Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 29.03.2016, 11:15   #18
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 587 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1

TÜRKMOĞOL GÖÇEBELERDE İKTİDAR: BOY BEYİ: TANHU: KAĞAN: HAN

Türkler, Çin’den Orta Avrupa’ya kadar olan Asyasteplerinde "boy"lar halinde yaşıyorlardı. Birden çok boyun biraraya gelerek oluşturduğu siyasal birime “ budun” deniliyordu. İklimi tarımsal üretime uygun olmayan Asya bozkırlarında aynı soydan gelen ailelerin (Gens) oluşturduğu "Boy (oymak)"lar ve birkaç "boy"unbiraraya gelerek oluşturduğu "Budun"lar şeklinde, hayvan sürüleri yetiştirerek ve bu sürülere yiyecek bulabilmek için de sürekli yer değiştirerek (göçebe) yaşamlarını sürdürüyorlardı. Böylece, bozkırda en küçük ekonomik birimi, birlikte göç eden, birlikte konaklayan ve sürülerini birlikte otlatan aileler topluluğu olan "boy" (oymak) oluşturuyordu.

Önceki derlemelerde birçok kez vurgulandığı gibi, materyalist görüşe göre, insanlar henüz avcı-toplayıcı dönemlerini yaşarken birbirlerinden farklı değillerdir; eşitlik içinde ve herhangi bir otorite altında olmayan toplumlardır. İnsanlık tarihi için kurulan bu teorileri bozkır Türk ve Moğol göçebelerinin yaşamına özelleştirecek olursak, Bey ailelerinin (savaşçı soyluluk: bozkır aristokrasisi) yapılanmasından önceki dönemlerde, Bodoncar’ın yukarıda anlatılan, “bunlarda baş yok, ayak da yok, herkes eşit” hikayesinden; tarihin belirsiz bir döneminde herhangi bir liderin veya otoritenin olmadığı kabilelerin olduğu anlaşılıyor. Türk Göçebe yaşamının izlenebilen dönemlerinde, yani Çin’in kayıtlarına geçti dönemden sonraki süreç: İ.Ö.3 yüzyıl ( Ahmet Taştagil: Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları. Trk Tarih Kurumu Yayını), Türk-Moğol kabilelerinde “bey” veya “han” denilen liderlerin olduğu, başka kabilelerle savaş ve barış durumlarının bu lider ve silah arkadaşları tarafından belirlendiğini, yani yaptırım gücü az veya çok bir iktidarın olduğunu görüyoruz. Bu, otoritenin şeften(iktidardan) topluma doğru, ekonominin ise toplumdan şefe doğru yöneldiğini görürüz. Nitekim, Hunlarda, Göktürklerde, Oğuzlarda ve Moğol kabilelerinde hayvan sayısı temelinde ortaya çıkan büyük servet farklılıkları vardır. Bu durum uygarlık sürecinde olağandır. Çünkü, “toplumdaki yapısal değişimler geçiren bir halkın kişilik yapısında da çok hızlı değişiklikler olur.” (Wilhelm Reich: Kişilik Çözümlemesi, s: 29. Türkçesi: Bertan Onaran. Payel Yayınları ). Örneğin, avcılıktan göçebeliğe ve göçebelikten de yerleşikliğe geçiş, ki bu eşitlikçi toplumdan eşitsizlik toplumuna (sınıflı topluma) geçiş demektir, büyük toplumsal dönüşümlerdir. Türkler çok uzun süren göçebe yaşamlarında kandaş topluluklar (boylar; oymaklar) halinde yaşarken, tarihlerinin kesin olarak bilinmeyen bir döneminde akrabalık bağları zayıflamaya, onun yerine yöneten-yönetilen ilişkileri yaşamlarına egemen olmaya başlamıştır. Türk göçebe kabile düzeninde, İsa‘dan sonraki yüzyılda baş gösteren büyük coğrafi yer değiştirmeler boyunca uyanan içsel evrimleşmelerle sosyal farklılıklar meydana gelmiştir.

