Şunu demek istiyorum. Bir insanın milliyeti, dini, mezhebi, ideolojisi, siyasi görüşü vb. bazı hususiyetlerinden hazzetmeyebilirsiniz. Ama takdire şayan bir takım insani meziyetleri varsa sakın ola görmezden gelmeyesiniz. Önemli olan insan olmaktır. Bir kişi iyi bir insan değilse, asla iyi bir Müslüman da olamaz.
Bilemiyorum, Hindistan’ın efsanevi lideri Mahatma Gandi’nin dini neydi? İneğe mi tapıyordu yoksa başka bir şeye mi? Ama Gandi adam gibi adamdı. Halkım böyle yaşıyor, bana daha fazlası yakışmaz diye yük vagonlarında sap saman arasında seyahat eden bu ufak—tefek, koyu esmer ve elli kilo bile tutmayacak derecede zayıf ve sıska adam, koca bir memleketi uyandırdı ve ona muazzam gücünü hissettirdi.
Eski başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit’in iktidar dönemlerini beğenmeyebilir, başarısız bulabilirsiniz. Bu işin ayrı bir yönüdür. Ama Ecevit adam gibi adamdı. Ömrünün 50 yılı devlet hizmetinde geçtiği halde, maaşının dışında tek kuruş haram para kursağından geçmedi, siyaseti kişisel servetini artırmak için yapmadı. Üstelik cebinden harcadı. 1998 yılı Haziran ayında Çin’e yaptığı ziyaret sırasında kaldığı otelde kendisini ziyarete gelen Türk öğrencilerin her birine kendi cebinden harçlığını verip, yaptıkları hizmetlerden dolayı saçlarını okşayacak kadar duygu yüklü insandı.
Hakkı teslim etmek…
Ecevit doğru bildiği şeyleri yapma konusunda tutuk davranmadı. Böyle yaparsam parti tabanım ne düşünür diye dert etmedi. Son günlerinde Osmanlı tarihi ile ilgili bir kitap hazırlığındaydı. Ömrünün sona ermesine az bir zaman kala, “Vahdettin hain değildi” diye haykırdı. Yer yerinden oynadı. Ecevit tartışmaların şiddetlenmesi üzerine katıldığı bir televizyon programında, “Hazır elimize fırsat geçmişken Ecevit'i biraz hırpalayalım dediler. Kendimi hırpalanmış hissetmiyorum” dedi ve sözlerinin arkasında durdu. Birilerine hoş görünmek için yan çizme karaktersizliğini göstermedi. Doğru bildiğinde ısrarcı oldu.
Süleyman Demirel aynı günlerde, “Bu topraklarda en az 100 yıl daha Vahdettin düşmanlığına ihtiyaç var” dedi. Bu nasıl bir anlayıştır ki, kendi çarpık siyasi yaşamına payanda olsun diye, göz göre tarihi çarpıtmayı ve bu yalan 100 sene daha sürmelidir demeyi göze alabiliyor. Bir hadis-i şerifte, " Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” buyrulduğu gibi, vicdan sahibi olarak yaşayan Ecevit, kamu vicdanında bir hakkı teslim ederek ömrünü tamamladı. Giderayak iz bıraktı. Sol siyasetçi olmasına rağmen, sağdan soldan herkes tarafından takdir gördü. Kendisine rahmetle fatiha okuyacak insanlar kazandı.
Ya Baykal…
Sözü CHP lideri Sayın Deniz Baykal’a getirmek istiyorum.
Sayın Baykal’ın partisinin başında her şeye rağmen ömür billâh lider kalma hırsını, üslubunu ve bir takım bazı hususiyetlerini beğenmeyebilirsiniz. Baykal her şeye rağmen bu toprağın insanıdır. Bu ülkenin sesi, soluğu, rengi kendisine bulaşmıştır. Memleket sevgisi doludur.
Yükseköğrenimden başörtülü öğrencileri mahrum etmeme konusunda anayasada yapılması düşünülen değişikliklerin görüşüldüğü Meclis oturumunu dikkatle izledim. Meclis TV kamerasının objektifi ne zaman salonda dolaşsa gözüm hep Sayın Baykal’a ilişti. Ben akademik alanım gereği beden dili dersleri de anlatıyorum. Baykal’ı oturduğu yerde meyus gördüm. Kendi gibi olamamanın, kendi gibi davranamamanın sıkıntısı üzerine sinmiş gibiydi. Her defasında içimden, “Sen tarihe milletin değerleriyle kavgalı bu kadar kötü bir adam olarak geçmeyi hak etmiyorsun Sayın Baykal” diye geçirdim.
