|
Usta Yiğido
seva Şuan
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51
Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 40
Mesajlar: 15.375
|
--->: DİVRİĞİ-Çayören
Çaşur Kırımı
Ot deriminden sonra, ekin derimden hemen önceki devrede yapılır, bu dönem 15 Temmuz-15 Ağustos arasıdır. "Çaşur (Ferula communis)" genelde yüksek platolarda ve dağların doruklarında yetişen çok yıllıklı, iğne yapraklı bir bitkidir. Çaşur bitkisinin yetiştiği ve ailelere ait olan yerlere "çaşurluk" denilir. Her ailenin bir çaşurluğu vardır, orada o aileden başkası çaşur kırmı yapamaz, gerçi çaşurlukların tapusu yoktur ve "mera" olarak kabul edilen yerlerdir ama, yazılı olmayan bir anayasa gibi herkes bu kurala uymak zorundadır. Orakla biçilir, zehirlidir, suyu göze kaçarsa kör edebilir, uçucu yağları çok ihtiva ettiğinden kırımı yapılırken burun ve ağız kapatılmadan biçilirse ölüme neden olabilir. Çaşur kıran, sol eliyle çaşuru kökünden eğerek kolay kesilecek pozisyona getirir, sağ elindeki orakla köküne vurarak keser, kestiği çaşurları -sapları önüne gelecek şekilde- koltuk altında biriktirir. Belli bir kalınlığa gelince onu dağın yamacında bir yere bırakır, üzerine bir kaç küçük taş kor ki, rüzgar dağıtmasın, buna " telek" denir. Çaşur kıranlar genelde çaşurlukta, ya da yayladaki ağıllarda yatarlar, çaşur kırımı 10-15 gün sürebilir. 15-20 gün kurumaya bırakılır, sonra eşek, at ve katırlarla köye taşınır, damlara- tıpkı sonbaharda alınacak kevenler gibi- yığılır. Kışın aynen keven gibi akşamdan dereye ıslatılır, ertesi sabah derhe (burunlu satır) ile yarlık (sert ağaçtan yapılmış kütük) üstünde doğranarak küçükbaş hayvanların, özllekle koyunların yemlerine katılır. Çok besleyici bir bitkidir.Çaşur kırımı çok zor ve deneyim gerektiren bir iştir.
Ekin Derimi
Olgunlaşma aşamasına henüz gelmemiş yeşil buğday başakları.
Olgunlaşma aşamasına henüz gelmemiş yeşil buğday başakları.
Ot deriminde sonra 'dere yıkanır' yani köylüler banyo yaparlar, kirli elbiselerini, çamaşırlarını, yataklarını derelerin (yukarıda köyün derelerinden söz edildi) kıyısına kurdukları kazanlarda su ısıtarak yıkarlar; ekin derimine hazırlık yaparlar, çünkü ekin derimi 1.5-2 ay sürebilir, bu dönmemde genelde erişkinlerin, hatta büyük çocukların büyük çoğunluğu tarlalarda yatarlar. Ekin derimi; Arpa derimi ile başlar, aslında Arpa derilmez, elle kökünden yolunur. Arpa yolumu Temmuzun 15'nden sonra başlar, 10-15 gün sürer. Arpa, hayvan yemi olarak kullanıldığı için az ekim yapılır; susuz ve buğday verimi düşük tarlalara ekilir. Buğday derimi her yıl Ağustos ayının 15'nden sonra başlar, tüm tarlalar orakla derilir, tırpan kulllanılmaz, 1.5-2 ay sürer. Ağustos’un ortalarında “ekine girilir”, yani buğday orakla derilmeye başlanır. Ekinler genelde 15-50 yaş arasındaki