Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar

Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar (http://www.sivaslilar.net/forum/index.php)
-   Serbest Kürsü (http://www.sivaslilar.net/forum/forumdisplay.php?f=175)
-   -   Günün hikayesi (http://www.sivaslilar.net/forum/showthread.php?t=30031)

altuntas58 22.12.2009 15:52

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[IMG]http://img220.imageshack.us/img220/2788/mevlanaor7.jpg[/IMG]
[B][FONT="Arial Black"][COLOR="Navy"]
(Mevlana)

Konya'da halka vaaz eden Hazreti Mevlânâ bir ara der ki:

-Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!

Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlânâ, söylediklerinin aksini yaparCivarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih ederBir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlarMaksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak

Nitekim Mevlânâ dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasından erişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar:

-Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?

Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:

-Evet, bendim! Öfkeli adam:

-Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın Mevlânâ şaşırtan cevabını şöyle verir:

-Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim!

Büsbütün çileden çıkan adam:

-Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz Sözünüzle özünüz bir olmuyor
-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:

-Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktırKürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır Yalnız der, benim sözümle özüm birdir Çelişki yoktur davranışlarımda

Şöyle açıklar kendi özel durumunu:

-Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyimVardığım yerlere gül kokusu yayarım Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar Şu benzetmeyi de ekler sözlerine:

-Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere!

Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar Neden sonra onun da söylendiği duyulur:

-Demek ki der, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanlarına Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar

Sözlerini şöyle bağlar:

-Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar(Mevlana)

Konya'da halka vaaz eden Hazreti Mevlânâ bir ara der ki:

-Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!

Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlânâ, söylediklerinin aksini yaparCivarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih ederBir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlarMaksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak

Nitekim Mevlânâ dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasından erişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar:

-Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?

Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:

-Evet, bendim! Öfkeli adam:

-Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın Mevlânâ şaşırtan cevabını şöyle verir:

-Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim!

Büsbütün çileden çıkan adam:

-Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz Sözünüzle özünüz bir olmuyor
-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:

-Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktırKürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır Yalnız der, benim sözümle özüm birdir Çelişki yoktur davranışlarımda

Şöyle açıklar kendi özel durumunu:

-Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyimVardığım yerlere gül kokusu yayarım Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar Şu benzetmeyi de ekler sözlerine:

-Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere!

Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar Neden sonra onun da söylendiği duyulur:

-Demek ki der, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanlarına Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar

Sözlerini şöyle bağlar:

-Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar

Konya'da halka vaaz eden Hazreti Mevlânâ bir ara der ki:

-Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!

Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlânâ, söylediklerinin aksini yaparCivarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih ederBir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlarMaksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak

Nitekim Mevlânâ dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasından erişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar:

-Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?

Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:

-Evet, bendim! Öfkeli adam:

-Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın Mevlânâ şaşırtan cevabını şöyle verir:

-Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim!

Büsbütün çileden çıkan adam:

-Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz Sözünüzle özünüz bir olmuyor
-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:

-Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktırKürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır Yalnız der, benim sözümle özüm birdir Çelişki yoktur davranışlarımda

Şöyle açıklar kendi özel durumunu:

-Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyimVardığım yerlere gül kokusu yayarım Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar Şu benzetmeyi de ekler sözlerine:

-Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere!

Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar Neden sonra onun da söylendiği duyulur:

-Demek ki der, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanlarına Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar

Sözlerini şöyle bağlar:

-Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar[/COLOR][/FONT][/B]

Salim58 22.12.2009 16:04

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]HALİFENİN GÖMLEGİ [/B]


[COLOR="RoyalBlue"][FONT="Arial Black"]Ömer ibni Abdülaziz, halifeliği zamanında, bir gün minberde, söylevle meşguldü. Minberin yakınında olan, bir grup halk, konuşması esnasında halifenin zaman zaman elini götürüp, gömleğini hareket ettirdiğini görüyorlardı. Bu hareket orada bulunan ve dinleyenlerin dikkatlerini celbetti. Hepsi kendi kendilerine, neden halifenin konuşma esnasında, elini gömleğine götürüp, hareket ettirdiğini soruyorlardı.

Toplantı tamamlanarak sona erdi. Araştırıldıktan sonra belli oldu ki halifenin, kendisinden öncekilerin Beytülmaldan yaptıkları israfı telafi etmek ve müslümanların Beytülmalın gözetlemek için, bir taneden fazla gömleği olmadığı için yeni yıkanmış gömleğini tekrar aynısını giymişti şimdi de, daha çabuk kurusun diye, hareket ettiriyordu[/FONT][/COLOR].

