PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Üstad Necip fazıl KISAKÜREK şiirleri


LeyL
01.10.2009, 15:41
Allah dostunu gördüm, bundan altı ay evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel.

Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız,
Rûhuma büyük temel çivisini çaktınız.

Otuzüç yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum.

Anladım işi, sanat Allahı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.

Zonklayan başım benim, kan hokkası cerahat,
Ona yastıkta değil, secde yerinde rahat.

Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu,
Sonunda bana kalan, yalnız ilmihâl oldu.

Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden,
Soruversem: “Haberin var mı öleceğinden?”

Büyük randevu. Bilsem nerede, saat kaçta?
Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta!

Dostlarım, ev eşyamdı, bir bir gitti diyorum.
Artık boş odalarda, ölümü bekliyorum.

Farkı yok, mantarlaşmış bir kayadan derimin,
Yüzümde çizgi çizgi, imzası kaderimin.

Sultan olmak dilersen, tâcı, sorgucu unut,
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut.

Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam,
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam.

Necip Fâzıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 15:41
S A K A R Y A T Ü R K Ü S Ü


İNSAN BU , SU MİSALİ , KIVRIM KIVRIM AKAR YA ;
BİR YANDA AKAN BENİM , ÖBÜR YANDA SAKARYA.
SU İNER YOKUŞLARDAN HEP BASAMAK BASAMAK ;
BENİMSE ALIN YAZIM , YOKUŞLARDA SUSAMAK.
HER ŞEY AKAR , SU , TARİH , İNSAN VE FİKİR ;
OLUKLAR ÇİFT ; BİRİNDEN NUR AKAR ; BİRİNDEN KİR.



AKIŞTA DEMETLENMİŞ , BÜYÜK ,KÜÇÜK , KAİNAT ;
ŞU ÇIKAN BULUTA BAK , BU İNEN SUYA İNAT !
FAKAT SAKARYA BAŞKA , YOKUŞ ÇIKMIYORMU NE ,
KURŞUNDAN BİR YÜK BİNMİŞ , KÖPÜKTEN GÖVDESİNE ;
ÇATLIYOR , YIRTINIYOR YOKUŞU SÖKMEK İÇİN .
HEY SAKARYA , KİM DEMİŞ SUYA VURULMAZ PERÇİN ?



RABBİM İSTERSE , SULAR BÜKLÜM BÜKLÜM BURULUR ,
SIRTINA SAKARYANIN ,TÜRK TARİHİ VURULUR .
EYVAH , EYVAH , SAKARYAM , SANA MI DÜŞTÜ BU YÜK ?
BU DAVA HOR , BU DAVA ÖKSÜZ , BU DAVA BÜYÜK !..
NE AĞIR İMTİHANDIR , BAŞINDAKİ , SAKARYA !
BİNBİR BAŞLI KARTALI NASIL TAŞIR KANARYA ?



İNSANDIR SANIYORDUM MUKADDES YÜKE HAMAL.
HAMALLIK Kİ , SONUNDA NE RÜTBE VAR , NE DE MAL
YALNIZ ACI BİR LOKMA , ZEHİRLE PİŞMİŞ AŞTAN ;
VE AYRILIK , ANNEDEN , VATANDAN , ARKADAŞTAN.
ŞİMDİ DÖVÜN SAKARYA ,DÖVÜNMEK VAKTİ BU AN ;
KEHKEŞANLARA KAÇMIŞ ESKİ GÜNEŞLERİ AN !

HANİ YUNUS EMRE Kİ , KIYINDA GEZİYORDU ;
HANİ ARDINA ÇİL ÇİL KUBBELER SERPEN ORDU ?
NEREDE KARDEŞLERİN , CÖMERT NİL , YEŞİL TUNA ;
GİDEN ŞANLI AKINCI , NE GÜN DÖNER YURDUNA ?
MERMERLERİN NABZINDA HALA ÇARPAR MI TEKBİR ?
BULUR MU DELİ RÜZGAR O SEDAYI : ALLAH BİR !

BÜTÜN BUNLAR SENDEDİR , BU GİRİFT BİLMECELER ;
SAKARYA KANDİLLERE KATRAN DÖKTÜ GECELER .
VİCDAN AZABINA EŞ , KAYNA KAYNA SAKARYA
ÖZ YURDUNDA GARİPSİN , ÖZ VATANINDA PARYA !



İNSAN ÜÇ BEŞ DAMLA KAN ,IRMAK ÜÇ BEŞ DAMLA SU;
BİR HAYATA ÇATTIK Kİ , HAYAT KURMUŞ PUSU .
GELDİ ÖLÜMLÜ YALAN , GİTTİ ÖLÜMSÜZ GERÇEK ;
SİZ , HAYAT SÜREN LEŞLER , SİZİ KİM DİRİLTECEK ?
KAF DAĞINI ASSALAR , BELKİ ÇEKER DE BİR KIL !
BU İFRİTTEN SUALİN , KILINI ÇEKMEZ AKIL !



SAKARYA , SAF ÇOCUĞU , MASUM ANADOLUNUN ,
DİVANESİ İKİMİZ KALDIK ALLAH YOLUNUN !
SEN VE BEN , GÖZYAŞIYLA ISLANMIŞ HAMURDANIZ ;
RENGİMİZE BAKSINLAR , KANDAN VE ÇAMURDANIZ !



AKREBİN KISKACINDA YOĞURMUŞ BİZİ KADER ;
ALDIRMA , BÖYLE GELMİŞ , BU DÜNYA BÖYLE GİDER !
BANA KEFENDİR YATAK ; SANA TABUTTUR HAVUZ ;
SEN KIVRIL , BEN GİDEYİM , SON PEYGAMBER KILAVUZ !



YOL ONUN , VARLIK ONUN , GERİSİ HEP ANGARYA ;
YÜZ ÜSTÜ ÇOK SÜRÜNDÜN ,AYAĞA KALK SAKARYA !...

LeyL
01.10.2009, 15:42
SONSUZLUK KERVANI

Sonsuzluk Kervanı,"peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim!"
Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
Bir kırıntı yeter kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben...

Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...
Ufuk, önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler, Altun Kol Silsilesi;
Ölçüden, ahnekten daha güzeller.
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...

Sonsuzluk Kervanı, istemem azat!
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet.
Ölmezi bulmaksa biricik niyet;
Bastığınız yerde ebedi hasat.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat.

LeyL
01.10.2009, 15:42
ZEHİR

Çocukken haftalar bana asırdı;
Derken saat oldu,derken saniye...
İlk düşünce,beni yokluk ısırdı:
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk,sende yoksun,bir varsın bir yoksun!
İnsanoğlu kendi varından yoksun...
Gelsin beni yokluk akrebi soksun!
Bir zehir ki,hayat özü faniye...

LeyL
01.10.2009, 15:42
MUHASEBE

Ben artik ne şairim, ne fikra muharriri!
Sadece beyni zonklayanlardan biri!
Bakmayin tozduguma me$hur Babialide!
Bulmusum rahatimi ben bir tesellide.
Fikrin ne fahi$esi oldum, ne zamparasi!
Bir vicdanin, bilemem, kactir hava parasi?
Evet, kafam catliyor, guya ulvi hastalik;
Bendedir, duymadigi dertlerle kalabalik.
Buyuk meydana dustum, uctu fildisi kulem;
Milyonlarca ayagin altinda kaldi kellem.
Ustun cile, dev gibi geldi catti birden! Tos!!
Sen cuce sanatkarlik, sana busbutun paydos!
Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok edilen guruhiyle...
Cok var ki, bu hinc bende fikirdir, fikirse hinc!
Genc adam, al silahi; iman tilsimli kilinc!
Iste butun meselem, her meselenin basi,
Ben bir genc ariyorum, genclikle koprubasi!
Tirnagi en yirtici hayvanin pencesinden,
Daha keskin eliyle, basini ensesinden,
Ayirip o genc adam, uzansa yatagina;
Yerlestirse basini, iki diz kapagina;
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yeti$, yeti$, hey sonsuz varlik muhasebesi!
Disimda bir dunya var, zipzip gibi kuculen,
Icimde homurtular, inanma diye gulen...
Inanmiyorum, bana ogretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayati tercihe?
Uc katli ahsap evin her kati ayri alem!
Ust kat: Elinde tespih, agliyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve asiklari,
Alt kat: Kizkardesimin (Tamtam) da cigliklari;
Bir kurtlu peynir gibi, ortasindan kestigim;
Buyrun ve maktaindan seyredin, iste evim!
Bu ne hazin agactir, butun ufkumu tutmu$!
Koku iffet, dalari taklit, meyvesi fuhu$...
Rahminde cemiyetin, ben dogum sancisiyim!
Mukaddes emanetin donmez davacisiyim!
Zamani kokutanlar murteci diyor bana;
Yukseldik saniyorlar, alcaldikca tabana.
Zaman, korkunc daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazi geriden gelen, yuzbin devir ilerde!
Yeter senden cektigim, ey tersi donmus ahmak!
Bir saman kagidindan, butun is kopya almak;
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavallari bastirdi devrim isimli masal.
Yeni cirkine mahkum, eskisi guzellerin;
Allah kuluna hakim, kullari heykellerin!
Bulustururlar bizi, elbet bir gun hesapta;
Lafini cok dinledik, simdi is inkilapta!
Bekleyin, gorecektir, duranlar yuruyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, porsumez Yeni!
Karayel, bir kivilcim; simsiyah oldu ocak!
Gun dogmakta, anneler ne zaman doguracak?

LeyL
01.10.2009, 15:42
KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum
Yolumun karanlığa karışan noktasında
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gözler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
Bu gece yarısında iki kişi uyanık:
Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,
Simsiyah camlarını üzerime dikiyor
Gözleri çıkarılmış bir ama gibi evler

Kaldırımlar, ıstırap çekenlerin annesi
Kaldırımlar, içimde yasamis bir insandir.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,
Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,
Ben bu kaldırımların emzirdiği cocuğum.
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum

Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumda bir tak olsun zulmetten taş kemerler.

Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,
Örtün, üstüme örtün serin karanlıkları.

LeyL
01.10.2009, 15:43
GELİR

Pervane dediğin, cerağa gelir;
Sular, kıvrım kıvrım, ırmağa gelir.

Bülbül kovuldu mu dil bahçesinden,
Gak gak, karga; vak vak, kurbağa gelir.

O yön ki, ezelle ebed arası
Ne sola kıvrılır, ne sağa gelir.

Gam çekme, böyle gitmez bu devran,
Nihayet sonuncu durağa gelir.

Hasretle beklenen gelir mutlaka;
Sultan fikir, şanlı otağa gelir.

Yırtılır güneşin kapkara zarı,
Dünyamız yepyeni bir cağa gelir.

Füzeler kağnıya döner ve nöbet,
Işıktan da hızlı Burağa gelir.

Gökyüzü, yeryüzü, helalleşirler,
Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.

Birleşir, kupkuru dalla yanık kök,
Yemyeşil bir ışık, yaprağa gelir.

Kal'a nın burcundan çakar işaret;
Millet, dalga dalga bayrağa gelir.

LeyL
01.10.2009, 15:43
DESTAN

Durun karabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekun hakkını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir laf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu papucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında satılık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefilimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, iklim köle, sanat ihtilaç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vak vaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.

LeyL
01.10.2009, 15:43
ÇİLE

Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al san rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makânı bir satih, zamanı vehim.
Bütün bir kahinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

LeyL
01.10.2009, 15:44
CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Ciceği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbullu'dur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır'at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalınin alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir sehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir <>i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...

LeyL
01.10.2009, 15:44
BAHÇEDEKİ İHTİYAR

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Nurlu ihtiyarin yanaklarında.
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.

Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.

Yanan bir kağıtta küçük bir satır
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hatıradır,
Bu ıssız bahçenin uzaklarında...

LeyL
01.10.2009, 15:45
AYNALAR

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gozyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Salim58
01.10.2009, 15:54
hepside birbirinden güzel teşekkürler kardeşim ellerinize sağlık

LeyL
01.10.2009, 15:56
ANNEME MEKTUP

Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.

Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.

LeyL
01.10.2009, 15:57
hepside birbirinden güzel teşekkürler kardeşim ellerinize sağlık


Üstad'ım yazar da kötü olur mu? :)
Rica ederim..

LeyL
01.10.2009, 15:58
BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti, istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?..

LeyL
01.10.2009, 15:58
Bir gençlik...

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...

İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...

Üçüncüsü bir asır... Allah'ın, Kur'an'ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü ?...
Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
...

Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı yüzü suyu, hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...

İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun...

LeyL
01.10.2009, 15:58
Dönemeç

Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık...
Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat....
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir âhenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım

LeyL
01.10.2009, 15:59
Vefasiz bir dunya....

Dost bi-vefa, felek bi-rahm, devran bi-sükun;
Dert çok, derman yok, düşman kavi, talih zebun.

LeyL
01.10.2009, 15:59
Bir garipsin şu dünyada;
Gülme gülme ağla gönül.
Derdin dahi çoktur senin
Gülme gülme ağla gönül.