erişkinler (genç evli kadınlar, gelinlik çağına gelmiş genç bekar kızlar, evli veya bekar erkekler) tarafından derilir. Önce köyden uzak tarlalar, sonra köye yakın tarlalar ve en sora da köyün hemen yakınındaki tarlalar derilir. Ekin tarlasının derildiği yerine hon, ekin derenlere de honcu denir. Honcular sabahleyin erkenden, henüz güneş doğmadan “hon”a girerler, yani ekin dermeye başlarlar. Güneş doğup biraz yükselince, yani hon’a girdikten 1-2 saat sonra kahvaltı yaparlar. Kahvaltıda akşamdan kalan yoğurt veya ayrana yine önceki günlerden kalan kuru ekmekler, varsa dünkü "aş"ı (bulgur pilavını) katarak yerler. Bunun içine, çok nadir olarak bostanlardan getirilen domates (köydeki bostanlarda Eylül ayının ortalarında çıkar, Ağustos ‘da Malatya’nın Arapkir ilçesinden getirilerek köyde buğday, arpa, fiğ vb ile değiştirilir), hıyar (köydeki bostanlarda Temmuz ayının ortalarında çıkar), doğarlar. Taze soğan mutlaka vardır. Çünkü, soğan köyde herkes tarafından çok ekilir, Haziran ayından itibaren yenilmeye başlanır. Köyün yazın yedikleri her yemekte baş köşededir. Bazı zengin evlerin kuru kaymakları, tuzsuz taze tereyağları, haşlanmış yumurtaları da olur. Kahvaltı yaptıktan sonra, eğer önceki hon bitmiş ise yeni bir hon alınır, önceki hon bitmemiş ise kalındığı yerden devam edilir. Ekin,sol elle bir demet halinde dibe yakın yerden tutulur, sağ elle en dipten orak kendine doğru hızla çekilerek biçilir. Bu destelerden 4-5 tanesi üstü üste -kökleri ve başaklar aynı tarafta olacak şeklide- konarak “bağlık“ ile bağlanır, buna “bağ” denir. Bağlık, tarlanın en uzun buğdaylarından büyük bir demet yapılarak bir gün önceden bir derede suya gömülür (bağlık ıslatma), ertesi günü 10-15 ekin (sap) bir ele bir o kadarda öbür ele alınarak urgan kalınlığında özel bir ip yapılır, bu ipe “bağlık” denilir; iki elde yaklaşık eşit sayıdaki buğdaylar başakları birbirlerine -yüzyıllardan beri uygulanan yöntem ile - özel bir şekilde çaprazvari dolanarak bağlanır, bu işleme “bağlık çalma” denir. Honcu, ekin demetini dermeden önce- yere bir ‘bağlık’ açar (bağlık serer). O bağlığın içini derdiği ekin ile doldurup, bağlığın bir ucunu bir eline, diğerini öbür eline alır, dizi ile üstten ekin demetinin üzerine bastırarak iki ucu – harmanda kolay çözülecek- özel bir düğüm ile bağlar. Eğer, en baştan bütün bağlıkları tarlaya sererse bağlıklar kurur ve ekini bağlarken kopar. Gölgeler 3 ayak olduğunda, yani saat 13.00’e yaklaştığında (1960’lı yıllardan önce köyde kimsede saat yoktu) kuşluk vaktidir. Ekşi (eşki) ayran, kuru ekmek gibi önceden kalan ne varsa bir gölgede ve daha çok pınar başında yenir (köyde pınar olmayan, kaynak suyu çıkmayan mevki yok gibidir).
Ekin derimine hazır olan buğday başakları.
Ekin derimine hazır olan buğday başakları.
