Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar

Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar (http://www.sivaslilar.net/forum/index.php)
-   Serbest Kürsü (http://www.sivaslilar.net/forum/forumdisplay.php?f=175)
-   -   Günün hikayesi (http://www.sivaslilar.net/forum/showthread.php?t=30031)

EyüphanAydın 23.12.2009 11:56

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]
Çocuk ve tablo

Bir gün sanat merkezi kentlerin birinde gezen çocuğun biri çok hoş bir tablo görür.Çocuk bu tabloyu bir sonraki yıl abisinin doğumgününe almayı ister ve bir iş bulup kıtkanaat geçinerek biriktirdiği tüm parayla o mağaza gider.Şanslıdır tablo halen satılmamışıtır.İçeri girer ve tabloyu bir süre izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum,tüm paramda bu kadar der.Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler satar.Mağazadaki arkadaşları ona bu resim milyarlar ederdi neden onu bu kadar ucuz fiyata sattın derler.O da evet ben bu resme milyarlarını vercek bir sürü insan bulabilirdim ancak tüm servetini bu resme vercek kaç kişi bulabilirdim der.....
[/B]

altuntas58 24.12.2009 14:14

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B][FONT="Tahoma"][COLOR="Red"][COLOR="Black"]İyi Ve Kötü[/COLOR]
" Yaşlı Kızılderili reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illede siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.O merakla sordu dedesine;
-Dede bu iki köpeği niye hep kulübenin önünde tutuyorsun? Hem de niye biri siyah diğeri beyaz?
Yaşlı reis, bilgece gülümsedi ve torununun sırtını sıvazladı ve:
-Onlar benim için iki simgedir.
Çocuk :
-Neyin simgesi?
-İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen gördüğün şu iki köpek gibi, iyilik ve kötülük durmadan içimizde mücadele eder.Onları seyrettikçe ben hep bunları düşünürüm.
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
-Peki hangisi kazanır bu mücadeleyi?
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa :
-Hangisi mi evlat? Ben hangisini beslersem o kazanır!" [/COLOR][/FONT][/B]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:22

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

Ben artık gideyim demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

Bana biraz tuz getirir misiniz dedi. Kahveme koymak için.

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla Garip bir ağız tadınız var. dedi.. Delikanlı anlattı: Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. Ölümümden sonra aç diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken Tuz çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına Tuzlu kahve nasıl bir şey? diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...
[/B]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:22

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Final

Yıllar önce, Seattle’ da düzenlenen Engelliler olimpiyatında, sıra 100 metre finallerine gelmişti. Finale kalan 9 yarışmacıdan her biri ya fiziksel açıdan engelliydi yahut zihinsel açıdan.


Yarışmacılar, başlama çizgisindeki yerlerini aldılar ve başlama işareti verilir verilmez var güçleriyle ileri atıldılar. Hiçbiri, atletizm yarışmalarında görmeye alışık olduğumuz türden bir hamle gerçekleştiremedi elbette. Ama hepsi de bu yarışı kazanmaya istekliydi ve yapabildikleri en iyi koşuyu yapmaya çalışıyorlardı.


Biri hariç!


O, daha ilk birkaç metrede tökezleyip yere yuvarlanmış, dengesini koruyamadığı için yerde iki takla atmış, sonra da hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.


O kadar yüksek sesle ağlıyordu ki, öndeki 8 yarışmacı da onun hıçkırıklarını işitip önce yavaşladılar, sonra da bitiş çizgisine doğru koşmayı bırakıp yerdeki bu sakat gencin yardımına koştular. içlerinden biri, Down Sendromu’ndan muzdarip bir kızcağız eğildi, gözyaşları içinde yerde oturan genci öptü ve elinden tutup onu kaldırmaya çalıştı. Diğerleri de yardımcı oldular kendisine, Sonra,dokuz yarışmacı elele tutuşup bitiş çizgisine doğru beraberce koşmaya başladılar.


