![]() |
PİR SULTAN ABDAL
PİR SULTAN ABDAL ÜZERİNE - Nejat BİRDOĞAN
“Uluslar, büyük oğullarıyla soluk alır.” Fazıl Hüsnü Dağlarca Dünyayı süslediği günden bu yana Türk kültür ve direnme dünyasının büyük oğullarından birisi de Pir Sultan’dır. 16.yy Önasyasında birbirini kıran Osmanlı ve Safevi çatışmasının Anadolu’da bıraktığı binlerce kurbandan birsidir Pir Sultan Abdal. Başına gelecekleri bilirmişcesine : “Kara toprak, senden üstün olursam Ben de bu yayladan Şah’a giderim.” demiş, ruhu ve doğallıkla düşünceleri kara düşünceleri altedip bugüne değin gelmiş, elbette ki yarınlara da yürüyecektir. Sislerle örtülü yaşamına eğilmeden önce bu yaşamın oluştuğu ve yayıldığı coğrafyaya da eğilmek istiyoruz.Bu yaşamın coğrafyasının odağı bugünkü Kuzey/Batı Sivas’tır. Yıldızeli’ne bağlı Banaz Köyünde yaşadığı bilinmektedir. Ancak bu Banaz’ın, şimdiki yerinde olup olmadığı belli değildir. Köy yaşlıları bu Banaz’ın üçüncü Banaz olduğunu, ilk Banaz’ın Yıldız Dağına daha yakın olduğunu söylüyorlar. Bir söylenceye göre de, birgün kümesinin kazları korkuya kapılarak ürküp uçmuşlar. Pir Sultan kazlarını yakalamak için peşlerinden gelmiş ve bugünkü Banaz Köyünün içindeki pınarda onları bulmuş. Pınarın görkemi kendisini büyülemiş ve o köy, o günden sonra, şimdiki yerine taşınmış. Uşak iline bağlı Banaz ilçesinin ad benzerliğinin dışında bizim Banaz’la ilgili olup olamayacağı bilinmemektedir. Köy erenleri, atalarının oralardan geldiklerini de iddia etmektedirler. 1499 yılında Erzincan Tercan ilçesinin Sarukaya yaylağına gelmiş ve büyük umutlarla Batı Anadolu’ya kadar ilerlemiş olan 1. Şah İsmail’in, Uşak’tan geriye dönüp şimdiki Banaz’a gelmesi olasıdır. Pir Sultan’ın yaşamını anlatırken bu coğrafya önemlidir. Köyün her yeri Pir Sultan söylencelerine bağlanmıştır. Şiirlerine ilham olan Yıldız Dağı, müsahibi Ali Baba ve çocuklarının annesi ile üzerine oturup söyleştiği, Horasan’dan asasının ucuna takıp getirdiği değirmen taşı… Taşlara basıp giderken çarıklarının kaytanlarının çözüldüğü köyün üstündeki ince dere… Kendisinden kaldığı söylenen harap ama görkemli evi… Pir Sultan’ın yaşam öyküsünde iki yan vardır. Bu yanlardan biri, insanın öz kültürünü, inancını, doğruluğu ve insanca yaşamayı simgeleyen kendisi; öbür yan ise bir baskıcı inancın, zorlamaların, sömürünün ve geri kafalılığın simgesi olan Hızır Paşa…. Bu iki zıt gücün tarihteki yeri incelendiğinde Gölpınarlı’ya göre : “Pir Sultan Abdal, Alevilerce ulu sayılan yedi büyük şairden birisidir. Öbürleri Nesimi, Hatayi, Pir Sultan’ın müridi Kul Himmet, Faziletname sahibi ve Kalenderi Otman Baba postunda oturan Akyazılı mensubu Yemini 16.yy ilk yarısında Necef’te vefat eden Virani ve Kazak Abdal.. Yedi büyük Alevi ozanından biri olan Pir Sultan Abdal’ın, “öğrencisi Hızır’ın O’ndan izin alıp Paşa olması, Hızır’ın halka zulüm etmesi , yemeğini köpeklerin bile yemeyişleri, Mürşidi Pir Sultan’ı çağırtıp içinde ŞAH kelimesi geçmediği üç deyiş söylerse bıraktırabileceği, ancak Pir Sultan’ın tümü ile bu isteğin tersine deyişler söylediği, sonunda asılması ama ertesi gün darağacından inmiş göründüğü ve Sivas’ta çıkıp dört yöne doğru gittiği anlatılagelmektedir. Sanki Pir Sultan gerek zindanda, gerekse darağacında bu söylenceleri doğuran deyişler söylemiştir. Pir Sultan, Kepçeli’de “Siyaset Meydanında” bugünkü Mezbaha Meydanı asılarak idam edildi. Sivas’ta Aleviler, Pir Sultan’ın asıldığı yeri tarif ederlerken diyorlar ki : “Darağacı şimdiki mezbahanın bulunduğu yere kurulmuş. Ölümünden sonra da biraz ötesine gömülmüş. Yaklaşık olarak burası mezbahanın cümle kapısının biraz ilerisi. Burası geçen yüzyıllarda sur