güney’de tatilde, İstanbul da biraz boş, ne olur yani gelseler..."

Bir ara garsona soruyoruz, "Çok rahat ettik burada, teşekkür ederiz!"

"Ne demek!" diyor. "Eskiden olsa bu muhitte yadırganabilirdiniz ama artık alıştılar. Ayrıca bunda yadırganacak ne var, benim ailem de sizin gibi kapalı. Ben ve arkadaşlarım, biz herkese aynı muameleyi yapıyoruz. Hepimiz müşterilerimizsiniz. Her zaman gelebilirsiniz..."

Sonra hızımızı alamıyoruz, kendimizi başka semtlere atıyoruz. Vapurla şöyle bir Üsküdar yapsak nasıl olur?

Mısır alıp, motora biniyoruz.

Tabii alışmamış başta, türban adam gibi durmuyor, rüzgár yüzünden bazen saçma sapan hallere giriyor. Birbirimizin örtüsünü kolluyoruz.

Boğaz’ın rüzgárı, saçlarımızda gezinemiyor diye hüzünleniyoruz. Üsküdar’da, kalabalıklarda kayboluyoruz.

Her yer bize benzeyen insan dolu.

Varız ama yokuz.

Minibüsle sahil boyu gidiyoruz, otobüsle geri geliyoruz. Neşelenmek için çiçek alıyoruz, kağıt helvalı dondurma alıyoruz, kalabalıkla birlikte meydanda oturuyoruz, gelen geçeni izliyoruz. Bir ara bir ayakkabıcı takılıyor gözüme, ayakkabımı boyatıyorum. Ayakkabıcıyla sohbet ediyorum.

"Hadi" diyor Demet, "Karşıya, alkolsüz kokteyller içmeye, hafiflemeye..."

*

Ortaköy Four Seasons’da limonata içiyoruz... Herkes güler yüzlü...

Kılık kıyafetimiz hiç sorun olmuyor.

Ortaköy Meydanı’na yürüyoruz, hava da nasıl sıcak, pişiyorum.

Üzerimdeki her şey fazla geliyor.

Ortaköy acayip kalabalık...

Gözlükler deniyoruz, esnafın biri "Bunlar manken!" diyor, ay bir mutlu oluyoruz, yaşasın sonunda biri bizi beğendi, baktı ilgilendi...

Muhtemelen ondan alışveriş yapalım diye ama olsun hoşumuza gidiyor.

Hem "eski manken" demedi...

Algıda seçicilik bu olsa gerek, bir eşarpçı görüyoruz, güzelleşebilmek için tek şansımızın farklı renkte eşarp takmak olduğunu biliyoruz, dükkanın sahibi çok kibar, "İçeride oğlum var, söyleyeyim çıksın, siz deneyin eşarpları" diyor...

Da...

Leman ve iğneler yok...

Kafamızı açarsak yeniden nasıl bağlayacağız?

Dükkanın sahibi, bir tuhaflık olduğunu fark ediyor, "Yeni mi kapandınız?" diye soruyor.

Acıyarak, şefkatle...

Ama yargılayarak değil...

Kem küm edip geçiştiriyoruz.

Demet, pembe bir eşarp seçiyor kendine, ben mavi...

Ortaköy meydanına gidiyoruz, Levent arkamızda gölge gibi takip ediyor bizi. Bir süre kayıkların üzerinde oturuyoruz, geleni geçeni izliyoruz.

Şimdi istikamet Ortaköy House Cafe ...

Boğaz’ın en güzel yerindeki kafeye girince, "Oh be" diyoruz, bir güzel bara kuruluyoruz. Her çeşit insan var içeride, kimse kafasını bile kaldırmıyor.

"Bugünün en heyecan verici alkolsüz kokteyli ne?" diye soruyorum.

Bir Mohito geliyor ki...

İçine atla o kadar güzel, o kadar serin...

Bir ara aklıma düşüyor, "Yoksa bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?" diyorum, anladılar da numara mı yapıyorlar...

Yooo, gerçekten tanımıyorlar.

Servis iyi ve hızlı...

Orada Demet’le kara kara düşünüyoruz... Hiç beklediğimiz gibi çıkmadı...

Mahalle baskısı sıfır... Yandık... Bunun haber değeri yok... Ya da var mı?

Birilerinin bağırıp, çağırması lazımdı...

"Gidin, defolun, sizi istemiyoruz" demesi...

Demediler...

Neyse ne, olan bu...

Bir de Reina’yı deneyelim...

Oraya girmeye çalışalım...

Ne bileyim İzmir’e gidelim, Kordon’da çarşafla dolaşalım...

Haşemayla yüzelim...

Tüm bunları, alkolsüz kokteyl içerken düşündük.

Bir de alkollü içseydik!

Fatih’te minik etekle dolaşma fikri de o anda ortaya çıktı...

"Madem bizim mahallede türbanlı dolaştık... Bir de karşı mahallede mini etekle dolaşalım... Bakalım ne olacak?"

Aaaaaa, şurada dikilen Ferzan Özpetek değil mi?/_np/7911/8387911.jpg

Üzerinde bir tişört, bir bermuda, ayağında parmaktan geçme terlikler, Teşvikiye Palas’ın önünde birini bekliyor, yoldan gelip geçenlere bakıyor, bizi de tepeden aşağıya şöyle bir süzüyor. Ona doğru yürümeye başlayınca, yüzünde rahatsız bir ifade görüyorum.

Türbanlılar bu kadar direkt, doğrudan davranmıyor galiba, daha çekingenler, bizim gibi erkeklerin üzerine üzerine yürümüyorlar.

Yanında duruyorum ve "Beni tanımadın mı?" diyorum.

"Tanışmış mıydık?" diyor.

"Ne demek tanışmış mıydık!"

Benim onunla bir hukukum, bir arkadaşlığım var. Gözlerini, yüzümde gezdiriyor, tanıdık bir şey arıyor; bulamıyor. Deli mi ne, gerçekten tanımıyor.

"Benim ben!" diyorum, "Ayşe..."

"Hangi Ayşe?" oluyor.

Hálá tık yok.

Aman Allah’ım bu kadar mı değiştim?

Kim olduğumu söylüyorum, şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor, "Hiçbir şekilde tanımadım" diyor, ekliyor "Ama ikinizin de beden dilinde bir tuhaflık var, tam kapalılar gibi değilsiniz. Sonradan kapanmış gibi duruyorsunuz. Kocasının baskısıyla filan..."

Abiye tesettür olayına da girdik
/_np/7912/8387912.jpg
Merak ettiğimiz bir şey daha var.

Normal tesettür var tamam ama, bunun bir de lüksü var.

O nasıl tepkiyle karşılanıyor acaba?

Bir başka deyişle "abiye tesettür".

Demet siyahlara bürünüyor, ben beyazlara.

Gözümüze kalem-malem de çekiyoruz.

Şimdi kendimizi daha bir kadın gibi hissediyoruz.

En büyük nedeni de ayağımızdaki topuklular.

Daha zengin bir görüntümüz var, zavallı gibi durmuyoruz.

Şöyle bir gözlemimiz oldu; zenginlik, genel olarak insanların sinirine dokunuyor, daha önceki kıyafetleri giydiğimizde bize şefkatle bakanlar, şimdi kaşlarını kaldırıyorlar..

"Ne işiniz var burada" ya da "Para el değiştirdi, artık bunların parası var" gibisinden.

Ama yine de mahalle baskısı yok.

Biz, iki kadın, çok eğleniyoruz.

Bu halimizle bir sürü yere gidiyoruz.

Derken soluğu Akaretler’deki W Otel’de alıyoruz.

Direkt içeri giriyoruz, bara çıkıyoruz, hiç sorun olmuyor.

Sonra Der Die Das’a uğruyoruz.

Nihat Odabaşı, Aslı Altan, Deniz Akkaya, Mahmut Anlar, Ender Sanal, Murat Patavi bir ekip halinde oradalar.

Nihat, benim Nihat, "Michael Jackson anısına siyah ve beyaz giyinmiş iki kadın geldi" diye espri yapmış.

Ama tanımamış!

Bebek Kahve’deyiz

Olmaz demeyin oluyor...

Bebek Kahve’ye gidiyorsun, bin yıllık Selo seni tanımıyor./_np/7914/8387914.jpg

Oysa, her şey aynı...

Her zaman oturduğun yere oturuyorsun.

Her zamanki gibi büyük Adaçayı istiyorsun.

Farklı olan tek şey, kafandaki türban...

Biz "Hop! Burası size uygun bir yer değil! İkileyin" türünden itici bir tepki bekliyorduk.

Olmadı.

Her zamanki Bebek Kahve’ydi.

Parayı ödemek için içeri Selo’nun yanına gidiyorum.

Tanımıyor.

Parayı ödüyorum.

"Özcan nerede?" diyorum.

"Ameliyat oldu."

"Aaa çok geçmiş olsun ne ameliyatı?"

"Tiroid" diyor, "Telefonu kaç? Bir arayayım" diyorum, "Bilmiyorum ki" diyor. "İnsan bu kadar yakını olan birinin telefonunu bilmez mi?" diyorum.

Selo, ona sürekli sorular soran türbanlı kıza sinir oluyor, numarayı veriyor ve "Hadi işim var hadi, hadiiiii..." diyor.

Abi, bu ayrımcılık ne b.k yiyeceğiz?

Reina komedisi

Reina’ya girmek için kendimize isim uyduruyoruz:
/_np/7915/8387915.jpg
Fatima Abbas ve Rana Ebubekir...

Dubailiyiz.

Kebaba da çok meraklıyız.

Köşebaşı Dubai’de açıldı, pek sevdiğimiz bir lokanta, tatil için İstanbul’a gelince, o sevdiğimiz lokantanın denize nazır şubesinde kebap yemek istiyoruz.

Rezervasyon tamam. Gazeteden bizim için yapıyorlar. Fakat bir ültimatom var:

"Çarşaflılarsa unutun, giremezler!"

"Yok yok deniyor, misafirlerimiz modern tesettürlü."

"Tamam o zaman."

Ben fosforlu yeşil bir el feneri gibiyim.

Demet, sarılar içinde.

Reina’nın kapısında dikiliyoruz.

Size ne kadar eğlendiğimizi anlatamam.

Girişteki paniği görmeniz lazım... Koca koca adamlar bizi görünce ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Gülmemek için kendimizi zor tutuyoruz.

Almak istemiyorlar ama nasıl kıvıracaklarını bilmiyorlar. Bütün trafik durdu herkes bize bakıyor.

Al sana mahalle baskısı!

Ama yani olabilecek en kibar biçimde, gece kulübüne giremeyeceğimizi söylemeye çalışıyorlar.

Dubailiyiz ya güya, İngilizce konuşuyoruz, "Ama rezervasyonumuz vardı" diyoruz, defterden adımızı bulmak için uğraşıyoruz.

Aralarında konuşuyorlar, "Abi giremez bunlar, içeride isyan çıkar, baksana tamamen kapalılar, olmaz... Söyle... Bir şey uydur!"

"Sizin rezervasyonunuz akşam üzerineymiş, şimdi geç oldu, artık gece kulübü. Giremezsiniz" diyorlar.

Ne kadar yaratıcılar!

"Yoo biz şimdi de yeriz, önemi yok" diyoruz.

"Ablacığım" diyor, "Çok alkol var içeride... Neydi bunu İngilizcesi... Too much alcohol... Gelmez sana..."

"Biz alışığız" diyoruz, "Dubai’de gidiyoruz kulüplere... Diet kola içiyoruz..."

"Abi bunlar Dubaili, orası acayip bir yer, sen direkt de ki, İstanbul’da türbanlılar giremiyor böyle yerlere..."

