Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 11.01.2008, 11:33   #2
abircan
Usta Yiğido
 
abircan - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
abircan Şuan abircan isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 21.01.2015 09:55

Üyelik Tarihi: 03.08.2005
Mesajlar: 3.258
Tecrübe Puanı: 1058 abircan COK SEVILEN BIR KISIabircan COK SEVILEN BIR KISIabircan COK SEVILEN BIR KISI
Standart --->: OLACAKSAN BÖYLE TÜRK OL

Gökhan Hotamışlıgil, Türk doktor ve bilimadamı.

24 Haziran 1962 yılında doğdu. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, 2003 yılında Harvard Üniversitesi'nden profesör unvanını aldı. Şişmanlık, tip 2 diyabet ve metabolik sendromun moleküler mekanizmaları üzerinde çalışan Hotamışlıgil, 2005 yılı itibarı ile Harvard Üniversitesi'nde görev yapıyor.

Hotamışlıgil, aynı zamanda TÜBA Asil Üyeliği ve Amerikan Obezite Vakfı Asil Üyeliği görevlerini de sürdürmektedir.

"http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6khan_Hotam%C4%B1%C5%9Fl %C4%B1gil"'dan alındı

Şişmanlık genini bulan bilimadamı
Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil:

TÜRKİYE'NİN DÜNYA BİLİM HARİTASI
ÜZERİNDE HİÇ BİR YERİ YOK MALESEF...

"Çoğu insanın, Amerika'dan sözediyorum,
Türkiye'yi tanıyıp bilgi sahibi olmadığı kesin. Körfez savaşlarından sonra tabi bu çok değişti. Çok parlak bir imajımız olduğu söylenemez. Burada basında 20 senede Türkiye ile ilgili pozitif bir hikaye okudum veya işittiğimi, hatırlayamıyorum. Ben geçtiğimiz senelerde pek çok meslekdaşımı ve öğrencimi Türkiye'ye getirdim. Gördükleri ile kafalarındaki görüntü arasında çok fark olduğunu fark ettim. Bilim dünyası içinde bu geçerli. Türkiye'nin dünya bilim haritası üzerinde hiç bir yeri yok maalesef..".


Nafiz ALBAYRAK / NEW YORK (DHA)


Dünya tıp literatürüne ''şişmanlık genini bulan bilimadamı'' olarak geçen Türk bilimadamı Gökhan Hotamışlıgil'in, dünyanın en saygın üniversitelerinden biri olan Harvard Üniversitesi'nde, tip 2 şeker hastalığının önlenmesinde önemli bir rol oynayan endoplazmik retikulumda artan baskıyı azaltan bir ilaç grubu geliştirmesi tüm dünyada heyecan yarattı.

Çalışmalarını Harvard Üniversitesi'nin Boston'daki Kamu Sağlığı Bölümü'nde kendisi için özel olarak açılan birimin başında sürdüren Hotamışlıgil, denek hayvanlarda başarıyla sonuçlanan ve tüm insanlık için umut ışığı olan yeni bulguların yakın zamanda insanlar üzerinde de uygulama yönelik alanlara doğru ilerlemeye başladığını söyledi.

Bilimsel çalışmaları boyunca daha önceden gözlemlenen bazı genetik bozuklukların kimyasal müdahalelerle de düzeltilebileceği sonucuna ulaştıklarını belirten Hotamışlıgil, ''İlaç yoluyla diyabet, şişmanlık, kalp hastalıkları gibi temel bozuklukları düzeltici tedavi yöntemlerinin, yani sorunları önleyici değil de kökte yatan sorunu düzelterek hastalığı tedavi edebilecek yöntemlerin olabileceği konusunda umut ışıkları doğdu'' diye konuştu.

Harvard Üniversitesi'nde kendisi için özel olarak kurulan Genetik ve Kompleks Bölümü'nün başkanı Türk bilimadamı Hotamışlıgil, şişmanlık ve bunu tetiklediği şeker hastalığı tipleri, kalp rahatsızlığı, nefes darlığı gibi hastalıkları kökten önlemeye yönelik ilaç çalışmalarının laboratuvar ortamında yetiştirilen hayvanlarda çok olumlu sonuçlar verdiğini, insanlara yönelik ilaç üretiminin de zaman sorunu olduğunu belirtti.

Yeni bulguların, çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Hotamışlıgil, bir bilimadamı olmanın sorumluluğunu taşıdığını vurgulayarak. '' Yine de bu konuda tedbirli mesajlar vermek istiyorum. Bilimsel olarak çok önemli bir gözlem. Şimdiye kadar yalnızca deneysel ortamda gerçekleştirilen verilerin insanlara da uygulabileceğini gösteriyor bize. Fakat uygulama süreci çok uzun, meşakkatli bir süreç. Sonuçlar ne kadar parlak olursa olsun, deneysel bir hayvandan insana geçiş kolay bir aşama değil'' dedi.