Gölgeler sallanmaya (uzamaya) başladığında, saat 13.00-14.00 arası, öğlen zamanıdır. Köyden mutlaka aş (tereyağlı, etsiz bulgur pilavı), ayran, taze soğan, yufka ekmeği gelir, buna “öylenlik” denir. Öylenliği ya tarladan ekinleri hayvanlarla taşıyan sapçılar ya da evin 8-9 yaşındaki çocukları getirir. Aş, ya büyük kalaylı taslarla, ya da kalabalık honcuların olduğu evlerde barkaçlara konarak getirilir. Aşın içinde çoğu zaman tereyağının dışında başka bir şey konulmaz, bazan fasulye veya mercimek konur; bunlara leyvazlı aş ve mercimekli aş denir. Bazan aşın yanında yahnı (taze fasulye, patates, soğan, nadir olarak taze kabak konarak yapılan sulu yemek) da getirilir. Öğlen yemeği, yine bir pınar başında, bu kez komşu tarlalarda çalışanlar da davet edilerek yenilir. Kadın-erkek en az 10-15 kişi yerde kimsi oturarak, erkekler genelde yan yatarak ağaç kaşıklarla veya yufka ekmeklerini doğrudan yemek kabına daldırarak yerler. (Heredot, İskit soyundan olduklarını ileri sürdüğü Massagetlerin yatarak yemek yediklerini kaydetmiştir36. (Heredot Tarihi, s:113, dipnot.) Köydeki düğün, püsürük, ölüm, kurban, Abdal Musa gibi toplumsal yemeklerde kadınlar erkeklerle aynı sofrada yemek yemedikleri halde tarlalarda birlikte yerler. Yemek yemeye köyde “ekmek yemek” denir. Örneğin, bir honcu kendi yoldaşı honcu’ya ya da komşu tarladaki honcu’ya “haydı artuh (artık) ekmeğimizi yeyek (yiyelim) der. Sonra yine hona dönülür, karanlık çökene kadar (garouh garışana kadar) ekin dermeye devam edilir. Kimsi, ay ışığı olduğu zaman da ekin dermeye devam eder. Akşam yemeği (akşamlık) genelde öğlende kalanlar oluşturur. Akşamlıktan hemen sonra yatıp uyunur, aslında buna uyumak denemez, güneşin altında gün boyu en ağır iş yapana insanların geçici bir süre ölümü denilebilir belki.Honcular -çoğu kez-uzak tarlalarda ekin derdikleri tarlalarda açıkta yatarlar; yataklar koyun yününden köyde yapılmış döşek, yorgan ve yastıktan oluşur. Köyde pamuktan yapılmış yatak kullanılmaz. Ekin deren kadınların üzerinde günlük giysileri vardır.
Çayören'de köpekler ya 'saf kan' Kangal, ya da Kangal kırmasıdır
Çayören'de köpekler ya 'saf kan' Kangal, ya da Kangal kırmasıdır
Ekin dermek, hem fiziksel güç gerektirdiği için, hem de kavurucu sıcak altında toz-toprak içinde yapıldığından ağır bir iştir. Hele tek başına derenler bir de yalnızlık duygusu altında ezilirler, güneşin batmasını dört gözle beklerler ki köye dönsünler. Yanında yoldaşı olanlar için gün daha iyi geçer. Honcular durmaksızın ekin dererken bir yandan da türküler söylerler, çoğu kez birden fazla honcu birlikte türkü söylerler.Ekin tarlalarında hem kadınlar, hem de erkekler tarafından türkler söylenir, özellikle yeni sevdalananlar veya gizli sevda çekenler çok içli türküler söylerler. Genelde “Çamşıhı“ ( Divriği’ye bağlı bir grup köyün oluşturduğu bölge) ve “Argoon (Malatya’nın Arguvan ilçesi) ağzı” olarak bilinen türküler söylenir. Hepsi de gurbet, genç ölümü, terk edilme, ihanet, yoksulluk üzerine olan türkülerdir. Bu türkülere Ağustos böceklerinin(cızgı) koro halinde çıkardıkları ses, kekliklerin sesleri, kuzu güden çocuk çobanların bağırtıları, yeni doğım yapmış anaların beşiklerle yanlarına getirdikleri çağalarının (bebeklerinin) ağlamaları karışır. Geceleri ise, koyun sürülerinden gelen çan (cıngırık) sesleri, çoban köpeklerinin karanlıkları yırtan güven veren kaba ve kesik kesik havlamaları,çobanların türkü ya da ıslık sesleri ( köyün çobanları kaval çalmayı bilmiyorlardı) köyden uzak, karanlık yüksek platolarda yatan honcuların korkusunu dağıtır, onlara yalnız olmadıkları duygusunu verirdi.
Harman Zamanı
Ağustos'un son haftası başlayıp tarlalarda derilen ekinlerin 'dügen'(düğen) ile ezilmesinin bittiği zamana kadar olan süredir. Yani, Çayören'de 'ekin zamanı' aynı zamanda 'harman zamanı'dır.
Düven (Düğen)
Düven (Düğen)
Ekinlerin düğen ile ezilmesine 'dügen sürme' denir. Düğen sürülen yere de 'harman' denir.Her evin, hemen çevresinde kendisine ait olan ve yaklaşık bir dönüm büyüklüğünde bir harman yeri vardır. Her yıl, harman zamanı geldiğinde harman yeri su bağlanarak [(bir su kanalıyla (hark)ile su getirilerek)]çamur oluncaya kadar sulanır.Suyun toprak tarafından emilmesi için ertesi güne kadar beklenir, sonra daire şeklinde olacak şekilde kıyıları toprakla yükseltilir ve üzerine saman serpilerek 'log' denilen yekpare taş silindir ile -yer taş gibi sert oluncaya kadar- loğlanır. Loğlama 1-2 gün sürebilir. Buna 'harman çalma' denir. Tarlalarda ekinler orak ile biçildikten sonra 'bağ' haline getirilirler. Bu bağlar, sırtlarına ağaçtan yapılmış "cağ" denilen aletlerle donatılmış palanların vurulduğu at, eşek veya katırlarla taşınarak harmanın kıyısında bir yere yığılır. Bu ekin yığınınına 'yığın' denilir. Ekin bağlarının bağları bir orak ile kesilerek tarlada büyükcek bir deste haline getirilmiş ekinler harmanan saçılır. Harmanın büyüklüğüne ve evin öküz sayısına göre saçılan bağ sayısı az ya da çok olabilir. Üst üste saçılan bağların yüksekliği genelde 1-1.5 metre kadar olur. Harmana öküzler ve öküzlere koşulacak dügenler getirlir. Her düğene 2 öküz koşulur (çift sürümünde ve harmanda hep öküzler kullanılır, atlar kullanılmaz; atlar yük taşımacılığında kullanılır.)Öküzlerin ağzı ya bez torbalar ya da çemberden yapılmış maskeler takılır ki harmandaki buğdayı yemesinler, çok yedikleri zaman hemen ölürler. Düğencinin oturması için düğenin üstüne bir minder (palaz) veya bir iskemle (köyde ustalar tarafından yapılan özel bir tabure) konur.Düğenci elindeki 4-5 metre uzunluğunda , genelde iğde ağacından yapılmış ve "masta" denilen bir sırık ile öküzleri haylar, yani öküzleri yürütür.
orak,yaba ve ergimatlar
orak,yaba ve ergimatlar
Öküzlerin hareketi daire şeklindeki harmanın merkezinden çevresine, çevreden de merkeze doğrudur. Başka bir söylemle, düğenci öküzlerin düğeni dairesel yörüngeler çizerek hareket ettirmelerini sağlar. Düğen sürme işini daha çok yaşlı erkek veya kadınlar ile kız veya erkek çocukları yaparlar. Çünkü, harman zamanı aynı zamanda ekin zamanıdır, erişkin erkekler ve kadınlar ekin tarlalarında orakla ekin biçerler. Öğlen saatinde, yani bir insanın gölgesi kendi ayağı ile ölçüldüğünde 3 ayak ise, 'düğen sürme' işine ara verilir, öküzler düğenden salınır, 'Kos Gölü'ne suvarmak ( su içirmek) için götürlürler, 1-2 saat oradaki çayırlarda söğüt veya kavak ağaçlarının altında dinlenirler. Bu sırada düğenci erkek çocuklar Kos Gölü'ndeki deredeki (Ulu dere) bir cortlanın (doğal küçük bir göletin )ağzını taşlarla örerek, taşların arasındaki boşlukları da söğüt, kavak dalları, keven, kuru otlar, kum gibi malzeme ile doldurarak göleti derinleştiriler ve orada anadan üryan(çırılçıplak)çimerler (yıkanırlar), deredeki kızgın çay taşlarına uzanarak güneşlenirler, su içinde oyunlar oynarlar, birbirlerine yerenlik ederler (şakalaşırlar). Arada bir kendi gölgeleirni ayakları ile ölçerler, 5-6 ayak geldiğinde söğütleirn gölgesinde yatan öküzleri getirip yeniden düğene koşarlar, gölgeler harmanı kaplayan kadar, yani gün batımına yakın zamana kadar, sürmeye devam ederler. Sonra öküzleri salıp bu kez "çay" olarak çayırlıklara götürüler. Orada birbirleiyle oyunlar oynarken, öküzler yayılır. Bu döngü yaklaşık 1.5-2 ay sürer. Harmana saçılan sap (ekin bağları) 2-3 gün sonra tamamen ezilmiş olur, saman ile buğday karışım halindedir, birbirlerinden ayrılmaları gerekir. 