Bozkırda göçebelik çok çetin bir yaşamdır. Göktürk yazıtları, Moğolların Gizli Tarihi, Dede Korkut Destanı, Manas Destanı, Şine Usu Destanı’nda açıkça görüldüğü gibi, bozkır yaşamında sürekli yer değiştirmenin (göçme), yanı sıra, ister saldırı isterse savunma şeklinde olsun, sürekli savaşmak da günlük yaşamın bir parçasıdır. İşte, bu varolma-yokolma savaşlarında ve yeni yaylaklara göç gibi olağanüstü ve tüm toplumu ilgilendiren durumlarda kendilerine bir yönetici (lider:şef) seçerlerdi.

Örneğin, Asya Hun Devleti’nin yıkılmasından 300 yıl sonra bile, gerek Avrupa’ya gidenlerin, gerekse Asya’da kalarak Göktürk’leri kuran boyların yaşam biçimlerinde hiçbir değişikliğin olmadığı görülür. Bozkır yaşamının ne kadar çetin olduğu,gece-gündüz demenden sürekli bir savaşım içinde geçtiğini onlardan kalan –kireç taşı olmalarına karşın verdiği bilgilerden dolayı “abide” kabul edilen- Orhun Abideleri’nde) kesin bir şekilde görülür:

“Düşündüm, kağanıma Arz ettim. Asker yürüttüm. Attan aşağı dedim. Ak Termili geçip sırtlattım. At üzerine bindirip karı söktüm. Yukarıya, atı yedeğe alarak, yaya olarak, ağaca tutunarak çıkarttım: Öndeki er çiğneyiverip, ağaç olan tepeyi aştık. Yuvarlanarak indik. On gecede dağdaki engeli dolanıp gittik. Kılavuz yeri şaşırıp boğazlandı. Bunalıp kağan dört nala koşturuver demiş. Anı suyuna vardık. O sudan aşağıya gittik.Yemek yemek için attan indirdik. Atı ağaca bağlıyorduk. Gündüz de gece de dört nala koşturup gittik. Kırgız’ı uykuda bastık. Uykusunu mızrak ile açtık. Hanı, ordusu toplanmış. Savaştık, mızrakladık. Hanını öldürdük. Kağan’a Kırgız kavmi teslim oldu, baş eğdi. Geri döndük, Kögmen ormanını dolanıp geldik.”( Prof. Dr. Muharrem Ergin: Orhun Abideleri, s: 73.)
•••
Kül Tigin yaya olarak atılıp hücum etti. Ong valinin kayın biraderini, silahlı, elle tuttu, silahlı olarak kağana takdim etti. O orduyu orda yok ettik.... Kül Tigin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. Mızrak batımı kar söküp, Kogmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastık.Kağanı ile Songa ormanında savaştıkKül Tigin, Bayırkunun boz aygırına binip atılarak hücum etti. Bir eri ok ile vurdu, iki eri kovalayıp takip ederek vurdu… Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık… ….Oğuza doğru ordu sevk ettim. İlk ordu dışarı çıkmıştı, ikinci ordu merkezde idi. Uç Oğuz ordusu basıp geldi. Yaya, kötü oldu diyip yenmek için geldi. Bir kısım ordusu evi barkı yağma etmek için gitti, bir kısım ordusu savaşmak için geldi. Biz az idik, kötü durumda idik. Oğuz ... düşman... Tanrı kuvvet verdiği için orda mızrakladım, dağıttım.”(Prof. Dr. Muharerm Ergin . Orhun Abideleri , s: 21, 23, 47. Boğaziçi yayınları, 2003.)

Sadece Türkler değil, tüm bozkır göçebeleri aynı kaderi paylaşıyorlardı; Tarihi kaynaklardan Moğol göçebelerin temel ekonomisinin de hayvan besiciliği olduğu anlaşılmaktadır.