"Oğlum diyemem... Ayrımcılık bu..."

"Demezsen yarın yine gelecekler, ne b.k yiyeceğiz?"

O sırada "Yarın akşam 7’de gelelim o zaman" diyorum ben.

"Gördün mü" diyor, "Mahvolduk!"

Görevlilerin hali o kadar perişandı ki daha fazla zorlamayalım diyoruz. Arabaya biniyoruz ve karnımız ağrıyıncaya kadar gülüyoruz.

Pislikten başka bir şey değilsiniz!

Kim ne derse desin...

Gözü karayım./_np/7916/8387916.jpg

Bir sürü şeye balıklama atlarım. Benim tehlike çanlarım bir türlü çalmaz.

Hep "Bir şey olmaz!" derim. Dere tepe düz giderim.

Hayatımda ilk defa "Yapmayalım, değmez!" diyorum.

Korkuyorum, ödüm patlıyor.

Neden?

Çünkü Fatih’teyiz. Üstelik mini etekliyiz. Kimseyi rahatsız ya da huzursuz etmek istemiyoruz, tahrik etmek için de uğraşmıyoruz, nasıl bizim mahallede tesettürle dolaştıysak, nasıl İzmir’de çarşafa girdiysek, Fatih’te de mini etekle dolaşır mıyız, nasıl dolaşırız, onu merak ediyoruz.

Tepkileri görmek istiyoruz.

Yaradana sığınıp, yürümeye başlıyoruz.

Fatih genelinde hiçbir şey olmuyor.

Normal bir semt.

Tamam, belli ki mutaassıp insanlar yaşıyor, tek tük askılı ya da kolsuz elbiseli kadın var.

Bize biraz tuhaf bakıyorlar ama içimdeki tehlike çanları çalmıyor.

Amaaaaa...

İsmail Ağa Caddesi’ne gelince...

Hayatımda böyle bir şey görmedim. Aklımdan çıkmıyor.

Pakistan gibiydi.

Herkes cüppeli, sarıklı, sakallı...

Kadınlar çarşaflı...

Yolun başında, tek tük görüyorsun, sonra çoğalıyorlar, birden her taraftan siyah çarşaflı kadınlar çıkıyor. Ve arkalarından gelen cüppeli adamlar...

Yanlış anlaşılmasın, kim ne isterse giysin ama orası Türkiye gibi değildi, İstanbul’da gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, zaman sanki gerçekten durmuştu.

Fatihliler için bile marjinal bir yer.

Barbie bebeklerini tahrik edici bulanlar işte onlar...

Fatih’te dolaşırken tanıştığımız çok şeker tesettürlü bir arkadaşımız var, bize diyor ki "Yürürsünüz, Allah’ın izniyle yürürsünüz... Bir arkadaşımızı tokatlayarak sersem ettiler... Siz hiç durmayın, hızlı adımlarla caddeyi baştan başa yürüyün. Bir şey olursa koşabilirsiniz değil mi?"

Şimdi bu lafları siz duysanız ne yaparsınız? Korkmaz mısınız?

Ama başladığımız işi bitirmek gerek.

Caddeye dalıyoruz.

Sağlı sollu hacı yağı satan dükkanlar var, dini kitaplar, Kuran’lar, antika köstekler, tesettür kıyafetleri, aksesuvarlar...

Ortada da meşhur İsmail Ağa Camii.

Önümüze bakarak yürüyoruz.

Bir an çıplakmışız gibi bir duyguya kapılıyoruz çünkü öyle bakıyorlar.

Uzaktan bizi izleyen fotoğrafçı arkadaşımız Levent bile tırsmış durumda.

Üzerinde turuncu bir tişört var diye laf yemiş.

Bizim yediğimiz lafın, haddi hesabı yok.

Hele, sakallı cüppeli bir adam "Pislikten başka bir şey değilsiniz!" deyince...

Demet’le göz göze geliyoruz, adımlarımızı hızlandırıyoruz.

Ve kendimizi arabaya atıyoruz.

Byeeee İsmail Ağa Caddesi!

Zulmün adı haşema


Girdim mi ben şimdi suya? Değiyor mu su vücuduma? İnanır mısınız, tam kavrayamıyorum, neyin ne olduğunu anlamıyorum. Lisede bir kere elbiselerimle suya düşmüştüm ben, öyle bir his. Birden ana rahminde bile suda olduğumuz geliyor aklıma, su öyle bir şey, bizim varoluşumuzun bir parçası, doğal olanı suyun tenimize değmesi, bizi sarıp sarmalaması...

AYŞE KARŞI OTELDE / FOTO GALERİ

AYNADAKİ suretim beni katıla katıla güldürüyor. Ben bir Ninja Kaplumbağa’yım! Alışık olmadığım bir görüntüyle karşı karşıya olduğu için abartıyorum ama öyle...

Tarifi yok komikliğimin. Maruz kaldığım zülmün adı haşema. Üzerimde şu anda...

Kat katım.

Altımda, dansçıların giydikleri gibi bir tight.

Üzerinde, alttan çıtçıtlanan, sadece ellerimi açıkta bırakan uzun kollu bir body.

Onun üzerinde yağmurluk gibi bir şey.

Kafamda bir bone. Bonenin üzerine de, bende kötü çağrışımlar uyandıran bir kukuleta.

Sosis gibiyim. Patladım patlayacağım!

Sinirimiz bozuldu, Demet’le gülüyoruz.

Onun haşeması biraz farklı bir model ama en az benimki kadar rahatsız. Ayağında büzgülü bir pantolon, üzerinde bir yağmurluk. Kafasında bir bone.

Bonenin tepesinde de boynu ve çene altını kapatan, yandan cırt cırtlı bir başlık.

Personel biraz fazla ilgili

Sabahın köründe İstanbul’dan İzmir’e uçtuk.

Uçakta da kapalıydık.

Biz artık böyle yaşıyoruz, her şeyi kafamız kapalı yapıyoruz, uyuyoruz, yiyoruz, içiyoruz...

Bir yüzmediğimiz kaldı! Şimdi onu deneyeceğiz.

Halka açık bir yerden girip, insanları rahatsız etmek istemedik. Kendimize, tesettürlülerin gittiği Ege’de bir otel seçtik. İzmir’e birkaç saat uzaklıkta, Çeşme yakınlarında... Rezervasyonu Demet yaptı, bir gecelik yer ayırttı.

Fatma Demet Kalender Şen adına.

"Göbek adın, olaya cuk oturdu..." diyorum, gülüyor. Personel gayet tatlı, biraz fazla ilgililer ama olsun... Nereden geldiniz? Türkiye’de mi yaşıyorsunuz? Otelimizi kimden duydunuz? Sordukça soruyorlar. Bizi getiren arabanın plakasına bile istiyorlar. Mail adresi, doğum tarihi, nüfus cüzdan örneği... Demet’in kimliğini resepsiyona bırakıyoruz. Benimkini bilahare vereceğiz, odaya yerleştikten sonra... Yani öyle diyoruz...

Haşemalarımızı üzerimize geçirip, fıştırı fıştırı oteli keşfe çıkıyoruz...

Sonrasında işte o hep beklediğim an geliyor:

Üzerimizdeki bu tuhaf şeylerle denize gireceğiz.

Bakalım n’olacak?

Önce bir tereddüt geçiriyorum, sonra kendimi suya bırakıveriyorum.

Girdim mi ben şimdi suya? Değiyor mu su vücuduma? İnanır mısınız, tam kavrayamıyorum, neyin ne olduğunu anlamıyorum. Lisede bir kere elbiselerimle suya düşmüştüm ben, öyle bir his. Birden ana rahminde bile suda olduğumuz geliyor aklıma, su öyle bir şey, bizim varoluşumuzun bir parçası, doğal olanı suyun tenimize değmesi, bizi sarıp sarmalaması....

Bir de şu halimize bak...

Acayip sinir oluyorum. Bu ne haksızlıktır. Ne saçmalıktır.

Ay o kadar üzücüydü ki, anlatamam.

Tüm tecrübelerimiz arasında, bizi en çok kahreden bu oldu.

"Karşı mahalle"nin kadınlarının bir kısmı hiç yüzmüyor ya, onları çok iyi anlıyorum.

Hak da veriyorum, bunu yaşamaktansa, yüzmemek daha iyi.

Yağmurlukla suya girer mi insan?

Sudan çıkması ayrı felaket

Üzerindekilerle duş alır mı?

Öyle bir şey işte.

Bir tek ayakkabı eksik ayağında.

O halde, kano da yapıyoruz.

Sudan bu haşema denilen şeyle çıkması da bir felaket. Mayo ya da bikini hemen kuruyor, bununla kalakalıyorsun, ne yapacağını bilmiyorsun. Öylece ıslak duruyorsun. Demet’in paçalarından kilolarca sular dökülüyor.

Şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz.

İskeleye oturup, kurumaya çalışıyoruz.

1.ŞOK

Vay be... Kadınlar havuzda üstsüz güneşleniyor

İkinci deneyimimiz, bir tatil köyü değil...

Daha küçük bir yer... Bir butik otel... Çeşme’de... Bakın, burası çok daha eğlenceli...

Elimizi kolumuzu sallayarak giriyoruz...

Zaten tesettürlü olmak tuhaf bir şey, kimse sana bir şey sormuyor, güvenlik kontrollerinde fazla aramıyor, hep bir anlayış, şefkat, erkekler tacizde bulunmuyor, müthiş bir kalkanmış... Direkt havuza yürüyoruz...

Kocaman bir villa düşünün, geniiiş bir bahçe, bu bahçede iki havuz var, biri kadınlara diğeri erkeklere özel, yine tentelerle çevrili ama yeşil iğrenç tentelerle değil...

Plajı da kadın ve erkekler dönüşümlü olarak kullanıyor.

Plajlarıyla çok gurur duyuyorlar, yol geçmiyor, bina yok, dikizleyen yok. Otelin etleri helal kesim, bununla da çok gurur duyuyorlar.

Sadece 30 odası var. Popüler bir yer, tamamen dolu, yurtdışından da müşterileri oluyormuş.

Bize verebilecekleri oda yoktu.

Günübirlik takılıyoruz. İlk şokumuzu havuzda yaşıyoruz. Şöyle ki, havuzda üstsüz güneşlenen kadınlar var ve mayokini giymiş olanlar...

"Vay be!" oluyoruz.

Ne bileyim, o boynuna kadar kapalı tesettür kıyafetlerinin altından böyle seksi görüntüler çıkınca, insan biraz şaşırıyor.

2. ŞOK

Serdar Ortaç’la göbek atıyorlar

Barda, haşemalarımızla uslu uslu kahve içiyoruz. İkinci şok....

Serdar Ortaç filan çalmaya başlıyor ve göbek havası...

O kadınların hepsi sudan çıkıyor, şezlonglarından kalkıyor, göbek atmaya başlıyorlar.

Her yaşta kadın... Eller çırpılıyor...

Beller, gerdanlar kıvrılıyor... Müthiş bir coşku...

Aman Allah’ım bize doğru yaklaşıyorlar...

Aralarına alacaklar bizi...

Biz iki Ninja Kaplumbağa, ne yapacağımızı bilemiyoruz.

İkimiz de göbek atma özürlüyüz.

"Çok isterdik ama gitmemiz gerekiyor" diyoruz, sıvışıyoruz.

Yanlış anlamayın, onları kınamıyorum...

Bu mahalle, o mahalle...

Giyinik soyunuk...

Fark etmiyor.

Kadın dediğin böyle, her durumda eğlenmek istiyor.

Erkeğe derya deniz

Erkeklerle kadınların havuzu ayrı... Birlikte yüzmüyorlar.

Bunu anladık da...