Hotamışlıgil, insan bedeninde birçok hastalığın kaynağı olan aşırı şişmanlığın (obezite) ve bunun yarattığı hastalıkların ABD gibi gelişmiş ülkelere özgü olduğuna yönelik yanlış bir anlayışın yerleştiğine de dikkat çekerek, ''ADB'de fazla kilolu oranı yüzde 65-70'lere kadar varmış durumda. Çocukluk yaşında bile ortaya çıkan karaciğer, kalp hastalıkları görülmeye başlıyor. Bu ülkede uygulanan politikanın başarısızlıkla sonuçlandığını söylemek mümkün. Ancak şu anda bu hastalıklar en yoğun olarak gözlenen ABD'ye özgü sorunlar değil. Rakamlar başka yerlerde henüz bu boyuta gelmemiş olsa bile, bu hastalıklar bütün dünyanın problemi.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, Ortadoğu'dan, Uzakdoğu'ya kadar uzanan ülkelerde ki Türkiye de buna dahil, şişmanlık, şeker


hastalığı,kalp hastalığında en büyük patlamaların beklendiği bir kuşak. Hem genetik altyapıdaki uygunluk, hem de bunun üzerine eklenen yaşam biçimindeki değişiklikler bu hastalıkları ortaya çıkarıyor. ABD'de olduğu gibi aşırı şişmanlık ortaya çıkmaksızın, çok daha fazla risk faktörleri patlak verebiliyor. Örneğin Türkiye'de aşırı şişmanlıkçok azdır. Fakat şeker hastalığı ve kalp hastalığındaki artış çok daha az bir kiloyla ortaya çıkabiliyor. Bu yatkınlıktaki değişiklikler daha genetikle ilgili'' diye konuştu.

- Bize şu anda şişmanlık ve diyabet hastalıklarının önemini ve neden bu konu üzerinde yoğunlaştığınızı anlatır mısınız?

Benim üzerine eğildiğim konu şişmanlık ve beraberinde görülen hastalıklar silsilesidir. Yani metabolik hastalıklar kümesi denebilir. Hem anlaşılması, hem çözüm üretmesi son derece zor bir konu ve insanlığın başına müthiş bir bela haline gelmiş bir gurup hastalık. Bu yüzden ilgimi çekmiş ve halada çekmekte olan bir problem. Daha özele inecek olursam, organizmaların, sağlıklı kalmak için, gıda ve stres gibi çevresel sinyallere nasıl uyum sağladıklarını ya da bunu başaramayıp nasıl hastalandıklarını, moleküler ve genetik düzeyde anlamaya yönelik çalışmalar yaptığımızı söyleyebilirim. Odaklandığımız konular, enerji dengesi ve metabolik hastalıklar. Buna bağlı olarak, şişmanlık, diyabet, kalp hastalıkları, karaciğerde yağlanma ve astım gibi birbirine bağlı pek çok hastalığın kökünde yatan genetik ve moleküler mekanizmaları inceliyoruz. Bu hastalıklar, dünyanın her köşesinde insan sağlığının bugününü ve geleceğini son derece ciddi şekilde tehdit eden, bulaşıcı olmayan ve sürekli artan problemler ve insanlık için şu an tüm dünyada en önde gelen sağlık sorununu oluşturuyorlar. Birkaç rakam vermek gerekirse, şu anda, dünya üzerinde 1 milyardan fazla aşırı kilolu ve şişman insan var. Dünya genelinde, 200 milyonu aşkın kişide tip 2 diyabet bulunuyor. Daha da endişe verici olanı, toplam küresel nüfusun % 10'u, tip 2 diyabete yol açan glükoz intoleransından (gizli şeker diye bilinen durum) şikayetçi. Bu hastalıkların faturası, yoksulluğunkinden bile çok daha fazla olup insanlığa her yıl tahminen yüzlerce milyar dolara mal oluyor. Şu ana kadar etkin bir korunma ve tedavi yöntemi geliştirilemediğinden bu hastalıkların önüne geçilemiyor ve prolem giderek büyüyerek tüm dünyayı sarıyor.
Dolayısıyla, bu konunun, küresel sağlık açısından çok önemli olduğuna inanıyorum ve araştırma programım çerçevesinde, konuyu daha derinlemesine anlamaya, çözüm yolları ve önleyici stratejiler geliştirmeye çalışıyorum. Tabi bu karmaşık konu büyük çalışmaları, takımlar halinde bir yaklaşımı gerektiriyor. Bu konulara odaklanan yeni bir bölüm kurulmasının nedenide bu.