LeyL
01.10.2009, 15:59
KABUS

Zamanın tık - tıkları,
Güder yaratıkları.
Kan sızan pençesinde
Beynimin yırtıkları.
Hayal, dalgıç ki arar,
Denizde batıkları.
Bu ne dünya; ne dünya,
Çerçöpten çattıkları!..
Bak şu maymun soyuna,
Ortaya attıkları!
Aziz ekmek, fikirde,
Teneke artıkları.
Ve evlerde baş köşe,
Batının pırtıkları,
Görünmezi görmeye
Eremez mantıkları.
Ya şu sözde müminler,
Şiltenin kıtıkları?
Yetmez mi bunca zaman
Yan gelip yattıkları?
Bir nesil özlüyorum,
Doğrultsun yatıkları!
Somunları taş olsun,
Zehir de katıkları
Yorganları devirsin,
Dişlesin yastıkları!
Bir damla gözyaşına,
Sonsuzluk, sattıkları.
Hakka dönünüz Hakka,
Hakkın yarattıkları!...
Necip Fazıl Kısakürek/Çile / (1978)

LeyL
01.10.2009, 16:00
FEZA PİLOTU

YİRMİNCİ ASRIN ABLAK YÜZLÜ FEZA PİLOTU!
BULDUN MU AY YÜZÜNDE ÖLÜME ÇARE OTU?
BİR ODUN PARÇASINA AT DİYE BİNEN ÇOCUK!
BAŞINDA ÇELİK KÜLAH, SIRTINDA PLASTİK GOCUK.
UZAKLIKLARI YENMİŞ FATİH EDASINDASIN!
DİPSİZLİĞİN DİBİNİ BULMAK SEVDASINDASIN!...
ALLAH'A DİL ÇIKARIR GİBİ KÜSTAH BİR YARIŞ...
FARKINDA DEĞİLSİN Kİ, AY DÜNYAYA BİR KARIŞ.

FEZADA MİLYARLARCA IŞIK YILI, MESAFE;
SENİNKİ, SANİYELİK ZAFER, İLMİ HURAFE!
KAVANOZDA, KENDİNİ DERYADA SANAN BALIK;
NE ACI VAHŞET, MAĞRUR İLİMDEKİ KABALIK;
FEZADA "ALLAH DİYE BİR ŞEY YOK" İDDİASI!!!
GEL GÖR, KAÇ FÜZEYE DENK, BİR MÜMİNİN DUASI;
RAFA KALDIRMAK İÇİN RUHLARINI DÜRDÜLER,
GÜNEŞ DİYE KALBTEKİ GÜNEŞİ SÖNDÜRDÜLER.
BİLMEDİLER; KALBTEDİR, KALBTEDİR ASIL FEZA;
KALBTEDİR, ÖLÜMSÜZLÜK KEFİLİ KUTSİ İMZA.
SAYIDAN SONSUZLUĞA SINIF GEÇİRTECEK NOT;
BİZDEDİR, VE BİZDEDİR ARŞ'A GİDEN ASTRONOT.
VE MEKANDAN ARINMIŞ VE ZAMANDAN İLERDE,
FEZAYI TESLİM ALMA SIRRI BİZİMKİLERDE.

BİZİMKİLER IŞIĞA GEM VURUR DA BİNERLER;
YERDEN GÖĞE ÇIKMAZLAR,GÖKTEN YERE İNERLER...

Necip Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:00
rahmetle aniyoruz....


SON SIGINAK

hayat perdenin arkasinad
hayatin öte yakasinda...

su gayflet yükü insana bak...
kendinden varlik cakasinda..

ve asksiz yobaz..isi gücü...
namazla cennet takasinda..

kuran,kalbi kör ezbercide
din,üfürükcü muskasinda...

BATI,BATI DER,CIRPINIRLAR..
BATI TÜKÜRÜK HOKKASINDA...

makine dimdik demirden put
insanoglu ruh lackasinda...

hürriyet nerde,söyleyeim..
hakka esaret halkasinda...

zamanda hersey kopuk kesik..
bickisi kader makasinda...

ey insan,sana son siginak..
SON PEYGAMBERIN HIRKASINDA.....

degerli üstad necip fazil kisakürek(1982)

LeyL
01.10.2009, 16:00
DAYAN KALBİM
Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.

Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef!
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!

LeyL
01.10.2009, 16:01
“Bir kız öğrenciyi, başını örttüğü için tahsil hakkından mahrum etmek,

İstiklal Savaşı başlarında ve Maraş'ta, düşmanlar tarafından başörtüsü çekilip düşürüldüğü için

başlayan milli şahlanışın ruhuna tükürmektir."


Necip Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:01
Rabbim, Rabbim, bu işin, bildim neymiş Türkçesi;
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi…

Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
ALLAH’tan nasıl korkmaz, insan O’nu sever de.

Verirler ‘ben acizim, kudret senin’ dedikçe
Verenin şanı büyük, sen iste istedikçe!

Bu yük senden ALLAH’ım, çekeceğim, naçarım!
Senden sana sığınır, senden sana kaçarım!

Yaradan, rahmetini kahrından üstün saydı;
Ne olurdu halimiz, gözyaşı olmasaydı?

Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet senden habersiz aldığım her nefesten…

Necip Fazıl KISAKÜREK

LeyL
01.10.2009, 16:01
"Bir gençlik
Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik"



Ey Şairler Sultanı
Sana çok şeyler borçluyuz.

LeyL
01.10.2009, 16:02
ŞARKIMIZ

Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz,barkımız bizim

Yokuşlar kaybolur,çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlere farkımız bizim

Kurtulur dil,tarih,ahlak ve iman
Görürler nasılmış,neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim

Gideriz,nur yolu izde gideriz
Taş bağırda,sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim

N.Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:02
Gençliğe güvenip de vakit çok erken derken;
Belki elveda diyemessin giderken..


Mutlu adam dünyayı bir acı gurbet bilen;
Öz vatan pınarından ölümü şerbet bilen..

N.F.K.

LeyL
01.10.2009, 16:03
BEN
Ben,kimsesiz seyyahı,meçhuller caddesinin;
Ben,yankısından kaçan çocuk,kendi sesinin.

Ben,sırtında taşıyan işlenmedik günahı;
Allah'ın körebesi,cinlerin padişahı.

Ben,usanmaz bekçisi,yolcu inmez hanların;
Ben,tükenmez ormanı,ısınmaz külhanların.

Ben,kutup yelkenlisi,buz tutmuş kayalarda;
Öksüzün altın bahtı,yıldızdan mahyalarda.

Ben,başı ağır gelmiş,boşlukta düşen fikir;
Benliğin dolabında,kör ve çilekeş beygir.

Ben,Allah diyenlerin boyunlarında vebal;
Ben,bugünküne mazi,yarınkine istikbal.

Ben,ben,ben;haritada deniz görmüş,boğulmuş;
Dokuz köyün sahibi,dokuz köyden kovulmuş.

Hep ben,ayna ve hayal;hep ben,pervane ve mum
Ölü ve Münker-Nekir;başdönmesi,uçurum...

LeyL
01.10.2009, 16:03
Ölüm dedikleri ölünceye dek
Dünya balı zehir yalancı petek
Ora da bulursun biraz bekle tek
Burada yaşamak sandığın düşü

N. Fazil Kisakurek

LeyL
01.10.2009, 16:03
ALLAH DERİM
sırtımda taşınmaz yükü göklerın
herkes koşar zıplar,ben yürüyemem
istersenız hayat aşını verin
sayılı nimetler bal olsa yemem.

eyy akıl nasıl da delınmez küfen?
ebedı oluşun urbası kefen
kursa da boşluga asma köprü,fen
ALLAH derim başka hiçbir şey demem

LeyL
01.10.2009, 16:04
OLMAZ MI??
yön yön sarılmışım ne yana baksam;
sarılan olur da saran olmazmı?
kım bu yuzu çizen sanatkar ressam
geçip de aynaya soran olmazmı

bir parçacığım ben butune hasret;
zaman döne dursun o güne hasret
ruhumsa zamanın üstüne hasret
ebedıyet boyu bır an...olmazmı??
1973

LeyL
01.10.2009, 16:04
MERDIVEN
dıyorlar bana :kalsın şiir de söz de yerde
sen araştır göklere çıkan merdıven nerde?
1938

LeyL
01.10.2009, 16:04
SANAT
anladım işte sanat ALLAHI aramakmış
marıfet bu gerisi çelik çomakmış
1939

LeyL
01.10.2009, 16:05
YAKINLIK
insan yaklaştıgınca yaklaştıgından ayrı
bellı kı yakınımız yoktur ALLAHTAN gayrı
1972

LeyL
01.10.2009, 16:05
ALLAH VE INSAN
SENİ aramam için benı uzaga attın
alemı benım ;benı kendın için yarattın
1972

LeyL
01.10.2009, 16:05
AĞZIMI DIKSELER
tel tel ve iplik iplik dıkselerde agzımı
tek ses duysalar ;ALLAH ....yoklayanlar nabzımı..

LeyL
01.10.2009, 16:05
LÜGAT
tutuşturanlar ,lügat kıtabını elıme
bilsin,ALLAHtan başka bılmıyorum kelıme

LeyL
01.10.2009, 16:06
ÖPMEK
ellerime uzanan dudakları tepeyım
ALLAH dıyen, gel, senı ayagından öpeyım

LeyL
01.10.2009, 16:06
Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır Cevabımın şiddetinden susuyorum!

LeyL
01.10.2009, 16:06
Bize gerici diyenler nereden biliyorlar gerici olduğumuzu, yoksa gerilerinde damgamız mı var? N F K...

LeyL
01.10.2009, 16:07
Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?
N.F.K

LeyL
01.10.2009, 16:07
Neye Yaklaşsam, Sonu Uzaklık ve Kırgınlık....Anladım ki yok Allah'tan başkasıyla yakınlık.....

LeyL
01.10.2009, 16:07
TEK KELİME
ne var ki pazarlıga girişecek ecelle;
sermayem tek kelime,ALLAH azze ve celle..

LeyL
01.10.2009, 16:08
Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!

LeyL
01.10.2009, 16:08
KUDRET
kudret ONUN;gayrında ne mecal var,ne tüvan
alim ilmıne yansın ,pazısına pehlıvan...

LeyL
01.10.2009, 16:08
AŞK
Rabbım Rabbım bu işin bıldım neymış turkçesi
SENIN aşkın ateştır ateşin gul bahçesi

LeyL
01.10.2009, 16:09
ANNEME MEKTUP
Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.


Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.


Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim

Necip Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:09
ESSEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVÂSİ



Sonsuzluk plânının irşad kutbu...
Ferdî - Muhammedî hakikat vârisi...
Tesbihin son tanesi...
Benim kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, efendim, topyekûn hayatım...

Kelimeler dize gelsin!..


Onun için, dize gelmiş kelimelerle ayrı bir eser yazdım: «O ve Ben»...
Kapkaranlık dünyanın bütün kapıları kapanırken, Büyük Kapı’yı bekleme nöbeti kendisine gelen, büyük, büyük; kullara ve bağlılara mahsus bütün büyüklerin üstüste bindikçe yanında küçük kaldığı, büyük Allah dostu...

Kelimeler dize gelsin!..
BENİM EFENDİM!

Efendim! Benim Efendim! Benim, güzellerin güzeli Efendim!

Vaktiyle: «keşke bu kadar zeki olmasaydın!» buyurduğun adamın beynini, zerre zerre kıskaca alıp atom gibi çatlattıkları bu hengâmede, eminim ki, her dem beraberimde, her ân baş ucumdasın...

Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder? Sen benim böyle bir şeyimsin! Babamla anneme Allah'ın bana tattırdığı varlık şevkine vesile oldukları için bağlıysam, sana da, bu ölçünün ebedî hayat mikyasiyle perçinliyim... Düşünsünler farkı!..

Seni, Bağlum köyündeki, namsız ve nişansız çukurunda, bembeyaz ve taptaze bir kefene bürülü, esmer ve pembecik teninin hiç bir noktası tozlanmamış ve paslanmamış, derin gözlerin ebediyete çevrili, Allah'ı zikrederken görüyorum.

Yirmidokuz yıl değil, ikibin dokuzyüz yıl değil, sayılar boyunca devirler gelip geçse, üzerinden zaman geçmiyecek velîlerdensin sen... Ruhun gibi kalbin de mahfuz... Kalıbın orada; fakat ruhaniyetin, Allah'ın izniyle her tarafta ve benim yanımda...



Benim güzel Efendim!

Baş ucumdasın, biliyorum; ama ben ne yapayım ki, dünya zindanı içinde, ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım ve seni göremiyorum.

Hayatta biricik gayem, yaşarken ölümü delmek ve öteye geçmek gayesinin; o, anahtarını Kapı'yı açmak üzere senin elinden aldığım gayenin, henüz, «Anahtar hangi elle tutulur ve nereye yerleştirilir?» hakikatinden bile uzak bir müflisiyim. Hakikatte müflis, sadakatte müflis, gayrette müflis, her şeyde müflis... Bendeki, sadece, dağdan geçerken, tepesinde çadır kuran, şimşekleri arkadaşlarına anlatmaya yeltenici sümüklü bir mahalle çocuğu ağzı; o kadar...