Neden en şahane şeyleri hep erkekler kapıyor?

Otelin önündeki havuz, gayet davetkár duruyor, tatlı su havuzu, o işte, erkeklere ait olan havuz. Oğlan çocukları atlıyor, zıplıyor, adamlar keyif yapıyor...

Bakar mısınız durumun saçmalığına, İslami kesim mislami kesim, erkekleri için değişen bir şey olmuyor, onlar doğuştan şanslı, mayolarıyla normal hayatlarına devam ediyorlar.

Bedel-medel ödemiyorlar...

Herhangi bir fedakárlıkta bulunmuyorlar...

Erkekler için her şey kebap.

Ya kadınlar?

Zavallı kadınlar...

Yanda, yeşil naylon tentelerle çevrilmiş bir yer var, hapishane gibi, dört tarafı kapalı, denizi bile görmüyor.

Bir tek tepesi açık.

İşte o göğe uzanan çirkin yeşil naylon-muşamba karışımı tentenin içinde kadınlar havuzu var. Banyo küvetine benzeyen deniz suyu ile doldurulmuş minik, özelliksiz, sevimsiz bir havuz. Orası kadınlara ait.

Olacak şey mi, onlar balıklar gibi yan yana, o felaket yerin içinde güneşleniyorlar.

Daha doğrusu, pişiyorlar, kavruluyorlar.

Rüzgár yok, hiçbir şey yok.

Serinlemek için de o ılık banyo küvetine giriyorlar.

Bazıları haşemayla, bazıları mayoyla...

Müzik çalıyor içeride, plastik masalar ve sandalyeler de var bir köşede, kadınlar öylece kendi aralarında takılıyorlar.

Ağlamak istiyor insan, o kadar acıklı bir görüntü.

Birden kendimi o kadınları isyana sürüklerken hayal ediyorum:

"Görmüyor musunuz bu erkeklerin size neler yaptıklarını! Niye her şeyin en iyisi onların olsun? İtiraz edin, isyan edin, onları tehdit edin, havuzları değiştirin. Bununla da yetinmeyin, bu haşemaları onlara giydirin. Yoksa cinsel perhize gireceğiz deyin. Bu minyatür havuzda haşemalarla, varsın erkekler yüzsün..."

2 kişi için gecelik 230 TL ödedik

250 yatak kapasiteli bir otel. 2 kişi için gecelik 230 TL ödeyecekmişiz. Sloganı "Odalarımızda huzur verici deniz manzarası var!" Geceleri animasyon ekibi eşliğinde halk oyunları, skeçler ve fasıl grubu var. Aktiviteler, masa tenisi, dart, lagırt, su topu, su jimnastiği, kano, banana, ringo, su kayağı. Bak, haşema ile su kayağı yapmadım...

İyi fikirmiş aslında!

Biraz uzun bir yazı dizisi ama ilgniç olduğunu düşünüyorum..

SaVrUlAnGaZeL
13.07.2009, 13:50
Allah'ın örtünme ayetine muhalefet edip beğenmeyen Ayşe Armanın mahşer günündeki Allah'ın huzurunda çekeceği azap karşısındaki yüz ifadesini görmeyi çok isterdim.

cawus58
13.07.2009, 14:48
Allah'ın örtünme ayetine muhalefet edip beğenmeyen Ayşe Armanın mahşer günündeki Allah'ın huzurunda çekeceği azap karşısındaki yüz ifadesini görmeyi çok isterdim. savrulangüzel sana aynen katılıyorum :confused::confused:

goramaz
13.07.2009, 15:17
suç sende değil de senin gibi bir aydın a(!) Allah'ın emrini oyuncak ettiren biz Müslümanlar da..

bir insan bu kadar mı halkından kopuk olur.''ne demek karşı mahallenini kadınları''..bu nasıl ifadeler... Bağnaz ve yobazlık böyle bişey olsa gerek...

kasparix
13.07.2009, 15:20
Ayşegül tesettürde
Vardı bir dönem öyle reklamlar; -gerçi hâlâ varlar- kendinden emin, yaptığı her şeyin doğru, hayatta yanlışı olmadığını düşündüğümüz birtakım isimler bir ürün için ekran karşısına geçip, 'bizzat denedim gördüm, tavsiye ederim' şeklinde reklam çekerlerdi.
Kendilerine gizli bir entelijansiya atfeden kesim var bu ülkede. Hayatı bir oyun gibi algılıyorlar. Hayat derken sadece başkalarının hayatını değil, bizatihi kendilerininkini de öyle algılayıp, kendi yaşanmışlıklarını üzerimize zaman zaman boca ediyorlar.

Bir dönem bu oyunu Çiçek Pasajı'nda oturup empati yapıyormuş gibi bir hava ile oynarlardı. Töreyi, eğitimsizliği, depremi, imkânsızlığı, fakirliği filan bu tür edalarla işlerdi bu güruh. Hani bizzat olay mahalline önyargısız yaklaşıp, dinlemek, anlamaya çalışmak gibi düşünceleri olmadı hiç. Şimdilerde ise bizzat o kostümlere bürünüp devam ettiriyorlar aynı oyunu.

Hâlbuki kostüm farklı şeydir, anlamak çok farklı. Anlamak için dinlemek lazım, çaba lazım, samimiyet lazım evvela.

Sanırım sadece ülkemize has bir gazetecilik modeli var. Bizzat kendi hayatlarını tezgâhta sergileyip müşteri memnuniyeti peşinde koşmak gibi. İsim vermek istemem, biraz alıngan oluyorlar zira. Ama bilirsiniz işte, 'geçen gece falanca yerdeydik, filan mekânın sahibi şöyle dediydi, biz böyle yaptıydık, Alaçatı da şöyle olmuş canım' gibi hayat-hatırat aktararak gün dolduran nadide insanlar.

Birkaç gün önce Uygur Türklerinin sürgündeki liderinin haberini manşete çekmişti bir gazetemiz. Olay malum, neredeyse soykırım boyutunda bir zulüm ve kitlesel baskı var Çin'de. Ve siz bu iliğine kadar acı, kan, gözyaşı dolu olayın haberini süslediğiniz resimde hâlâ 'frikik' peşinde koşuyorsanız oynadığınız oyunun ahlaki sorunları da var demektir.

Rabia Kadir'in dediklerinden çok bacaklarıyla ilgilenenlerin, en küçük toplumsal sıkıntıyı bile bir tür 'kişisel PR' ya da 'magazin' olarak algılamasını belki de yadırgamamak lazım.

Dedik ya oyunun adı empati.

'Ay şekerim boynumu çeviremedim, sıkıldım, buram buram kıvrıldım' türü cümleler nasıl açıklayabilir şimdi inancı, inandığı gibi yaşamayı ve özgürlüğü?

Kaldı ki, mesele 'içi geçmiş manken' tripleri ile 'karşı mahalledeyiz tamam' müptezelliği ile ele alınamayacak kadar derin ve mühim. Acı var kardeşim işin kökünde acı! Binlerce, on binlerce genç kızın paçavraya çevrilen hayatları, çalınan gelecekleri var. Siz 'Ay ne âlâ bizi manken sandılar' megalomanlığıyla salınırken sokaklarda, evlerin içinde elinden alınan hayatına ağıt yakmaktan göz pınarları kurumuş nice gencecik fidan var.

Anlıyor musunuz?

Gazetecilik denilen meslek bir tür 'Cin Ali' ya da 'Ayşegül' serisi değildir, olmamalıdır. Olmamalıdır, zira bu şekilde yerleşik bir zihniyet ilk başta kendi meslekî sonunuzu hazırlar.

Nasıl mı?

Gazeteci katalizör değildir, tepkimeye girmez, olayın parçası olmaz. Bugün başınızı yarım yamalak, moda-trendi örtüp muhafazakâr kesimde gezinmek size eğlenceli gelebilir. Ama yarın birisi sizden, 'hele doğuya gidip bir toprak ağasının üçüncü eşi kılığına gir' dediğinde zor durumda kalırsınız.

Ya da 'tinerci çocuklara da yazık, birkaç gün tiner çek de haber yapalım' derlerse haliniz ne olur?

Şahsen bu ülkedeki inançlı kesimin, başını örten insanların Reina, Laila'ya gitmek istediklerini zannetmem. Alınmadıkları için değil, gitmek istemedikleri için gitmezler. Ama bu ülkede bir medya grubunun yayın yönetmeninin 'kuruluşumda örtülü insan çalıştırmam' dediğini çok iyi hatırlıyorum. Keşke Ayşegül Hanım Nişantaşı'nda salınmak yerine holding medyasında iş arasaydı. Bakalım ona nasıl davranacaklardı.

Bu memleketin çocuklarını eğitim binalarına almayan zihniyet ortalıktayken, içkili mekânlarda fink atmanın mantığını anlamak mümkün mü?

Bir üniversite kampüsüne girmeyi denesenize ya!

goramaz
13.07.2009, 15:35
o biraz sıkar işte... Müslümanlar olarak nasıl bu duruma geldik nasıl bu oyunun bir parçası olduk anlaşılır bir durum değil.

bir insan şunu diyebilr mi? ben gecenin bir yarısı uykumdan uyandım. aman Allah'ım insanın uykusundan uyanması nasıl zor bişey. sonra gidip karanlıkta 2 rekat namaz kıldım. eğilip doğruldum ama namaz beni hiç değiştirmedi ''diyebilri mi?
insan sadece bikaç günlüğüne kapandı diye kapalıları tam manasıyla anlayabilir mi?insan uçağa bindi diye kuşları anlayabilir mi?
yazık ki bunları yazan da bir gazeteci belki de kendini aydın zanneden bir zavallı.

seva
13.07.2009, 16:29
sen isteyerek giyinmiyorsunki onları bacıııı sanane diğerleri ne giyiniyorsa giyinsin sanane milletin neyle rahat ediyorsa onu giyinsin ha birde mini etek ilgili söylemiş ben söyleyim bi manken gördüm tvde mini etek giyinmiş çekiştirip duruyor güya etek yukarı çıkıyor hertarafı görünüyor bu kadar rahat olamayacaksan niye giyiyorsun kardeşim biride çıkmış askısız giysini giyinmiş göğüslerim açılacak diye çekiyor yav bu kadar rahat olamayacaksan niye giyiniyorsun ??

heartache58
13.07.2009, 17:13
teyzeye bakın neler yazmış..söyleyecek cok sey vardaa:rolleyes: bu nasıl bir aşağılama hor görme,anlayamadım ya

65serdal58
13.07.2009, 17:20
soytarılık.................... .............................. .............................. ...........


ayşe arman dediğiniz kim ya............................ ..............

heartache58
13.07.2009, 17:32
soytarılık.................... .............................. .............................. ...........


ayşe arman dediğiniz kim ya............................ ..............


:)haklısın soytarılık. kendini bilmez,ve kndini aydın sanan yobazın biri işte ne beklenır..