- Çalışma ve buluşlarınızın temel katkıları ve teması, bu problemlere olan getirisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bizim son 15 senede yapmış olduğumuz buluşların bilim dünyasına olan en önemli katkısı, şişmanlık ve diyabet hastalıklarının altında yatan iltahabi bir mekanizmanın ortaya çıkarılması, dolayısı ilede bu hastalıklara ve şişmalıkla beraber ortaya çıkan diğer sağlık problemlerine aynı anda çözümler üretebilecek yepyeni bir platformun ortaya konması olarak özetlenebilir. Daha basitçe ifade etmek gerekirse, bu buluşlar gelecekte bu yeni

modellere dayalı olarak geliştirilecek ilaçların ve önleyici tedbirlerin alınmasına imkan sağlayabilecek. Bu konuda şu ana kadar ortaya çıkan ve çok heyecan verici gözlemler ve buluşlarımız oldu ve ilaç geliştirme yolunda bazı sistemler ve hatta ön maddelerde ortaya çıkarılmış vaziyette. En son çalışmalarımızda bunun önemli bir uzantısı ve çarpıcı bir örneğini teşkil ediyor.
- Şişmanlık, şeker ve kalp hastalıklarına yol açan pek çok geni ve mekanizmayı bulduğunuz duyuruldu. Bu konuda biraz bilgi verebilirmisiniz?

Şimdiye kadar sözünü ettiğim hastalıklar gurubunda çok anahtar roller oynayan pek çok genin ve bu genlerin çalışma mekanizmalarını ortaya çıkardık. Bu genlerin işlevlerinde şişmanlık, diyabet ve kalp hastalığına yol açan bozukluklarını tanımladık. Tabi bu bitmiş bir proje değildir. Anladığımızdan çok daha fazla anlamadığımız ve çok karmaşık problemler var. Ancak deney hayvanlarında gen mühendisliği yöntemleri ve sistem biyolojisi uygulamaları ile bu genlerin hem ortaya çıkarılması hemde işlevlerinin anlaşılması yolundaki çalışmalarımız sürüyor. Yakın zamanda bu buluşlardan yola çıkarak, bu bozulan işlevlerin kimyasal maddeler kullanılarak düzeltilmesi üzerindede çalışmalar yapmaktayız. Bunlar arasında yağların zararlı etkilerinin yağ asitlerine bağlanan proteinler aracılığı ile önlenmesi, daha önce bulduğumuz ve metabolik hastalıklarda anahtar sinyal yollarından birini kontrol eden JNK geninin çalışmasının düzenlenmesi, ve metabolik dengenin sağlanması veya bozulmasında önemli bir rol oynayan stress cevaplarının kontrol altına alınması sayılabilir. Sözünü ettiğim yeni yaklaşımlar ve gelişmeler bu üç alanıda kapsıyor. Bunların bazıları yayınlanmış durumda, diğerleride henüz yayınlanma aşamasında.

- Bizi en son yaptığınız buluş ve bunun uygulamaları ile ilgili bilgilendirebilir misiniz?

Uzun senelerdir yapmış olduğumuz buluşlar yeterince olgunlaştığından, bunların ilaca dönüşümüne yöneldik. En son çıkan yayınımızda bunun bir küçük aşaması sayılabilir. Şismanlık ve diyabetin ortaya çıkışında önemli rol oynayan mekanizmalardan biri, hücre içinde metabolik açıdan bir fabrika gibi çalışan, besin ögelerinin, enerji birimlerinin ve proteinlerin yapımı ve hücre içindeki trafiğini düzenleyen ve endoplazmik retikulum diye bilinen bir sistemin çalışmasında meydana gelen bozukluk ve kapasite yetersizliği. Bu mekanizma aynı zamanda insulin hormonunun yeterli ve düzenli üretilmesi ve sağlıklı bir şekilde çalışması içinde hayati önem taşıyor. Bunlar hem bizim ekibimizde hemde başka guruplar tarafından daha önce yapılmış ve yayınlanmış çalışmalarda ortaya çıkarılmış ve yerleşmiş temel gözlemler. Bu sistemin çalışması, şişmalıkta ve diyabet hastalığı gelişirken ciddi şekilde bozuluyor ve buna bağlı olarak vücutta stress sinyalleri üretilmeye başlıyor. Bu durum, özellikle yağ dokusu ve karaciğer gibi metabolik denge açısından kritik görevler üstlenen dokularda ortaya çıkan iltahabi durumada katkıda bulunuyor. Metabolik denge bozuldukça bu stress artıyor ve böylece ortaya bir kısır döngü çıkıyor. Biz daha önce endoplazmik retikulum denen yapının ve burada oluşan bozuklukların genetik müdaheleler ile düzeltilebileceğini ve bunun diyabet hastalığının tedavisi ve önlenmesi için deneysel sistemlerde çok önemli olduğunu göstermiştik. Bu en yeni çalışmamızda ise aynı yapıya kimyasal maddelerle, yani ilaç olarak kullanılabilecek bileşimlerle de müdahele edilebileceğini gösterdik. Bu kimyasallar diyabeti olan hayvan modellerine uygulandığında, çok çarpıcı etkiler ortaya çıkarıyor ve çok kısa sürede kan şekerinin tamamen kontrol altına alınıp, bu şekilde korunmasını sağlayabiliyor. Eğer aynı mekanizmalar insanda da geçerli ise, bu kimyasallar veya benzeri bileşimler aynı şekilde etkili olabilirse, ve güvenle kullanılabilirse, yepyeni ve etkin tedavi yaklaşımlarının doğması mümkün. Benim için bu çalışmanın bir başka önemide uzun yıllardır pek çok araştırmacı tarafından verilen emeğin, elde edilmiş olan birikimlerin yavaş yavaş uygulamaya geçişinin mümkün olabileceğine yönelik, küçükde olsa bir engelin aşılması, bir ümidin ortaya çıkması. Tabii, bu çalışmamızda çok ümit vadeden ve çok önemli olan buluşlar ve gözlemler var. Benim çok hassas olduğum ve mutlaka vurgulamak istediğim tüm bunların bilimsel olarak ileri atılan önemli bir adım olduğu ancak insan uygulamaları olmadığıdır. Bu yöntemlerin ve kimyasalların insanlarda diyabet tedavisi için kullanılmaya başlaması şu an icin söz konusu bile değil. Henüz bu ilaçların insanda diyabeti etkileyip, etkilemediğini bile bilmiyoruz. Ancak ayrıntılı klinik testler yapılıp, yeni formüller geliştirildikten sonra bu olasılıklar doğabilir. Bu soruların cevap bulması için zamana ve çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç var. Yani şu an için mucize bir tedavi, veya diyabeti çözmek, falan gibi şeyler söz konusu değil.