Ama bu Kapı'ya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabûl etmez misin ki, «O Kapı'nın köpeği» ve «O geminin paspası» olmak rütbesinin üstüne bu dünyada pâye yoktur?
Kendimi, fikirde, san'atta, şunda bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bilmek, göstermek, bildirmek isterdim; tek, O Kapı'nın köpeğine mahsus derece belirsin diye... Sana ve senden, bağlı olduğum O'na devretmek için...



Gûya seni yazdım; atom ve füze devrindeki, inkâr ve ihtilâç asrındaki mâverâ kılavuzunu anlatmaya savaştım, gûya...

Soluk bir kumaş üzerinde hâreli lekeler güneşi ne kadar gösterebilirse, bu kargacık, burgacıklar da seni o derecede anlatabilir.

Eğer bu arada, kendimden, nefsimden birçok şey kattımsa, yine hâreli lekelerin güneşe bağlı olmasından; ucunda sen varsın, diye. Bu ölçü dışında, nefsim için, kendi başına ele aldığım tek nokta bulunduğunu sanmıyorum.

Seni tanıyıncaya kadar hayatım, sana yaklaşmanın, uzaklıkta yaklaşmanın saadeti; seni tanıdıktan sonra da senden uzaklaşmanın, yakınlıkta uzaklaşmanın felâketi içinde, bütün teferruatiyle senin...

Hayatım sensin!..



Aç bana Kapı'yı, artık aç!.. Allah'tan izin iste ve ardına kadar aç!.. Ebediyen köpeğin olarak kendi köpekliğimden çıkayım ve insan olayım...

Allah izin verirse eğer, O Kapı'dan içeriye, topyekûn insanoğlunun; atom ve füze devrinde, inkâr ve ihtilâç asrında muhtaç olduğu fikir ve ruh hamulesini kervanlaştırıp geçireyim...

Bu, senin papucunu silmekten daha değersiz bir hizmettir kapıya...



Kapının içini hayâl ediyorum.

Hüzmeleri ebediyet boyunca mesafeleri ışıldatan projektörler altında, fil dişi kaldırımlardan sonsuz bir cadde... Şehrah... Bu şehraha açılan ve nisbet ölçülerinin her biriyle ayrı istikametlerden gelen nâmütenahi yol... Yollarda, ellerini yüksekliklere kaldırmış, yalınayak ve başı kabak, çığlık içinde bir insanlık... Ve tepede caddenin yokuş başında billûrdan pırıl pırıl kurtuluş beldesi... Ebedî safâ şehri...

Bunun da rüyasını görmüştüm:

İhtilâlden bir iki ay evvel, Ankara'da, boğazıma kadar kötülüğe batmış, yatağa girdiğim bir gece, rüyamda Efendi Hazretleri... Yüzü fevkalâde müteessir, başını sallıyor:

— Çok sıkılacaksın, çok sıkılacaksın!.. Sonunda...

Sonunda, adet bildirerek şu kadar servetim olacağını söylüyorlar...

İşte!..

Daha sonun sonuna gelmedik.



İmân edeceklerdir ki, bu yollara düşecekler...

Ve ölmeden öleceklerdir ki, şehraha girecekler...

Ve beldeye ulaşacaklar...

Ve beldenin merkezinde bir saray...

İçinde Allah'ın Sevgilisi ve etrafında... Has oda sırrının emanetçisi «Altun Silsile» kahramanları...



Benim Efendim!

Çocukluğumda ve ilk gençliğimde, masal gibi bir rüya ikliminden topladığım karanlık ve karışık haberlerin, apaydınlık ve dümdüz gerçeğini bana sen verdin...

Şimdi bırakacak mısın beni, bir solucan gibi toprak üstünde sürünmeye...

Bilip de câhil, anlayıp da unutkan, görüp de kör, duyup da hissiz kalmanın felâketine düşmeyeyim!..



Sabah namazlarına kalkamamanın, yığılıp kalmanın, sızıp silinmenin acısiyle döğündüğüm bir gece, (1 Nisan 1961, Cumartesi, sabaha karşı) güneşin doğmasına tam 23 dakika kala, sol elime, tak, tak, tak, üç kere vurup beni dehşetler içinde yerimden fırlatan ve içinde tek telkin ve nefsimi aldatma hissi bulunması imkânsız bu harika karşısında aklımı çatlatan sen değil miydin?..

Bu tecelli karşısında büsbütün köpekleşmiş, son nefesime kadar Kapı'nın köpek kulübesinde ve o köpeğe mahsus liyakat şartları içinde kalacağıma söz veren benim!..



Çarklar işlemekten aşındı, vadeler dolmaktan çatladı. Akşam oluyor... Bir mızrak boyu kaldı, benim de hayat güneşimin batmasına...

Ne olursam, bu bir mızrak boyu zaman içinde olacağım...

Allah'tan af istiyorum. Allah'ın Sevgilisinden ve bütün Silsileden teker teker suçlarımın bağışlanmasını istiyorum.



Benim avuçlarımdan süzülen, işte o kaynaktan aldığım sudur; ve bu suyun eğer bulanık bir tarafı varsa nefsime, nurânî özü de O'na aittir.

Bugünün, yeşillikler ve pırıltılar içinde suyu arayan ceylân gençliği o pınara koşsun!..

O'na

Benim efendim!
Ben sana bendim!
Bir üfledin de
Yıkıldı bend’im.
Ben ki, denizdim,
Dağbaşı bendim.
Şimdi sen oldun,
Âleme pendim.
Benim efendim!


Benim efendim,
Feza levendim!
Ölmemek neymiş;
Senden öğrendim.
Kayboldum sende,
Sende tükendim!
Sordum aynaya;
Hani ya kendim?
Benim efendim!



Benim efendim!
Emri yüklendim!
Dağlandım kalbden
Ve mühürlendim.
Askerin oldum,
Başta tülbendim;
Okum sadakta,
Elde kemendim.
Benim efendim.

1978

LeyL
01.10.2009, 16:10
Büyük randevu...Bilsem nerede saat kaçta?
Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta?...

LeyL
01.10.2009, 16:10
UYUMAK İSTİYORUM

İki yıldız arası göğe asılı hamak..
Uyku,uyku...zamansız ve mekansız uyumak.
Uyumak istiyorum;başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz,düşünmek Yaradanı.
İlgisiz,her şeyden kesilmiş ilgisizlik;
Bilmeyiş ki,en büyük ilme denk bilgisizlik.
Usandım boş yere hep gitmeler,gelmelerden.
Bırakın uyuyayım,yandım kelimelerden!
Göz kapaklarımda gün,kapkara bir kızıllık;
Kulagımda tarihin çıkrık sesi,bin yıllık.
Bir yurt ki bu ,diriler ölü,ölüler diri;
Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri.
Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek;acı suya banayım:
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!
Yaşaya dursun insan,hayat dedigi zanla...

Necip Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:10
ÜSTAD

ERDEM BAYAZIT

Her milletin hayatında ona muallimlik eden, onun yönlenmesinde; toplumun kültürel ve ideolojik hayat macerasının oluşumunda pay, milletin varlık şuuru kazanmasında rol sahibi olan düşünür ve sanatkârları vardır. İşte Necip Fazıl Kısakürek, milletimizin sahip olduğu böylesine nadir kişilerden biri olarak ebediyete intikal etmiştir.

Bu yazımızın amacı Necip Fazıl’ın eser verdiği dalları itibarı ile bir değerlendirmesini yapmak veyahut herhangi belirgin bir yönü üzerinde durmak değil, belki toplumda oynadığı topyekün rolü ortaya koymaktadır.

Onun bağlıları ona “Üstad” diye hitabederlerdi. Onun verdiği konferans ve hitabeler dinleyicileri vecd içinde takip eder, heyecanlarının zaptedilmez hale geldiği anlarda ona bağlılıklarını ifade için “Üstad! Üstad! Üstad!...” diye tezahüratta bulunurlardı.

Dilimizde “Üstad” asıl anlamıyla yüce öğretmenliği, üstün sanatkârlığı yol göstericiliği ifade eder. Necip Fazıl’ın toplumumuzda oynadığı rol gözönüne getirildiğinde; şair, düşünür ve dava adamı olarak onu belirleyecek en münasip sıfatın “üstad” kelimesi olduğu görülür.

Necip Fazıl’in milletimizin düşünce sanat ve ideoloji hayatındaki yerini belirleyebilmek için ,onun zuhur ettiği dönemin gerek dünya gerek ülke şartlarına bir göz atmakta zaruret vardır.

İnsanlık 20. yüzyıla tam bir inkâr psikozuna tutulmuş olarak girmişti. Din ve ona bağlı olarak tüm ruhi değerler hayattan kovulmak isteniyordu. Adeta Allah’a karşı savaş açılmıştı. Pozivitizm, materyalizm, Komünizm, Darwinizm gibi maddeperest cereyanlar insanlığın üzerinde bir inkâr fırtınası gibi eserek mevcut değerleri alabora ediyor; fertlerin beyinlerini, toplumların düzenlerini sarsıyordu.

Bu genel havanın yanısıra, İslâm aleminde uzun yıllardan beri görülen çürüme ve çözülme, Osmanlı Devletinin çöküşü ile tam bir dağılmaya müncer olmuştu. Emperyalizm, bir yandan kendi bünyesindeki ırkçı fikirleri müslüman toplumlara da empoze ederek, diğer yandan başgösteren ayrılıkçı hevesleri körükleyip destekleyerek, İslâm alemini parçalamayı başarmış böylece, her parça üzerinde vesayet kurarak güdüm altına almıştı. Batı’nın madde plânında azmanlaşan gücü karşısında müslüman toplumların özellikle entellüktüel kesimi derin bir aşağılık kompleksine düşmüştü. Onlara göre dini savunmak en büyük gericilikti. İlericiliğin ve entellektüelliğin tek şartı ise, Batının maddeperest cereyanlarının kendi toplumlarında temsilcisi olmaktı.

1925 yılında ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı” yayınlandığında Necip Fazıl henüz 20 yaşlarındaydı. O, merkezi İstanbul olan ve üç eski kıt’a üzerinde yayılmış bulunan cihan devletinin çöküş yıllarında dünyaya gelmiş, gençliğini idrak ettiği Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında ise, Tanzimattan beri sürüp; gelen ve gittikçe hızını artıran Batıcılık artık devletin resmi politikası olarak kurumlaşmıştı. Yukarıda ana hatlarıyla belirtmeye çalıştığımız genel hava cumhuriyet Türkiyesinde de şiddetli bir biçimde hükümrandı. O dönemi göz önünde canlandırmak için 1930’lu yıllarda Matbuat Umum Müdürlüğünün bir tamim ile basında dini yayınları yasakladığını, geleneksel Türk Müziğinin bile bir süre devlet radyolarında yayından kaldırıldığını hatırlatmak yeter sanırım. Bilinen diğer uygulamaları tek tek saymaya gerek görmüyoruz. Entellektüel kesimde İslâm ve öz kültürümüze ait ne varsa reddetmek, Batıya ait ne varsa övgü dizmek tek geçerli modaydı. İtibar sahibi olmanın yolu, İslâm medeniyetini kötülemek, Batı medeniyetini yüceltmekti. İslâmı yaşayanlar, dine sahip çıkanlar ancak kabuğuna çekilmiş bir şekilde toplumun derinliklerinde hayat hakkı bulabiliyorlardı. Su üstüne çıkmak, entellektüel alanda görünmek eğilimleri ya sindiriliyor, olmazsa tenkit ediliyordu. Estirilen bu hava Cumhuriyet Türkiyesini İstiklâl Marşı’nı yazmış olan şaire bile nefes almak imkanı vermemiş Mehmet Akif, öteden beri savunageldiği İslâm davasının sahibi olarak Mısır’a hicret etmekten başka bir yol bulamamıştı.

Bu noktada insan ister istemez İslâmın zuhur yıllarında karşılaşılan engeller Allah Rasûlülün İslâmı tebliği için çektiği çileyi hatırlıyor: O günlerde Kureyş’in zulmü karşısında korumasız bir çok müslüman Allah Rasûlü’nün tavsiyesi üzerine Necaşi’nin ülkesi Habeşistan’a hicret etmiş, Hazreti Peygamberin yanında kalan bir avuç müslüman ise, Mekke’nin bir köşesinde kalmıştı. Kureyşli müşriklerin ileri gelenleri oturup konuşmuşlar. İslâmı durdurmanın tek yolunun Allah Rasûlünü öldürmek olduğuna karar vermişlerdi. Bu işi gerçekleştirmeye ise, Necip Fazıl’ın tabiri ile “Kureyş’in en büyük kılıç ve kale şövalyelerinden Hattab oğlu Ömer” talip olmuştu. Bir gün önce Allah Rasûlü:

- Yarabbi, İslâmı iki Ömer’den biri ile aziz et! diye niyazda bulunmuştu. Yani, asıl adı Ömer olan Ebu Cehil veya Hattab oğlu Ömer’den birinin hidayete ermesi için Peygamber duası... Nasib, Hattab oğlu Ömer’in!