65serdal58
13.07.2009, 17:37
ya ne aydını ya......................:D:D:D :D:D:D

ondan aydın olsun,bu ülke batar.........................

goramaz
13.07.2009, 17:48
yazar sayısının okur sayısından çok olduğu tek ülke biziz sanırım.
eline kalemi alan yazar oluyor..
hele ki böyle sosyolojik bir olgu da nasıl ve neye dayanarak böyle bir sonucu ulaşmış anlamış değilim.
insan unsurunun değişken olarak kullanıldığı hiçbir araştırmada kesin bir sonuca ulaşamazsınız..
hanımefendiye sormak lazım:
hangi hipotezleri kullandınız, hangi yöntem ve metodları kullandınızi daha önce aynı konuda yapılan hangi araştırmayı incelediniz ve başörtülüleri temsil eden kaç kişiyi inceleme fırsatı buldunuz da vs. böyle bir BİLİMSEL sonuca ulaştınız?

arikarinkuchi
13.07.2009, 18:23
bu kadında gündeme gelmek için ne yapacağını şaşırdı :D

musa18
13.07.2009, 19:04
su kadinin maili yokmu bi msj atalim... arkadaslar ben arastirdim bulamadim eger bulusraniz lütfen bildirin
su kadinin agzinin payini verelim

Abdurrahman 58
13.07.2009, 20:45
KUTSAL EMANETLERİMİZİN BULUNDUĞU TOPKAPI SARAYINDA İÇKİ İKRAM EDİLMESİNİ PROTESTO EDEN İSTANBUL ALPEREN OCAKLARI ÜYELERİNE ZAVALLI YAKIŞTIRMASI YAPAN DENGESİZ BAKAN ERTUĞRUL GÜNAYIN BU ŞILLIĞIN YAPTIĞI EDEPSİZLİĞEDE BİRŞEYLER SÖYLEMESİNİ BEKLİYORUZ!

sivaslı fd
13.07.2009, 21:45
Birde okumamış insanları cahil diye adlandırırlar, bu insan okumuş yazmışta ne olmuş kendi diniyle kendi ülkesinin insanlarıyla resmen dalga geçiyor. Tamam kendisine yakıştırmıyor olabilir rahat etmemiş olabilir, giysin mini eteğini, mayosunu ne giyiyorsa giysin (yada giymesin) işte o karşı mahalle dediği semtin kadınlarıyla aralarındaki tek fark bu, ama yalnızca dış görünüş olarak...
İç dünyalarına girecek olursak aralarında okadar fark varki; bunu Ayşe Arman hayatı boyunca okuyup yazsa yinede anlayamaz..............

Salim58
13.07.2009, 21:48
bu tip insana cevap vermeye bile gerek duymuyorum aslında seviyesisiz insan okusa ne okumasa ne benim için beş para etmez

LaEdri
13.07.2009, 22:25
Bu tür bir çalışmayı Hürriyet gazetesi 3 yıl önce de yaptırmış..Şimdi tekrar Ayşe Arman'la yaptırmasında nasıl bir amaç güttü bilmiyorum ama gündem yaratmak istemiş olabilirler.

Her ne kadar kendisi amacının eğlenmek olduğunu söylese de asıl amacı türbanı karalamaktan öteye gitmiyor.
Neyse bu yazı dizisi yarın da devam edecek,tamamaını okuyup topluca söveriz.:D

1 örtü, 10 model


Ayşe ARMAN 14 Temmuz 2009

Aslında normal bir kuaför gibi saç tarıyorlar, röfle, perma yapıyorlar, kaş alıyorlar, ağda, aklınıza ne gelirse... Ekstradan, bir de başörtüsü olayına girmişler.

Şöyle ki, akşam, düğüne mi gideceksin, soluğu Nisa ’da alıyorsun, Rana Temel’e başörtünü veriyorsun, hangi modeli istersen onu yapıyor. Birbirinden farklı kaç model varmış biliyor musunuz? Bir sürü. Rana ’dan rica ediyorum, 10 ayrı model çıkarıyor bana.

1 ÖRTÜ 10 MODEL









Fatih, artık evimiz gibi. Çok alıştık. İki de bir gidiyoruz. Gitmezsek, kendimizi huzursuz ve eksik hissediyoruz.

Yine Fatih’teyiz, yine bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Fetva almış bir güzellik merkezine giriyoruz.

Demet’in fikri.

Resmen zorluyor beni.

"Hadi yürü, Nisa Kuaför ve Güzellik Merkezi’ne" diyor.

Daha önce fetva almış bir güzellik merkezi görmediğim için, anında dolduruşa geliyorum, "Tamamdır" diyorum.

Kaş alma, ağda var

Dünyanın en komik, en eğlenceli yeri. Kolu, omuzu dövmeli, spor atletli, kargo pantolonlu kadınlar çalışıyor burada, meğer kapalılarmış, ama dükkanın içinde hepimiz açığız.

Aslında normal bir kuaför gibi saç tarıyorlar, röfle yapıyorlar, perma yapıyorlar, kaş alıyorlar, ağda- mağda, aklınıza ne gelirse...

Ekstradan, bir de başörtüsü olayına girmişler.

Şöyle ki, akşam, düğüne mi gideceksin, soluğu Nisa’da alıyorsun, Rana Temel’e başörtünü veriyorsun, hangi modeli istersen onu yapıyor.

Türkçesi, başını profesyonel olarak bağlıyor. Tabii kusuruz oluyor.

Ev yapımı değil

Ev yapımı topuzla, kuaför topuzu aynı mı olur? Olmaz, işte o hesap.

E tabii şimdiye kadar bizi Leman bağladı, şimdi kendimizi işin ustasına teslim ediyoruz.

Ben şoka giriyorum. Zannediyordum ki, üç aşağı beş yukarı, karşı mahalledeki arkadaşlarımızın başları aynı şekilde bağlı. Aman Allah’ım! Asla!

Birbirinden farklı kaç model varmış biliyor musunuz? Bir sürü.

Rana’dan rica ediyorum, 10 ayrı model çıkarıyor bana.

Beğendiğinizi belirtin

Orada bir sürü kadın, güle oynaya, 22 yıldır bu işi yapan Rana’nın kafamda yarattığı modellere isim veriyoruz. Ben bir kısmından nefret ettim, bir kısmını çok sevdim.

Ama esas olarak, bir örtüden kaç farklı model çıkabildiğine hayret ettim.

Siz de lütfen en beğendiğiniz modeli bana belirtin...

Fatih’te botoks yapılıyor

AYŞE Peki kaş alma?

ŞEYDA O da haram. Ya da şöyle diyeyim göreceli... Fetva veren hocalar var, burası da almış mesela. Ama biri olmaz diyor, biri olabilir diyor... Benim vicdanım rahat değil. Ben kaşlarımı almıyorum. Ancak ortasını alıyorum, bir erkeğe benzememek için... Annem alıyor, yanlış yapıyor bence...

AYŞE Ağda?

ŞEYDA O tamam, o temizlik...

AYŞE kaş da temizlik...

ŞEYDA Yok, o Allah’ın verdiğini beğenmeyip değiştirmek olarak da algılanabilir.

AYŞE Botoks? Rağbet var mı?

RANA Var valla, Fatih’te de yapan güzellik merkezleri var...

Nefsinin izin verdiği ölçüde

AYŞE Kızlar, erkekler bu halimizle bize bakmıyor bile... Sizi ilgilendirmiyor olabilir ama beni fena halde ilgilendiriyor... Kafamda türbanla, kendini kadın gibi hissedemiyorum...

ŞEYDA Aaaa öyle deme... Bak şimdi kafanı Rana Abla bağlayınca ne güzel oldun! Kabul ediyorum, buraya girdiğin halin kötüydü, öylesine bağlanmış bir kafa... Özensizdi... Ama şimdi bir de Rana Abla’nın modellerine bak...

AYŞEBenim gözümde bütün modeller aynıydı...

RANA Olur mu öyle şey? Bir sürü farklı model var, farklı farklı bağlayarak, kendine değer verdiğini gösteriyorsun, o yüzden bu dükkanlar var... Erkekler de anlıyor farklı modelleri...

AYŞE Böyle bağlayınca, güzelliğe, süse, püse çok önem vermişim gibi duruyor... Dinde, amaç bir takım şeylerin altını çizmemek değil mi? Mümkün olduğu kadar az dikkat çekmek? Ben şimdi bu kafayla, deniz feneri gibi oldum. Bir de Rana, arkasını kuş yuvası gibi kabarttı, bu sivri kafayı herkes fark eder tabii...

ŞEYDA Haklısın tabii, çok dikkat çekmeyeceksin. Bence de kafanın arkasını deve hörcü gibi yapmak yanlış... Ben mesela öyle yapmadan bağlıyorum. Giydiğin renk de önemli. Fosforlu renkler giyip, "Tesettüre girdim" diyemezsin. Ama yapanlar var, daracık kotlar giyenler de var, bir kilo makyaj yapanlar da... Gerçi hepimiz insanız. Ve hepimiz, dinin kurallarını nefsimizin el verdiği ölçüde yerine getiriyoruz...

Normal dövme haram

MELEK Boynunuzda ne yazıyor?

AYŞE Kızımı ismi: Alya. Beğendiysen, yapan dövmecinin telefon numarasını verebilirim...

MELEK Yok olmaz...

AYŞE Neden? Dövme de mi yasak dinen?

MELEK Evet. Ben de seviyorum. Ama biz sadece Hint dövmesi yaptırabiliyoruz...

AYŞE Ama ben dükkana ilk geldiğimde, birinin omuzunda gördüm...

MELEK O Hint dövmesi...

AYŞE Ne farkı var? Görüntüsü aynı. Hem, hepimiz aynı sebeple yaptırmıyor muyuz? Hoşumuza gidiyor, bir de başkaldıran bir yanı var dövmenin...

MELEK Ama işte, sizinki, derinin altına işliyor. Abdest alınca sorun oluyor, su geçirmiyor. Bir de siz kendinize zarar veriyorsunuz, oysa bu vücut bize emanet. Böyle şeyler var dinde. Haram yani...

Türban takarken iğne yutan kadın

NİSA’da tanıştığım müşterilerden biri. "İğne yutulduğunu söylüyorlar doğru mu?" diyorum, "Doğru" diyor, "Örneği karşınızda duruyor!" Adını, eşinden dolayı vermek istemedi, ben de anlayışla karşıladım...

Yuttunuz mu o iğneyi!

Evet yuttum. Hazırlanıyorduk, dışarı çıkacaktık. Türbanımı takıyordum, iğneyi ağzıma aldım. Tam o anda hıçkırıverdim. İğne, önce nefes borusuna, sonra ciğerlere...

Hıçkırdım, girdi

Eyvah! Bir şey hissetmediniz mi? Batmadı mı oranıza, buranıza?

Batmaz olur mu? Boğazımda yan döndü, sonra gitti aşağılara...

Acımadı mı?

Acıdı, acıdı.

Pardon niye hıçkırıyordunuz siz?

Eşimle tartışıyorduk. Önemli bir şey değil, öylesine bir münakaşa. Ben ağlamaya başladım, sonra hıçkırdım, aldığım nefesle gidiverdi içeri. Tabii sonra münakaşayı filan unuttuk, iğnenin telaşına düştük. Hastaneye gittik.

Yol boyu "Senin yüzünden oldu!" diyor musunuz?

Yoo hayır. O zaten perişan oldu. Bense iğneden nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Çünkü nefes alırken batıyordu. Hemen bronskopi yapıtılar. Nefes borusuna kamera sarkıttılar. Epey bir süre iğneyi bulamadılar. Sonra film çektiler, ciğerimde saplı duruyormuş. Ameliyata karar verdiler.

Hayati tehlikesi var mıydı?

Hayır ama sevimsiz bir şeydi. Çok zorlamış bedenimi, kılcal damarlarım çatlatmış. Sonra ciğerimden yukarı yürümeye başladı. "Küçücük bir yer açacağız merak etmeyin" dediler, yaklaşık bir karıştan fazla açtılar. Bir ay sondalarla yaşadım, inanılmaz eziyet çektim. Bir minik iğne yüzünden. Şimdi ağzıma bile almıyorum...

Doktorlar alışık

Doktorlar şaşırdı mı peki?

Hiç. Onlar çok alışıktı, ben ilk değilmişim. "Son da olmayacaksınız!" dediler. Çok sık rastlanan bir şeymiş.

HAMİŞ 1

Dünkü "Maruz kaldığım zülmun adı haşema" yazısında geçen "Ninja Kaplumbağsı’na benziyorum" lafına üzülen, darılan, kırılan okurlar olmuş. Kızımın iki kamplumbağsı var, o kadar şeker ve komikler ki, siz beni yanlış anladınız, onları çok seviyorum ben. Tamam, belki dünyanın en estetik hayvanları değil ama şirinler. Şimdi kabul edelim, haşema da dünyanın en estetik giysisi değil. Hatta, şirin bile değil... Ama madem sizi üzdüm, özür dilemesini de bilirim!

HAMİŞ 2

Yine yer bitti, Rabia Yalçın yarına kaldı...

1 örtü, 10 model


Ayşe ARMAN 14 Temmuz 2009

Aslında normal bir kuaför gibi saç tarıyorlar, röfle, perma yapıyorlar, kaş alıyorlar, ağda, aklınıza ne gelirse... Ekstradan, bir de başörtüsü olayına girmişler.

Şöyle ki, akşam, düğüne mi gideceksin, soluğu Nisa ’da alıyorsun, Rana Temel’e başörtünü veriyorsun, hangi modeli istersen onu yapıyor. Birbirinden farklı kaç model varmış biliyor musunuz? Bir sürü. Rana ’dan rica ediyorum, 10 ayrı model çıkarıyor bana.

1 ÖRTÜ 10 MODEL









Fatih, artık evimiz gibi. Çok alıştık. İki de bir gidiyoruz. Gitmezsek, kendimizi huzursuz ve eksik hissediyoruz.

Yine Fatih’teyiz, yine bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Fetva almış bir güzellik merkezine giriyoruz.

Demet’in fikri.

Resmen zorluyor beni.

"Hadi yürü, Nisa Kuaför ve Güzellik Merkezi’ne" diyor.

Daha önce fetva almış bir güzellik merkezi görmediğim için, anında dolduruşa geliyorum, "Tamamdır" diyorum.

Kaş alma, ağda var

Dünyanın en komik, en eğlenceli yeri. Kolu, omuzu dövmeli, spor atletli, kargo pantolonlu kadınlar çalışıyor burada, meğer kapalılarmış, ama dükkanın içinde hepimiz açığız.

Aslında normal bir kuaför gibi saç tarıyorlar, röfle yapıyorlar, perma yapıyorlar, kaş alıyorlar, ağda- mağda, aklınıza ne gelirse...

Ekstradan, bir de başörtüsü olayına girmişler.

Şöyle ki, akşam, düğüne mi gideceksin, soluğu Nisa’da alıyorsun, Rana Temel’e başörtünü veriyorsun, hangi modeli istersen onu yapıyor.

Türkçesi, başını profesyonel olarak bağlıyor. Tabii kusuruz oluyor.

Ev yapımı değil

Ev yapımı topuzla, kuaför topuzu aynı mı olur? Olmaz, işte o hesap.

E tabii şimdiye kadar bizi Leman bağladı, şimdi kendimizi işin ustasına teslim ediyoruz.

Ben şoka giriyorum. Zannediyordum ki, üç aşağı beş yukarı, karşı mahalledeki arkadaşlarımızın başları aynı şekilde bağlı. Aman Allah’ım! Asla!

Birbirinden farklı kaç model varmış biliyor musunuz? Bir sürü.

Rana’dan rica ediyorum, 10 ayrı model çıkarıyor bana.

Beğendiğinizi belirtin

Orada bir sürü kadın, güle oynaya, 22 yıldır bu işi yapan Rana’nın kafamda yarattığı modellere isim veriyoruz. Ben bir kısmından nefret ettim, bir kısmını çok sevdim.

Ama esas olarak, bir örtüden kaç farklı model çıkabildiğine hayret ettim.

Siz de lütfen en beğendiğiniz modeli bana belirtin...

Fatih’te botoks yapılıyor

AYŞE Peki kaş alma?

ŞEYDA O da haram. Ya da şöyle diyeyim göreceli... Fetva veren hocalar var, burası da almış mesela. Ama biri olmaz diyor, biri olabilir diyor... Benim vicdanım rahat değil. Ben kaşlarımı almıyorum. Ancak ortasını alıyorum, bir erkeğe benzememek için... Annem alıyor, yanlış yapıyor bence...

AYŞE Ağda?

ŞEYDA O tamam, o temizlik...

AYŞE kaş da temizlik...

ŞEYDA Yok, o Allah’ın verdiğini beğenmeyip değiştirmek olarak da algılanabilir.

AYŞE Botoks? Rağbet var mı?

RANA Var valla, Fatih’te de yapan güzellik merkezleri var...

Nefsinin izin verdiği ölçüde

AYŞE Kızlar, erkekler bu halimizle bize bakmıyor bile... Sizi ilgilendirmiyor olabilir ama beni fena halde ilgilendiriyor... Kafamda türbanla, kendini kadın gibi hissedemiyorum...

ŞEYDA Aaaa öyle deme... Bak şimdi kafanı Rana Abla bağlayınca ne güzel oldun! Kabul ediyorum, buraya girdiğin halin kötüydü, öylesine bağlanmış bir kafa... Özensizdi... Ama şimdi bir de Rana Abla’nın modellerine bak...

AYŞEBenim gözümde bütün modeller aynıydı...

RANA Olur mu öyle şey? Bir sürü farklı model var, farklı farklı bağlayarak, kendine değer verdiğini gösteriyorsun, o yüzden bu dükkanlar var... Erkekler de anlıyor farklı modelleri...

AYŞE Böyle bağlayınca, güzelliğe, süse, püse çok önem vermişim gibi duruyor... Dinde, amaç bir takım şeylerin altını çizmemek değil mi? Mümkün olduğu kadar az dikkat çekmek? Ben şimdi bu kafayla, deniz feneri gibi oldum. Bir de Rana, arkasını kuş yuvası gibi kabarttı, bu sivri kafayı herkes fark eder tabii...

ŞEYDA Haklısın tabii, çok dikkat çekmeyeceksin. Bence de kafanın arkasını deve hörcü gibi yapmak yanlış... Ben mesela öyle yapmadan bağlıyorum. Giydiğin renk de önemli. Fosforlu renkler giyip, "Tesettüre girdim" diyemezsin. Ama yapanlar var, daracık kotlar giyenler de var, bir kilo makyaj yapanlar da... Gerçi hepimiz insanız. Ve hepimiz, dinin kurallarını nefsimizin el verdiği ölçüde yerine getiriyoruz...

Normal dövme haram

MELEK Boynunuzda ne yazıyor?

AYŞE Kızımı ismi: Alya. Beğendiysen, yapan dövmecinin telefon numarasını verebilirim...

MELEK Yok olmaz...

AYŞE Neden? Dövme de mi yasak dinen?

MELEK Evet. Ben de seviyorum. Ama biz sadece Hint dövmesi yaptırabiliyoruz...

AYŞE Ama ben dükkana ilk geldiğimde, birinin omuzunda gördüm...

MELEK O Hint dövmesi...

AYŞE Ne farkı var? Görüntüsü aynı. Hem, hepimiz aynı sebeple yaptırmıyor muyuz? Hoşumuza gidiyor, bir de başkaldıran bir yanı var dövmenin...

MELEK Ama işte, sizinki, derinin altına işliyor. Abdest alınca sorun oluyor, su geçirmiyor. Bir de siz kendinize zarar veriyorsunuz, oysa bu vücut bize emanet. Böyle şeyler var dinde. Haram yani...

Türban takarken iğne yutan kadın

NİSA’da tanıştığım müşterilerden biri. "İğne yutulduğunu söylüyorlar doğru mu?" diyorum, "Doğru" diyor, "Örneği karşınızda duruyor!" Adını, eşinden dolayı vermek istemedi, ben de anlayışla karşıladım...

Yuttunuz mu o iğneyi!

Evet yuttum. Hazırlanıyorduk, dışarı çıkacaktık. Türbanımı takıyordum, iğneyi ağzıma aldım. Tam o anda hıçkırıverdim. İğne, önce nefes borusuna, sonra ciğerlere...

Hıçkırdım, girdi

Eyvah! Bir şey hissetmediniz mi? Batmadı mı oranıza, buranıza?

Batmaz olur mu? Boğazımda yan döndü, sonra gitti aşağılara...

Acımadı mı?

Acıdı, acıdı.

Pardon niye hıçkırıyordunuz siz?

Eşimle tartışıyorduk. Önemli bir şey değil, öylesine bir münakaşa. Ben ağlamaya başladım, sonra hıçkırdım, aldığım nefesle gidiverdi içeri. Tabii sonra münakaşayı filan unuttuk, iğnenin telaşına düştük. Hastaneye gittik.

Yol boyu "Senin yüzünden oldu!" diyor musunuz?

Yoo hayır. O zaten perişan oldu. Bense iğneden nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Çünkü nefes alırken batıyordu. Hemen bronskopi yapıtılar. Nefes borusuna kamera sarkıttılar. Epey bir süre iğneyi bulamadılar. Sonra film çektiler, ciğerimde saplı duruyormuş. Ameliyata karar verdiler.

Hayati tehlikesi var mıydı?

Hayır ama sevimsiz bir şeydi. Çok zorlamış bedenimi, kılcal damarlarım çatlatmış. Sonra ciğerimden yukarı yürümeye başladı. "Küçücük bir yer açacağız merak etmeyin" dediler, yaklaşık bir karıştan fazla açtılar. Bir ay sondalarla yaşadım, inanılmaz eziyet çektim. Bir minik iğne yüzünden. Şimdi ağzıma bile almıyorum...

Doktorlar alışık

Doktorlar şaşırdı mı peki?

Hiç. Onlar çok alışıktı, ben ilk değilmişim. "Son da olmayacaksınız!" dediler. Çok sık rastlanan bir şeymiş.

HAMİŞ 1

Dünkü "Maruz kaldığım zülmun adı haşema" yazısında geçen "Ninja Kaplumbağsı’na benziyorum" lafına üzülen, darılan, kırılan okurlar olmuş. Kızımın iki kamplumbağsı var, o kadar şeker ve komikler ki, siz beni yanlış anladınız, onları çok seviyorum ben. Tamam, belki dünyanın en estetik hayvanları değil ama şirinler. Şimdi kabul edelim, haşema da dünyanın en estetik giysisi değil. Hatta, şirin bile değil... Ama madem sizi üzdüm, özür dilemesini de bilirim!

HAMİŞ 2

Yine yer bitti, Rabia Yalçın yarına kaldı...

LaEdri
15.07.2009, 11:05
Ayşe Arman cemaati kızdırdı

Arman'ın tesettüre girip izlenimlerini kaleme almasına cemaatin tepkisi sert oldu.



Hürriyet yazarı Ayşe Arman'ın tesettüre girip izlenimlerini kaleme almasına cemaatin tepkisi sert oldu. Zaman yazarı Gülerce, Arman'ı bombardımana tuttu: Gündemde kalmak için vücudunu sergiledi. Bir şey dedik mi? Camiden çıkan insanların karşısına mini etekle çıkmak gazetecilik değil...

Hürriyet yazarı Ayşe Arman'ın, tesettüre bürünerek muhafazakar semtlerde dolaşması ve izlenimlerini kaleme almasına 'cemaatten' sert tepki geldi. Fethullah Gülen'in yakın kurmaylarından Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Ayşe Arman'a ağır sözlerle yüklendi ve Arman'ı 'vücudunu sergileyerek gündemde kalmakla' suçladı.

Akşam'ın haberine göre Gülerce, Arman'ın bir süre önce çırılçıplak pozlar verdiğini vurgulayarak şöyle dedi: 'Bir gazeteci gündeme, fikirleriyle, haberleriyle, röportajlarıyla mı yoksa vücudunu sergileyerek mi gelmelidir? Bence çırılçıplak poz vermenin gazetecilikle ilgisi yok.

Gündeme gelmekle ilgili bir şey. Çıplak pozlar verdi çok eleştirilince bu kez de örtündü. O eleştirileri gündemden düşürmek için bu sefer de bunu yaptı. İnsanları anlamak için yapmadı bunları Ayşe Arman. Gündeme gelmek için yaptı. Çıplak poz vermesi de gündeme gelmek içindi. Kapanması da gündeme gelmek içindi'

AYŞE ARMAN'A OTELCİDEN İNSANLIK DERSİ






15 Temmuz 2009 12:03

Ayşe Arman'ın kimliğini gizleyerek başörtüsü takıp otelde konaklaması ve gördüklerini Hürriyet'te tefrika etmesine en etkili tepki otel sahibinden geldi. Sözler Arman'a insanlık dersi gibi:

Ayşe Arman, tesettüre bürünerek ve kimliğini gizleyerek konakladığı Asya Hotel’in sahibi Adem Avcı, ünlü gazeteciyi 'etik davranmamak, kapkaç gazetecilik yapmak ve Anadolu kültürünü Türkiye gerçeğini bilmemekle' eleştirdi.

Cafesiyaset yazarı gazeteci Halit Tunç’un sorularını yanıtlayan Adem Avcı, bakın neler konuştu.

‘’Ayşe hanımın tesettüre bürünüp, kahraman gazeteci edasıyla, kimliğini gizleyerek, habere gizemlilik katarak otelimize girmesine gerek yoktu. Biz kendisini bir muhbir değil muhabir gibi ağırlar. İstediği yerde istediği şekilde çalışma yapmasını sağlardık. Müşteri kimliğiyle gelip, kap-kaç gazetecilik yapmaya hiç gerek yoktu.

Ayşe hanımın bu yazı dizisini okuduğunuzda orada aslında Türkiye yoktur. Anadolu gerçeği yoktur. Herkes bilir ki.. Anadolu’da bir gelin, yada genç kız aile büyüklerinin yanında soyunmak şöyle dursun, koltuğa uzanmaz. Bu bir terbiyedir, kültür ve yaşam biçimidir. Siz o gelini, genç kızı onlarca erkeğin gözleri önünde rahat biçimde denize sokamıyorsunuz, ayrı bir bölümde kendini rahat ve güvende his eder.

Bizim otellerimizdeki yaklaşım bu köklü gelenekten, inançtan geliyor. Hem kadınların sosyalleşmesini isteyeceksiniz hem de alternatif tatil tarzına karşı çıkacaksını, bu nasıl bir anlayış ve dayatma bilemiyorum.

Dünya’nın hiçbir ülkesinde tek tip tatil yoktur. Bu toplumu ‘’tek tipleştirmektir’’ Bu ülkedeki bütün kadınların, Ayşe hanım gibi giyinmesini, onun gibi yaşamasını, onun gibi düşünmesini, onun gibi tatil yapmasını beklemek, bunu dayatmak ‘ toplumda ayrımcılık ve ötekileştirmektir’

Tatil, bir insanın ruhen ve bedenen dinlenme, eğlenme ve kendini daha güvende his etme olayıdır. Sergi sanatı hiç değildir.

İnsanımız gösterişten uzak yaşamayı seviyor. Kendi özelleri vardır.Kendi inançları vardır.Bizim gibi tatil beldeleri bu inanç biçimine göre dizayn edilmiştir. En üst düzeyde bürokratlarımız arasında da, bu tarz tatil biçimini tercih eden bundan mutlu olanlarımız vardır.

Biraz politik konuşmuş olacağım ama, diyorum ki acaba, birileri yeni gündem yaratma çabası içindemi� Mesela bir dönem Türkiye falanca ülke oluyor kampanyası aynı yayın grubu tarafından başlatıldı. Namaz kılan liseli çocukların senaryo fotoğrafları manşetleri süsledi. Sonra senaryoların yazarları teşrife edildi.

Bir tarafın yaşam biçimini değer yargılarını, inançlarını geleneklerini eleştirebilirsimiz, ancak kullanacağız dil o kesimi aşağılamamalı.. Haşeme giymek size doğal olarak itici gelebilir. Ama onu giyenleri itici hale getirmek farklı şeyler.’’

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

heartache58
15.07.2009, 11:18
Kamusal alana da bekleriz Ayşe Hanım...

15.07.2009 09:46

NİHAT Odabaşı'dan almış talkını... Odabaşı demiş ki, soyunmak bir şey mi, sen asıl örtün de gör memleketteki zulmü. Ayşe Arman'ın aklına yatmış, hatta bir ampul yanmış kafasının üstünde... Evet, evet, bunu yapmalıyım olmuş... "O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş 'bez parçasını' kafama bağlayıp, şehr-i İstanbul'da bir o semte, bir bu semte gidecektim" diyor...
Yazı boyunca başörtülü halini defaatle sıkıldım, büzüldüm, ışığım söndü, ay çok yorucu gibi ifadelerle tarif ediyor. Bunlar Ayşe Arman'dan bekleyebileceğimiz şeyler. Ayşe, her fırsatta bakılmaktan ne kadar mutlu olduğunu söyleyen bir kadın. Giyimiyle, dekoltesiyle, saçıyla başıyla, neşesiyle yarattığı bir ambians üzerinden güzel olabilen bir kadının tesettüre girmesi bu ambiansı doğal olarak bozar, o kadının bu duruma sinir olması da doğaldır. Bu işe ne kadar bozulduğunu açık açık söylemesi, Ayşe'nin açık sözlülüğüne ve sevimliliğine puan bile kazandırabilir. Pekâlâ, "Aaa bana hâlâ bakıyorlar, demek ki hâlâ güzelim, demek ki başörtüsünün hiçbir etkisi yok, demek ki kadınlar kendisini kandırıyor, çözdüm ben bu işi, yaşasın!" da yapabilirdi, bu da beklenirdi.
Fakat açık sözlülüğün de bir sınırı var, kaldı ki bu açık sözlülük dediğimiz şey kötü niyeti de örtebilecek genişlikte bir yorgan değil, Ayşe öyle sanıyor, ama değil. Tesettürlü olma durumunu kâh "zavallı gibi görünmekle" kâh "komiklik ve saçmalıkla" ilintilendirmenin açık sözlülük ile ilgisi yok, sorumsuzlukla ilgisi var. Ben de kalkıp "Kırk yaşına basmadan çıplak fotoğraf çektirmeliyim" türü bir dürtüyü "zavallıca" ve saçma bulabilirim, buluyorum da nitekim, ama bunu bu şekilde ifade etmekten çekinmiş, nezaketsizlik olacağını düşünmüştüm şimdiye kadar. Ahan da şimdi ifade ettim. İyi mi oldu?


EMPATİ KURMAK DEĞİL, KÖPRÜLERİ YIKMAK


Arman'ın yazı dizisi "mahalle baskısının ölçümü" gibi güya sosyolojik bir sondaj yapılıyormuş havalarına büründürülmüş ki, bu tutum "Ayşecik tesettürde" macerasının tadını feci şekilde kaçırıyor. "Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, 'Hooop!' filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar... Hiçbir şey olmuyor... Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar. Laf yok, hakaret yok. Mahalle baskısı yok" gibi genellemelere varıyor.
Adeta bu ülkede başörtülüler hiçbir sıkıntı yaşamıyor, bir elleri yağda bir elleri balda demeye getiriyor. Hemcinslerini yalan söylemekle itham etmiş oluyor.
İşin kötüsü, daha baştan bozuk bir niyetle çıkıyor yola. Başörtüsünü "milleti birbirine düşürmüş" bir bez parçası olarak nitelendiriyor ve öyle düşüyor yola.
Bir milletin % 99'u Müslüman ise, bu millet nasıl olur da başörtüsü yüzünden birbirine düşer oysa? Anketlerin ortaya koyduğu şekilde bu milletin kadınları % 60'ı aşan oranlarda başını örtüyorsa, başörtüsü bu millet nezdinde bir konu demektir sosyolojik açıdan. Üzerinde böylesine büyük mutabakat olan bir konuda millet birbirine düşmez zaten.
Sorun milleti temsil etmekle görevli birimlerin, kurumların ve onların yandaşlarının milletle cedelleşmesindeki ısrardan doğmaktadır.
Milletin başörtüsünün serbest olmasıyla ilgili bir derdi yok. YÖK'ün ve "laiklik" ilkesinin en katı yorumunu benimsemiş sivil / askeri bürokrasinin ve sırtını onlara dayamış bir azınlığın derdi bu. Kamusal alanı her tür etnik renkten, her tür dinsel edimden arınmış renksiz, kokusuz bir yer I olarak tasavvur edenlerin başörtüsüyle bir derdi var. Onların yüksek sınıflara mensup yandaşlarının böyle bir derdi var. "Yurdumuzu Batılılara kötü gösteriyorlar" derdi. Ya da, "Aman türbanlı komşu istemem yanımda yöremde" gibi dertler.
Ama Ayşe'nin beklentisi herhalde arkasına bürokrasinin gücünü de almış olan bu varsıl, Batıcı, imtiyazlı mahallelerin başörtülülere sokağı da yasaklaması yönündevmiş ki o kılıkta Nişantaşı sokaklarında dolaşabiliyor olmasını bile yadırgamış hatun kişi. Pes... Pahalı içeceklerin servis edildiği, para kazanmak için açılmış "ticari işletmelere" girip kovulmayı beklemiş. Pes... İzninle, müsaadenle, elini vicdanına koymuş halinle, o kadar da olmasın be Ayşe... Çıtayı amma yukarı koymuşsun. Öyle ki garsonların sempatik davranmasını bile bu ülkede başörtülülere bir baskı uygulanmadığının delili yapıp çıkmışsın. Pes...

Yüz binlerce kadının binlerce gündür yaşadıkları sıkıntıyı tek bir güne sığdırıp böyle genellemelere varmak, kimse kusura bakmasın şaklabanlıktan başka bir şey değil.
Ayşe eğer sahiden empati kurmakla filan ilgileniyorsa, Reina önlerinde pazarlık yapmak gibi beyhude işlerle uğraşmayı bırakmalı, gerekirse birkaç ayı bu işe ayırmalı ve olayı yerinde tespit etmek üzere "kamusal alan"a sızmalı...
Sıkıyorsa bir üniversiteye girmeye çalışmalıydı Ayşe Arman, sıkıyorsa, bir iş başvurusunda bulunmalıydı. Üniversitelerin sosyal tesislerinde bir kola içmeye kalkışmalıydı, orduevlerine girmeyi denemeliydi. Bir yemin törenine girmeye yeltenmeli, bir mezuniyet törenine katılmalıydı:
Dahası, madem bu iş bu kadar sıkıntılı, kadınlar hangi inançla, hangi bilgiyle bu sıkıntıyı göze alıyorlar diyerek o anlayışın içinde derinleşmeyi denemeliydi. "Erkekler örttürüyor işte" deyip çıkmak kolay bir yol, ama bunun adına "empati kurmak" denmez, buna kolaya kaçan işgüzarlık denir. Gazetecilik refleksini tatmin etme adına lafügüzaf üretmek denir. İncittiğin binlerce kadın da cabası.

Nihal Bengisu Karaca

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

LaEdri
15.07.2009, 11:25
"""Sıkıyorsa bir üniversiteye girmeye çalışmalıydı Ayşe Arman, sıkıyorsa, bir iş başvurusunda bulunmalıydı. Üniversitelerin sosyal tesislerinde bir kola içmeye kalkışmalıydı, orduevlerine girmeyi denemeliydi. Bir yemin törenine girmeye yeltenmeli, bir mezuniyet törenine katılmalıydı:""

Gayet güzel verilmiş ağzının payı..Ayşecik senii.:)

Glock23
15.07.2009, 11:29
bu tip insana cevap vermeye bile gerek duymuyorum aslında seviyesisiz insan okusa ne okumasa ne benim için beş para etmez

Haklisin hemserim.
Okumus ama Insanlik diplomasini alamamis.
Anlamadigim sey neden bu turbanla bukadar ugrasiliyor. Turban takmiyorsan takma, ama diye takanlara da saygisizlik yapma!

sivaslıgenç
15.07.2009, 11:59
KUTSAL EMANETLERİMİZİN BULUNDUĞU TOPKAPI SARAYINDA İÇKİ İKRAM EDİLMESİNİ PROTESTO EDEN İSTANBUL ALPEREN OCAKLARI ÜYELERİNE ZAVALLI YAKIŞTIRMASI YAPAN DENGESİZ BAKAN ERTUĞRUL GÜNAYIN BU ŞILLIĞIN YAPTIĞI EDEPSİZLİĞEDE BİRŞEYLER SÖYLEMESİNİ BEKLİYORUZ!

Aynn abi çok güzel söylemişssin.
Benim kutsallarıma laf söylene hiç bir şey denilmiyor nedense.Ayşe arman gibi bir aptal a neden laf yok acaba.Gerçi onun amacı belli zavallının teki kendini gündemde tutmaya çalışıyor.

seva
15.07.2009, 12:09
Allah bir güzel gösterir hiç merak etmeyin elbet bir gün onunda sonu gelecek o zaman gerçekleri görecek...

Salim58
15.07.2009, 12:18
bu dünyada gerçekleri göremiyorsa bunun bide ebedi hayatı var acaba dalga geçmek nasıl oluyor bakalım torpilde yok yazarmış ünlüymüş okumuş hiç önemi yok bunu bilse nerde o kuş beyni bunu anlayabilsin

seva
15.07.2009, 12:25
bu dünyada gerçekleri göremiyorsa bunun bide ebedi hayatı var acaba dalga geçmek nasıl oluyor bakalım torpilde yok yazarmış ünlüymüş okumuş hiç önemi yok bunu bilse nerde o kuş beyni bunu anlayabilsin

o zaman bak gör kaçabilecek mi...

Salim58
15.07.2009, 12:27
o zaman bak gör kaçabilecek mi...

kaçmak isteyecek ama kaçamayacak rabbimizin azabı çok çetin ve şiddetlidir

LaEdri
15.07.2009, 12:45
Haklisin hemserim.
Okumus ama Insanlik diplomasini alamamis.
Anlamadigim sey neden bu turbanla bukadar ugrasiliyor. Turban takmiyorsan takma, ama diye takanlara da saygisizlik yapma!

Mesele türban değil.
Onların gözünde türban çağdışılığın göstergesidir.Türbanı yobazlar takar.Ve o yobazların(!) ülke yönetiminde söz sahibi olmasından korkuyorlar.İşin daha da özüne bakarsak İslam dinini küçük görüyor,çağdışı görüyor..Bu yüzden karalamak için elinden geleni ardına koymuyorlar.Zaten Hurriyet'te yazar olması da asla tesadüfle açıklanamaz.

Başını değil çeneni kapa, açığını değil ayıbını ÖRT!

Feride, gazetesinde AÇIK ARTTIRMAYLA kapanmış, Müslüman mahallesinde kendi kurduğu senaryosuyla ilaçlanmış ve rantsızlıktan pembe sinek avlamış iki cami arasına köşe açıp yazılarını içerden, başlıklarını çöplükten atmaya başlamış sarışın gazeteciye gülüyordu.

Okurumu iki cümle daha fazla eğlendireceğim diye açık hava gazeteciliğine soyunan bu zihniyetin ucuz haber selektörlerini yakıp yolunda giden insanları tebdil- i sarışın hareketlerle dalgaya alması ve kendisini kapattıkça ortaya çıkan AÇIK YARASINA gerekli gocunma talebi gelmeyince kendini köşesine zor atması kalemini yanlış yerde SAĞA çektiğini gösteriyor diyordu feride. Ne oldu şimdi? İki cami arasına röportaj tezgahı açıp cemaat dedektifliği yapmanıza değer bir haber bombası çıktı mı Ayşe Kadın. Fasulyenin kilosuna denk tespitleriniz İslamcılığı pazara dönüştürenlerin işine yaradı bizim değil. Kalemimle KAFA yapacağım diye mahalle arasında bir kuaföre dalıp haber yoldurmak gazetecinin değil kuaför çırağının işidir. Haşemasıyla, örtüsüyle, modasıyla dalga geçtiğiniz kitlenin içinden İslamcı yazarları seçip her hafta birisiyle röportaj yapmayı gazetecilik farzı haline getiren siz değil misiniz? Neden aynı cüreti o örtülülerle röportaj yaparken göstermediniz. Neden kaz gelecek haberden Ninja Kaplumbağayı esirgemeyen üslubunuzu örtüsüz Ayşe Kadın olarak dürüstçe sergilemediniz. Siz yılda bir kez haşemasıyla ya da pijamasıyla ya da kimonosuyla denize girenlerin gayet özgür oldukları eylemlerinin kalıplarını gırgırla çizmekle bize asıl her gün o gazeteye İzmir marşıyla girip Çarşamba senfonisiyle çıkan kalemi haşemalı gazetecinin kim olduğunu gösterdiniz. Teşekkürler.

Dürüstlük, dalgasıyla dümen yumurtladığınız insanların asıl mağduriyetinin ne olduğunu yazabilmektir. Yani ağızları kapatılıp, ders zili çalana kadar örtüleri sıvanan ve onurları delik deşik edilip bir sıkımlık yasakları bir çırpıda içmeye zorlanan, Allahın ikna olmayın diye emrettiklerini birkaç saniye içinde ikna paketi haline getirenler karşısında o ucuz odalarda fabrikasyon dayatmalara maruz bırakılan ve diploması çarmıha gerilip haklarını ateşe verenleri HAKKA cayır cayır havale eden kızları yazabilmektir Ayşe Kadın. Gazetecilik Müslüman mahallesinde salyangoz anatomisini yazıp karikatüristlere malzeme vermekten geçiyorsa siz buyurun devam edin. Bir dirhem protez örtünüz bu yaptığınız bin gazetecilik ayıbını örtmeye yetmez. Siz mahalle arası küçük maçlara devam edin bizim savaşımız anlamayacağınız kadar kutsal! Biz meleklerin diğer âlemdeki röportajı adına yaşıyoruz. Onların soruları o kadar SAĞLAM Kİ!

sivaslı yıldız
19.07.2009, 20:13
Genel hatlarıyla Ayşe Arman'ın yazdıklarını okudum.. Nedense yazdıkları beni hiç rahatsız etmedi.. Belki ondan daha cahilleri ile muhatap olmak zorunda kaldığım içindir.. :) Ayşe Arman'dan daha cahil olunur mu demeyin, olunuyor..;)

goramaz
19.07.2009, 20:30
iyi kötü kadın bayağı reklamını yaptı...

beyza66
24.07.2009, 11:17
Sen hiç aynaya baktın mı Ayşe?

Hayırlı olsun, kariyerine bir çentik daha attın. Dizinin yeni kitabı zevkle okunuyor olmalı: “Ayşe Tesettürde!”
Çocukluğumuzda dizi dizi okumamız beklenen Ayşegül’ü hatırladım birden. “Ayşegül Tatilde”ydi ama ben yaz boyu fındık toplar, aralıksız inek otlatırdım. “Ayşegül Paris’te”ymiş ama bizim köyün kızları kasabaya inip naylon çorap giymenin sadece rüyasını görüyorlardı. Ayşegül bizim köye hiç uğramadı. Uğrayamazdı. Bize hep uzak kaldı.
Meğer adı ‘Ayşegül’müş sadece. Avrupa’lıymış. Tercümeymiş yaptıkları. Anadolu’daki hayatı bilse, hepimize tepeden bakarmış. Bir tatlı çocuk resmi olarak kitap kitap dolaşırdı Ayşegül. Aramıza pek inmezdi. Üstü başı kirlenmez. Saçı başı dağılmaz. Parasız kalmaz. Canı yanmaz. Dayak yemezdi. Sanki bütün dünya, Ayşegül’ün mutluluğu için seferberdi. Hiç hesap sorulmazdı Ayşegül’e. Dertsiz tasasızdı. Sıfır sorumluluk. Sıfır keder. Sıfır gam. Savaş görmüyordu Ayşegül. Yetim kalmıyordu. Babasını jandarma dövmüyordu. Anasının pişirecek bulgur bulamadığı olmuyordu. Ayşegül uçakta, Ayşegül trende ama bir türlü kendine gelemiyordu. Kendisiyle yüzleşemiyordu Ayşegül.

Çok şükür şimdi sen varsın Ayşe! Sen bizdensin. Bizim gibi giyiniyorsun. İsmailağa’da mini etekle dolaşabiliyorsun, ne güzel. Bone bağlayıp başörtülü kızlarımız gibi Ortaköy’de yürüyebiliyormuşsun. Haberim yoktu; “Ayşe Nihat’a Soyundu”dan sonra “Ayşe Tesettürde”ye hazırlanıyormuşsun.
Sen de örtündün ha, Ayşe! Nasıl göründüğünü görmek için… Görüntünün nasıl göründüğünü göstermek için. Söyle bana Ayşe… Ne görüyorsun aynada? Gördüklerini bizden niye saklayasın ki? İşte sana çok sevdiğin “açık”lık. Soyunmaya var mısın maskelerden? Sıyırmaya hazır mısın klişeleri omuzlarından?
“Örtünüş”ünü seyrederken aynada, “İşte soyunmak kadar tahrik edici bir yol daha buldum!” diye sevinmiyor muydun içten içe? Yüzüne doladığın eşarpla, göz altını süslediğin “kalem”le bir kez daha inşa ediyor değil miydin yazdıklarından çok yaptıklarıyla gündemi işgal etmeyi uman “gazeteci” kimliğini? “Hay aklınla bin yaşa!” kurnazlığı değil miydi yüzüne bulaşan muzip gülüşlerin nedeni? “Önce ben keşfettim bunu!” yollu zaferin değil miydi fotoğraflarının her karesinde dolaşan bitmez tükenmez neşenin kaynağı?