- Kalp, şeker, astım gibi hastalıklar yeni ilaçlarla etkin bir şekilde çözülebilir mi?

Bizim şu andaki hedeflerimizden biri, gen mühendisliği yöntemleri ile yaptıklarımızı, kimyasal olarakta yapabilmek, yani bulduğumuz genlerin fonksiyonlarını değiştirecek ilaçlarıda geliştirmek. Bu konuda hem akademik hem de endüstride çalışmalarımız yoğun bir şekilde sürüyor. Ayrıca daha pek çok gurup tarafından da çok önemli ve farklı çalışmalarda mevcut. Dolayısı ile önümüzdeki yıllarda etki çözümlerin gerçekleşebileceğini düşünüyorum ve bu konuda çok iyimserim. Ancak, bu tür mesajlar verirken son derece dikkatli olmak gerekir. Çünkü deneysel olarak gösterilen pek çok heyecan verici ve son derece önemli buluşun insanlara aktarımı son derece güç, son derece zahmetli ve zaman isteyen bir süreçdir. Bu sürecin sonunda da nasıl bir noktaya gelineceğini önceden kestirmek her zaman mümkün olmayabilir. Burada tabiki yalnızca bizim yaptığımız çalışmalardan değil, bu alandaki tüm çalışmaları kasdediyorum. Özet olarak, bilimsel olarak son derece önemli olan gelişmeleri, mucize ilaçların geldiği, hastalıkların ortadan kalkacağı şeklinde yorumlamamak gerekir. Bunun son derece yanlış beklentilere ve sıkıntılara yol açacağı kesindir.

- Kaç kişilik bir ekibiniz var? Başka Türkler de var mı ekibinizde?

Şu andaki ekibim 20 kişi. Her milletten insan bizim gurubumuzda çalışır. Tabi her zaman Türkler oldu. Ben Türk öğrencileri alıp onları yetiştirip, bağımsız araştırıcılar haline dönüştürmeyi ve onları destekelemeyi kendime görev sayarım. Bu yüzdende labaratuvarımda, kurduğum günden beri Türklerin oranı her zaman yüksek olmuştur. Bununla ilgili hem çok büyük mutluluklarım hemde çok sıkıntılarım da olmuştur ama yinede bu yaklaşımı mı henüz değiştirmedim. Parlak Türk öğrencilere, genç Türk bilim insanlarına elimden geldiğince fırsat yaratmaya çalışırım. Bu benim için en önemli noktalardan biridir. Ben Harvard'a ilk geldiğim yıllarda, bu kampüste pek Türk'e rastlanmazdı. Şimdi onlarca-yüzlerce Türk burada değişik guruplarda çalışıyor, yeni yeni, öğretim üyeliği pozisyonlarına geliyor, önemli pozisyonlarda görev alıyor. Tabiki bunlar hep benim yüzümden oldu demek istemiyorum. Ancak bir iyi örneğin önemini, bir kapının açılmasının uzun vadedeki etkinliği çok önemli olabiliyor. Belki ben başarılı olmasaydım, bu süreçte bir kaç parlak Türk arkadaşımız buralarda çok güçlü programlar kurmasalardı, Türklere bakış daha farklı olurdu. Algılama gerçeğin yarısı diye bir söz vardır. Bu gerçekten çok doğru. Sözünü ettiğimiz çalışmaların pek çoğundada, çok parlak ve çalışkan genç Türk ögrencilerimin çok büyük emekleri ve çok önemli katkıları vardır. Buda benim için çok sevindirici ve gurur verici bir durum. İleride bu genç arkadaşların kariyerlerinin ilerlemesini ve başarılarını görmek en büyük arzularımdan biri.