EyüphanAydın 22.12.2009 16:08

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Daha Büyük Keramet mi Olur?[/B]

Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı.

Vâlide Sultan kalbinden;

"Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bir kerâmetini görseydim." diye geçirmişti.

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan'ın gönlünden geçenleri anlayarak; "

Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn'in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?" buyurdu.

EyüphanAydın 22.12.2009 16:08

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Papaz ve Hz. Ali (r.a)
[/B]
Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler.

Kilisedekiler:

-10 mil uzakta su var.

Hz. Ali r.a.

- Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın.

İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile.

Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar.

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hz. Ali'nin huzûruna gelir ve sorarlar:

-Peygambermisiniz?. Yoksa...

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim!

Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der:

-Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk.

Hazret-ü Ali buyurdu ki:

-Allahü teâlâya hamd olsun!

Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur.

Salim58 22.12.2009 16:54

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Endonezya nasıl Müslüman oldu? [/B]


[COLOR="RoyalBlue"][FONT="Arial Black"]Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince[/FONT][/COLOR]

EyüphanAydın 22.12.2009 23:27

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Eski zamanlarda kadınlara düşkün olan bir padişah varmış.
Terasında otururken, vezirinin terasındaki bi cariye gözüne ilişmiş.
Cariye uzun boylu, kara gözlü, ay parçası gibi bir kızmış.
Ertesi gün vezirini bi bahane ile ülke dışına göndermiş. Ve vezirinin evine gitmiş.
Cariye gelenin padişah oldugunu anlamış, hürmetle ve buyuk bir nezaketle ağırlamış.
Padişah cariyenin bu inceliginden çok hoşlanmış. Cariyeye açılmış.
Cariye de "isterseniz bunları yemek yerken konuşalım" demiş.
Padişah hayli memnun olmuş. Cariye mutfaga giderken padişahın görebileceği bir yere ahlak kitabı koymuş. Cariye mutfaktayken padişah kitabı okumuş ve yaptıgından utanmaya başlamış.
Cariye sofrayı hazırlamış. 90 çeşit ayrı ayrı yemekler sunmuş.
Padişah her birinden yemiş ve cariyeye "bunların herbiri arklı yemekler ama tatları aynı" demiş.
Cariye de "padişahım, tüm kadınlar farklı farklı oldukları halde tatları aynı değil mi?" diye sormuş.
Padişan cariyeden özür dileyerek, büyük bir utanç içinde vezirinin evinden ayrılmış.[/B]

EyüphanAydın 22.12.2009 23:27

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B] Sevgi Ve Güzellik


"Bebegimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumusak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeginin minik yüzünü görmek için kundağını açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya basladi.

Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmedigi, sadece görünüsü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula basladi. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.

Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; Ağlayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."

Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafindan seviliyordu ve oldukça da basarili bir ögrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı.Annesi, her zaman ona

"Genç insanların arasina karışmalısın" diyordu, ancak aynı zamanda yüreginde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.Delikanlinin babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;

"Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.

Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi. Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. Iki yıl geçti bir gün babası "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmisti, bir gün babasına gidip sordu:

"Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım... Bir şey yapabilecegimi de sanmıyorum" dedi


Babası, "fakat anlaşma kesin, şu anda ögrenemezsin, henüz degil..."

Bu derin sır yillar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açıga çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavasça annesinin başına elini uzanttı; Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye dogru itti; annesinin kulakları yoktu."Annen hiçbir zaman saçın kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babasi "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?" Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!
Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!"
[/B]

Salim58 23.12.2009 07:35

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]'GELİN KULAĞINA KÜPE' [/B]


[COLOR="DarkGreen"][FONT="Arial Black"]İslâm öncesi dönemde yaşayan Ümame isimli akıllı bir kadın, kızı Ünas'ı Kinde krallarından Haris ile evlendirdiğinde, hâlâ değerini koruyan şu unutulmaz nasihatları yapmıştı: 'Kızım, eğer bir kızın ana-babasının servetinden dolayı kocasına ihtiyacı olmasaydı, senin herkesten ziyade müstağni (ihtiyaçsız) olman lazım gelirdi. Fakat öyle değil; erkekler bizim için yaratıldığı gibi, biz de onlar için yaratılmışızdır. Kızım, sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp, bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın, ülfet etmediğin bir adamın evine gidiyorsun. Şimdi, onun rızasını gözetip kendisine itaat et ki, o da sana kul-köle gibi olsun; seni sevip hoşnut olman için gerekeni yapsın. Ben şimdi sana on şey söyleyeceğim. Onları kavra ve gereğince hareket eyle ki, eşinle güzel geçinebilesin:

1- Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse, onu yürekten kabul etmelisin; kanaat sahibi olmalısın.
2- Emrettiği uygun şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri yapmamalısın.
3- Evin içini ve üstünü başını temiz tutmaya dikkat etmelisin.
4- Güzel görünüp güzel kokmalısın ki, kocan senden iğrenmesin; gözünden düşmeyesin.
5- Uyuduğu ve yemek yediği vakitlere dikkat etmelisin. Bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık haline getirmişse, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazırlamalısın. Çünkü açlık ve uykusuzluk insanı öfkelendirir.
6- Kocanın malını muhafaza etmeli, israf ve teleften korumalısın.
7- Onun itibarını gözetmeli, hısım ve yakınlarına da saygılı olmalısın.
8- Ona isyan etmemeli, işine muhalefette bulunmamalısın.
9- Sırrını elaleme ifşa etmemelisin. İşine isyan edersen sana kin duyar, sırrını ifşa edersen eziyet ve cefasından kurtulamazsın.
10- Kocan kederli iken ferah olmayasın, neşeliyken de keder göstermeyesin[/FONT][/COLOR]

altuntas58 23.12.2009 12:33

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[IMG]http://www.masaldiyari.net/wp-content/uploads/2009/04/coban.jpg[/IMG]

[B][FONT="Arial Black"][COLOR="Red"]
Çoban Ve Elma Ağacı Hikayesi

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için
yaylaya çıktığında, tepeye yakın bir elma
ağacının altında dinlenir ve eğer
mevsimiyse, onunla konuşarak; "Hadi
bakalım evlâdım, bu ihtiyarın elmasını ver
artık!" der ve en güzelinden, en
olgunundan, Allahü teâlânın izniyle bir
elma düşerdi Yaşlı adam onu küçük bir
tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık
ettikten sonra, babasından kalan Kurân-ı
kerîmini okumaya koyulurdu Çoban, bu
ağacı 20 yıl kadar önce diktiğinde sık sık
sular, bunun için de abdest suyundan
geriye kalanı kullanırdı Elma ağacı kısa
zamanda serpilip, meyve vermeye
başlamıştı O zamanlar genç olduğundan
uzandı mı, elmayı şıp diye koparırdı
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli
bükülüp boyu kısalmış, ağacınki ise
büyüyüp yükselmişti



Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip
namazını kıldığı bir gün, yemek yapmak
için yine elmasını istedi Ancak nedense
birşey düşmemişti Sonra bir daha, bir
daha tekrarladı isteğini Bir türlü
gelmiyordu Gözyaşları, beyaz sakalını
ıslatırken, yavrusu ilk defa reddediyordu
kendisini Çobanın güçsüz bacakları da
vücudunu taşıyamaz olmuştu artık
Hayvanlarını usulca toplayıp yayla evine
doğru yöneldiğinde, gökteki hilâli farketti
Çocuklar gibi sevinerek, geri dönüp
ağacın yanına koştu ve ona şefkatle
sarılırken, hıçkıra hıçkıra ağlayıp şöyle
diyordu:

"Yâ Rabbi! Şu unutkan ihtiyarı af et! Bu
günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu,
gafletimden anlayamadım[/COLOR][/FONT][/B]

[IMG]http://www.e-yasamrehberi.com/photo/meyva_agaclari/meyva_images/elma.jpg[/IMG]

EyüphanAydın 23.12.2009 12:54

Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
 
[B]Tebessüm masum

Küçük kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.Bu hava içinde yakın zamanda kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırlayarak ona bir not yazdı ve yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki,her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.Garson kız,ilk kez aldığı bu bahşişin bir kısmını akşam eve giderken her zaman köşebaşında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öğle ama öğle minnettar oldu ki...İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.Karnını ilk defa böyle doyurduktan sonra,bir apartman bodrumundaki odanın yolunu ıslık çalarak tuttu.Öğle neşeliydi ki bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce kucağına aldı.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu.Sıcak odada yorulasıya kadar koşturdu durdu.
Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı,bir yangın başlıyordu.Dumanı koklayan köpek öğle bir havlamaya başladı ki,önce fakir adam uyandı.sonra bütün apartman halkı....
Anneler,babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp,ölümden kurtardılar.....Ve hiçbiri bilmiyordu ki,onları bu yangından kurtaran köpeğin oraya gelmesine küçük bir tebessüm sebep olmuştu.[/B]


WEZ Format +2. ?uan Saat: 11:25.

Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.


Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.