O, elinde kılıç Allah Rasûlünün canına kasdetmek için yola çıksa daha Peygamber duası ile mucize olay gerçekleşecek yolda bilinen hadiseler vuku bulacak, Ömer kızkardeşinin evinde okuduğu Kur’an ayetleri ile hidayete erecek, öldürmeye niyetlendiği Allah Rasûlünün dizinin dibinde şehadet kelimesi getirerek müslüman olacak ve bir ev içinde sıkışıp kalan müslümanlara ilk teklifi:

-Buyurunuz imânımızı küfrün suratına çarpalım, namazımızı Kabe’de kılalım! olacaktı.

Ve bu mucizevi olay karşısında Kureyş müşrikleri apışıp kalacaklardı.

İşte 1930’lu yıllarda da sebep ve tezahür çok değişik olsa da İslâm ve iman davası, gerek tüm dünya genelinde gerek Türkiye’de İslâmın ilk zuhur yıllarındaki sıkışıklığa benzer bir sıkışıklıklığı yaşıyordu. O günlerde şartların gerektirdiği hususiyet ve kaabiliyetlere sahip olmayan herhangi bir kişi meydana atılıp entellektüel plânda İslâm ve iman davasını vaz edecek olsa, onun ne basında, ne üniversitede, ne aydın ve ne de gençlik kesimlerinde sesini duyurup bir ayak yeri edinmesi ihtimali düşünülemeyeceği gibi, sözüm ona tüm aydın kesim, en azından ona bir meczup, bir çılgın gözü ile bakardı şüphesiz.

Benzetmek gibi olmasın. Hattab oğlu Ömer gibi biri gerekti.

Şövalye ruhlu,

Nefsinden emin,

Eğilmez ve bükülmez mizaçlı,

Keskin zekâya,

Gerçeği bir anda kavrayıcı tecrid melekesine, Anlatılmazları anlatacak ifade kudretine sahip biri gerekti. Dahası şöhreti toplumu tutmuş olmalıydı. Dahası Hattab oğlu Ömer’in işlemeye niyetlendiği cürüme eş bir cürümle sabıkalı olmalıydı. Mesela kör gözlerinin açılması için, şifayı “İsa’nın eli”nden değil “Kadın bacakları”ndan beklemeliydi ve böylesine cürümleri için Allah düşmanları tarafından alkışlanmış biri olmalıydı.

Öyle biri vardı. Öyle birini hidayete erdirmesi için dua edecek öyle bir peygamber artık kıyamete kadar gelmeyecekti kıyamete kadar Allah’ın gökkubbesinin altını boş bırakmayacak Peygamber varisi, irşad kapısı “veli” kullar da her zaman bulunacaktı.

Daha 30 yaşına basmadan önce yazdığı şiir ve piyeslerde bile onun ne tür bir soy kafa olduğu görülür. “Varlık muhasebesinin sancısını çeken üstün zekanın, meçhulleri yakalamanın cehdi ile kıvranan delici aklın, mutlak doyumu arayan kalbin ve bu yolda her türlü çilenin ağırlığını kaldırmaya âmâda ihtiraslı “ben”liğin tezahürlerini, Necip Fazıl’ın ilk eserlerinde bütün nüansları ile görmek mümkündür. Eğer Necip Fazıl ömrünün baharında kaleme aldığı şiir ve tiyatro eserleriyle Türk edebiyatında yer almış olsaydı, bu kadarı bile ona milletimizin edebiyat tarihinde müstesna bir yer sağlamaya yeterdi. Ama kaderin ona biçtiği yer sadece büyük şairlik ve yazarlık değildi. Kader ona dava adamlığı, büyük misyon sahipliği, nesillerin eğiticiliği görevini de münasip görmüştü. Onun 40 yaşına doğru tırmanırken bu görevi omuzlaması için bir “irşad” hadisesi, bir “İrşad edici” gerekliydi. Bu olay 1934 yılında vukubuldu ve Necip Fazıl onu “Büyük Kapı”da anlattı.

Necip Fazıl iki mısra ile özetlediği irşad olayını diriltici ve oldurucu “Nazar”ı şöyle şiirleştirecektir:

Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız.
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!

Mürşidini bulmuştu ve geriye “agora”ya atılıp çığlığı basması kalıyordu.

Hattab oğlu Ömer’in hidayete ermesiyle Kureyş müşrikleri nasıl bir anda apışıp kalmışlarsa “Kadın Bacakları” şairinin de İslâmi idraki, din ve Allah düşmanı sözüm ona entellektüelleri ilk anda apıştırmıştı.

1936 yılında yayınlamaya başladığı “Ağaç” dergisindeki ilk başyazısının başlığı “Allahsız Dünya”dır. Ve o yazı şöyle noktalanır: “Perişan ruhumuzu düzene sokacak İman! Davamız seninle...”

17 sayı çıkan Ağaç Dergisinden sonra, Büyük Kapı’da pişmiş ve olgunlaşmış olarak 1943’te artık devre devre imkân buldukça çıkartacağı “Büyük Döğu”yu yayınlamaya başlar. Büyük Doğu”nun ilk sayısında düzenlediği bir ankette devrenin eli kalem tutan entellektüellerine yönelttiği ilk soru “Allah’a inanıyor musun?”dur.

Artık “Büyük Doğu’” toplumun her kesimine hitap eden basında, üniversitede, aydın çevrelerde ayak yeri tutabilen bir mekteptir. Adı Necip Fazılla özdeşleşen bir mektep!

O Mektepte insanlık varlık muhasebesine davet edilmektedir.

O Mektepte millet, varlık şuuruna davet edilmektedir.

O mektepte “Doğu”da, “Batı”da asli unsurlarıyla teşrih masasına yatırılmaktadır.

O mektepte, yanlış maceralara sürülmek istenen bir milletin tarihine ve istikbaline sahip çıkılmaktadır.

Bir taraftan İslâm toplumu modeli, belki de bu sahada yazılmış ilk orijinal eser olarak “ideolocya Örgüsü”yle, fikir plânında şekillenmektedir. Diğer taraftan “II. Abdülhamid Han” tarihi bir tez olarak ele alınarak, gelecekte o modelin gerçekleştirimi için siyaset yoluna bir işaret taşı dikilmektedir.

Milleti millet yapan kahramanların arasından sahteleri ayıklanmakta, bunlar müsbet ve menfi tipleri ile tarih önünde teşhir edilmektedir.

Her konu “hakikatin değişmez ölçüsü” ile ele alınmakta, tarif ve tasnife bağlanmaktadır.

Üstad bir tarihçi değildir, ama tarihçiye yol göstermektedir. Üstad bir sosyolog değildir, ama sosyologlara en sağlam ölçüleri sunmaktadır.

Üstad bir din alimi değildir, ama ilmihal yazıcıların önüne dini kıldan ince, kılıçtan keskin ölçülerle koymaktadır.

Büyük Doğu, gerçekten halk için bir mektep entellektüel için üniversite olmuştur.

Bütün bunlar elbette çilesiz olmamıştır. Üstad’ın verdiği konferansları takip etmek için salonları patlatırcasına dolduran gençlik elbette sancısız doğmamıştır. Nice tehditlere maruz kalınmış, nice takiplere muhatap olunmuş, nice hapishanelere girilip çıkılmıştır. Evinin elektirik, çocukların süt, kendisini Kadıköy’den, Karaköy’e geçirecek yol parasının bulunmadığı nice günler yaşanmıştır. Ona “Süper Mürşid” diye hücum eden Allah ve hikkat düşmanları bir noktada haklıydılar. İslâmi bir müessese olarak batın anlamıyla şüphesiz o bir “mürşid” değildi, ama irşadın peşindeydi. Işığını gerçek mürşidden alan bir “muallim”, bir “yol gösterici”, bir “Üstad”tı.

Erdem BAYAZIT

ÖLÜMÜNÜN 11. YILINDA NECİP FAZIL KISAKÜREK

Derleyen, İbrahim ATAÇ

(Meram Belediye Bşk. Yrd.)

Meram Belediyesi Kültür Serisi: No: 2

Sf. 50-58

LeyL
01.10.2009, 16:12
ne hasta bekler sabahı , ne taze ölüyü mezar.....

ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar...

geçti istemem gelmeni,yokluğunda buldum seni;

bırak vehmimde gölgeni,gelme artık neye yarar ?


n.f.k.

LeyL
01.10.2009, 16:12
NAZIM HİKMET'E İLK VE SON HİTAP

Nâzım Hikmet!
Nafile çabalıyorsun.
Sana kızmıyorum. Kızmıyacağım.
Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.

Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.

Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.

Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.

Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?

Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?

İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!

Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.

Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...

Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
İşte görüp göreceğin rahmet!

(11 Nisan 1936)

LeyL
01.10.2009, 16:13
“Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;
Bir akşamdı ki, zaman, donacak kadar güzel.”
(1940)
ESSEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVÂSİ


Sonsuzluk plânının irşad kutbu...
Ferdî - Muhammedî hakikat vârisi...
Tesbihin son tanesi...
Benim kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, efendim, topyekûn hayatım...
Kelimeler dize gelsin!..

Onun için, dize gelmiş kelimelerle ayrı bir eser yazdım: «O ve Ben»...
Kapkaranlık dünyanın bütün kapıları kapanırken, Büyük Kapı’yı bekleme nöbeti kendisine gelen, büyük, büyük; kullara ve bağlılara mahsus bütün büyüklerin üstüste bindikçe yanında küçük kaldığı, büyük Allah dostu...
Kelimeler dize gelsin!..

O'na
Benim efendim!
Ben sana bendim!
Bir üfledin de
Yıkıldı bend’im.
Ben ki, denizdim,
Dağbaşı bendim.
Şimdi sen oldun,
Âleme pendim.
Benim efendim!

Benim efendim,
Feza levendim!
Ölmemek neymiş;
Senden öğrendim.
Kayboldum sende,
Sende tükendim!
Sordum aynaya;
Hani ya kendim?
Benim efendim!

Benim efendim!
Emri yüklendim!
Dağlandım kalbden
Ve mühürlendim.
Askerin oldum,
Başta tülbendim;
Okum sadakta,
Elde kemendim.
Benim efendim.
1978


BENİM EFENDİM!
Efendim! Benim Efendim! Benim, güzellerin güzeli Efendim!
Vaktiyle: «keşke bu kadar zeki olmasaydın!» buyurduğun adamın beynini, zerre zerre kıskaca alıp atom gibi çatlattıkları bu hengâmede, eminim ki, her dem beraberimde, her ân baş ucumdasın...
Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder? Sen benim böyle bir şeyimsin! Babamla anneme Allah'ın bana tattırdığı varlık şevkine vesile oldukları için bağlıysam, sana da, bu ölçünün ebedî hayat mikyasiyle perçinliyim... Düşünsünler farkı!..
Seni, Bağlum köyündeki, namsız ve nişansız çukurunda, bembeyaz ve taptaze bir kefene bürülü, esmer ve pembecik teninin hiç bir noktası tozlanmamış ve paslanmamış, derin gözlerin ebediyete çevrili, Allah'ı zikrederken görüyorum.
Yirmidokuz yıl değil, ikibin dokuzyüz yıl değil, sayılar boyunca devirler gelip geçse, üzerinden zaman geçmiyecek velîlerdensin sen... Ruhun gibi kalbin de mahfuz... Kalıbın orada; fakat ruhaniyetin, Allah'ın izniyle her tarafta ve benim yanımda...

Benim güzel Efendim!
Baş ucumdasın, biliyorum; ama ben ne yapayım ki, dünya zindanı içinde, ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım ve seni göremiyorum.
Hayatta biricik gayem, yaşarken ölümü delmek ve öteye geçmek gayesinin; o, anahtarını Kapı'yı açmak üzere senin elinden aldığım gayenin, henüz, «Anahtar hangi elle tutulur ve nereye yerleştirilir?» hakikatinden bile uzak bir müflisiyim. Hakikatte müflis, sadakatte müflis, gayrette müflis, her şeyde müflis... Bendeki, sadece, dağdan geçerken, tepesinde çadır kuran, şimşekleri arkadaşlarına anlatmaya yeltenici sümüklü bir mahalle çocuğu ağzı; o kadar...

Ama bu Kapı'ya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabûl etmez misin ki, «O Kapı'nın köpeği» ve «O geminin paspası» olmak rütbesinin üstüne bu dünyada pâye yoktur?
Kendimi, fikirde, san'atta, şunda bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bilmek, göstermek, bildirmek isterdim; tek, O Kapı'nın köpeğine mahsus derece belirsin diye... Sana ve senden, bağlı olduğum O'na devretmek için...

Gûya seni yazdım; atom ve füze devrindeki, inkâr ve ihtilâç asrındaki mâverâ kılavuzunu anlatmaya savaştım, gûya...
Soluk bir kumaş üzerinde hâreli lekeler güneşi ne kadar gösterebilirse, bu kargacık, burgacıklar da seni o derecede anlatabilir.
Eğer bu arada, kendimden, nefsimden birçok şey kattımsa, yine hâreli lekelerin güneşe bağlı olmasından; ucunda sen varsın, diye. Bu ölçü dışında, nefsim için, kendi başına ele aldığım tek nokta bulunduğunu sanmıyorum.
Seni tanıyıncaya kadar hayatım, sana yaklaşmanın, uzaklıkta yaklaşmanın saadeti; seni tanıdıktan sonra da senden uzaklaşmanın, yakınlıkta uzaklaşmanın felâketi içinde, bütün teferruatiyle senin...
Hayatım sensin!..