- Henüz ilaçlar olmadığına göre, şu an için önerileriniz varmı? Beslenme konusunda önerileriniz nedir?

Bu ilaçlar olsa bile beslenmenin ve yaşam tarzının önemi hiç bir şekilde azalmaz. Benim önerim, az yemek ve basit beslenme prensiplerine uymakdır. Çok karmaşık, içinden çıkılamaz diyet uygulamalarına fazla ihtiyaç yok. En önemli prensip kalori miktarıdır. Kalori olmadan kilo diye bir şey olmaz, aşırı olduğundada kilo almanın önüne geçilemez. Kiloda tüm sözünü ettiğimiz hastalıklar için en önemli risk faktörü olduğundan bu konuya hasasiyet göstermek çok önemli Dolayısı, ile birinci kural makul miktarda gıda tüketmek, yani oburluktan kaçınmak. İkinci temel prensip, taze meyva ve sebzeleri mümkün olan en yüksek oranda tüketmek. Mutlaka her öğünün bir parçasında meyva sebze bulunmasına gayret etmek, saf karbonhidratları azaltmak. Üçüncü anahtar prensip de daima fiziksel olarak aktif kalmaktır. Sadece bunlarla çok sağlıklı bir yaşam tarzı benimsenebilir. Tabi her prensip içinde pek çok ayrıntılar verilebilir. Bu konuda daha fazla yorum yapmak istemiyorum.

- Türkiye ve dışarıda pek çok ödüler aldığınız biliniyor; bunların önemi nedir, hayatınızda değişikliklere yol açtığı söylenebilirmi?

Benim iç dünyamda herhangi bir değişiklik oldu diyemem. Tabi ki çok mutlu oldum ve gurur duydum, ama bu benim kendimle ilgili görüşlerimi değiştirmedi. İnsanın yabancı ülkelerde tanınıp takdir görmesi, bir yerlere gelmesi tabii ki çok güzeldir, ancak kendi ülkesinde saygınlık kazanması en çetin sınavdır. Çünkü burada duygusal etkenler, yurtseverlik, aşırı iyimserlik işin içine girer. Tanınmakla saygı görmek farklı şeylerdir. Dolayısı ile gerçek ve derin saygınlığı kazanabilmek ve bunu sürdürmek, herşeyden daha zordur. Bununla ilgili her belirti benim için çok onur verici. Ünlü bir söz vardır; "herkez 15 dakikalığına meşhur olabilir diye". Ben bunu hiç unutmam. Bilimsel olarak, ödüllerin etkisi çok tartışılır. Bana göre ödül alan veya almayan bilimin yada bilim insanının farkı derinde yoktur. Ama sorunuza direk yanıt vermek gerekirse, ödüller daha fazla tanınmaya katkıda bulunur. Bu benim içinde geçerli ve motive edici bir unsur. Bu özellikle Türkiye'de çok önemli bir faktör çünkü bilimi yakından ve akademi kaynaklardan takip edenlerin sayısı az. Tüm çevreler için, bu bilgilerin en önemli kaynaklarından biri basın. Dolayısı ile burada hem yazılı hemde görsel basına çok önemli bir sorumluluk düşüyor.
- Çalışmalarınızın uluslararası bilim camiasındaki yerini nasıl görüyorsunuz?
Şu an itibarı ile, dünyada kendi alanımızda iyi bilinen ve saygı gören labaratuvarlardan biri olduğumuzu söyleyebilirim. Sadece bir tek buluş ile değil, benim bu laboratuvarı kurduğum günden beri süregelen bilimsel aktiviteler ve buluşlar, şişmanlık ve diyabetle ilgili yeni bir düşünme ve yaklaşıma yol açtı. Bu nedenlede gurubumuz dünyanın her yerinde bilimsel çevrelerde çok iyi biliniyor ve saygı görüyor. Buda beni son derece mutlu ediyor ve daha fazla çalışmaya teşvik ediyor. Aslında bu çok çetin bir yol. Bilim çevrelerinin hafızası kısadır. O yüzden uzun süreçler içerisinde üretken kalmak, ön kulvarı korumak çok zor ve büyük fedakarlıklar gerektiren bir durum. Bizde son 15 senede bunu idame ettirmeyi başardık, o yüzden mutlu olduğumu söyleyebilirim.

- Bilim konusunda en çok ne ile anılmak istersiniz? Arzunuz nedir?

Bir bilimadamı olarak, yaşamım boyunca gerçekleştirdiğim ya da gerçekleştireceğim çalışmaların, bir gün insanlık için faydalı sonuçlar vereceğini ve yaşam kalitemizi etkileyeceğini umuyorum, arzu ediyorum. Motivasyonumu korumamı ve bilimsel çalışmaların bütün zorluk ve engellerine rağmen yoluma devam etmemi sağlayan da aslında bu hayal. Daha öncede belirttiğim gibi, bir probleme kayda değer bir katkıda bulunmuş olmak bana yeter. Benim için bireysel başarıların önemi artık az.