Çünkü Baykal inançlı insandır. Partisinin salı günkü grup toplantısında yaptığı konuşma sanki bir ilahiyat fakültesi amfisinde yapılmış gibi ciddi ayrıntılar içeriyordu. O konuşmayı dikkatle dinlerken gördüm ki, Sayın Baykal vicdanını teskin edecek ve ruh darlığını bastıracak bir arayış içinde. İçinde bulunduğu açmazın onu ne kadar rahatsız ettiğini gördüm ve bir çıkış yolu bulabilmek ve vicdanını teskin edebilmek için verdiği mücadeleye tanıklık ettim.
Başörtüsü semboldür…
Şunun altını önemle çizelim. Evet, başörtüsü bu ülkede bir sembol haline getirilmiştir. Neyin sembolü biliyor musunuz? Devletle millet arasına ekilen ayrışmanın sembolü… Milleti devletten uzak tutmanın sembolü…
Bir zamanlar nasıl ki Türkçe ezan, milletin inancı üzerinde devlet tahakkümünün sembolü olmuşsa, başörtüsü olayı da maalesef o hale getirilmiştir. Burada başörtüsü onu takanların değil, başörtüsü takanları dışlamayı yaşam felsefesi haline getirenlerin bir çeşit ötekileştirme, değersizleştirme ve sistemin dışına itme sembolüdür.
CHP ezanla ilgili yaptığı tarihsel yanlışlığı fark etti ve ezanın yeniden orijinal haliyle okunmasıyla ilgili yasa değişikliğe 1950 yılı haziranında destek verdi.
Son bir hamle…
5–6 yıldır devam eden tek parti iktidarından ve eğitim ve sağlık gibi temel sorunlar konusunda hükümetin attığı olumlu adımlar nedeniyle siyaset yapılacak alanın daraldığı ve muhalefetin bir gündem sıkıntısı yaşadığı ortada. MHP bu açmazdan çıkışı hükümetin gündemine destek olmak ve ondan pay almak suretiyle bulurken, CHP hepten tıkandı ve ister istemez her konuyu rejim tehlikesi bağlamında ele almaya başladı. Bunun siyaseten anlaşılabilir yanı olsa da yanlış bir strateji olduğu ortada. CHP seçmenden hepten koptu.
Son günlerde CHP’liler başörtüsüne olan muhalefetlerini “ülkenin öncelikli sorunu değil” tartışması üzerinden yürütmeye çalışıyorlar. Çünkü seçmen nezdinde iyice tıkandılar. Kendi teşkilatlarını da zora soktular. Ankara’da Çankaya semtinde iyi güzel de, Anadolu kasabalarında başörtüsü düşmanlığı üzerinden siyaset yapmak kolay mı?
Sayın Baykal 1938 doğumlu, yani 70 yaşında. Bu yaşından sonra bu ülkede kral da olsa yaşayacağı azami süre ortada… Sayın Baykal yaptıkları ve yapamadıklarıyla millet hafızasında elbette yer edecek…
Sayın Baykal’a buradan tarihi bir çağrıda bulunmak istiyor ve diyorum ki?
Gel, tıpkı Sayın Ecevit’in kamu vicdanında makes bulan bir hakkı teslim etme civanmertliği gösterdiği gibi sen de, “tuttuğumuz bu yol yanlıştı, gereğinden fazla konuyu gerdirdik ve toplumu huzursuz ettik, zararın neresinden dönülürse kardır...” de ve Anadolu evlatlarının giydiği kıyafetle yükseköğrenim yapmaları hakkına mani olma… Çözüme destek ol. Siyasi rant için değil, tarihe bu görüntü ile asla geçmemek için vicdanının sesini dinle…
O kürsüden Anadolu evladının her ne şart altında olursa olsun eğitim hakkını savunmak size de yakışırdı. Fakat bu tarihi fırsat kaçmak üzere…
Mademki bu yasa zaten sayısal olarak geçecek, ülkedeki gerilimi sona erdirme adına gel, son anda omuz ver. Ver ki, ruh dünyanda ötekileştirmediğini bildiğim başörtülü kızların eğitim hakkına engel çıkaran bir siyasi kişilik olarak vicdanlarda ve zihinlerde asla yer etme.
Bu saatten sonra başka türlü davranırsam ne derler deme… İnan partiyi de rahatlatır, seçmenin yüzüne bakabilecekleri bir imkân sunmuş olursun.
Olmak ya da olmamak… Tüm mesele bu… Bizden söylemesi…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
Öncelikle şunun altını çizelim. İnsanların siyasi görüşleri, meslek, meşrep, mezhep, din diyanet, ırk, kabile vb. özellikleri ayrıdır, insani meziyetleri ayrıdır.