gibi olup adına “Siyaset Meydanı” denirdi. “ “Kimi söylentilere göre mezarı Sivas’la Banaz arasındaki Karaçayır bucağında, bir kısmı da Zile’nin bir köyünde olduğunu söylüyor. Belki her ikisi de doğrudur. Çünkü aynı tapşırma ile söylenen 5 şair daha var. Onların nerede yattıklarını bilmiyoruz.” (İ.Aslanoğlu, Pir Sultan Abdallar, Erman Yayınevi, 1984) Bugünün Anadolu Aleviliğinde Pir Sultan Abdal olabildiğince yaşamaktadır. Bu da O’nun dönemindeki Hızır Paşa’ların bugün de yaşadığını gösterir. Pir Sultan’ın neden halen bu kadar kutsal ve canlı yaşaması için Alevi düşüncesine bir göz atmak gerekiyor. Alevi düşüncesinde kutsallık, gözün görebildiği, kulağın duyabildiği elin değebildiği, özetle beş duyunun algıladığı tüm varlıklara yöneliktir. Bu kutsallık, aklın ötesine çıktığında sarsılır. Alevi insanı, soyut kavramlardan uzaktır. Bu nedenle tarihin kimi dönemlerinde kendisine dayatılan doğa ötesi varlıklara hep uzak kalmıştır. O, kendi inancını, kendi kültüründen çıkararak yapılandırmıştır. Bu kültür, salt etnik bir temele dayandırılamaz. Alevi inancında Göktanrı ( Şaman ) kültürü yanında Zerdüşt ve Buda kadar asıl ve bunlarla dönem dönem ilişkiler kurulan Hristiyanlık, Yahudilik ve İslamlık izleri de vardır. Bu durum Aleviliğin bireyselliğini değil, evrenselliğini gösterir. Bu yüzdendir ki, 10/11 ve 12.yüzyıllarda Batıni/İsmaili adı altında bir gizlenme göstererek yaşamını sürdüren bu din, 3. yüzyılda İran ve çevresinde egemen olan, bir dönemde Asya Türklerinin de devlet dini olarak algıladıkları MANİ dinini en yakın çağrıştıran inançtır. Mani inancı, bugün Fransa’da Pirene Dağlarının doğu yamacında Tulus kenti çevresinde; Oniki sayısının kutsallığı, karşılaşan kişilerin üçer kez öpüşmesi, insana saygı, belli tapınak yerlerinin (onlarda kilise) olmazlanışı, din adamlarının bir lokma bir hırka ile yetinmesi, ele, dile, bele bağlılık, ateşin ve ocağın kutsanması vb. olarak yaşamaktadırlar. Onlar Fransızca konuşurken, Mani dinin yaşatan Bogomi / Gazari Bosna’lıları da kendi dillerinde Bektaşiliği yaşamaktadırlar. Bu nedenle bin yıldan fazla bir zamandan bu yana bir takım değişiklikler elbette Anadolu Aleviliğini bugünkü görünümüne getirmiştir. Gene de Alevi inancından olmayan bir kişiye de yardım edilip onun inancına saygı duyulması Alevinin sınırsız laikliğini göstermektedir. Yaşadığımız çağda bir sivil örgütlenme kurumu olarak kurduğumuz Alevi Derneklerinin, vakıflarının tümü de bir mezhebin, bir dinin yaşatılması amacından çok, demokratik ve laik bir yaşamın, özetle çağdaş bir yaşamın yerleştirilmesi amacına yöneliktir. Gerek üyeler arasında, gerekse yönetim kurullarında Alevi kökenden olmayan kişilerin varlığı bu amacın büyük kanıtıdır. Pir Sultan, sömüren karşı emeği, zulme karşı özgürlüğü, kulluğa karşı eşitliği, yalana karşı doğruluğu, yabancıya karşı özü simgeliyordu. Doğaldır ki, O’nun adıyla bağlı kuruluşlar da o yoldan yürüyeceklerdir. Nejat BİRDOĞAN |
--->: PİR SULTAN ABDAL
Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan
Koyun Beni Hak Aşkına Yanayım Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan Yolumdan Dönüp Mahrum Mu Kalayım Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan Benim Pirim Gayet Ulu Kişidir Yediler Ulusu, Kırklar Esidir On İki İmamın Server Başıdır Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan Kadılar Müftüler Fetva Yazarsa İşte Kemend, İste Boynum Asarsa İşte Hançer, İste Kellem Keserse Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan Ulu Mahşer Günü Olur Divan Kurulur Suçlu, Suçsuz Gelir Anda Derilir Piri Olmayanlar Anda Bilinir Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan Pir Sultan'ım Arsa Çıkar Ünümüz O Da Bizim Ulumuzdur Pirimiz Hakka Teslim Olsun Garip Canımız Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan |
--->: PİR SULTAN ABDAL
Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri
Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri Doğru Gelir Doğru Gider Mi Hakkın Emri İle Çürüyen Canlar Bin Yıl Yerde Yatsa Çürür Mü Pazarlık Mı Olur Adil Dükkanda Mevl-i Muhabbetim De Kaldı Yar Sende Bu Divan Olmazsa Ulu Divanda Dost Benim Sualim Verir Mi Bahçede Açılmış Yar Gonca Güller Gülün Figanından Sefil Bülbüller Aşuktan Maşuğa Da Sarılan Kollar Bin Yıl Yerde Yatsa Çürür Mü Abdal Pir Sultan'ım Da Kalbi Zar Olan Döner Mi Sözünden Gerçek Yar Olan Senin Gibi Aht-ı Sadık Yar Olan Verdiği İkrardan Döner Mi |
--->: PİR SULTAN ABDAL
Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş
Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş Korudur Da Benli Dilber Korudur Gülünü Dererken Dalını Kırmış Kurudur Da Benli Dilber Kurudur Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Bu Meydanda Serilir Postumuz Çok Şükür Mevlaya Gördük Dostumuz Bir Gün Kara Toprak Örter Üstümüz Çürüdür De Benli Dilber Çürüdür Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Pir Sultan Abdal’ım Başımdan Başlar İyisini Korda Kemini Taşlar Bin Çiçekten Bir Kovana Bal İşler Arıdır Da Benli Dilber Arıdır Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede |
--->: PİR SULTAN ABDAL
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Sekerler Ezeyim Şirin Dillere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. Sivas Ellerinde Sazım Çalınır, Çamlı Beller Bölük Bölük Bölünür. Yardan Ayrılmışam Bağrım Delinir, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. Pir Sultan Abdal’ım Ey Hızır Paşa, Gör Ki Neler Gelir Sağ Olan Basa. Beni Hasret Koydun Kavim Kardaşa, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. |
--->: PİR SULTAN ABDAL
[COLOR="Red"]Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez[/COLOR]
Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez Eser Bâd-ı Sabâ Yel Bozuk Bozuk Türkmen Kalkıp Yaylasına Yürümez Yıkılmış Aşiret İl Bozuk Bozuk Kızılırmak Gibi Çağladım Aktım El Vurdum Göğsümün Bendini Yıktım Gül Yüzlü Cerenin Bağına Çıktım Girdim Bahçesine Gül Bozuk Bozuk Elim Tutmaz Güllerini Dermeye Dilim Tutmaz Hasta Hâlin Sormaya Dört Cevabin Mânasını Vermeye Sazım Düzen Tutmaz Tel Bozuk Bozuk Pir Sultan'ım Yaratıldım Kul Diye Zalim Paşa Elinden Mi Öl Diye Dostum Beni Ismarlamış Gel Diye Gideceğim Amma Yol Bozuk Bozuk |
--->: PİR SULTAN ABDAL
PİR SULTAN ABDAL'ın bir sözü vardır benim için çok önemi vardır ve hayatta onu kendime felsefe edinmişimdir.
GELİN CANLAR BİR OLALIM MÜNKİR'E KILIÇ ÇALALIM YOKSUL'UN ÖCÜN ALALIM TEVEKKELKÜL TAAL ALLAH |
--->: PİR SULTAN ABDAL
hangi sözü güzel değilki Ozanımın ,
|
--->: PİR SULTAN ABDAL
abircan arkadas güzel bir paylasim emegine ve ellerine salik
|
-->: PİR SULTAN ABDAL
[B][I][COLOR="Red"]SENSİZ DÜNYA MALINI NEYLEYİM
DOSTUM DOSTUM...[/COLOR][/I][/B] |
--->: PİR SULTAN ABDAL
[QUOTE=abircan;207357]Kul Olayım Kalem Tutan Ellere
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Sekerler Ezeyim Şirin Dillere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. Sivas Ellerinde Sazım Çalınır, Çamlı Beller Bölük Bölük Bölünür. Yardan Ayrılmışam Bağrım Delinir, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. Pir Sultan Abdal’ım Ey Hızır Paşa, Gör Ki Neler Gelir Sağ Olan Basa. Beni Hasret Koydun Kavim Kardaşa, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey. |
--->: PİR SULTAN ABDAL
ya oldugun gibi görün yada göründügün gibi ol..