'Hal' denilen ve kışın toprak damlardan kar kürümekte kullanılan ağaçtan yapılma alet başta olmak üzere yine dayanıklı ağaçlardan yapılma 'yaba', 'ergimat', kürekler kullanılarak harmanın ortasına tepe şeklinde yığılır, buna 'çec' denir. Harman makinesi denilen ve çark kısmı hariç her tarafı tahtadan yapılmış ve kas gücüyle çalışan bir alet kullanılarak saman ile buğday ayrılır.Bu işleme 'makineye verme'denir. Harman makinesi Divriği'ye özgü ve Divriği'nin bütün köylerinde kullanılan bir alettir.Harman Makinesi'ni çeviren kişiye 'makanacı' (makineci) denilir. Bir 'çec'in harman makinesinde işlenebilmesi için en az 4 kişi gerekir.Makineye verme işlemi aşırı sıcak günlerde yapıldığı ve çok toz ürettiği için çalışanlar için çok zor ve sıkıntı vereici bir iştir. Bu iş, çok sıcaktan dolayı genelde gün batımına yakın, ay ışığı olduğu günlerde gece yapılır.
Sonbahar
Çayören'de ceviz üretimi yapılmaktadır.
Çayören'de ceviz üretimi yapılmaktadır.
Eylül; buğday yıkama, sok(g)ku döğme, tarhana yapımı. Ekim; tarla sürümü (Herk) ve aktarma yapılır, buğday ekilir. Eylül - Ekim'de koçlar sürüden ayrılır ve ayrı otlatılır (yayılırlar). Kasım ayında; koç katımı, koçlar sürüye salınarak koyunların içine bırakılır. Koçun koyun ile çiftleşmesine "aşma" denilir. Sonbahar ve kış günlerinde yenilecek yabani elma ve armutlar toplanır. Evlerde sepetlere veya samanlıklarda samanının üzerine dökülerek saklanır.
Keven alımı
Bir keven türü.Çayören'de buna 'kuzu keveni'denir.
Bir keven türü.Çayören'de buna 'kuzu keveni'denir.
Keven adı verilen kazık köklü ve 'çok yıllıklı' bitki hemen her yerde yetişmekle birlikte, en çok dağların eteklerinde "arus" denilen tarım üretimi yapılmayan yerlerde yetişir.Keven kökü 2-3 metre uzunluğunda, 3-5 cm çapında yumuşak ama çok sağlam bir köktür. Kevenin etrafı 10-15 cm kadar kazılır, köküne sağlam bir uzun sırık (meşe, alıç, ahlat gibi dayanıklı ağaçlardan yapılmış levye denilebilir) dolanır ve sopanın ucuna -bazan iki kişi birden- asılarak topraktan çıkarılır. İyi çalışan bir kişi, sabahtan gün batımına kadar 2-3 yük (1 yük bir at'ın yada katır'ın götüreceği ağırlık demektir) keven alabilir. Keven çıkarma işlemi sona erince, alınan (topraktan sökülen) kevenler üst üste yığılır, altan ateş verilir, dikenleri yanar (ütülür), ateş söndürülür, geri kalan iskelet hayvanlara "mendek" yapılarak ( özel bir yükleme biçimi) taşınır, damlara yığılır. Kışın -ahırdaki büyük baş hayvan sayısına göre- bir demet dereye götürülerek akşamdan ıslatılır, sabahleyin erkenden gidip -bazan buzlar kırılarak- dereye ıslatılan keven getirilir, doğranır, samana katılarak büyük baş hayvanlara verilir. Hem nişasta deposu olması, hem de kitre zamkı içermesi bakımından karbohidrat ve protein yönünden besinsel değeri çok yüksektir. Keven yiyen hayvan çok gürbüz ve tüyleri parlak olur.