- Türkiye son yüzyıllarda, bilim alanında neden atılım yapamıyor? Sizin bu konuda düşünceleriniz nedir? Bu durumdan çıkış için önerleriniz var mı?

Bence bunun özgüvenle ve milli ilgisi yok. Bence temel nedenler, bilime ve bilim eğitimine önem ve öncelik vermemiş olmamız, bilim stratejileri geliştirmemiş olmamız, ve bu alana gerekli kaynakları ayırmamış olamamız en önemli eksikliklerdir. Bu ta Osmanlıdan beri hep böyle. Burada çok önemli konular var ve ülkenin geleceği için hayati önem arzediyor. Bu problemin kısa vadede çözülmesi zor. Ancak bana göre bazı temel öncelikle üzerinde durulması gereken prensipler bir kaç kalemde sıralanabilir. Bunlar:

- Bilime öncelik yaratmak ve gerekli kaynakları ayırmak,
- Bilimi politikadan tamamen arındırmak,
- Bilimsel liderlerimizi Türkiyenin bilim stratejisi içine çekmek,
- Çok az sayıda ulusal mükemmeliyet merkezleri (belkide merkezi)oluşturmak,
- Öncelik alanlarını ve stratejilerini dikkatle belirlemek,
- Bilimle endüstri arasındaki köprüyü sağlıklı ve etkili hale getirmek,
- Halkı ve medyayı gerçek bilimle tanıştırmak.

- Uluslararası arenada başarıya aç bir millet olarak, bilimde gençlere neler önerirsiniz?

Sevdikleri, çok heyecan duydukları işleri yapmalarını Sevgi ve bilgi paylaştıkça artar, sakladıkça değil, bunu hep hatırlamalarını Çok ama çok çalışmalarını, dürüst olmalarını Büyük hedefler belirleyip, sabırlı olmalarını, alçak gönüllü kalmalarını..


Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, DHA muhabiri Nafiz Albayrak'ın sorularını yanıtlatı.

- Türkiye Amerika'da nasıl algılanıyor?

Çoğu insanın, Amerika'dan sözediyorum, tanıyıp bilgi sahibi olmadığı kesin. Körfez savaşlarından sonra tabi bu çok değişti. Çok parlak bir imajımız olduğu söylenemez. Burada basında 20 senede Türkiye ile ilgili pozitif bir hikaye okudum veya işittiğimi, hatırlayamıyorum. Ben geçtiğimiz senelerde pek çok meslekdaşımı ve öğrencimi Türkiye'ye getirdim. Gördükleri ile kafalarındaki görüntü arasında çok fark olduğunu fark ettim. Bilim dünyası içinde bu geçerli. Türkiye'nin dünya bilim haritası üzerinde hiç bir yeri yok maalesef.



- Başarılarınızın sırrı/sırları nelerdir?

Bu da çok zor bir soru. Bunu yanıtlamak için, aynı zamanda başarılı olduğumu Kabul etmem gerekiyor. Belki şu ana kadar yapabildiklerime katkıda bulunan bir kaç özellik yaptığım işi çok sevmek, çok ama çok çalışmak ve küçük düşünmemek sayılabilir.Pozitif düşünme yeteneğimin çok işime yaradığını düşünüyorum. Genel olarak, yaşım ilerledikçe iyimser bir insan olmayı öğrendim, daha gençken daha karamsardım. Kötümser ve negatif olan kişilerle ya da doğru giden şeylerin keyfine varmaktansa kendilerinin ya da başkalarının durumunda nelerin ters gittiğini bulmaya çalışan insanlarla birlikte olmaktan ve çalışmaktan hiç hoşlanmıyorum. Ayrıca inatçıyım; kolay kolay pes etmem ve inanılmaz derecede sabırlı olup yoluma devam edebiliyorum. Laboratuvarımdaki sloganımız da "Asla pes etme"; web sitemizde görebilirsiniz. Son olarak, kendimi çok ciddiye alıp çok önemli falan olduğumu düşünmem. Gitmem gereken uzun bir yol olduğunu biliyorum. Çok büyük bir dünyanın çok küçük bir parçasıyım. Bunu hatırlamak, ilerlememe, mütevazi kalmama ve tembellik etmememe yardımcı oluyor.

- Başarılı olmanızda Türk gelenek ve göreneklerinde yetişmenizin sağladığı kolaylıklar oldu mu?