“Dünyanın diğer çoban kavimlerinde olduğu gibi, Moğol göçebeleri de sürülerine otlaklar arayarak senede birkaç defa yer değiştirirler, göç ederlerdi. Bu göçler, mahallin tabii şartlarına ve sürülerin az veya çokluğuna göre tanzim edilirdi. Kış için kuru ot hazırlamazlardı; fakat bir yerden bir yere göçlerini öyle tanzim ederlerdi ki kış sürülerin, kökünde kurumuş otları bulup otlamalarına elverişli olan yerleri muhafaza eder, kışın oralara konarlardı. Göçler ve meralar sürülerin cinsine göre değiştirilirdi: koyunlar için iyi olan mezralar, at sürüleriiçin iyi olmazdı. Camuha, Cengiz Han’a diyor ki: ‘Eğer biz şimdi bir dağ yamacına konarsak at sürüleri besleyenler yurt kazanır; eğer akarsu yanına konarsak koyun ve kuzu çobanları boğazlarına yiyecek bulurlar’. .. hayvan sürüleri ne kadar kalabalık olursa o kadar çok ve sık göçmek icabederdi(gerekirdi).” (BorisYakoleviçVladimirtsov: Moğolların İçtimai Teşkilatı, s: 91.Çeviren: Abdülkadir İnan. Türk tarih Kurumu Yayınları.)

Yüksek Sovyet Akademisi üyesi BorisYakovleviçVladimirtsov’un ‘Moğolların İçtimai Teşkilatı ‘ adlı eserinde naklettiği Camuha’nın yukarıdaki sözleri ‘Moğolların Gizli Tarihi’nde şu şekilde geçiyor:

Dağın yamacına konalım / At çobanlarımız çadırlara girsinler/ Dere boyuna konalım/ Koyun çobanlarımız ve kuzu çobanlarımız karınlarını doyursunlar.“( Moğolların Gizli Tarihi, s:54. Çeviren Prof. Dr. Ahmet Temir. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995.

Cengiz Han’ın, soydaşlarından ve silah arkadaşlarından birine söylediği şu sözlerden bozkır yaşamının doğal olaylara ne denli açık ve zor olduğunu anlamak mümkündür.

“...karanlıkta ve sisli günde yolu şaşırmadın; kargaşalık ve bozgunluk anlarında sen benden ayrılmadın; soğuğu ve yağmuru benimle beraber gördün...” (Agy, s: 91.)

Bu ifadelerde aslında, vahşi bir doğa, o doğada gece- gündüz demeden sürekli hareket etmek ve can korkusunun arkadaş olduğu bir yaşam anlatılmaktadır. Bu durumda, göçü ve saldırı ya da savunma şeklindeki savaşı yönlendirecek bir otoriteye gereksinim vardır. Kandaş toplumda bu iş seçimle çözülür; savaşçı yeteneği, ılgarlanan malı paylaştırmadaki eşitlikçi tutumu, boylar arasında çatışmaları önleyerek görece ulusal (budun) birliğini sağlamak gibi belirli nitelikleri olan karizmatik kişileri oylama yaparak kendilerine “şef” seçerlerdi; bu şef’e “Bey” denilirdi. Çin kaynaklarına göre, Asya Hunları’nın ataları “şef”i seçimle göreve getirirler: “ilkbaharın üçüncü ayında ‘serbest seçim’ yoluyla nehir kıyısında bir eğlenti düzenlerler.”(Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi. Birinci Kitap, s: 456).

Bu gelenek yüzyıllarca belki de binlerce yüzyıl geçerliliğini korumuş olsa gerek; “Celali isyanları ” olarak bilinen 1502-1614 yıllarını kapsayan ve Osmanlı yönetimine karşı Anadolu Türk halk ayaklanmalarında (Kızılbaş ayaklanmaları) görülür:

“Dokuz yüz on altı Muharremi’nin onuncu gününde ( 19 Nisan 1510), Alevi töresine göre toplanarak Şah Kulu sanıyla tanınan aşağılık herifi kendilerine baş ve buğ ettiler.”( Hoca Sadettin’den aktaran: Vecihi Timuroğlu: Alevilik, Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık, s: 27. Kalan Yayınları). (Aleviler, Türkler içinde en gelenekçi, bu nedenle de Türklüğü en çok temsil eden gruplardır. ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...])

Çin kaynaklarını referans alan araştırıcılara göre, “Bey”ler arasında irsi sülale bağı yoktu, yani beylik (şeflik) babadan oğluna geçmezdi. İlkin en yetenekli kişi askeri şef seçilir.