Tarhana yapmak
Yarma (sokguda döğülen buğday) ve eşgi(ekşi) ayran kullanılarak yapılır. Günlük olarak üretilen yoğurtlar bir ağaç veya teneke tuluga (tuluk) konur, yayılır, üstteki yağ (tereyağı) alındıktan sonra günlük tüketilecek ayran ayrı bir kaba konulur, geri kalan ayran büyük bir kalaylı kazana ( kazanın hacmi 4-5 gaz teneksi su alabilir) konur, ağzı örtülür. Her gün elde edilen ayran bu kazana ilave edilir, kazan dolunca tarhana yapımına başlanır. Ayranın toplama süresi 1-2 hafta olabilir, bu sürede toplanan ayran ekşir. Bu, istenilen bir durumdur. Ekşiyen ayran, genelde harmanlarda kurulan ocaklıklarda kaynatılır, içine yeteri kadar 'yarma' salınır (konulur)ve tıgıç denilen tahtadan yapılmış küçük bir kürek ile sürekli karıştırılır. İyice kaynayıp, istenilen kıvama gelince indirilir, ertesi güne kadar soğuması ve özümsenmesi için beklenir. Bir dam ya da harmana buğday sapları ya da temiz bezler serilir, iki el arasında küçük 'disk' biçiminde (yayvan çay tabaklarına benzetilebilir) şekiller verilerek beze dizilir. Güneşte kuruması için 3-4 gün beklenir. Kuruduktan sonra bezden dikilmiş çuvallara doldurularak kilerlere konur. Kışın -özellikle sabahları- çorbası yapılır. Ocakta kaynayan tarhana çorbasına bir tavada tereyağında haşlanmış kavurma, soğan, anu(g)h (kekik), acı toz biber ilave edilir ve içilir.
Bulgur Kaynatmak
Derilen ekinler harmanda dügen ile sürülür, buğday ve saman ayrılır. Buğday Araplı ya da Uludere'ye götürlerek yıkanır ( yıka çullar içinde yapılır). Yınanana buğdaylardan 1 yıllık ihtiyaca göre ölçülen miktar Kurban aşlarının pişirildiği büyük kazanlarda suda kaynatılır, buna hedik kaynatma denir. Kaynamış buğdaylar (hedik) damlar üstüne serilmiş temiz çullar veya büyük bezler üzerine serilir, 3-4 gün güneşte kurumaya bırakılır; Buna sergi denilir. Sergileri serçelerin, saksağanların ve kara kargaların yemesini önlemek için ya küçük çocuklar ya da hiçbir işte çalışamayacak kadar ihtiyar olanlar bekleler. Kuryan hedik daha sonar sokguda dövülür, bulgur taşaşrında çekilerek bulgur hailen getiliri.
Sokgu Döğmek
Sokgu, büyük yuvarlak yekpare taştan oyulmuş, içine 2-3 gaz tenekesi buğday alabilen (her teneke yaklaşık 12 Kg buğday alır)bir araçtır. Derelerde yıkanıp güneşte kurtulmuş çiğ ya da suda kaynatılmış buğdaylar sokguda dögülür(döğülür). Sogkuya döğülecek buğday dolduruklduktan sonra hafifçe ıslatılarak "kopuç"larla döğülmeye başlanır. Kopuç, dayanıklı bir ağaçtan yapılan baş ve saptan meydana gelmiş el yapmı bir alettir, toplam ağırlığı yaklaşık 5-6 Kg vardır. Kopuç'un sapı iki elle ile sıkıca tutulur, sağ omuz hizasından yaklaşık 45 derecelik bir açı ile başın oldukça yukarısına kaldırılır ve hızla sokgudaki buğdayın üzrine inidirilir.Sokgu tek kişi tarafından dövüldüğü gibi, iki veya dört kişi tarafından da dövülebilir. Kişiler tek ya da ikişer olsun karşılıklı olarak sokgunun başında ellerinde kopuçlarla yer alırlar; biri kopuçu indirdiğinde diğeri kaldırmış olur, dörtlüde ise ikişerli olarak kopuçlar kaldırılıp indirilir. Böylece, buğday kapuğundan (kepekten) sıyırlmış olur. Sokgunun bir seansı 2-3 saat sürebilir.Sokgu dögmek çok ağır bir iştir, herkes sokgu dögemez; güçlü kuvvetli genç kızlar, gelinler ve genç erkekler sokgu dövebilirler. Dövülen buğdaylar tekrar güneşe serilerek kurutulur ve kilerdeki çuvallara konur. Eğer dövülen çiğ buğday ise "yarma" olarak kullanılır, kaynatılmış buğday ise Kışın uygun biir zamanda köyün genç kzıları toplanrak ( buna ırgat alma denir, köyde ırgatın anlamı 'hatır için gelip çalışan işçi'dir, ücret talep edilmez) bulgur taşlarında bulgur yaparlar.