|
--->: PİR SULTAN ABDAL
KIZIL ELMA
Bir milletin yürütücü kuvvetine 'ülkü' denir. Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür. ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük anlamı 'and' ve 'uzak hedef' demek olan 'ülkü', topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler. ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir. Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır. Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır. Milletlerin çapına, kaabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak! Türkler, kendi ülkülerine niçin 'kızılelma' demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz. Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır. Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir. Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiştir. Bu büyük düşünce olmasaydı, XI. Yüzyılda Anadolu'ya gelen, ençok bir milyon Türk, Bizans'ın Asya ve Avrupa'daki topraklarında rastladıkları diğer Türklerin birkaç tümenlik hrıstiyanlaşmış döküntülerinin yardımı ile de olsa, bu dünya çapında devleti kurup dört kıta 'dördüncüsü Okyanusya'dır' üzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserini yaratamazdı. Milletlere milli inanç ve güvenç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu anlamak için bugünkü olaylara bakmak yeter: 60 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilatsız ve geri olan Araplar, milli ülküleri olan Arap Birliği düşüncesi sayesinde toparlanma yoluna girmişlerdir. ülkülerinden aldıkları güçle, Filistin işinde İngiltere ve Amerika'ya kafa tutmaktadırlar. ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada itibarları ve değerleri artmıştır. Bizim için çok büyük isret ve ders olan şu olay, Arapların itibarını göstermesi bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler teşkilatının 11 üyeli Güvenlik Konseyi'nin beşi 'Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin' daimi, altısı geçicidir. 1945 yılında, bu altı üyelik için seçim yapıldı. 900 yıllık büyük bir geçmişi ve tarihi olan, askeri devlet olarak nam kazanmış bulunan Türkiye bu seçimde ancak bir tek oy alarak Konsey'e giremediği halde, İngiliz işgalinden henüz kurtulamamış olan ordusuz, donanmasız Mısır, 45 oy alarak bu üyeliğe seçildi. Demek ki, o zamanki Birleşmiş Milletler teşkilatına dahil bulunan 50 devletten 45'i, Mısır'ı bizden daha itibarlı ve üstün görmüştü. 1946'da geçici üyelik için yapılan seçimde de, Türkiye'ye kimse oy vermediği halde, Suriye 45 oy aldı. Bir iki yıllık bir devlet olan o zamanki üç milyon nüfuslu Suriye'nin Türkiye`ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye, bir ülkünün ardındadır. Yani prensip sahibidir. Bundan dolayı da, düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır. Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar ve bu milli kahramanlar, idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden kurtulacakları halde, İngiltere'den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü sayesinde, Filistin'deki yarım milyon yahudi (O zaman Filistin'de yarım milyon Yahudi vardı), yalnız Araplarla değil, koca İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika'ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenmişledir ki, bugün İngiltere imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor. Tebaasında bir tek kişinin hapse atılmasını savaş sebebi saban İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor. Bütün bunların en önemli sebebi Arapların ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli olmasıdır. Bu kuvvet maddi değil, manevidir, Yani ülkü kuvvetidir. Kızılelma ülküsüne 'tehlikeli maceracılık' diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudilere bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır. Biz ise bir yandan 'bir Türk dünyaya bedeldir' vecizesine inanmış görünürken, bir yandan da kendimizi baltalayıp inkar ettik. Büyüklükten korktuk. Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik. Güvenlik Konseyindeki seçimler göstermiştir ki, kimseden bir şey istememek, herkesle hoş geçinmek, ittifaklar yapmak bir millete itibar sağlamıyor. Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz. 'Tarihi görevini yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk' olmayı kabul etmeliyiz. Eski Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız. Buna razı değilsek milli ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz. ülküler için 'maddi faydası nedir?', 'uygulanabilir mi?' diye düşünmek doğru değildir. Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz. Tanrı'nın varlığı da riyazi metod ile isbat edilememiştir. Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır. ülküler de böyledir. Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir. Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar. Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir. Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür. Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı? Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de 'Kızılelma' kendisine yasak edildiği için marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor. Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır. Kızılelmanın yolunu kapatamayacaklardır. Ziya Gökalp'ın mısraları düsturumuz olacaktır: Demez taş, kaya Yürürüz yaya... Türküz, gideriz Kızılelmaya. |
--->: PİR SULTAN ABDAL
ne alaka şimdi bu :)
eğer bir alakası var da ben yakalayamadıysam özür dilerim... |
--->: PİR SULTAN ABDAL
[B][COLOR="Red"]Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş[/COLOR]
Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş Korudur Da Benli Dilber Korudur Gülünü Dererken Dalını Kırmış Kurudur Da Benli Dilber Kurudur Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Bu Meydanda Serilir Postumuz Çok Şükür Mevlaya Gördük Dostumuz Bir Gün Kara Toprak Örter Üstümüz Çürüdür De Benli Dilber Çürüdür Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Pir Sultan Abdal’ım Başımdan Başlar İyisini Korda Kemini Taşlar Bin Çiçekten Bir Kovana Bal İşler Arıdır Da Benli Dilber Arıdır Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede [/B] |
--->: PİR SULTAN ABDAL
Zengin kültürümüzün ve parlak geçmişimizin bir parçası da Sivasımızda elbette Pir Sultan Abdal'dır.