Bak, aynada kim var Ayşe?
Aynada “tahrik edici” bir fikri herkesten önce uygulamanın açıkgözlülüğü ile zevklenen bir cin fikirli örtünüyor. Aynada gündemi üzerine çekeceğini bilen, cesaret gösterme gösterisinin sahnesine bir kez daha alkışlanarak çıkacağına inanan bir köşe yazarı “sansasyon gazeteciliği”ne soyunuyor. Aynada, kendi ülkesinden, kendi cinsinden, kendisi gibi düşünebilen, kendisi gibi hayal edebilen, kendince doğup kendince yaşayan, kendince sevinebilen ve üzülebilen sahici insanların kılığına oyun olsun diye girerek, komiklik yapmaya hazırlanan bir palyaço boyanıyor.
“O cin fikirli” örtünürken, o cesaretliymiş gibi yapan gazeteci soyunurken, gönüllü komik palyaço boyanırken, sen neredeydin Ayşe? Sen neredeydin?
Gözlerinden kaçırdığın gözlerinin içine bak şimdi. Bak, nasıl da üste çıkıyorsun. Bak, nasıl da alçakgönüllülük görünümlü bir gurura düşüyorsun. Çok sevdiği işini uğursuz bir Hürriyet haberiyle, Uğurlu bir Kanal D ihbarıyla bir kenara bırakmak zorunda kalan, üzerinde dolaşan iftiralar yüzünden konu komşuya, çocuklarının yüzüne bakamaz olan, çocukları bile orda burada aşağılanan gerçek mağdurları, egzotik malzemelere indirgediğini görüyorsun değil mi? Onların kıyafetini giymek kolay. Sende onların yakıcı hüzünlerini, sessiz öfkelerini, belli etmedikleri çaresizliklerini kuşanacak bir kalp var mı? Onların kılığına girmek çok mu zahmetli? Sende onların kırgınlıklarıyla kanayacak bir kalp var mı? Sende onların suskun sabrını hiç şikayetsiz taşıyacak niyet var mı?
Varsa eğer-ki vardır-kalbine değdir dilini de; senin kadar zeki, senin kadar eli kalem tutar olduğu halde, senin kadar âşık olabildiği halde, üniversite kapılarından yüz geri edilen, aşağılanan, dışlanan gencecik kızların kalplerindeki üşümeyi hiç olmazsa yalamaya niyetlen vanilyalı dondurma gibi…

Onların adı da Ayşe… Onlar kendileri gibi giyinmeyen ötekilerin kılığına girmeye, ötekilerin de insan olduğunu unutmaya, ötekilerin varlığını bir karikatür gibi güldürü malzemesi yapmaya hiç heveslenmediler, heveslenmeyecekler. Sen onları malzeme edebilirsin, onlar seni malzemeleri etmeyecek.
Sen de biliyorsun ki, tesettürlülük gerçek bir durumdur, sahici bir tercihtir, ciddi bir konumlanmadır. Mini eteklilerin, blucinlilerin, bikinililerin, göğüs dekoltelilerin elindeki seçeneklere, önündeki denemelere, aklındaki adaptasyonlara kapalıdır. Senin çarşaf giyermiş gibi yapma hakkın var. Onlar bikiniliymiş gibi yapmazlar. “Senin tarikata girmiş numarası çekme yetkin var. Onlar “Bir de soyunayım bakayım, nasılmış soyunmuşların hali?” denemesini yapmazlar. Sen yaşamından yobaz dindar kılığında yürüme payı çıkarabilirsin. Sen onların kılığına girebilirsin. Ama onlar seni, senin kılığına girerek karikatürleştiremezler, madara edemezler. Kabına sığmayan Hürriyet yazarı kılığında Hürriyet Tower’da yürüyemezler. Senin başına dediğim dedikçi bir özne kesilip, oraya buraya çekiştirdikleri bir nesneye çevirmezler. İnsan olan herkesi biricik bir özne olarak bilirler.

“Mahalle baskısı” görmek istiyorsan, yorulmana gerek yok. Daha mahalleye çıkmadan icat ettiğin “tesettürlü Ayşe”ye bakışına bir bakabilirsin. Ayşe ve Ayşe’nin patronlarının gözünde, başörtülü, tesettürlü ya da dindarlar; kılığına girip eğlenilen, maskesi takılıp komik olunabilen, egzotik değerine hürmeten numuneleri korunan, folklorik özellikleri hatırına saygı gören, nadir bulunur birer “yaratık” gibi. Görebiliyor musun kendi gözlerinin içindeki “baskı”yı? Nasıl da dilediğince oynayabileceğin bir “malzeme”ye preslediğini fark ettin mi senin gibi insan olanları?
Onlar senin elinin erişemeyeceği, dilinin değmeyeceği, tanımsız çilelerin vakur “özne”leridir, Ayşe. Başına bone doladın diye onların başına gizli tahkirler dolayamazsın. Onlar, senin tepeden bakarken gözünden kaçırdığın suskun sabırların asil kahramanlarıdır, Ayşe. Senin “Reina’da başörtülü- Fatih’te mini etekli” ayırımcılığına itibar etmeden, minilisiyle, çarşaflısıyla, blucinlisiyle, kol kola, kardeşçe yürürler. Onlar, açığı kapalısıyla, tarikatçısı, laikiyle, günahkârı, günahsızıyla her insanı yüreğinden kavrayan eşsiz merhamet pınarının onurlu sâkileridir, Ayşe. Seni de beni de pınar başında beklerler. Allah’ın rahmetini ceplerine saklamazlar. Senden merhameti esirgemezler. Kötülüğe karşı kötülük üretmekten sakınırlar. Misilleme peşine düşmeyi imanlarına yakıştırmazlar. Sen bağırdın diye sana bağırmazlar. Her sabah “aşağılanmanın da aşağılamanın da uzağında kalmak” üzere yola çıkarlar. Onları öyle kılıkla kıyafetle taklit edemezsin, Ayşe! Başörtüsü hepsi değildir onların; birinin kılığına girince hepten o olamazsın. Hepsi başörtülü değildir onların; birinin kılığına girince hepsi olmazsın.
Bak ki, Dubaili görünümlü kızlar olarak, fosfor gibi parıldayan elbisenle göründüğün Raina korumalarının acınası görüntüleri için dakikalarca kıkırdanmışsınız. Peki ya, başı örtülü görünmedikleri halde, hiç kimsenin görmediği orucunu, kimselere göstermeden tutan kızların varlığını çok gören patronların zalimce görüntüleri için sızlanma borcun yok mu?

Gördün mü ettiğini? Nasıl da insanın sınır konulmaz kimliğini başörtüsüne hapsediyorsun? Nasıl da bir insanın üniformaya sokulmaz biricikliğini tek düzeleştirip ezmeye kalkıyorsun?
Nasıl da “tesettürlü Ayşe” olarak orada olabiliyorsun Ayşe? Tesettürlü Ayşe’lere bir irtica manşetiyle ülkelerini dar getirenlere, tesettürlü Ayşeleri sınavlarda bir kenara itenlere ses çıkarmayan Tower sana niye ses etmiyor Ayşe?
Seninkiler plazalarının en yüce katlarına, Tower’larının pek mutena köşelerine, sabah programlarının özellikle Cuma’lı günlerine, “Biz de dindarız, ayol!” diyebilme iktidarını ele geçirebilmek için, eğlenceye yeni bir çeşni katmak için, tartışma programını kızıştırmak için ataçlıyor değil mi başörtülüleri, dindar eskisi yazarları, çarşaf ısrarcısı ablaları, yobaz söylemli amcaları, ekran meraklısı ‘ulema’ları?
Aynaya bir daha bak, “tesettürlü Ayşe”! “Tesettürlü Ayşe” olmayı akıl ederek aldığın “Aferin”leri işitirken kalbini yokla… Sana örtünme özgürlüğü tanıyan medyanın, başörtülü yazarı, “İslamcı” konuşmacıyı, “hoca” programcıyı mevsim salatasına “maydanoz” olarak aşağıladığını çok iyi görebilirsin. Patronunun “tesettürlü Ayşe”yi, sahiden tesettürlü Ayşelerin magazinini yapacak, sahiden çarşaflı Ayşeleri alaya alacak fırsatçı olması koşuluyla kabullendiğini görebilirsin.
Tesettürlü Ayşe’ye sadece“hizmetli” olarak görünmesi ve “dine de saygılıyız” görüntüsüne hizmetçi olması şartıyla tahammül edilir Tower’da.
Görüntü hepsi, Ayşe.. Görüntü…

Hadi, beni de senin “olay yaratma”na katkıda bulunan saflardan, toy tepkicilerden say da, yok say söylediklerimi. Hadi beni de senin gibi, senin yanında, senin karşında görünme heveslisi aşağılık komplekslisi ‘yazarımsılar’dan biri san da, boş yere söylenenlerden say beni. İş olsun diye yazılmış bil yazdıklarımı da, keyfini bozma. Siyasal söylem bahanesinin, polemik yapma hevesinin, “yine tepkilerini çektim!” keyfinin ardına saklayabilirsin kalbini.
Aynada gözlerinin içine bak da söyle Ayşe! Kendinden de saklayabilir misin kalbini?

Senai Demirci 24 Temmuz 2009 Cuma 06:40

Salim58
24.07.2009, 12:38
Ayse ismi öyle bir isimdirki bu kadına bu isme kurban etmek lazim aslında ama bu kadın öylesine bir mundarki bundan kurban olmak bir yana dursun kirec çukuruna atmak lazimki koku yapip etrafi zehirlemesin...kalbinde öyle bir haset varki bunun nereye napsamda zehirimi kussam diye dolaniyor...YAZIKLAR OLSUN böylelere,ALLAH"in verdigi rızık ile yiyip icip sonrada nankörlük edenlere...Cennet kolay degil,cehennem boşuna degil...Ne güzel söylemis Üstad Bediüzzaman

bilal kose
24.07.2009, 16:03
malesef yillar once dedelerinin silahla yapamadiklarni torunlari kalemle yapmaya calismaktatir.aslinda bu hanim efendi zavalli aciz eger boyle olmasaydi insanlarin degerleriyle oynayacak kadar alcalmazdi yillardir bizi birbirimize boyle dusurduler bu tip piyonlari kullarak degerlerle alay etmeye kalkistilar bunlar hacli ziyniyetinin kuklalari ama uzuldugum tek nokta bu millete mal olmus buyuk degerleri kullanarak siper edinerek yapmalari bunlar bu milletin sinirlerini germek icin hazirlanmis tuzaklardir artik dagdaki coban bile anladi bunlarin yuzunu yanlis anlamayin aslinda coban bulardan daha medeni bu ziyniyetler dinamitledi benim kardeslik duygularimi bunlar parcalamaya calicti aile yapimi bunlar ozendirdi gencligimi yatak odasinda kopek bulundurmayi medeniyet sanan avrupaya. bunlar marasta fransizlrin canakkalede tum haclinin yapamadigini malesef vatan severlik altinda bu tip hainler kalemleriyle yapmaya calismaktatir bu millet uyandi artik bu gibi oyunlara glip kendine zarar vermeyecektr bizim her goruse dusunceye her inanca saygimiz vardir saygi gordugumuz surece saygidan yoksun insanlara bile saygiliyiz kendi vatanina kendi bayragina kendi dinine kendi toplumuna saygi gostermeyen bir bati ziyniyeti bana asla yun veremez biz kendimizi bildigimiz surece bu toplumun hep hep vardi ayse armanlar olacaktirta onun isi o biz yeterki kendi isimizi bilelim saygilar

ömer yalcin
16.08.2009, 14:16
Bas örtüsüne uzanan eller kirilsin. Yüce ALLAH,im onlari en agir sekilde cezalandirsin.

turkbeyı
27.07.2010, 11:40
Görüşünüzden olmayanı yerin dibine sokarsınız.Kadını bir yakmadığınız kalmıştı.


Saygı göstermesini bilin.Aynı yazıyı Ali Bulaç yazmış olsa sizin görüşünüze göre yükseklere uçurursunuz adamı.


Başörtüsünden başka kutsal bir örtü tanımam.Türban siyasal simgedir.Başörtü Anadolunun simgesidir.


Yobaz dediğiniz sizlerin takındığı şu tutuculuktur.

LaEdri
27.07.2010, 11:58
Ortada görüş farkı yok ki.
Zira o kadındaki görüş değil.Güpegündüz hakaret,aşağılama,aklı sıra küçük düşürme:)

ŞAHBEY
27.07.2010, 12:32
bırakın reklamını yapmayın KİM O...ÖNCE YAZARA BAKARIM YAZARMI DİYE SONRA YAZDIĞINA BAKARIM.. SANIRIM KONU KALMADI ALSANA TÜRBAN neyse o

filografozan
28.07.2010, 11:50
arkadaşlar öylesi bir zihniyete ehemmiyet veripte burayı meşgul etmeye değmez...