Un Öğütmek ve Pagaç Pişirmek
Buğdaydan un yapmaya 'un ügütme' denir. 15-20 yıl öncesine kadar buğdaylar su değirmenlerinde ügütülürdü (öğütülürdü).Her köyün Ulu Dere'nin kıyısında bir su değirmeni vardır. Köy uzakta olsa da, değirmen Uludere'nin hemen kıyısındadır, çünkü değirmen taşını döndürecek su bentlerle yükseltilerek büyük harklarla (kanallarla) Uludere'den götürlür. Su değirmenleri genelde her köyde aynı sülalenin tekelindedir. Buğday öğütecekler bu isteklerini değirmenciye bildirirler, eğer başkaları da aynı zamanda buğday öğütmek isterlerse değirmenci onları sıraya kor. Öğütülecek buğday evdeki nüfusu göre hesappaldığından, un öğütme işi evden eve değişir, ama genelde en kalabalık aileler için bile 3 günü geçmez. Yünden ya da kıldan örülmüş büyük çuvallara konulmuş buğdaylar (bunlara 'seklem' denir) eşek, katır ve atlara yüklenerek değirmene taşınır. Değirmenci, buğdayını öğüttüğü evin unundan "pağaç" denilen kurabiyeler yapar. Un genelde dar güzün ya da Aralık ayında (karakış) yapılır, havalar soğuduğundan değirmende sürekli ateş yanar, odunu buğdayı öğütülen ev götürür. Ocağın iki yanındaki ocak taşları kızgındır, değirmenvi hazırladığı hamurdan küçük küçük parçalar alarak iki eliyle bir simit büyüklüğünde ekmekler hazırlayarak ocağın iki yanındaki kızgın taşlara yapıştırır, iyice kızarınca alır, yenilrini yapıştırır. Pagaçlar çok lezzetlidir, dostlara ahbaplara da ikram edilir.
Değirmen taşına, döndüğü sürece ona dokunarak hep aynı ritmik sesi çıkaracak poziyonda parmak kalınğında 10-15 cm boyunda bir sopa bağlanır, buna "şagkıldak" denir. Değirmenci hangi işi yaparsa yapsın kulağı şakkıldağın değirmen taşına her dokunuşunda çıkardığı sestedir, ondaki bir ritim bozukluğu değirmenin arızalndığını gösterir. Değirmenci, hemen müdahale eder ve eğer arıza büyükse hemen değirmeni durdurur. Çayören Köyün'de şagkıldak ile ilgili bir hikaye ve ona bağlı bir ata sözü vardır ve bugün de çok yaygın olarak söylenmektedir. Hikaye şöyledir: Bir gün bir sel gelmiş değirmeni götürmüş, bu olay karşıında değirmenci aklını zayetmiş ve derenin kıyısında birşeler aramaya başlamış. Oradan geçen bir köylü ne aradığını sorunca o da, değirmenim suya gitti, şakkıldağını arıyorum demiş. Şimdi Çayören'de başından büyük bir olay geçen ancak olayın ciddiyetini kavrayamayn biri olursa, değirmeni gitmiş, şakgıldağını arıyı (arıyor) diyerek hem o adamla dalga geçerler, hem de olayın ciddiyetini kavrayamadığını vurgulamış olurlar.
Kış
Kışın damlardaki (çatı) karlar kürünür, evlerin alt katında yer alan ahırlardaki hayvanların üç öğün yemleri hazırlanır verilir, keklik avına gidilir.
Akşamları yakın aileler birbirlerine akşam ziyaretlerine giderler, buna mahlaya gitme denir ve köyde çok yaygındır. Kış yarısı eğlencesi (gluglu) düzenlenir.
Burç Kırma
Çayören'de genlede kış süresi uzundur. Hayvalalr için stoklanan yemler azalır. Bu durmda kavak ve söğüt ağlalrının dalalrı budanarak besin sağlanır, bun a" burç" denir. Kesilen dalalrın kabuklalrı soyularak ve en uçtaki dalalrı satır ile doğaranarak büyük baş haybvvalrın samanlrına katlır. Keçiler doğrudankesiekn dalalrın üzeirne salınır, keçşieire ağalalrın kabukalrınıu soyar, ince dalalrın ı yer. Koyunar ise burç yemez, onallra yonca ve çayır otu verilie, ya da samanlrıan arpa ya da buğday katılır.
Keklik Avı
Keklik, Çayören'in kış zamanlarının hem önemli bir yiyeceği hemde avlanan kuşudur.
Keklik, Çayören'in kış zamanlarının hem önemli bir yiyeceği hemde avlanan kuşudur.
Keklik avına erkekler gider, av çok kar yağdığı günlerde ve yürüyerek yapılır, av tüfeği veya başka bir ateşli silah ya da tuzak kurma ile yapılmaz, yapanlar ayıplanır. Çayören köyüne kar çok yağar, bazı yıllar dağlarda 2 metreyi geçer. Köyün dört tarafı da yüksek dağlarla çevrilidir, kuzey yönünde derin ve geniş bir vadi vardır, bu vadide Fırat nehrine karışacak Ulu Dere akar. Köyün dağlarında keklik çok bulunur. Bir kural olmamakla birlikte, genelde keklik avına gidenlerin en genç olanları dağların yamaçlarına kadar giderek orada kardan bunalıp sürüngen ardıçların veya herhangi bir doğal engelin kardan koruduğu yerlerde, özellikle böyle yerlerdeki pınarların çevresindeki çimenlerde sürüler halinde yem bulmaya çalışan keklikleri uçurular ve dağın eteklerinde hazır bekleyen orta yaştaki avcılara gözle geliyi ha!, 'gözle geliyi ha! diyerek haber verirler. Keklikler yukarı doğru uçamazlar, hangi dağdan uçuşa geçerlerse geçsinler daima Ulu Dere'nin aktığı vadiye, yani köye doğru uçarlar. Kanatları da kardan ıslandığından kanat çırpamazlar ve bu nedenle uçuşları kısa mesafelidir. Kekliklerin kondukları yerdeki avcılar, onlara dinlenme fırsatı vermeden tutmaya çalışırlar, keklikler yeniden uçmaya başlayınca da yine gözle geliyi ha! veya dereye aşağı geliyi, dereye aşşagı geliyi ha! diye yüksek sesle ve koro halinde bağırarak köyün yanındaki tarlalarda bekleyen avcılara haber verirler. Yeniden uçuşa geçen keklikler -yorgun ve karın içine konduklarından kanatları daha da ıslandığından- bu kez daha kısa mesafe uçarlar ve kondutan sonra bir daha uçamazlar, sekmeye (yürümeye)başlarlar, buldukları herhangi bir daldaya (dulda: sota)gizlenirler. Avcılar, kekliklerin kar üstündeki ayak izlerini sürerek (takip ederek) onları saklandıkları yerde yakalarlar. Ava gidenlerin çoğu bir günde 1-2 keklik tutabilir, karın çok yağdığı ve kekliğin bol olduğu kış aylarında bazı avcıların günde 4-5, hatta 8-10 keklik tuttuğu olur. Avcı tututuğu kekliğin kanadını dişi ile yolar ve canlı canlı koynuna ( kazağının, gömleğinin en üst düğmelerini çözer kekliği boynundan elbisesinin içine iter)koyar. Tutulan kekliklerin etleriyle bulgur pilavı, küfde (içli bulgur köftesi)ve kömme, özellikle babıbgo yapılır.
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
CANDA ÖZÜR OLMAZ...
|