“Thompson, bu askeri şefin görevini, oğul ve kardeşlerine geçiremediği kanısındadır”.(Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi. Birinci Kitap, s: 487).
Asya Hunları’nın dağılmasından 4-5 yüzyıl sonar ortaya çıkan Avrupa Hunları’nda da durum aynıdır:

Ortak işler, bu ufak akraba birimlerinin ileri gelenlerinin at üzerinde yaptıkları müzakerelerle düzenlenir. Bu durum, büyük şeflerin otoritesini bir hayli sınırlar.” (Wess Roberts: Hun İmparatoru Attila’nın Liderlik Sırları, s ,)

Romalı tarihçiAmmianus Marcellinus (322-400)’a göre İ.S.350’lerde bile, Avrupa Hunları genel bir otorite altında değillerdir, yani bir kralları, imparatorları yoktur. Özerk boylar olarak yaşamlarını sürdürürler.

Boylar, kendi başkanlarının anarşik yönetimiyle yetinirler...Savaşa ayrı boylar olarak katılırlar. Savaş için, bir başbuğ liderliğinde geçici birlikler kursalar da, savaş bitince boylar kendi bağımsız yaşamlarına dönerler.” (D. Avcıoğlu: Agy,s:487)

Çünkü, bu Bey’lerin bir şiddet uygulama gibi ne yetkileri ne de güçleri vardı. Yani bunların iktidarı, iktidarsız iktidar idi.
“Hun boylarının bu askeri liderlerinin dahi, barış zamanında, boy ya da birkaç boy topluluğu üzerinde tartışmasız bir otoritesi yoktur. (D. Avcıoğlu: Agy,s:487)

Boylar arasındaki bağlar da oldukça gevşekti ve göç, az kalabalık, dağınık boylar halinde yapılır.

“Attila ve Hunlar’ın yazarı Thompson, yaklaşık 5 bin kişi civarında tahmin ettiği Hun boy topluluklarını, bağımsız birimler olarak düşünür. Bu kadar asker çıkartan bu büyük bağımsız boylar ya da budunlar, birbirleriyle hem dostluk, hem de düşmanlık ilişkileri içindedirler. Otlak ve su koşulları, 5 bin kişinin birarada göç ve konaklamasına pek çok zaman olanak vermediğinden 50 ila 200-500 kişilik akraba grupları, birbirlerinden az çok uzak yerlerde, özerk kalırlar.” (Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi. Birinci Kitap, s: 487. )

Dolayısıyla, beylerin beylikleri, başka bir söylemle iktidarları süreklilik özelliğinden yoksundu. Aslında iktidar sahibi olanların, “Bey”’lerin, göç ve savaş gibi olağanüstü koşullar dışında iktidar sahibi olmadıkları, başka bir ifadeyle, tüm kabileyi ilgilendiren kritik durumların dışında emretme-uyma ilişkisinin olmadığı bir topluluk bütünlüğü bulunmaktaydı. Bey’e itaat savaş, göç ve topluca avlanmada olduğu gibi olağanüstü durumlarda söz konusuydu. Örneğin Moğol şeflerinin hukuk ve görevi, kabile ve soyların önemli ve ortak işleri olan savaş ve sürek avları zamanı ile sınırlı idi. Barış zamanında yetkileri azalıyordu.

İlkin (ne zaman?) en yetenekli kişi askeri şef seçilir. İyi bir askeri şefin oğullarının da mutlaka başarılı asker olması gerekmediğinden , yeteneklilik koşulu , askeri şefliğin babadan oğula geçerek bir ailenin tekeline girmesini ,engeller. Fakat başarılı bir askeri şefin yerine yetenekli olduğu taktirde oğlunun geçirilmesi yeğ tutulur. Giderek, özellikle boylar içinde toplumsal bunalımların artması nedeniyle, askeri şef, görevini –Dede Korkut’ta Bayındır Han ve akrabalarında görüldüğü gibi- kardeş ve oğullarına geçirebilir ve boy üzerinde- Göktürklerde Bumin Kağan ve oğullarında görüldüğü gibi- ailesinin tekelini kurabilir. Böylece, boy beyleri ve bey aileleri (bozkır aristokrasisi) ortaya çıkar. Boy aileleri, boy üyelerinden koyun, av hayvanı, krk, vb vergi alır. Akrabalar topluluğu olan boy siyasal örgüt birimine dönüşür. (D. Avcıoğlu: Agy,s:254,255)

Ayrıca, ilkin “Bey (ler)” kişisel servet biriktirme gibi bir düşünceden habersiz ve amaç tüm kabilenin güvenliğini ve geçimini sağlamak iken, zamanla durum değişiyor; şefin otoritesi sürekli hale gelip irsiyet kazanırken, talanın büyük kısmına da el koyduğu görülüyor. Yani toplumda sınıflar belirmeye başlamıştır; Kısacası, ister boy, isterse budun olsun, toplum Bey ailesi (yönetenler) ve Budun (yönetilenler) olmak üzere iki ana sınıfa ayrılmıştır.

Marksist olmayan Radlof, beylerin çıkışını şöyle anlatır:

Avcı topluluklar, eşitlikçi topluluklardır. Servet farklılaşması, sürü sahipliğiyle ortaya çıkar. Bu servet farklılaşması, boy içinde iç barışın korunması, otlakların düzenlenmesi ve dış düşmana karşı güvenlik gibi siyasal görevler yaratır. Bir siyasal otoriteye gereksinme duyulur. Çok sayıda birbirine bağlı akrabası olan, servet ya da dinsel güç sahibi kudretli kişiler siyasal otoriteyi ele geçirirler. Kazak ve Kırgızlarda bunlara bey denilir.”(D. Avcıoğlu: Agy,s:255)

Yukarıda göçebelerin kendi eserlerinden yaptığımız alıntılarda - özellikle Orhun yazıtlarında -da açık bir şeklide görüldüğü gibi da “Bey” ve “Budun” ayırımı çok açıktır. Kutadgu Bilig de, bey, soylu bir aileden gelmelidir:

“Beylik için insanın önce asil soydan gelmesi gerekir. Babası bey ise oğlu da bey olur. Bey bilgili ve akıllı olmalıdır. Cömert ve yumuşak huylu olmalıdır. Cesur, kahraman, kuvvetli ve yürekli olmalıdır.”(Yusuf Has Hacip: Kutadgu Bilig, s: 83. Hazırlayan: Yaşar Çağbayır. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.)

Halk ise, cahil, kaba ve boğazından başka bir şey düşünmeyen, hayvana yakın bir yaratıktır:

Halkın huyu ve tabiatı beylerden farklıdır. Onların bilgileri, görgüleri ve tavırları tabiatlarına uygundur. Çoğunlukla aralarında töre ve usul yoktur. Davranışlarında bir tutarlılık yoktur... karınlarını doyurmaktan başka bildikleri bir şey yoktur. Tek varlıkları boğazlarıdır. Çalışıp çabalamaları hep boğazları içindir. Bunlardan birçoğu boğazları uğruna canlarından olmuştur. Karınları doyarsa ileri geri konuşmaya başlar. O anda itaat altına alınmazsa, hakimiyet ellerine geçer. Onlarla iyi ilişkiler içinde bulun, onların yiyecek ve içeceklerini eksik etme. Onlara karşı yumuşak dil kullan. Ne isterlerse ver. Çünkü veren muhakkak karşılığını alır”.(Kutadgu Bilig,s: 178).

Kutadgu Bilig’de Bey’liğin tanrı tarafından bir hanedana verildiği yazar:
Bey doğarken, beylikle doğar; görerek öğrenir ve işlerin hangisinin daha iyi olduğuna karar verir. Allah kime yöneticilik işi verirse, buna uygun akıl ve gönül de verir. Yani kimi bey olarak yaratmak dilemişse önce ona uygun yaradılış ile akıl ve güç verir. ... Babanız beydi, siz de beysiniz.... Beylik için insanın ilk önce asil soydan gelmesi gerekir: babası bey ise oğlu da bey olur.”(Kutadgu Bilig,s: 82-83)

Çin kayıtlarına dayanılarak İ.Ö. 3. yüzyıl ve daha öncesi için, şef kabilede seçimle görevlendirilirdi; şefin savaş ve göç dışında otoritesi yoktu ve babadan oğula geçmezdi gibi teoriler/düşünceler yaklaşık bin yıl sonra Göktürklerde, bin üçyüz yıl sonra Karahanlılarda görüldüğü gibi, hem irsiyet kazanmış ve hem de ilahi bir güce dayandırılmıştır.