Bizim kültürümüzde ve yaşamımızda pratik çözümler ve elde olandan birşeyler çıkarma dürtüsü çok. Bu hem işime yaramış, hem de bazen başıma dert olmuştur. İşin gerçeği bazen elde olanla birşey yapılamıyor, bunu farkedip elinizi değiştirmeniz, vakit kaybetmemeniz lazım. Ama güzel kısmı eldeki verileri birleştirme eğilimi. Bu bilim için çok önemlidir. Birçok değişik açıdan gelen veriyi birleştirebilmek, aradaki bağlantıları görebilmek, biraz düş gücü, yeni fikirler için çok önemli. Biz sosyal olarak böyle alakasız bağlantıları kurmayı, komplo teorilerini üretmeyi, konuşmayı severiz. Belki bu daha üretken bir platforma yerleştiğinde faydalı oluyor. Bazı insanlar gocunur ama benim için Türk olmak benim iç dünyamın zenginleşmesi ve özgüvenim açısından bana çok yarar sağladı. Zor koşullarda varolabileceğimi gördüm bu bana güven verdi. Birden fazla kültürü tanımak insana zenginlik katıyor. Anadolu-Akdeniz kültüründe hoşgörü vardır. Bu başka kültürlere anlayışla, toleransla bakmaya katkıda bulunuyor, alternatif fikir ve yorumlara saygı göstermeye teşvik ediyor. Bilim içinde bu çok önemlidir. Bilimsel çalışmalar, belli bir gündem ve önceden belirlenmiş beklentiler ile yapılamaz. Kendi fikirlerinizin ve bakış açılarınızın kölesi de olamazsınız. Bunu yaparsanız, resmin bütününü göremezsiniz, ilerleyemezsiniz ve dürüst olamazsınız. Bilimsel dürüstlük, çok özel bir dürüstlük şeklidir ve yalnız kendinizi, fikirlerinizi ve bulgularınızı eleştirel bir gözle incelediğinizde ortaya çıkar. Neden doğru çözümü bulduğunu düşünmek yerine, bulduklarım nasıl doğru olmayabilir sorusunu sormayı gerektirir.

- En önemli çalışma prensipleriniz nelerdir?

Bütün sırlarımı istiyorsunuz. Birazıda bana kalsın.

- Yabancı ortamlarda Türk olarak çalışmanın dezavantajı varmı?

Bize biraz yukardan baktıkları olur. Türkiye'den gelen birisinin kendilerine denk olamayacağı hissi bilinç altında vardır. Bir çok örneğini verebilirim. Hep ön yargının izleri. Gelip görene kadar bizi muz cumhuriyeti sanıyorlar. Bazıları daha da saldırgan olabiliyor. Bunlar pek hoş durumlar değil tabii ki.İşin gerçeği burada ve heryerde "yabancı" olmak aslında müthiş bir dezavantajdır. Herşeye yeni baştan başlamak gibi. Özellikle yükseldikçe bu daha da belirgin hale geliyor, tabi yükselebilirseniz. Örneğin, memleketinizde dengeleri iyi bilirsiniz, insanları tanırsınız, kültürel referanslarınız tamdır, insanın halinden tavrından, kullandığı kelimelerden, vesaire pek çok bilgiyi anında toplarsınız, ilişkiler ağını kolayca oluşturabilirsiniz, dili etkin bir şekilde, aksansız olarak kullanırsınız, isminizi herkez telaffuz edebilir (bu bile müthiş önemlidir) vs. Buna daha pek çok şey ekleyebilirim. Başka bir ülkeye geldiğinizde bunların hepsini kaybediyorsunuz. Bunun sonucunda da aynı sonuçlar için daha çok çalışmanız, daha başarılı olmanız gerekiyor.

- Türkiye'yi özlüyor musunuz? Neleri özlüyorsunuz?

Elbette, çok özlüyorum. Bana göre hiç bir yer insanın doğduğu, büyüdüğü toprak gibi olamaz. Hiç bir şeyde o özlemin geçmesini sağlayamaz. Kültürümüzü, insanımızı, sıcaklığımızı, aile ve dostlarımı özlüyorum.

- Türkiye'de bilimi, özellikle bu alanda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok parlak gördüğümü söyleyemem. Tabi bizim üniversite yıllarımıza göre kıyas götürmeyecek gelişmeler oldu. Ama almamız gereken çok yol var ve doğru istikamette ilerlediğimizi söylemek biraz güç.

- Geri dönmeyi arzuluyor musunuz?

Tabiki. Türkiye'de üretken olabileceğim bir ortamda olmak isterim. Sanırım beni en çok ilgilendiren katkı imkani yüksek olabilecek bir ortamı Türkiye'de yaratabilmek, Türkiye'ye yararlı olabilecek şeyler yapabilmek.

- Türkiye'ye yönelik hasretlerinizi nasıl gideriyorsunuz? Amerika'da bu imkanlar var mı?