Aç bana Kapı'yı, artık aç!.. Allah'tan izin iste ve ardına kadar aç!.. Ebediyen köpeğin olarak kendi köpekliğimden çıkayım ve insan olayım...
Allah izin verirse eğer, O Kapı'dan içeriye, topyekûn insanoğlunun; atom ve füze devrinde, inkâr ve ihtilâç asrında muhtaç olduğu fikir ve ruh hamulesini kervanlaştırıp geçireyim...
Bu, senin papucunu silmekten daha değersiz bir hizmettir kapıya...

Kapının içini hayâl ediyorum.
Hüzmeleri ebediyet boyunca mesafeleri ışıldatan projektörler altında, fil dişi kaldırımlardan sonsuz bir cadde... Şehrah... Bu şehraha açılan ve nisbet ölçülerinin her biriyle ayrı istikametlerden gelen nâmütenahi yol... Yollarda, ellerini yüksekliklere kaldırmış, yalınayak ve başı kabak, çığlık içinde bir insanlık... Ve tepede caddenin yokuş başında billûrdan pırıl pırıl kurtuluş beldesi... Ebedî safâ şehri...
Bunun da rüyasını görmüştüm:
İhtilâlden bir iki ay evvel, Ankara'da, boğazıma kadar kötülüğe batmış, yatağa girdiğim bir gece, rüyamda Efendi Hazretleri... Yüzü fevkalâde müteessir, başını sallıyor:
— Çok sıkılacaksın, çok sıkılacaksın!.. Sonunda...
Sonunda, adet bildirerek şu kadar servetim olacağını söylüyorlar...
İşte!..
Daha sonun sonuna gelmedik.

İmân edeceklerdir ki, bu yollara düşecekler...
Ve ölmeden öleceklerdir ki, şehraha girecekler...
Ve beldeye ulaşacaklar...
Ve beldenin merkezinde bir saray...
İçinde Allah'ın Sevgilisi ve etrafında... Has oda sırrının emanetçisi «Altun Silsile» kahramanları...

Benim Efendim!
Çocukluğumda ve ilk gençliğimde, masal gibi bir rüya ikliminden topladığım karanlık ve karışık haberlerin, apaydınlık ve dümdüz gerçeğini bana sen verdin...
Şimdi bırakacak mısın beni, bir solucan gibi toprak üstünde sürünmeye...
Bilip de câhil, anlayıp da unutkan, görüp de kör, duyup da hissiz kalmanın felâketine düşmeyeyim!..

Sabah namazlarına kalkamamanın, yığılıp kalmanın, sızıp silinmenin acısiyle döğündüğüm bir gece, (1 Nisan 1961, Cumartesi, sabaha karşı) güneşin doğmasına tam 23 dakika kala, sol elime, tak, tak, tak, üç kere vurup beni dehşetler içinde yerimden fırlatan ve içinde tek telkin ve nefsimi aldatma hissi bulunması imkânsız bu harika karşısında aklımı çatlatan sen değil miydin?..
Bu tecelli karşısında büsbütün köpekleşmiş, son nefesime kadar Kapı'nın köpek kulübesinde ve o köpeğe mahsus liyakat şartları içinde kalacağıma söz veren benim!..

Çarklar işlemekten aşındı, vadeler dolmaktan çatladı. Akşam oluyor... Bir mızrak boyu kaldı, benim de hayat güneşimin batmasına...
Ne olursam, bu bir mızrak boyu zaman içinde olacağım...
Allah'tan af istiyorum. Allah'ın Sevgilisinden ve bütün Silsileden teker teker suçlarımın bağışlanmasını istiyorum.

Benim avuçlarımdan süzülen, işte o kaynaktan aldığım sudur; ve bu suyun eğer bulanık bir tarafı varsa nefsime, nurânî özü de O'na aittir.
Bugünün, yeşillikler ve pırıltılar içinde suyu arayan ceylân gençliği o pınara koşsun!..

LeyL
01.10.2009, 16:13
ÇATLASA DÜNYANIN SABIR TAŞLARI
DÜRÜLÜR DEFTERİ ZULMÜN BİRBİR
ELVAN ELVAN ÇİÇEK AÇAR SABAHLAR
BUGÜN OLMAZSA YARIN AMA BİRGÜN MUTLAKA

LeyL
01.10.2009, 16:13
TABUT

Tahtadan yapilmis bir uzun kutu;
Bas tarafi genis, ayak ucu dar.
Cakanlar bilir ki, bu bos tabutu,
Yarin kendileri dolduracaklar.

Her yandan kücülen bir oda gibi,
Duvarlar yanasmis, tavan alcalmis.
Sanki bir tas bebek kutuda gibi,
Hayalim, icinde uzanmis kalmis.

Ciliz vücuduma tam görünse de,
Icim, bu dar yere sigilmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
Insan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden dogarmis; gercek!
Tabut degildir bu, bir tahta kundak.
Bu agir hediye kime gidecek,
Cakilir cakilmaz üstüne kapak


"Necip Fazil "

LeyL
01.10.2009, 16:14
Kafiyeler

Ne diye,
Bu şuna,
Şu, buna
Kafiye?
Başa taş,
Aşa yaş,
Hey`e ney,
Tuhaf şey!

Kafiye
Mantığı,
O mantık!
Hediye
Sandığı,
Bu sandık!
O mantık ,
Bu sandık-
Ta sandık,
Ve yandık.
Ne yandık!

Hendese,
Kümese
Tıkılmak.
Hadise ,
Kırkayak,
Adese,
Oyuncak.
Vesvese,
Gök bayrak.
Ölümse,
Gel dese;
Tak, tak, tak!
Mu-hak-kak!

Sorular
Sordular,
Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Sanatsız
Papağan,
Neden çok;
Ve atsız
Kahraman,
Niçin yok?

Çok ve yok,
Yok ve çok,
Aç ve tok,
Tok ve aç;
Tut ve kaç!
Saklambaç.
Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Niçin`i,
Boğarken
Piçini,
Yatakta
Bastılar,
Şafakta
Astılar.

Ve derken:
Nasıl yok,
Niçin var?

Bir varmış,
Bir yokmuş.
Kararmış
Ve kokmuş
Dünyamız.
Rüyamız kapkara.
Manzara:
Gebeler
Döşeksiz.
Ebeler
İsteksiz.
Kubbeler
Desteksiz.
Habbeler
Süreksiz.
Türbeler
Meleksiz.
Tövbeler
Gerçeksiz.
Cübbeler
Yüreksiz.
Cezbeler
Şimşeksiz.
İzbeler
Emeksiz.
Hağbeler
Ekmeksiz.

Kafiye,
Hikâye!
Dâvâ tek:
Ölmemek!
Peygamber!
Ne haber?
Bir batan
Var : Vatan !
Kandil loş,
Ocak boş:
Ve dağ dağ
Elveda !

Gitme kal!
Nefes al !
Emir tez,
Bekletmez !
Ve o nur
Bulunur !
İşte iz !
Geliniz !
Toprak post,
Allah dost ....

Necip Fazıl Kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:14
YÂR O Kİ...

Falan, dağın ardında;
Seslen, seslen, işitmez
Filân, toprak altında;
Gözyaşları diriltmez

Neye vardın, vardın da?
Ufuk varmakla bitmez.
Bir şey göster kadında,
Tılsımını eskitmez!

Yâr o ki, hep yâdında;
Ekslimez ve eskiltmez.
Murâdı murâdında,
Seni bırakıp gitmez.

LeyL
01.10.2009, 16:15
BEN

Ben, kimsesiz seyyahı, meçhûller caddesinin;
Ben, yankısından kaçan çocuk kendi sesinin.

Ben, sırtında taşıyan işlenmedik günahı;
Allahın körebesi, cinlerin padişahı.

Ben, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanların;
Ben, tükenmez ormanı, ısınmaz külhanların.

Ben, kutup yelkenlisi, buz tutmuş kayalarda;
Öksüzün altın bahtı, yıldızdan mahyalarda.

Ben, başı ağır gelmiş, boşlukta düşen fikir;
Benliğin dolabında, kör ve çilekeş beygir.

Ben, Allah diyenlerin boyunlarında vebâl;
Ben, bugünküne mazi, yarınkine istikbâl.

Ben, ben, ben; haritada deniz görmüş, boğulmuş;
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş.

Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum;
Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi, uçurum...


(1939)

LeyL
01.10.2009, 16:15
AYRILIK VAKTİ

Akşamı getiren sesleri dinle
Dinle de gönlümü alıver gitsin
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin

Güneşle köye in, beni bırak da
Küçüle, küçüle kaybol ırakta
Şu yolu dönerken arkana bak da
Köşede bir lahza kalıver gitsin

Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin

NECİP FAZIL KISAKÜREK

LeyL
01.10.2009, 16:15
Veda
Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Yürü, gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!

Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgara salıver gitsin!
(1923)

LeyL
01.10.2009, 16:16
Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin!
Erken gel, beni evde bulamayabilirsin!

1975

LeyL
01.10.2009, 16:16
GEÇİLMEZ

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.

Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez.

Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!


(1983)

LeyL
01.10.2009, 16:17
Herkese ve Bana Göre Ben


* Yardakçıya göre ben:

_ Vatansız, soysuz, inkılap düşmanı!

* Su katılmamış (veled-i zina) ya göre ben:

_ Bir mum söndü aleminde meydana gelmiş piç!

* Dinsize göre ben:

_ Softa, yobaz, kara mürteci, örümcek kafalı!

* Züppeye göre ben:

_ Garabet ve orjinalite olsun diye sofuluk taslayan bir snop!

* Meyhane ruhiyatçısına göre ben:

_ Namaz kılmaz, oruç tutmaz, rakı içer, kumar oynar, kadın düşkünü; bizzat yapamadıklarının münekkidi bir samimiyetsiz!

* Babıali esnafına göre ben:

_ Kaskatı gurur heykeli! Majüskülle yazılacak bir BEN!...

* Dönmeye göre ben:

_ Hayatı rezaletlerle doluyken hak suretinde görünüp saf ve cahil dindarları istismara kalkan bir tüccar!

* Muhalefet murabahacısına göre ben:

_ Her tenkit ve tecavüzün üstündeki muazzam hedeflere saldıran ve herşeyden evvel muhalefeti gücendiren mel'un!

* Akıllılık iddia etmeyenlere göre ben:

_Tek kelimesi anlaşılmayan abuk subukcu!

* Akıllılık iddia edenlere göre ben:

_ Deli!

* Selamet derkenarestçilere göre ben:

_ Daima fincancı katırlarını ürküten patavatsız!

* Komüniste göre ben:

_ Kara kaplı kitabın, cesur, atılgan, sistemli, samimi, fakat kafası testereyle kesilecek 1 numaralı propagandacısı!

* Türkçüye göre ben:

_ Irkçılığa düşman, geri ümmetçi!

* Sanat için sanatçıya göre ben:

_ Ruhundaki büyük şairi ve sanatkarı öldürmüş bir müntehir!

* Ve bazı müminlere göre ben:

_ Hakkında herşey söylenen, kavliyle fiilinin birbirini tutup tutmadığı şüpheli garip bir adam!

Ve nihayet bana göre ben:

_ Tek müdafaa kelimesi olmayan ve şahsına her nekadar süfliyet çamuru atılıyorsa hepsini gayesinin ulviyetinden bilen, buna rağmen gerçekten süfli şahsiyle bukadar şerefe layık olmayan basit ve alelade adamcağız!

LeyL
01.10.2009, 16:17
ÖRÜMCEK AĞI

Duvara bir titiz örümcek gibi
İnce dertlerimle işledim bu ağ
Ruhum gün doğunca sönecek gibi
Şimdiden ediyor hayata veda.

Kalbim fırlıyor her nefesimde
Kulağım ruhumun kanat sesinde
Eserim duvarın bir köşesinde
Çıkamaz göğsümden başka bir seda..


örümcekten ders ;

Bir örümcek ağı gördüm.Neyle neyin arasında, bilseniz ?.
Bağırsakları çürümüş bir asma saatin aptal aptal sarkan rakkasıyle,altndaki masada,güya şaha kalkmış,tozlu bir geyik heykelinin boynuzları arasında ....

Ve ürpererek düşündüm :

Hayat her safhada ve tek nokta etrafında ebedi bir hareket...
Tek nokta etrafında... İlahi hakikat merkezi,bu nokta... Her şey ama her şey,maddi ve manevi her şey,bu nokta etrafında ezeli memuriyetinin devamlı cümbüşünü yaşamakta...

Her şey dönüyor.

Dönmek ,yani gidip gelmek...

Gökler gidip gelir,yıldızlar gidip gelir,dünya gidip gelir,dünya yüzünde her şey gidip gelir,vücudumuzda kanımız ve zerrelerimiz gidip gelirken nisbi tezahur çerçevelerinde hareketsizlik ifade eden her manzaraya,Allah ,ne müthiş bir tenkitci musallat etmiş... Örümcek ! ...

Harekete yataklık eden zamanın esrar dolu ahengini saymaya memur bir alet : Rakkas.... Tek an içine teksif edilmek istenmiş bir çeviklik timsali , geyik heykeli... İkisi arasında örümcek tarafından,bu ne ince,bu ne harikulade iş ve işcilik ! Bir iş ve işcilik ki ,herhangi bir faaliyet ve memuriyetten düşmenin ayıbını ,misilsiz bir kesafet uslubuyla vecizelendiriyor..

Allah'ın bir örümceğe biçtiği zafiye payını ve titizliğini gör ve düşün !!
Bakalım, vazifelerin,fayda ve titizlikte en üstünü olarak Hakkı görmiyenleri,yine Hakkın ilmine havale etmekten başka çare bulabilecek misin ?..

Harekete geç ve sahte cümbüşler yerine gerçek faaliyetin yolunu bul ! Yoksa,aleme yeni bir nizam bulmak için toplanıp da '' Hakk-ı huzur'' almaktan başka bir şey düşünmeyen hayali meclis üyelerinin,vicdanlarıyla dilleri arasına çekilmiş örümcek ağları altında sayıklamadan öteye geçmez hallerine dönersin !!

Bugün ben,örümcek ağını ,bütün saatlerin rakkaslarıyla,o saatlerin asılı olduğu iş sahalarındaki maddi ve manevi çarklar arasında görüyorum...

Yine örümcek :

Neredeki ,kımıldanış,yürüyüş,davranış ve atılış yoktur;nerede ki ,gevşeyiş ,pinekleyiş,tutuluş ve mihlanış vardır, orada örümcek hazır...

Fatih sultan mehmed , yenilerin yenisi ve hareketlilerin hareketlisi bir dava heykeli tavriyle,durmuş,pörsümüş,çürüm üş ve kokmuş Bizans'ın kapısında ,baş teşrifatcı olarak örümceği gördü..

Mırıldandığı şiirden son mısra :
Kayser'in sarayında örümcek perdedar olmuş...

Yıkılan kaç medeniyet şekli tanıyorsunuz,kalplerin içindeki saat rakkasıyle,adalelerin altındaki geyik heykelinin boynuzları arasında örümceğe yol verdikleri için o hale geldiklerine inaninız !

Okyanusların bile dalgaları bir kaç saat donup kalsa,su yüzünü örümcek ağı kaplar.. Akmayan suyun kokması başka ne manaya gelir ?

Mutlaka hamle ve hareket !....

Aşk ve iman olmayan yerde hamle ve hareket olur mu ?

Ateşi gül bahçesine çeviren ayak,denizi iki saf asker gibi açan Asa ,ölüyü dirilten nefes ve Kamer'i ikiye bölen Parmak; ve bunların ucundaki hamle ve hareket şimşekleri...

Artık Nemrut,istediği kadar okdanlığına sarılsın ,Firavun sakalını yolsun, Kayser harmanisine sarılsın ve iran şahı kavuğuna yapışsın.... Onlar,ondaklık,sakal,harmani ve kavuk değil ,birer örümcek yuvasıdır..

Peygamberler peygamberinin sığındığı mağaraya perde çeken örümcek , en büyük aksiyonu peçelemeye memurdu ; şimdi de aksiyon sanılan entipüften davranışları ifşa etmekle mükellef....

Tarihin yapraklarını bir taraftan şimşekler,bir taraftan örümcekler çeviriyor..

Bizdeyse, zaman ile mekan arasını örümcek ağına dokutanlar,zamanı mezarda kokutanlar ve mekanı pazarda okutanlar ,iman ve hamle ruhuna '' örümcek kafalı '' derler........

LeyL
01.10.2009, 16:17
nedir zaman nedir
bir su mu bir kuş mu
nedir zaman nedir
iniş mi yokuş mu

bir sese benziyor
arkanız hep zifir
bir sese benziyor
önünüz tüm kabir

belkide bir hırsız
izi,lekesi war
belkide bir hırsız
o yok gölgesi war

annesi azabın
sonsuzluk şarkısı
annesi azabın
cinnetin tıpkısı

içimde bir nokta
dönüyor alewe
içimde bir nokta
beynimde bir güwe

akrep we yelkowan
warlığın nabzında
akrep we yelkowan
yokluğun ağzında

zamanın çarklar
sizi yürütüyor
zamanın çarkları
beni öğütüyor

zaman her yerde we
herşeyin içinde
zaman her yerde we
acemde we çinde

kime kaçsam ondan
ha yakın, ha ırak
kime kaçsam ondan
ya sema, ya toprak...

necip fazıl kısakürek

LeyL
01.10.2009, 16:17
İŞİM ACELE
Gökte zamansıslık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyjen kara tahdada,
İnsan yine çare arar acele!

Gençlik...Gelip geçti...Bir günlük süstü;
Nefsim doyamamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın,emek yüz üstü;
Toplayın eşyamı,işim acele!

LeyL
01.10.2009, 16:18
Yattığım Kaya

Bu akşam o kadar durgun ki sular
Gömül benim gibi kedere diyor.
İçimde maziden kalma duygular
Ağla geri gelmez günlere diyor.

Ey gönül, gidenden ümidini kes!
Kaçan bir hayale benziyor herkes,
Sanki kulağıma gaipten bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor.

Enginden engine koşarken rüzgâr,
Bende bir yolculuk heyecanı var...
Yattığım kayaya çarpan dalgalar
Çıkıver bir sonsuz sefere diyor.

LeyL
01.10.2009, 16:18
Geçti, Geçti

Geçti, geçti mevsimler...
Süpürüldü takvimler.
Gidenlerden kalan şey;
Duvarlarda resimler,
Mezarlarda isimler...
Geçti, geçti mevsimler...

Hani eski iklimler?
Has ekmekten dilimler.
Hey gidi zamane hey!
Tesellisiz ilimler,
Adaletsiz taksimler...
Hani eski iklimler?
(1983)NECİP FAZIL KISAKÜREK

LeyL
01.10.2009, 16:18
Bacalar

Görürüm, çıkmışlar kararmışlar çatılardan,
Kemik bir kol nasıl fırlarsa mezardan.
Her ân, bir haberi kollar gibi yukardan,
Dipsiz maviliğin esrarını kurcalar,
Bacalar...

Kimi ince, kimi uzun, kimi de kısa;
Dalmışlar başbaşa afyon çekerek yasa.
Onlar, insanların gözünde bir kartalsa,
İnsanlar, onların gözünde karıncalar,
Bacalar...

Kimbilir, belki de evlerin cinleridir;
Kolları bir dâvet gibi göğe yükselir,
Ölüler, ölüler, arka arkaya gelir,
Ruhların mehtaba daldığı taraçalar,
Bacalar...

Azap kuleleri, cüceleşmiş devlerin;
Kör mazgallarında raksı var alevlerin.
Öyle evciller ki, tepesinde evlerin,
Kopuyor içinde görünmez facialar,
Bacalar...

LeyL
01.10.2009, 16:19
Kadından kendisinde olmayanı isteriz.
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz ...

LeyL
01.10.2009, 16:19
Zindandan Mehmede Mektup


Zindanda iki hece.Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!

Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.

Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı

Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükumet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?

Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçe m...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!

Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.

Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat

Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan

Karıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!

Peykeler,duvara mihli peykeler
Duvarda,başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara,baş baş gölgeler...

Duvar,katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

Sukut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz?

Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...

Garip pencerecik,küçük daracık;
Dünyaya kapalı,Allah'a açık

Dua,dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış

Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu

Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş
Karanlığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!

Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir

NECİP FAZIL KISAKÜREK

LeyL
01.10.2009, 16:20
Sükût... Sükût... Sükût içinde sükût ve göklerden gelen senfoniyi dinler gibi bir ruh hâleti... Bu senfoni geliyor... Ruhlarımız duysun... Ve şöyle söylüyor; yaşanmaya değer hayat ve onun hesabı... Şimdi bir toplam noktasına geldim. O rejim ki, insana fert olarak mezarından ötesinin hesabını vermez ve o rejim ki, cemiyet olarak bu büyük gidişin kemal manzumesini her sahada temsil etmez, ne o rejimdir, ne öbürü bir cemiyettir; hepsi muzahrafattan ibarettir.
Bize sorsunlar; sizde bu hesap var mı? Bizde bu hesap nasıl vardır biliyor musunuz, sorun!.. Senfoni geliyor yukardan, kaldırın kollarınızı ve sorun! Ben niçin yaratıldım?.. Hemen Allah cevap verir size... –Verecek demiyorum, çünkü verdi Kur’an’ında- Allaha ibadet için yaratıldın!.. Sorun, bu ibadetin gayesi nedir? Allaha yakınlaşmak ve onda ebedî huzur ve batmayan güneşi, geçmeyen anı, solmayan rengi bulmak... Bu dünya nedir? O büyük oluşun basamağıdır. Çilesini çekeceğin basamak... Bu oluşa layık olmanın hesabını vereceğin basamak, aldırmayacağın basamak değil... Sorun, nasıl bir cemiyet kurmalıyız? Kur’an ve Hadis cevap versin. Dünyayı ve öteleri asma köprüyle bağlayan ve her iki tarafın hakkını veren üstün cemiyet... Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, hemen ölecekmiş gibi ahiretini düşünen cemiyet...

Netice:

Bütün beşerî sistemler ve ideolocyalar, İslam’ın hamam avlusunda, soyunma taşında buluşup kirlerinden keselenir ve temizlenirse, birbirlerinin aleyhine talip oldukları cenneti hep birden İslam’da bulabilirler.

Bir de İslam’ı bâtıl mezheplere bağlamak isteyenler var. İslam sosyalizmi, filan gibi... Bu cinayetlerin en büyüğü... İslam, arşa giden, istasyonu, terminali arşta olan lokomotiftir. Bütün vagonları arkasına bağlar. Lokomotiftir, vagon olmaz, hiçbir şeyin maiyete girmez, her şeyi maiyetine alır. Bunlar, İslam’ı maiyete vermeyi istiyorlar.
Biz bütün dünyayı ve mustarip insanlığı kurtarıcı tek sistemi astara kaçmış anahtar gibi içimizde kaybettik ve Avrupalının içimizden yetiştirdiği İslam nefreti ajanları yolundan bu hale düştük. Şimdi bu davayı lif lif örgüleştirecek bir nesil dokuma davasındayız. Lif örgülerinin düğümleri tutmuştur. Öyle bir düğüm ki, işte görün, bakın, bütün Anadolu kıvılcım kıvılcım yanıyor. Her kıvılcım, kaza merkezi, vilayet merkezi, havzasiyle, kendi içinde ve fert halinde yanıyor. Bu kıvılcımların bir arada toplamının ifade ettiği projektöre doğru gitmekte hüner. Bir projektör ki, hem mümini aydınlatsın, hem münkire ölüm ışınları gibi dönsün ve onu yaksın. Bu projektörü yakma davasındayız. Her birinizin gözünde, bu projektörün ışığından, bir iplik, bir pırıltı görüyorum... Ötelerden gelen senfoni... Yaşanmaya değer hayatı bulunuz ve ölümsüzlüğe geçiniz...

Bu sese verilecek tek bir cevap var, bütün davamızın hülasası:
“Ne mutlu Müslümanım diyen!..”

Necip Fazıl kIAKUREK

LeyL
01.10.2009, 16:20
O VAR!..

Her defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki, dost tomarından?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilâhî sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;


O var!
1982

LeyL
01.10.2009, 16:20
GEÇEN DAKİKALARIM

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım?
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların, korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam,
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi, saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!

(1930)

LeyL
01.10.2009, 16:21
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

LeyL
01.10.2009, 16:21
ANNEME

Anne girdin düşüme.
Yorganın olsun duam;
Mezarında üşüme.

Anlamam, anlatamam.
Düşen düştü peşime,
Artık vadeler tamam...

LeyL
01.10.2009, 16:22
Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar
Kum dolu gözlerle süzüyor insanları
Süzüyor sahi diye toprağa basanları



Ölüm dedikleri ölünceye dek
Dünya, balı zehir yalancı petek
Orada bulursun biraz bekle tek
Burada yaşamak sandığın düşü



Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda



Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var



Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?



Ölecegiz müjdeler olsun, müjdeler olsun
Ölümüde öldüren rabbe secdeler olsun.



Büyük randevu bilsem nerede ve saat kacta
Tabutumun tahtasi bilsem hangi agacta.


NECiP FAZIL KISAKÜREK

LeyL
01.10.2009, 16:22
"Muhal farz... Dünyada mevcut ne kadar insan varsa inkâra sapsa... Hayvanlar, nebatlar, cematlar da dile gelse ve bunlar da aynı inkâr sesini bestelese... Fezanın dibi ölçülse ve dibinin dibindeki dipten ilerisinin de tasavvuru kabil olmayan hesabı verilse... Her madde ve her hâdise, vücut hikmetini, “niçin”ini, “nasıl”ını ve “neden”ini mutlak bir anlatışla anlatsa ve bütün bunlar inkârı gerçekleştirmek için olsa... Muhal farz dedim ya; aslında onun emriyle var olan yokluk, var olan varlık gibi dile ve harekete gelse de kendisiyle beraber varlık adına tek şey, tek ümit, tek vücud bırakmasa... Ölüme çare bulsalar, yıldızları bozuk para diye harcasalar, güneşi idare lâmbası gibi kullansalar, mesafeleri dondurup yekpâre bir elmas halinde hâkimiyet tacına oturtsalar ve bu tacı benim başıma geçirseler... Dilim, hafızam, akrabam, vatanım, hatıram, hiçbir şeyim kalmasa... Benim, evet bizzat benim ayaklarımdan saçlarıma kadar her zerrem kendi aleyhime dönse ve beni yalanlasa...

Ben bende kalacak olan tek ve son bir nokta halinde, sana Allahın ve senin Sevgiline iman eden ve O’nun senden getirdiği her ölçüyü hak bilen biricik insan, vücut, kısım, parça, nokta, zerre olur ve böylece kalırım.

Dedim ya, muhal farz, yokluğu bulup da söyletseler ve ona “benden başkası yok!” dedirtseler ben yine O’nun bildirdiği “var” dan ve O’ndan yana kalırım."



Gerçekten müthiş, gerçekten tüyleri diken diken edici ifadeler. Allah bu satırların yazarından razı olsun ve bize satırlar arasında tarif edilen bu imanı nasip eylesin.

Kıyamete kadar gelecek mukaddesatçı Türk gençliğine ithaf edelen bu esere yazılan Takdim yazısının devamı şu şekilde geliyor:

"O’nu böylece anlattıktan sonra ilk mesele: Bu eser bir «Mevlid» mi?... Hayır! Sadece O’na olan eritici aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı... Vecd, imanın iç şarttı...

Mevlid resmî ibadet şekilleri arasına sokuşturulması bakımından bir «bid’at»tir ve bu yüzden, korkulu bir iş... Hattâ Süleyman Çelebi’nin Müslüman-Türk ruhuna derinden derine sinmiş meşhur «Mevlid»i için, Molla Fenârî Hazretlerinden menfî bir hüküm çıktığı rivayeti vardır.

Menfî hüküm, ancak «Mevlid»in resmî ibadet çerçevesi içinde yer almaya doğru gitmesiyle düşünülebilir ve o mutlak ve mukaddes çerçeve dışında tefekkürî ve tahassüsî ibadete bağlı kaldıkça ve hududunu gözettikçe makbulün makbulü olur.

Benim yapmak istediğim de bu..

Sevgilinin, sevgiliden alıp getirdiği ve her halis sevgi sahibince canını fedaya kadar baş eğilmesi şart, ulvî aşk disiplini şeriatten başka, benim bağlı olabileceğim hiçbir ölçü hayal edilemez. Bu eserin de hem muhteva ve hem tatbikatında aynı ölçüyle ele ve nazara alınması gerekir.

Bu manzumelerden herhangi birini, resmî ibadet şekillerini örselercesine kullanmaya kalkışacak, dinî vecd simsarı «Mevlid» hânendelerinin zift kuyusu dillerine düşürecek teşebbüs sahiplerini şimdiden Allaha havale ederim. Bugün ve yarın, ben sağken veya öldükten sonra böyle bir kapı açmak isteyeceklere «Allahın lâneti üzerilerine olsun!» derim. Yarın, toprak altında, dış dünya dediğimiz kabuk üstü savunmaktan âciz sanılacağım zaman da, bu tenbihimin şiddet ve asabiyetle korumasını, yetiştirilmesinde pay sahibi olduğum, derin ve gerçek mümin, mukaddesatçı yeni Türk gençliğinden beklerim.

Evlerde, meydanlarda, toplantı yerlerinde, sırf dinî tefekkür, tahassüs ve heyecan gayesiyle okunmasına, kalabalıkları sürüklemesine ve ruhları fıkırdatmasına, evet!...

Câmilerde ve ibadet şekilleri arasında yer almasına katiyetle hayır!

Levhaların 63 parça oluşu, mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamla... Bu 63 parça içinde (kronolojik-zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vakaları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç mânalara sokulma hedef ve gayreti...

Bu eser, hararet derecesini termometrelere ifade ettirmekten âciz olduğum bir ruh çilesi içinde 1960-1961 hapsimde yazılmaya başlandı; ve ondan sonra, haşîn hayatın zalim çarkları arasında tekrar gaflet tüneline giren ruhumun kasvet ikliminde 11 yıl uyuyup 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlandı.

Umulur ki; bir gün Türk edebiyatı, bu eseri, yeni zamanların islâmî tahassüste ilk temel kitabı saysın... Ve destanlık çapta cehd sarfetmenin ne demek olduğu bu vesileyle görülsün...

Binyediyüz küsur mısralık, kemmiyette küçük bir destan... Fakat keyfiyette, her kelimesi bir beyin törpülemesine mal olduğuna göre bilmem ne?...

Dâva o Nura yaklaşmak... O Nur ise insanı ve idraki bir ân içinde yakıp kül edici kuvvette...

O halde eser hakkında verilecek hüküm, bu yanış ve kavruluş borcunda hangi derecenin tutulabilip tutulamadığında... Keyfiyet hükmü, ancak böyle bir ölçüyle verilebilir.

Allah’ın «teslim olunuz!» emrini verdiği Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın!...

Tek başına «doğru» diye bir şey yok; O’nun getirdiği «doğru» diye bir şey var... Bu eser, o gayenin vecd pırıltılarından bir çakıntı ve aşk haykırışlarından bir ses... O kadar...

Ben «hakikat»ten O’na giden değil, O’nu topyekûn kabullendikten sonra O’ndan hakikate gelen müminim.

Hakikat mi? Hakikat sadece Allah’ın dilediği ve O’na bildirdiğidir. Ötesi, yine Allah’ın yaratığı olarak ve müstakil vücudu olmayarak yokluk... Var olmaya bakalım!... O ki, varlık o yüzden...


ESSELÂM

Göklerden son ilâm: Allah bir, bir İslâm.
Şekiller, elif lâm; Ne bir harf, ne kelâm ;
Esselâm, esselâm…

Yer çökük, gök soluk; Diz bükük, saç yoluk.
Ne varsa korkuluk. Ne bir harf, ne kelâm;
Esselâm, esselâm…

Bu hayat bir ezber; Hayattan ne haber,
O’nunla beraber? Ne bir harf ne kelâm;
Esselâm, esselâm…

Ön ve ard, ve sol, Bin yolda yol boyu bu yol.
Emir: Öl, yahut ol! Ne bir harf, ne kelâm;
Esselâm, esselâm...

Elinde alamet izinde selâmet,
Tek isim …Muhammed…
Ne bir harf, ne kelâm;
Esselâm, esselâm

LeyL
01.10.2009, 16:23
SEN, FİKİR KADAR GÜZEL;
VE TEK,BİRDEN DAHA TEK!
ITRINI SÜZMÜŞ EZEL;
BEL SENSİN, VARLIK PETEK...


SENSİN ÖLÜME HISAR;
BAKİSİ HEP İNKİSAR...
SAR BİZİ ÇEPÇEVRE SAR,
RAHMET RÜZGARİ ETEK!...

LeyL
01.10.2009, 16:23
Eli inmeli, dili düğümlü, kalbi buruk, edası pısırık, sermayesi korkak, işi ürkek, ahlâkı katlanmak, ibadeti saklanmak... Bu mu Müslüman?

LeyL
01.10.2009, 16:24
Üsküdar Selimiye Camii imam hatibi Fahri Duran anlatıyor:
Bir gün Ahmet Mekki Efendi’nin oğlu, Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık geldi, beni arabasıyla vakıf Guraba Hastanesine götürdü:
”üstad vefat etti, cenazesini sen yıkayacaksın! “dedi, gittik.
Prof. Dr. Süleyman Yalçın, Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık ‘la bir kişi daha vardı, şimdi onun adını hatırlayamıyorum.
Cenazeyi yıkadık, havluyla kuruladık, kefene sararken yüzüne şöyle bir baktım… Yanaklarından aşağı gözlerinden, diri insan nasıl ağlıyorsa, aynen öyle yaş aktığını gördüm!...
Kırk yıllık imamım ben! Yüzlerce cenaze yıkadım ben ama bir ölünün gözünden yaş geldiğine ne daha önce ne daha sonra hiç rast gelmedim. Hatırlamıyorum.
İşte o zaman –zaten duyguluydum ama tekrar- öyle duygulandım ki şöyle seslendim:
—Üstadım, ahirete giderken bile bu milletin hali pür melâline ağlayarak gidiyorsun.
Sonraaaa .. Bu durum çok dikkatimi çekti benim. Üstadı yerine tevdi ettikten ne kadar sonraydı bilmem.”Hadis-i Erbain”’de rastladığım bir hadiste, Efendimiz Aleyhisselam: Gaslinden sonra gözlerinden yaş gelen kişiyi kutlayın. Çünkü o cennetliktir.” Buyuruyordu.

LeyL
01.10.2009, 16:24
Allah'ın Bildiğini Kuldan Saklamamak!

Kayseri'deydik, Büyük Doğu teşkilatında...
Bir adam getirdiler, "şununla iki kelime konuş!" dediler bana...
Adam geldi. Elinde sigara, Ramazan günü...
Anladım ne tip olduğunu...
Hitap ettim:
"- Sigaranı at da öyle gel karşıma!"
Gayet ucuz bir formülü vardır bu işin... Günün hemen bütün formülleri gibi...
O da aynı şekilde cevap verdi:
"- Allah'ın bildiğini kuldan niye saklıyayım?"
Bu umumî formül...
Devam ettim:
"- Allah senin tenasül aletin olduğunu da biliyor. Niye saklıyorsun?"
Bozuldu, kala kaldı, hiçbir şeye aklı eremedi. "
- Senin bu susman mağlûp olman değildir. Şimdi seni mağlûp edeyim dedim; Allah'ın bilmediği bir şey olabilir mi?..
O her şeyi biliyor. Yalnız senin, Allah'ın bildiğini, yalnız ondan af dileyerek ona tahsis etmen ve onun bildiği şeyi ortaya açıkça, hayâsızca dökmemeni gerektiren bir fakülteye malik olman lâzım...
Sen bundan da mahrum bir bedbahtsın!.."

(Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu isimli konferansından iktibastır...)

LeyL
01.10.2009, 16:25
İftar Topu

İtalyanlara dair bana, çizgisi çizgisine gerçek bir vaka anlattılar, bayıldım. Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra mutlak ve şifasız bir tereddiye uğrıyan bu milletin, cesaret mevzuunda ne olduğunu anlamak için bu vakayı dinlemeli...
Vaka İtalyanlara mutabık olduğu kadar, Arşimed kanunu suya mutabık değildir.
Daima imanı emrindeki cesareti uğrunda paramparça ettiği gibi yine o uğurda bir aralık paramparça olmak tehlikesini yaşıyan Türkiye, 1919 da her bucağından ısırılırken, İtalyan tahtakurularına da Muğla ve civarını rahatsız etmek vazifesi düşmüş ve Muğlada bir İtalyan bölüğü karargah kurmuş. Sağı solu, önü arkası kendi kıtaları tarafından emniyet altında bulunan bu bölük Muğlada boy göstere dursun, Ramazan ayı gelmiş.
Akşam üzeri, mahzun yürekli müslümanlar orucunu bozsun diye hükümet konağının arkasındaki ihtiyar topu öksürtüvermişler.
Bir anda, ama saniyenin onda biri kadar kısa bir anda İtalyan bölüğü, Türkler hücuma geçti vehmile, yatakhanelerine koşmuş, kasetlerini, torbalarını, gitarlarını, kasaturalarını kuşanmış ve çil yavrusu gibi denize doğru koşmuş; 50 kilometreden fazla bir mesafeyi arkasına bile bakmadan aşarak kumsala can atmış.
İftar topunun öksürüğünü duymamış olan ve bölüklerini arayan öbür italyan birlikleri, uzun bir araştırmadan sonra kan kardeşlerini Efes kıyılarında bulmuşlar.
Geçmiş harplerin İtalyanı bu, geçen harplerin İtalyanı bu, geçecek harplerin İtalyanı budur.

10 Temmuz 1939

LeyL
01.10.2009, 16:26
Seni bir kazığa oturtsam...
Kazığın sivri ucu, kan boşanan ağzından çıksa...
Gözlerini kızgın demirlerle söndürsem...
Tırnaklarını yavaş yavaş, her saat başı kıl kadar çeke çeke söksem...
Derini ceviz içini açar gibi yüzsem ve kan oturmuş cildine tuz bassam...
Bir serçe aksırınca katıla katıla ağlayacak kadar merhamet hastası ben... Bütün bunları yapsam...
Yine senden hıncımı alamam... Ey nefs!..