Boy Beyliği’nin (iktidar) belli bir ailenin /sülalenin mülkiyetinde olması sosyal ve siyasal açıdan çok önemlidir.

Şefliğin miras yoluyla geçmesi, başka bir söylemle siyasal yükümlülüğün miras yoluyla geçmesi, sosyal yapının sürekliliği içinde yeterli bir belirleyicidir. Liderlik görevinin babadan oğula geçişinin; toplumsal yapının temelini oluşturan bu babaköklü yeni şefin desteklenmesi olayı, aslında topluluğun zaman içinde sürekliliğinin desteklenmesidir.” (Pierre Claster: Devlete Karşı Toplum. Çev: Nedim Demirtaş, s: 57.)

Daha önce de değinildiği gibi, en iyi incelen ve Türk göçebelerin yaşamına da model oluşturan göçebe sosyal yapısı Moğol kabilelerinin yaşamıdır. Moğollarda Cengiz öncesinin boy ( irgen) şefleri seçimle olmaktadır. Bu seçim farklı kabilelerin temsilcilerinin katılımıyla olmaktadır ve yapılan toplantıya Xuriltai( Hurultay: Kurultay) denilir. Kurultay kabile birliği ve danışma toplantısıdır. Bu kurultaya (danışma toplantısına) soy başbuğları, önemli şahıslar, hatta nüfuz sahibi olan vasallar (nökerler: Han’ın köleleri ancak halkın efendileri), kısacası eski Moğol cemiyetinin yüksek sınıfının bütün mümessilleri (temsilcileri) iştirak ederlerdi.

Hurultay(Kurultay), ne bir diete, ne de bir parlamento idi.... Ekseriya (genellikle), bilhassa (özellikle) harp, büyük sürek avları ve bu gibi hadiseler zuhurunda(ortayaçıktığında), kabile şuraları başbuğ seçerler ve bu başbuğlar bazen sulh (barış) zamanlarında da başbuğluk etmekte devam ederlerdi. Fakat bunların hakimiyeti zayıf ve ehemmiyetsiz idi; bütün işler o veya bu han’ı ileri süren soy ve zümrenin elinde bulunurdu... Eski Moğol hanın hakimiyeti zorba hakimiyeti idi.” (B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı, s: 123).

Asya’ya egemen imparatorluğu kuran Temuçin (Cengiz Han) bile, başlangıçta aristokrat ailelerin şefleri tarafından “ Han” seçilmiştir. Kendisine bağlılığını bildirenler, barış zamanında da itaat edeceklerini belirtmişlerdir:

Altan, Huçar ve Saçabeki bütün cemaatle danıştıktan sonra Cengiz’e ilan ettiler: ‘biz seni hükümdar (han) ilan etmek istiyoruz. Sen hükümdar olduktan sonra hesapsız düşmanlarla muharebe ederken biz ön safta bulunuruz, eğer güzel kızlar, kadınlar ve iyi atlar elde edersek onları sana veririz. Sürek avlarında herkesten önce biz gideriz ve avladığımız avları sana veririz. Savaş günlerinde emirlerine aykırı hareket eder, sulh (barış) günlerinde işlerine zarar verirsek o zaman kadınlarımızı ve mülkümüzü elimizden al, bizi de ıssız çöllere at.” (B. Y. Vladimirtsov: Agy,s: 124).)

Burada dikkat edilmesi gereken birinci nokta, seçimi yapanlar çeşitli kabilelerin aristokratları, savaş şefleridir; bozkır yüksek sınıfıdır. İkinci nokta ise, barış günlerinde de artık şefin otoritesinin olacağıdır. Bu şeflerden bazıları Cengiz ile pazarlık yapmıştır. Örneğin aristokratHorçi, Cengiz Han tarafına geçerken ona şöyle diyor:

Eğer sen memleketin efendisi olursan, beni ne ile memnun edeceksin?... Sen bana tümen komutanlığı ver, memleketin en güzel kızını karı olarak almama müsaade et; bundan başka ben ne söylersem dinle/ itaat et .” (Moğolların Gizli Tarihi,s: 61, B. Y. Vladimirtsov: Agy,s: 124).

Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da, bu eylemler 13.yüzyılın olaylarıdır. Moğolların komşuları Çin ve İran gibi Asya toplumları ile Avrupa toplumları bütün kurumlarıyla feodalizmi yaşamaktadırlar. Doğal olarak, göçebe yaşam da kendi içinde ilerlemektedir( inkişaf etmektedir). Kısacası, eşitlikçi toplumdaki geleneğin bir uzantısı olarak sınıflı göçebe toplumunda da yine şef seçimle göreve geliyordu, ancak bu öncekinden çok farklı oluyordu; güçlü olan kendisini lider (bey:han) seçtiriyordu. Vladimir’in zorbalık dediği budur. Bu zorbalık Cengiz’den önce, ne zamandan beri olduğu bilinmiyor, süregeliyordu ve Moğol göçebelerde de aristokrasi sınıfı doğmuştu:

Cengiz Han’ın bozkırda bulduğu aristokrasi, onun devlet kurması için kafi derecede idi. Açık şeklide demokratik vasfını gösteren bir hareket hakkında bizim kaynaklarımızda hiçbir kayıt yoktur. Cengiz Han’ı Moğol aristokrasi sınıfının ileri sürdüğü ve tuttuğu malumdur; fakat şunu da kaydetmek lazımdır ki Moğol cemiyetinin aşağı sınıflarına mensup olan bir çok kimseler de Cengiz’in arkasından gitmişlerdir ve onun sadık hizmetçileri olmuşlardır.”(Moğolların Gizli Tarihi,s:, B. Y. Vladimirtsov: Agy,s: 129).

Liderlik irsiyet kazanınca, beraberinde “mülk”ü de getiriyor. Bize ulaşan –yukarıda adları geçen- bozkır Türk ve Moğol göçebelerinin orijinal kaynaklarından anlaşıldığına göre, iktidar (lider: bey) ile birlikte ortak mülkiyetin kişisel mülkiyete (özel mülkiyet) geçirilmesi başlar. Tipik örneği Cengiz Han’ın yaşamıdır. Moğolların Gizli Tarihi’ndeki anlatıya göre, Temuçin (sonradan Cengiz Han), babası öldükten sonra kardeşleri ve annesi ile birlikte yoksul, yarı aç-yarı tok acınası bir haldedir. Örneğin, Annesi “kurban eti”nden kendisine pay vermedikleri için kabilesinin kadınlarıyla kavga eder. Bu, bir prestij kaybıdır, ama aynı zamanda yoksulluğun da göstergesidir. Değil sürü sahibi olmak, bir iki parça kurban etine muhtaçtırlar. Kabile, kendilerini terk edip gittiği zaman bir başlarına kalırlar .” Ho’elun ana ( Cengiz’in annesi), yabani armut, ot kökleri, yabani soğanlar ile çocuklarını besler. Çocuk yaştaki Temuçin de kardeşleri ile birlikte kuş, balık ve dağ sıçanı avlayarak annelerine yardımcı olmaya çalışırlar. En büyük düşmanları açlıktır; Moğolların Gizli Tarihi’nde Camuha’nın şu sözlerinden Moğol toplumunun açlık sınırında yaşadığı açıkça anlaşılmaktadır:

Dostum Temucin'in aç doğan gibi tükürüklerini saçarak geldiğini görüyor musun? Siz Naiman'lar: 'Manghol'lar gözükünce, keçi yavrusunun ayak derileri bile arta kalmaz' diye kendiniz söylemiyor muydunuz? Baksanıza (nasıl geliyorlar !) (Moğolların Gizli Tarihi,s: 121.)