Bu güzel paylaşım için teşekkürler. Alakasız bir metni araya sokanlar, ''alakasızlık'' yapacaklarına bir zahmet oturup şu dizeleri okusalar ya! |
Cevap: PİR SULTAN ABDAL
[B]Pir Sultan Abdal Anadolu kulturunun gunumuze kadar getirdigi buyuk ozan nur icinde yat yattigin yerde...[/B]
|
Cevap: PİR SULTAN ABDAL
ben bir sunniyim ama ozanlarımızla övünmüş, alevi kardeşlerimize hiçbir zaman kin duymamışımdır. gerçek sunnilerde böyledir.
emegi geçen arkadaşlara teşekkür ederim diyecegim o ki alakasız metini araya yazan, bir noktasını virgülünü kendisi yazsa gam yemeyeceğimde, bir yerden kopyala ile almış yapıştır ile buraya taşımış. eminim ki o metni benim burada okudugum kadar okusaydı alakasızlığı anlayıp, yazma(yapıştırma)yacaktı..... |
Cevap: PİR SULTAN ABDAL
[COLOR="Red"][B]ALLAH ALLAH DESEM GELSEM
Allah Allah desem gelsem Hakkın dîvanına dursam Ben bir yanıl alma olsam Dalında bitsem ne dersin Sen bir yanıl elma olsan Dalımda bitmeye gelsen Ben bir gümüş çövmen olsam Çeksem indirsem ne dersin Sen bir gümüş çövmen olsan Çekip indirmeye gelsen Ben bir avuç çavdar olsam Yere saçılsam ne dersin Sen bir avuç çavdar olsan Yere saçılmaya gelsen Ben bir güzel keklik olsam Bir bir toplasam ne dersin Sen bir güzel keklik olsan Bir bir toplamaya gelsen Ben bir yavru şahin olsam Kapsam kaldırsam ne dersin Sen bir yavru şahin olsan Kapıp kaldırmaya gelsen Ben bir sulu sepken olsam Kanadın kırsam ne dersin Sen bir sulu sepken olsan Kanadım kırmaya gelsen Ben bir deli poyraz olsam Tepsem dağıtsam ne dersin Sen bir deli poyraz olsan Tepip dağıtmaya gelsen Ben bir ulu hasta olsam Yoluna yatsam ne dersin Sen bir ulu hasta olsan Yoluma yatmaya gelsen Ben bir can alıcı olsam Canını alsam ne dersin Sen bir can alıcı olsan Canımı almaya geİsen Ben bir cennetlik kul olsam Cennete girsem ne dersin Sen bir cennetlik kul olsan Cennete girmeye gelsen Pir Sultan üstadın bulsan Bilecek girsek ne dersin Pir Sultan ABDAL[/B][/COLOR] |
Cevap: PİR SULTAN ABDAL
[B][COLOR="Red"]BÜLBÜL NE YATARSIN KALK FÎGAN EYLE
Bülbül ne yatarsın kalk figan eyle Şakıyıp ötmenin günleri geldi Yeşil yaprak arasında gül kaldı Sevip koklamanın günleri geldi Benim yârim gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür Bizi ziyan eden esmer tenlidir Niyaza varmanın günleri geldi Abdal Pir Sultan'ım bu dünya fâni Boz bulanık akar dağların seli Yanına almış da nazlı dilberi Doldurup içmenin günleri geldi Pir Sultan ABDAL[/COLOR][/B] |
| WEZ Format +2. ?uan Saat: 12:08. |
Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.