Yarış pistindeki bu tablo karşısında bütün stadyum ayağa kalkmıştı. Seyirciler dokuz yarışmacıyı da ayakta alkışlıyor, kimisi de bir duygu seli içerisinde, gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Alkışlar, yarışmacılar elele bitiş çizgisini geçtikten sonra dahi bitmek bilmedi.


O gün o stadyumda bulunanlar bu olayın hala anlatırlar. Zira o an hayatları boyunca unutamayacakları bir şey öğrenmişlerdir. Hayatta gerçekten değerli olan, her halükarda kazanıp birinci olmak değildir, başkalarının da kazanmasına yardım etmek çok daha değerlidir. Bu, bizi bir derece yavaşlatsa, hatta yürüdüğümüz istikameti bir parça değiştirmemizi gerekli kılsa bile…[/B]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:23

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Seni Seviyorum" diyebildiğimizde Birlikte Nefes Almayı da Öğreniriz Belki...

"Keşke hiç çıkmasaydın karşıma, şimdi bensiz bir yerlerde nefes alacaksın ve bu canımı daha çok acıtacak...
Dedi genç adam, havaalanında, uçağa binmek üzereyken yetiştiği kadınına.
Arkasına bakmadan gitti kadın, bindi uçağına, adımları geri saya saya...
Bitti...
Bir ilişki daha...
Televizyon dizisinde de olsa nerede bir ayrılık yaşansa içim cız ediyor benim. Dayanamıyorum elvedalara.
Kendim cesetlerim den minare kuracağım o başka..."


Şaşılacak bir şey yok gerçi. Başkalarının ilişkilerine gösterdiğimiz özeni kendimizden esirgeriz değil mi biz?.. En yakın arkadaşlarımız hiç ayrılmasın isteriz mesela. Anlaşamasalar da çok yakışır onlar birbirlerine, öyle güzeldirler, öyle kalsınlar, hiç bitmesinler dileriz. O mutluluk tablosu bozulmasın. Kimbilir içlerinde ne fırtınalar kopuyordur ama... Düşünmeyiz ki; bize sunulana bakarız, gördüğümüze kanarız.
Keşke başkalarının mutlu olmasını istediğimiz kadar, kendimize de geçse sözümüz. Aynı mutluluğu kendimiz için de istesek, imrendiğimiz o tablonun bir parçası olabilmek için çabalasak ya biraz da.
Yapmayız, tanıdığımız tanımadığımız herkese pek şefkatli, bir kendi ilişkimize acımasızız biz.Eski Türk filmlerini hatırlar mısınız?.. Siyah beyaz olanları... Esas oğlan esas kızı sever, kız da ona vurgundur hani.
Cümlealem bilir aşklarını, bir onlar açılamaz birbirlerine. Gizli saklı dökerler gözyaşlarını. Kötü niyetli üçüncü şahısların sözlerine kanarlar, sevdiklerini başkalarından duyduklarıyla yargılarlar. Kavuşmazlar bir türlü.Kızmaz mıydınız siz de onlara, köklemez miydiniz tırnaklarınızı? "Yapma be kızım!.." diye bağırmaz mıydınız, duyacakmış gibi...
"Söylesene be adam sevdiğini!.."
Dilin ucuna gelir, yine de söylenmez sevgi sözcükleri. Hoş hep mutlu sonla biter Türk filmleri... Ama o mutluluğu yakalayana kadar çekilenler illet etmez mi ekran başındakiler!?.. (Belki de beni o filmler delirtti!.. Öyle çok seyrettim ki... )
Hayat da filmlerden farksız aslında. Hepimiz eski bir Türk filminin kahramanı gibi yaşamıyor muyuz ilişkilerimizi?..
Saklamıyor muyuz sevgi sözcüklerimizi:
İçimizden gelene gem vurmuyor muyuz:
"Şimdi olmaz, daha çok erken."
Söyleyeni de söylediğine pişman etmiyor muyuz:
"Üç günde kim kimi sevdi oğlum, yeme beni!.."
(Sevmenin günü olur mu sahi?.. Bir günde sevenle, on günde seven aynı kefede tartılmaz mı yani?..)Sevgimizi saklamayı maharet sayıyoruz ne yazık ki... Kim daha çok saklarsa o kazanıyor. Söyleyen söylediğiyle kalıyor. Gün gelip de bittiğinde ilişki, bin pişmanlık biniyor aklına:"Keşke o kadar açık etmeseydim, hemen söylemeseydim sevdiğimi. Bak o söylemedi. "Sevdiğini haykırmak insanı eksiltirmiş gibi..."Seni seviyorum..." demek çok mu zor ki...Ağaç kovuklarına, okul sıralarına, günlüklere, buğulu camlara içimizden geldiği an yazmasını biliyoruz da, iş söylemeye gelince, iki dudağın arasında bitiverince, niye yutuveriyoruz dünyanın en güzel iki kelimesini?..Sevgi sözcüklerinin açık edilmesinin ayıp sayıldığı evlerde; sevgiyi kalbe gömmenin erdem olarak sunulduğu filmlerle büyüyoruz da ondan mı bu cimriliğimiz, bilmem ki..."Şimdi bensiz bir yerlerde nefes alacaksın ve bu canımı daha çok acıtacak" son çırpınışından daha kolay oysa.
"Gitme, kal"dan önce, "Seni Seviyorum" diyebildiğimizde birlikte nefes almayı da öğreniriz belki...
[/B]