Açıkçası pek var diyemem. Tabi Türk dostlarımız var, onların varlığı çok önemli. Birkaç Türk televizyon kanalına ulaşmak mümkün, internetten tüm haberlere, gazetelere ulaşmak mümkün, sucuk simit bile ısmarlamak mümkün. Bunların hiç biri, dostlarımız hariç, Amerika'ya ilk geldiğimiz yıllarda yoktu. Yani aslında işler bizim geçirdiğimiz yıllara göre çok değişti, çok kolaylaştı. Ama gerçek ülkenin lezzetini bunlarda bulmak imkansızdır. Internetten köfte ekmek ısmarlanmaz, taksi şoförüyle muhabbet yapılmaz, Boğaz'ın havası koklanmaz, annenin boynuna sarılınmaz.

- Günlük çalışma temponuz ve stiliniz nedir?

12-14 saat. Bunu hepsini ofiste geçirmem. Sabah çocuklarla meşgul olup, onları okullarına yolladıktan sonra işe giderim. Akşamlarıda vakitlice dönüp, eşim ve çocuklarla vakit geçirmeye özen gösteririm. Hemen hemen her gün çocuklar yattıktan sonra çalışmaya devam ederim. Üniversitede olduğum sürenin yaklaşık yarısı toplantılarla geçer. Bunlarında yarısı idari, yarısı bilimsel konularda olur. Geri kalan vaktimi de kabaca ikiye bölerim. Yarısını araştırma gurubuma, diğer yarısınıda kendi işlerime, okumaya, düşünmeye, yazmaya ayırırım. Grubumdaki her üye ile her gün kısada olsa mutlaka konuşmaya, fikir alışverişine, ve çalışmaların gözden geçirilmesine özen gösteririm.

- Kariyeriniz için nasıl fedakarlıklarda bulundunuz?

Çok, anlatmakla bitmez. 20 senedir inanılmaz ve giderek artan bir tempoda çalışıyorum. Bu tabiki bazı şeylerin hayatımdan eksilmesine sebep oldu. Ama ben dengeyi fazla kaçırmadığımı, en azından yakın zamana kadar, düşünüyorum. Hiç de şikayetim yok. Çok severek çalıştım ve çalışıyorum. Çok tatmin oldum ve oluyorum. Şu anda hem araştırma, hem idari işler hemde endüstriyel aktiviteleri bir arada götürüyorum. Bu biraz aşırı. Tabi böyle bir tempo sürdürülemez, onun da farkındayım. O yüzden, zamanı gelince daha kaldırılabilir bir yoğunlukta başka bir model içinde çalışacağımı, başka katkılarda bulunma fırsatım olmasını umuyorum.

- Hedeflerinize yaklaştınız mı? Yol aldım diyor musunuz?

Yol alıyorum diyerek çok güzel sordunuz. Ben doktoranın sonuna doğru yaklaştığımda çok büyük işler yaptığımı düşünüyordum, kendimi süpermen falan gibi gördüğüm bir dönem olmuştu. Erken yıllarda, yeterince olgunlaşmadan önce, artık bu iş tamam diye düşünüp, hocalarımın, çalışma arkadaşlarımın katkılarını bile azımsadığım anlar olmuştur. Herhalde bu herkeze olan bir şey. Sonradan hızla farkına vardımki, asıl mesele, bunlardan çok daha farklı, bireyin çok ötesinde. Bu aşamalar geçince biraz daha olgunlaştığımı ve büyük resmi net bir şekilde gördüğümü düşünüyorum. İste o zaman hedefe doğru yola çıktığımı sanıyorum. O gün bu günde yola devam. Bu noktada ben çok şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum. Yaşamımın en kritik noktalarında, kariyer geliştiriken, hedeflere yönlenirken etrafımda çok pozitif insanlar buldum ve bu insanlar bana çok güvenip destek oldular. Tek başına ilerlemek zor. Az sayıda da da olsa güvenebilecek dostların, destek verenlerin, kollayıp gözetenlerin olmaası çok önemli.

- Hayalleriniz, hedefleriniz gerçekleşti mi?

Bu soruyu cevaplamak çok zor. Bir yandan, hayatta şu ana kadar aldığım yolun, geldiğim noktanın inanılmaz bir hayal olduğunu düşünüyorum. Bu tabi kendi iç referanslarıma göre düşündüğümde. Buralarda olmayı hayal bile edemezdim. Öte yandan, bilimin tümü içinde herkezin katkısı küçücük. Yani biresel olarak ne kadar başarılı olduğunuzu düşünsenizde, resmin tamamı içinde bu çok çok ufak bir katkı. Böyle düşünüldüğünde, hedeflerin çok başında olduğumuz söylenebilir. Aslında ufak, büyük, hiç ama hiç önemli değil. Önemli olan, bilimin içinde olma ayrıcalığı. İnsanın kendine ve yaptıklarına gereğinden fazla önem vermemesi lazım. Yoksa ben çok iyi işler yaptım, ben çok iyiyim diye kendini dev aynasında görmesi, tembelleşmesi, doğru yoldan çıkması münkün.
__________________
zaman kısa, dünya herkese yeter, mühim olan insanlık
KANIMIZIN KIRMIZISI ALNIMIZIN AKIYLA SİVASSPORLUYUZ
abircan isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif