Ebrulum
09.04.2010, 00:00
Öfke, doğuştan her insanda var olan, tehlikelere karşı o insanı korumak üzere programlanmış bir refleks davranıştır. Bilinenin aksine, öfke, sağlıklı her insanda olmazsa olmaz olan bir duygudur.
Güçlü veya güçsüz fark etmez, öfke anında insan vücudunda salgılanan hormonlar, kendisinden onlarca kere güçlü olan birini yere serebilecek kadar enerji kaynağıdır. İçinde taşıdığı öfke sayesinde insan, kendini sosyal hayat içinde güvende hisseder. Öfke sayesinde insan, onurunu korumaya çalışır. Öfke sayesinde insan, namusuna uzatılan ele karşılık verir...
Ve öfke refleksi kırılmış bir insan, Mesnevi'de örneği verilen, pençesi koparılmış doğan kuşu gibi korkak ve çaresiz olur. Kendisine yönelecek tehlikelere karşı, kanatlarını açamaz. Dişlerini ve yumruklarını sıkamaz. Ses tonunu değiştirip, hasmının üzerine yürüyemez. Böylesine önemli işlevi bulunan öfke, ne yazık ki, çocuk terbiyesi sırasında anne-babalar tarafından, çok defa 'Çocuğum agresif davranıyor.' denilerek sindirilmeye çalışılmaktadır.
ÖFKE, ÇOCUKLARI TACİZDEN KORUYAN BİR SİLAHTIR
Yapılan araştırmalar ve pratik tecrübeler gösteriyor ki, tacize uğrayan çocukların tacizcinin elinden kurtulamamasının en önemli nedenlerinden biri, "çocuğun öfke duygusunu kullanamaması"dır.
Ne yazık ki, anne-babalar, bilerek ya da bilmeyerek, çocuklarını eğitirken, onların doğal koruyucu kalkanı olan "öfke"yi bastırmakta, yok etmekte veya kullanılamaz hale getirmektedirler. Öfkenin faydaları düşünülmeden, sadece zararları göz önünde tutularak uygulanılan terbiye yöntemleri, çocukları kötü niyetli kişilerin tuzaklarına düşmeye fırsat vermektedir.
Çocukların, taciz anında yaşadıkları korku ve endişe ile öfke duygusunu kullanmaları, bağırıp çağırmaları, ortalığı birbirine katmaları gerekirken, ne yazık ki, bu çocukların öfke reflekslerini harekete geçiremedikleri, bir kuş gibi çaresizce tacizcinin elinde kaldıkları gözlemlenmektedir.
Tacize uğrayan çocukların aile yapıları incelendiğinde, bu çocukların aile içinde psikolojik ve duygusal baskı altında tutuldukları dikkat çekmektedir. Bu tür çocukların ailelerinin, çocuklarının aile içinde öfke refleksinin kullanılmasına müsaade etmedikleri görülmektedir. Halbuki, aile ortamı bir jimnastik salonudur. Çocuk orada kendini geliştirecek, kendini o ortamda hayata hazırlayacaktır.
ÖFKENİN ÖNÜNE GEÇİLMEZ İSE ZARARLI OLMAZ MI?
Çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne-babanın aklına bu yazıyı okuduktan sonra, "Çocukların öfkesinin önüne geçmez isek, bu öfke yarın hem çocuğun kendisine hem de çevresine zarar vermez mi?" sorusu takılabilir. Hemen cevap vermek gerekirse "Evet verir" diyebiliriz.
Eğer çocuk terbiyesinde, çocuğun öfkesini nasıl kullanacağı yönünde bir metodoloji izlenmez ise, o takdirde, öfke, hem çocuğun kendisine hem de çevresine ciddi zararlar verebilir. Akıl, öfkeyi önlese bile, öfke, aklı bastırabilecek kadar güçlüdür. Bu nedenle, öfkeli bir insana sadece "aklını kullan", "sakin ol" demek bazen bir anlam ifade etmeyebilir.
ÖFKE ZEHİR, VİCDAN PANZEHİR
Öfke terbiyesinde "vicdan" duygusunun kullanılması hayati önem taşımaktadır. Anne-babalar, çocukları 4 yaşına girdiğinden itibaren, çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidirler. Anne-babalar, sadece vicdana yönelik terbiye yöntemlerini hayata geçirmekle kalmamalı, zaman zaman çocuklarını vicdan testine sokup, vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidir.
*PEDAGOG
Merhamet, cesur doğanı, korkak bir kargaya çevirdi
Bir doğan vardı. Kuş, bir yaşlı kadının bahçesine geldi. Yaşlı kadın doğan kuşunun aç ve bakımsız olduğunu gördü ve acıyıp onu yanına aldı. Yaşlı kadın, doğan kuşunun önüne bir hamur yemeği koydu. Et yiyerek beslenen doğan, önüne konulan hamur yemeğini yiyemedi.
Yaşlı kadın, "Seni önceki sahibin, bakımsız bırakmış, güzelim gagan uzamış kıvrılmış, yemek yiyemez hale gelmişsin" diyerek, kuşun gagasını tuttu ve kesti. Kuş çaresiz yaşlı kadının elinde çırpındı durdu. Yaşlı kadın, elindeki kuşun çırpınması sırasında kuşun tüylerinin yıpranmış olduğunu gördü. "Vefasız sahibin senin tüylerini hiç düzeltmemiş" diyerek, kuşun kanatlarını tek bir hizaya getirecek şekilde kesti.
Niyeti, zavallı gördüğü kuşa yardım etmek olan yaşlı kadının gözleri bir an, doğan kuşunun pençelerine takıldı, "Zavallı kuşum.... Senin tırnaklarını hiç mi kesen olmadı? Ne kadar uzamış böyle!" diyerek, doğan kuşunun av avlamaya yarayan pençelerini kalın bir makasla kopardı.
Kuş, kendisine merhamet eden, ama bir doğan kuşuna nasıl bakacağını bilmeyen yaşlı kadının elinde rezil oldu. Artık, avına süratle götüren güçlü kanatları yolunmuş, et yemekte kullandığı sivri ve kesici gagası parçalanmış, avını yakalayıp göklere çıkardığı meşhur pençeleri kökünden kesilmiş olarak ortada kalakaldı. "Cesur" doğan kuşu, merhametli ama bilgisiz bir yaşlı kadının elinde, "korkak" bir kargaya dönüştü. (Mevlânâ'dan)
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
"anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"görmüyor musun? Telefon la konuşuyorum."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası Arabayı seviyordu.
Her şey erteleniyordu telefon ve Araba söz konusu olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan Tencere kaşık sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti.
"sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı.
"hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır "nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni"
Diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."
"uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
"anneciğim sen yorulma diye..."
"yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"eeee...."
"ben de oynamaktan yoruluyorum."
"ne yapayım?"
"bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı."mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü.
Gaz lambasının ışığında deli tavsan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.
Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. "bak deli tavsan" diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan gecen Arabaların farları duvardaki tavsana yol açtı. Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.
Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Böyle oldugumuz anlarda oluyor
annelik zor zenaat
Güçlü veya güçsüz fark etmez, öfke anında insan vücudunda salgılanan hormonlar, kendisinden onlarca kere güçlü olan birini yere serebilecek kadar enerji kaynağıdır. İçinde taşıdığı öfke sayesinde insan, kendini sosyal hayat içinde güvende hisseder. Öfke sayesinde insan, onurunu korumaya çalışır. Öfke sayesinde insan, namusuna uzatılan ele karşılık verir...
Ve öfke refleksi kırılmış bir insan, Mesnevi'de örneği verilen, pençesi koparılmış doğan kuşu gibi korkak ve çaresiz olur. Kendisine yönelecek tehlikelere karşı, kanatlarını açamaz. Dişlerini ve yumruklarını sıkamaz. Ses tonunu değiştirip, hasmının üzerine yürüyemez. Böylesine önemli işlevi bulunan öfke, ne yazık ki, çocuk terbiyesi sırasında anne-babalar tarafından, çok defa 'Çocuğum agresif davranıyor.' denilerek sindirilmeye çalışılmaktadır.
ÖFKE, ÇOCUKLARI TACİZDEN KORUYAN BİR SİLAHTIR
Yapılan araştırmalar ve pratik tecrübeler gösteriyor ki, tacize uğrayan çocukların tacizcinin elinden kurtulamamasının en önemli nedenlerinden biri, "çocuğun öfke duygusunu kullanamaması"dır.
Ne yazık ki, anne-babalar, bilerek ya da bilmeyerek, çocuklarını eğitirken, onların doğal koruyucu kalkanı olan "öfke"yi bastırmakta, yok etmekte veya kullanılamaz hale getirmektedirler. Öfkenin faydaları düşünülmeden, sadece zararları göz önünde tutularak uygulanılan terbiye yöntemleri, çocukları kötü niyetli kişilerin tuzaklarına düşmeye fırsat vermektedir.
Çocukların, taciz anında yaşadıkları korku ve endişe ile öfke duygusunu kullanmaları, bağırıp çağırmaları, ortalığı birbirine katmaları gerekirken, ne yazık ki, bu çocukların öfke reflekslerini harekete geçiremedikleri, bir kuş gibi çaresizce tacizcinin elinde kaldıkları gözlemlenmektedir.
Tacize uğrayan çocukların aile yapıları incelendiğinde, bu çocukların aile içinde psikolojik ve duygusal baskı altında tutuldukları dikkat çekmektedir. Bu tür çocukların ailelerinin, çocuklarının aile içinde öfke refleksinin kullanılmasına müsaade etmedikleri görülmektedir. Halbuki, aile ortamı bir jimnastik salonudur. Çocuk orada kendini geliştirecek, kendini o ortamda hayata hazırlayacaktır.
ÖFKENİN ÖNÜNE GEÇİLMEZ İSE ZARARLI OLMAZ MI?
Çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne-babanın aklına bu yazıyı okuduktan sonra, "Çocukların öfkesinin önüne geçmez isek, bu öfke yarın hem çocuğun kendisine hem de çevresine zarar vermez mi?" sorusu takılabilir. Hemen cevap vermek gerekirse "Evet verir" diyebiliriz.
Eğer çocuk terbiyesinde, çocuğun öfkesini nasıl kullanacağı yönünde bir metodoloji izlenmez ise, o takdirde, öfke, hem çocuğun kendisine hem de çevresine ciddi zararlar verebilir. Akıl, öfkeyi önlese bile, öfke, aklı bastırabilecek kadar güçlüdür. Bu nedenle, öfkeli bir insana sadece "aklını kullan", "sakin ol" demek bazen bir anlam ifade etmeyebilir.
ÖFKE ZEHİR, VİCDAN PANZEHİR
Öfke terbiyesinde "vicdan" duygusunun kullanılması hayati önem taşımaktadır. Anne-babalar, çocukları 4 yaşına girdiğinden itibaren, çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidirler. Anne-babalar, sadece vicdana yönelik terbiye yöntemlerini hayata geçirmekle kalmamalı, zaman zaman çocuklarını vicdan testine sokup, vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidir.
*PEDAGOG
Merhamet, cesur doğanı, korkak bir kargaya çevirdi
Bir doğan vardı. Kuş, bir yaşlı kadının bahçesine geldi. Yaşlı kadın doğan kuşunun aç ve bakımsız olduğunu gördü ve acıyıp onu yanına aldı. Yaşlı kadın, doğan kuşunun önüne bir hamur yemeği koydu. Et yiyerek beslenen doğan, önüne konulan hamur yemeğini yiyemedi.
Yaşlı kadın, "Seni önceki sahibin, bakımsız bırakmış, güzelim gagan uzamış kıvrılmış, yemek yiyemez hale gelmişsin" diyerek, kuşun gagasını tuttu ve kesti. Kuş çaresiz yaşlı kadının elinde çırpındı durdu. Yaşlı kadın, elindeki kuşun çırpınması sırasında kuşun tüylerinin yıpranmış olduğunu gördü. "Vefasız sahibin senin tüylerini hiç düzeltmemiş" diyerek, kuşun kanatlarını tek bir hizaya getirecek şekilde kesti.
Niyeti, zavallı gördüğü kuşa yardım etmek olan yaşlı kadının gözleri bir an, doğan kuşunun pençelerine takıldı, "Zavallı kuşum.... Senin tırnaklarını hiç mi kesen olmadı? Ne kadar uzamış böyle!" diyerek, doğan kuşunun av avlamaya yarayan pençelerini kalın bir makasla kopardı.
Kuş, kendisine merhamet eden, ama bir doğan kuşuna nasıl bakacağını bilmeyen yaşlı kadının elinde rezil oldu. Artık, avına süratle götüren güçlü kanatları yolunmuş, et yemekte kullandığı sivri ve kesici gagası parçalanmış, avını yakalayıp göklere çıkardığı meşhur pençeleri kökünden kesilmiş olarak ortada kalakaldı. "Cesur" doğan kuşu, merhametli ama bilgisiz bir yaşlı kadının elinde, "korkak" bir kargaya dönüştü. (Mevlânâ'dan)
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
"anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"görmüyor musun? Telefon la konuşuyorum."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası Arabayı seviyordu.
Her şey erteleniyordu telefon ve Araba söz konusu olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan Tencere kaşık sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti.
"sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı.
"hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır "nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni"
Diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."
"uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
"anneciğim sen yorulma diye..."
"yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"eeee...."
"ben de oynamaktan yoruluyorum."
"ne yapayım?"
"bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı."mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü.
Gaz lambasının ışığında deli tavsan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.
Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. "bak deli tavsan" diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan gecen Arabaların farları duvardaki tavsana yol açtı. Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.
Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Böyle oldugumuz anlarda oluyor
annelik zor zenaat