Salim58 24.12.2009 14:38

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]O BİR ÇÂRE BULUR[/B]


[COLOR="Sienna"][FONT="Arial Black"]İslâmiyete düşman olan hıristiyanların bâzıları, meşhûr Tatar hükümdârı zâlim Hülâgu'nun yanına gelerek ve kendisine yaltaklanarak, müslümanların mescidlerini yıkmasını, medreseleri dağıtmasını, ezânı ve İslâmın sembolü olan şeyleri ortadan kaldırmasını söylediler. Kan dökmekten, insanlara eziyet ve işkence etmekten zevk alan o meşhûr zâlim de, mâcera uğruna çok müslüman kanı döktü. Âlimlerden ve diğer müslümanlardan birçok kıymetli zâtı şehîd etti. Müslümanlar, bu zâlimler karşısında âciz kalıp, ne yapacakları hakkında görüşmek üzere beş yüz kadar âlim toplanıp, o zamandaki meşhur âlimlerden Şemseddîn Müsta'cel bin Rıfâî hazretlerine geldiler ve bu fitneyi durdurmak için bir şeyler yapmasını, bir çâre göstermesini, bu belânın üzerlerinden kaldırılması için duâ etmesini istediler. O ise, kendisini buna lâyık görmeyip:

"Bu iş benim yapabileceğimin üstündedir. Ben de sizinle berâber geleyim. Birlikte Tâcüddîn hazretlerinin yanına gidelim. O bir çâre bulur." dedi.

Dediği gibi yaptılar. Tâcüddîn bin Rıfâî'ye, Hülâgu zâliminin müslümanlara yaptığı zulmü anlatıp, bu belânın yakın zamanda, kendilerine de ulaşacağından endişe ettiklerini bildirdiler. O da, o beldede bulunan müslümanları toplayıp:

"Âlim olanlarınız ve olmayanlarınız bana yardım edin. Allahü teâlânın izni ile bu kâfirin şerrinden bütün müslümanları kurtaralım." buyurdu.

Orada bulunan herkes, ne emrederse yapmaya hazır olduklarını bildirdiler. O da hepsini toplayıp, bir gece, bulundukları beldenin etrâfına genişçe bir hendek kazdılar. Hendeği odun ile doldurdular. Ayrıca demir, bakır, kurşun ne buldularsa o hendeğe doldurdular ve müdhiş bir ateş yaktılar. Tâcüddîn bin Rıfâî oraya gelip iki rekat namaz kıldı. Orada bulunanlar da ikişer rekat namaz kıldılar ve duâ ettiler. Bir saat kadar sonra Hülâgu'nun askerlerinden bir kısmı oraya geldi. Allahü teâlânın hikmeti, Tâcüddîn bin Rıfâî'yi ve diğer müslümanları göremediler. Ateşin yanına kadar geldiler. Tâcüddîn, emir verdi. Zulüm askerlerinden yakaladıklarını ateşe attılar. Hiçbirisi bir karşılık veremedi. Onların, hepsi silâhlı idi ve müslümanların hiç silâhları yoktu.

Orada bulunan müslümanlar diyorlar ki:

"Onların hepsi silâhlı oldukları hâlde silâhlarını kullanamadılar. Biz çok hayret ettik."

O beldede bulunan müslümanlar, Tâcüddîn hazretlerinin bereketi ve kerâmetiyle böylece büyük bir belâdan kurtulup, selâmete kavuştu.[/FONT][/COLOR]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:47

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]YOLUMUZDAKİ ENGELLER[/B]

Eski zamanlardaki bir kral,saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş kendisine cam kenarına oturup bakalım ne olacak diye seyre dalmış.Ülkenin en zengin tüccarları,en güçlü kervanları,saray görevlileri bire birer geldiler sabahtan öğlene kadar.

Hepsi kayanın etrafında dolaşıp saraya girdiler.Pek çoğu kralı yükses sesle eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor ama yolları temiz tutamıyor dedi.

Sonunda bir köylü çıkageldi.Sırtındaki küfeyi yere indirdi sebze ve meyve dolu küfeyi kenara koyup yolun üzerindeki kayayı kan ter içinde kalana kadar yolun kıyısına itmeyi başardı

Tam küfesini sırtına almak üzereydiki kayanın eski yerinde bir kese gördü ve aldı.Kesenin ağznı açtı içi altın doluydu ve içinde birde not vardı bu altınlar kayayı yoldan çekenin ve bu azmi gösterenindir diye yazıyordu notta.

Köylü bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

''Her engel yaşam koşullarımızı daha iyi ve hayırlı yapacak bir fırsattır''

EyüphanAydın 24.12.2009 14:50

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı…

Berber: ” Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum.”

Adam: ” Peki neden böyle diyorsun?”

Berber: ” Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi.Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum…”

Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü.Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki traş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü.

Adam: ” Biliyor musun ne var, bence berber diye birşey yok”
Berber: ” Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.”
Adam: ” Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.”

Berber: ” Hımmm… Berber diye birşey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?”

Adam: ” Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!”[/B]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:50

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...[/B]

EyüphanAydın 24.12.2009 14:50

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B] Benim Tavam küçük

Yaşlı bir adam göl kenarında balık tutuyormuş diğer insanlarla..Yaşlı
adam oltasını atmış, beklemiş ve kocaman bir balık çekmiş.. Adam balığı almış eline, nazikçe çıkarmış iğneyi balığın ağzından şöyle bir balığa iyice bakmış ve göle atmış.

Yaşlı adamdan başka kimse balık yakalayamıyormuş.Yaşlı adam tekrar
oltasını atmış daha kocaman bir balık, adam tekrar balığın ağzından ğneyi nazikçe çıkarmış ve balığa şöyle bir etraflıca bakmış ve tekrar göle atmış balığı. Her seferinde daha kocaman balıklar
yakalamış yine etraflıca baktıktan sonra balıkları atmış göle.Yanında balık tutanlar artık dayanamamışlar ve adamın yanına gelmişler.

Amcacığım napıyorsun sen demişler biz saatlerdir buradayız tek bir balık bile yakalayamadık.. Sen ise kocaman kocaman balıkları göle tekrar atıyorsun demişler.. Neden acaba diye sormuşlar?

Adam dönmüş kalabalığa ve şöyle demiş;

Benim tavam küçük evlatlarım...
[/B]


WEZ Format +2. ?uan Saat: 23:04.

Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.


Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.