LeyL
01.10.2009, 16:26
Kapıları yıkarcasına tekmeleyeceğim,
limandaki bütün vapurların ve şehirdeki bütün fabrika bacalarının canavar düdüklerini öttüreceğim,
trafiği durduracağım,
insanları oldukları yerde mıhlayacağım ve gök tavanını yıkan bir sesle haykıracağım geli...yor:

- İnsanlar! Allah var! O'nu düşünmekten başka her işe paydos!...

Bana "deli" mi diyecekler?

Canım kurban, aklın son durağı olan böyle deliliğe!..

nfk

LeyL
01.10.2009, 16:27
Fethimizin, dünya görüşümüzün ve zıt medeniyet âlemine karşı taarruz kudretimizin sembolü olan Ayasofya camii bugün müzedir.
Zıt dünyanın bütün orduları, donanmaları, servetleriyle ve her şeyleriyle asırlardan beri yapmak isteyip de beceremediğini,
biz kendi elimizle yapar ve sonra hicap duymadan fethin yıldönümlerine hazırlanırsak, bu halimizi ifadeye MANEVİ İFLAS tabiri yetmez!

-Fetihten şu kadar yıl sonra Bizansdan aşağıya düşürdüğümüz ruh merkezini kurtarmak için 2. bir Fatih'e muhtacız!!!


nfk

LeyL
01.10.2009, 16:28
Yalancı şahidin, tesir altında hakimin, kopyacı talebenin, rüşvet kumbarası memurun, cinnete hakikat mührünü basan alimin, manzum nefsaniyet pasaportları deren dalkavuk şairin yüreğine indirecek heyecan ve cezbe kaynağı sadece İSLAMİYETTİR !!!

O Türkiye ki, herkes orada bir kurtarıcı bekler, fakat kendi rey ve teşebbüsüyle beklemez; herkes bu işlerin düzelmesini ister, fakat bu hususta kendisini vazifeli görmez; herkes rezalet ve habasete düşmandır, fakat kimse gaye uğrunda seferberlik zahmetine katlanmaz! Bu ne iştir?!

O Türkiye ki, münevverleri, kendi öz tarihine, mukaddesatına, annesine, kızkardeşine, ırzına ve nihayet Allahına, Peygamberine ve Kuran'ına musallat bir dönmeler grubunun, (Babıali) veya Ankara caddesinde hak ve hakikat adına ne şenaatler ve faz...ahatler tertiplediğini bilir, fakat ses çıkaramaz ve bir lağım faresi gibi vik vik eden bu sesi takunya altında solucan gibi ezemez!..
Bu ne iştir?!

N.F.KISAKÜREK

LaEdri
01.10.2009, 20:56
BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti, istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?..

Pek çok insan bu güzelim dizeleri Facebook ya da Live'de ileti olarak paylaşsa da ,bu pekçok kişinin pek çoğu bu şiirin Necip Fazıl'a ait olduğunu bilmez..:confused:

LeyL
01.10.2009, 20:58
Maalesef bilmiyorlar..

suzii
01.10.2009, 21:37
Pek çok insan bu güzelim dizeleri Facebook ya da Live'de ileti olarak paylaşsa da ,bu pekçok kişinin pek çoğu bu şiirin Necip Fazıl'a ait olduğunu bilmez..:confused:


çok şükür biliyorum.Malesef gençlik her konuda olduğu gibi edebiyat konusunda da eksik

Siyahnur
17.10.2009, 20:21
"Allah dostu odur ki nefsine pay bicmez,
Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez."


Of,:rolleyes:

Cley
17.10.2009, 20:29
AZİZ EŞYA
Sırma renginde pislik, dünyanın süsü püsü.
Bende tek aziz eşya annemin baş örtüsü...

SAHTE KAHRAMAN
Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan!!...

ZARF
Şafakta, namaz vakti bana uzatılan zarf;
Kelime bu zarftadır, gerisi sadece harf...


KALMADI
Bu kasvet dünyasında kalmadı özlediğim,
Namaz vaktinden başka , ânını gözlediğim...


GÜNAH
Sanırım , insanların her suçunda ben varım;
Günah uzun bir kervan , tâ ucunda ben varım!


HÂL
Pencereme vurmayın, ödüm patlayabilir;
Dokunmayın, vücudum boşluğa kayabilir...


YİNE HÂL
Kazanda su kaynasa sanki ben pişiyorum;
Bir kuş bir kuş öldürse ben can çekişiyorum..


NEFS MUHASEBESİ
Bıçaklarım su oldu , boyuna bilenmekten;
Bitti benlik madenim her ân törpülenmekten.


DELİ
Mayın tarlasına düşmüş bir deliyim , hudutta;
Gözüm, sekizinci renk ve dördüncü bulutta....


BAŞIM
Zonklayan başım benim, an pıhtısı , cerahat;
Ona yastıkla değil, secde yerinde rahat...


MESAFE
Bu ne hazin mesafe iki ten arasında;
Bir hali dinleyenle dinleten arsında...


ZITLAR
Zıtlar arası ahenk , af ve günah yarışta;
Bütün zıtlar kavgada bütün zıtlar barışta....


VEHİM
Her şey kesik ve kopuk, zaman tutamaz lehim;
Mazi albümde hayal, istikbal kalbde vehim......


KALMADI
Yıkılan sarayımdan tek bir nakış kalmadı;
Dışa mıhlandı gözler, içe bakış kalmadı.


MUKAYESE
Çıbanımız çok derin, işletemez yakılar;
Nerde bizim şarkımız , nerde öbür şarkılar ?


MEÇHUL
Sordular : Adresi ne ?.. Çeşmeye karşı, dedim;
"Çanakkale içinde aynalı çarşı" dedin.


AKIL
Cüce akıl, bilmece salıncağında çocuk:
"Bir ufacık fıçıcık , içi dolu turşucuk"....


VAR - YOK
"Var"ın altında yokluk, yokun altında varlık;
Başını kaldırda bak , boşşluk bile mezarlık..


İMAN
Yum gözünü, kalbine her ân yokluğunu üfür
"Kendinden geçmek iman, kendinde olmak küfür".


HAKİKAT
Allah ' a hakikatten yola çıkmak, meşakkat ;
Allah ' tan yola çıkıp varılan şey , hakikat....

Siyahnur
25.05.2011, 23:22
Türk Edebiyatı'nın usta kalemlerinden Necip Fazıl Kısakürek, vefatının 28. yılında sevenleri tarafından özlem ve saygıyla anılıyor.

- ''Ne azap ne sitem bu yalnızlıktan/ Kime ne aşılmaz duvar bendedir/ Süslenmiş gemiler geçse açıktan/ Tanırım gittiği diyar bendedir'' dizelerinin sahibi, Türk Edebiyatı'nın usta kalemlerinden Necip Fazıl Kısakürek, vefatının 28. yılında sevenleri tarafından özlem ve saygıyla anılıyor.

Necip Fazıl'ın vefatının 28. yılı dolayısıyla AA muhabirinin sorularını cevaplayan Mehmet Kısakürek, babasının Heybeliada'daki Bahriye Mektebi'ni ve eski ismiyleİstanbulDarülfünunu (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdiğini söyledi.

Kısakürek, babasının Avrupa'ya eğitim için gönderilen ilk Cumhuriyet öğrencileri arasında yer aldığını ve bu kapsamda Paris'e giderek, Sorbon Üniversitesi Felsefe Bölümünde eğitim almaya başladığını kaydetti.

Ancak Kısakürek'in, Sorbon'daki öğrenimini yarıda bırakarak yurda döndüğünü aktaran Mehmet Kısakürek, şunları kaydetti:

''Babam, ilk şiirlerini, 1923'de Yeni Mecmua'da yayınlandı. 1928 yılında, henüz 24 yaşındayken 2. şiir kitabı 'Kaldırımlar'ın yayınlanmasıyla birlikte, birden şöhretin zirvesine çıktı. Çeşitli bankalarda çalıştı ve müfettişliğe kadar yükseldi. 1934'de bir akşam, çalıştığı bankadan evine dönmek için bindiği 'Şirket-i Hayriye' vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan, o güne kadar hiç görmediği, bir daha da görmeyeceği 'Hızır' tavırlı bir adam ona, Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu da alarak Eyüp sırtlarına çıkar. Belki 3, belki 5 saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kalır ve bir daha bırakmamacasına o 'Büyük Zat'ın eteklerine yapışır.

Daha sonraAnkaraÜniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Koleji'nde hocalık yaptı. Fikir sahasına da uzandığı ve kendi deyişiyle 'sosyal mücadele'ye atıldığı 1943'den ölümüne kadar, 'anlaşılmadan benimsenmek' ile 'tanınmadan dışlanmak' arasına sıkışan bir yalnızlık kesitinde yaşarken, her iktidar döneminde suçlandı, sorgulandı, yargılandı, defalarca hapis yattı. 1960 ihtilali öncesinde hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararları toplamı 101 yıla ulaştı.

1936 yılında 'Ağaç' ve 1943-1978 yılları arasında Büyük Doğu dergilerini çıkardı. Bütün şiirlerini topladığı 'Çile' ile 1934'de yaşadığı büyük ruh buhranının sahne eseri ve Türk Tiyatrosu'ndaki ilk büyük dram örneği 'Bir Adam Yaratmak' başta olmak üzere, çok çeşitli türde 100'ün üzerinde eser verdi. 25 Mayıs 1983'de hayata veda ederek, doğduğu gün olan 26 Mayıs Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi.''

-''ZAMANIN, NECİP FAZIL FİKRİYATININ LEHİNE İŞLEDİĞİ KANAATİNDEYİZ''-

Mehmet Kısakürek, Necip Fazıl'ın, Türk fikir ve sanat hayatının en doğurgan kalemlerinden biri olduğunu belirterek, ''İlk kitaplaşmış eseri 'Örümcek Ağı'ndan son eserine kadar topyekun eser sayısı 120'ye yakındır'' dedi.

Kısakürek, babasının, 1974'te, daha önce ''Örümcek Ağı'', ''Kaldırımlar'', ''Ben ve Ötesi'', ''Sonsuzluk Kervanı'', ''Çile'' ve ''Şiirlerim'' başlıklarıyla yayınlanan şiir kitaplarını, yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta, ''Çile''de topladığını belirterek, ''Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatı'na, 'şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu' diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi: 'İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar ve bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir, bana, adıma ve ruhuma mal edilemez!''

Necip Fazıl'ın, 17 sayılık Ağaç dergisi ile 1943-1978 yılları arasında çeşitli tarih periyotları içinde çıkarmış olduğu Büyük Doğu dergisinin, 550 sayılık bir külliyat olarak kütüphane arşivlerinde mevcut olduğunu ifade eden Kısakürek, şöyle devam etti:

''Günlük makale yazdığı gazetelerin arşiv kayıtlarında ise binlerce yazısı mevcuttur. Necip Fazıl'ın eserleri üzerindeki çalışmalar, Büyük Doğu Yayınevi çatısı altında yapılmaktadır. Bizzat Necip Fazıl tarafından 1973 yılında kurulmuş bulunan yayınevi, üstad'ın vefatından sonra, her şeyi yeni baştan ele almayı gerektirici yeni durum içinde tarihi bir vazife üstlenmiş ve ilk yayınladığı 'Hikayelerim' kitabıyla yola çıkmıştır. Büyük Doğu'nun 1983 sonrası yayın faaliyetinin temel amacı, Necip Fazıl'ın vasiyetine bağlı olarak, gerek o tarihe kadar kitaplaştırılmış eserlerini, gerekse başta Büyük Doğu ve Ağaç Dergisi olarak çeşitli dergi ve günlük gazetelerde yayınlanmış bütün yazı ve tefrikalarını ve ayrıca elimizde mevcut eser dosyaları ile konferans kayıtlarını neşretmekten ibarettir. Bu doğrultuda, 1973 öncesi basılan ve birçoğu editör zafiyetleri sebebiyle tamamlanmaktan mahrum olan üstadın kitapları, ciddi bir arşiv taramasına bağlı karşılaştırmalar yapılarak ikmal edilmiş ve orijinallarına uygun şekilde basılmıştır.

Ayrıca babamın bıraktığı dosyalar, yazmış olduğu dergi ve gazetelerdeki eser tefrikaları ve kitaplaşmamış bütün yazıları ve ayrıca konferans kayıtları, ait oldukları konu ve yazım türüne göre tasnif edilerek kitaplaştırılmıştır. Bütün bu çalışmalar neticesinde, üstadın 116 eseri basılmış vaziyettedir ve çalışmalarımız devam etmektedir.''

Büyük Doğu Yayınevi'nin şimdiye kadar yapmış olduğu faaliyetlerin katkısıyla, Necip Fazıl'ın eserlerinin üzerindeki ilmi ve fikri çalışmalarda da dikkate değer bir yoğunluk gözlemlenmekte olduğunu ifade eden Mehmet Kısakürek, ''Gerek dergi özel sayıları ve fikri etütler, gerekse çeşitliüniversiteçatıları altındaki tez çalışmaları kemiyet bakımından artış göstermektedir. Arzumuz, bütün bu çalışmaların zaman içerisinde içerik bakımından daha keyfiyetli olduğunu görmektir. Zamanın, Necip Fazıl fikriyatının lehine işlediği kanaatindeyiz'' diye konuştu.

AA