Açlıktan ölme korkusunu o kadar derinden yaşarlar ki, birlikte tuttukları balığı ve vurdukları kuşu tek başına yiyen kardeşleri “Bekter”i ok ile vurarak öldürürler. Cinayeti planlayan ve işleyen Temuçin’dir. Anneleri Ho’elun , olayı öğrenince çocuklarına “ katiller!” diye bağırır. (Moğolların Gizli tarihi, s: 23,24,25,26.).

Oysa Cengiz, Han (lider) olduktan, yani egemenliği ele geçirdikten sonra sadece Moğol göçebelerin zenginlikleri değil, işgal ettiği tüm uygar ülkelerin bütün zenginlikleri de onun olur.

Aslında, açlık –kıtlık ister Moğol, ister Türk , isterse başka bir soydan olsun bozkır insanın en yakın arkadaşıdır. Aynı durumu Göktürk Devleti’nin kurucularında da görürüz. Göktürk yazıtlarındaki kendi anlatımlarına göre, Bilge ve Kültegin kardeşler aç-çıplak -perişan bir budun’a egemen olmuşlarıdır.

“Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım... İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum (“iktidar oldum” diye okuyabiliriz) ...Türk budun öle yite, yaya olarak çıplak olarak dönüp geldi. Budunu besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kitay, Tatabi kavmine doğru, güneyde Çin’e doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim, ...Otuz iki yaşımda Amgi kalesinde kışlakta kıtlık oldu.” ( Orhun Abideleri, s: 19, 47)

Başka boyların at sürülerini talan ederek “Türk Budun”u beslerler. Ancak, egemenlikleri pekiştikten sonra zengin olurlar; Kültegin’in 4000 atı olur. (Orhun Abideleri)

Ayrıca, göçebe hayatın gerektirdiği çetin savaşmalar sonucunda yenen-yenilen (esir edilen: unaganbogol yapılan) kabileler ( oymaklar, boylar) arasında belli bir asalet/tabiiyet hiyerarşisi doğarken, kurulan, dağılan tekrar kurulan konfederasyonlar giderek süreklilik kazanma özelliğindedir.

Özetle, toplumda “lider”liğin bir gereksinim olarak ortaya çıkması, kan bağı toplumunun evrimidir. Çünkü, böylece lider ve ailesinin boyun –kabilenin diğer üyelerine göre zenginleşmesi servet eşitsizliklerine neden olur. Zamanla, liderliğin çevresi genişler( bürokrasi, özel muhafız gücü, tüccar sınıfı, din adamı, vb) ve böylece egemen bir sınıf doğar. [b]Ancak, eski kişilik yapıları yeni beliren bu evrime uyum sağlayamayacak, çoğu kez bu dönüşüme (evrime) keskin biçimde karşı koyacaktır. Bunun Marksist terminolojideki adı “sınıf savaşları”dır.İşte bu karşı çıkış, toplumun geçirdiği her evrimde (yerleşikliğe geçiş-İslamlaşma; merkezi devlet tarafından vergilendirme, silahsızlandırma,vb)–yeniden yapılanarak değişik adlar altında – Göktürklerde Kara Budun”, Moğollarda “Unagan Bogol[/B]”, Oğuzlarda ise, “Karacık Çoban”- karşı koymayı sürdürecektir. Bu muhalefetin Anadolu’da adı önceleri “Kızılbaşlık”, 19.yüzyıldan sonra ise, Alevilik’tir.

Bu yazıda ve bundan önceki metinlerde sıkça sözünü ettiğimiz göçebelerin orijinal eserlerinde ve onlar hakkında yabancıların kaleme aldıkları eserlerde sınıf savaşları çok açık görülür. Türk ve Moğollar’daki toplumsal çalkantılardan örnekler verdik, yeri geldiğin de başka örnekler de vereceğiz. Kırgız göçebelerinde de durum aynıdır:

Manas ve etrafındaki yiğitlerin mücadele ettiği “kafir”ler, Moğol asıllı Budist Kalmuklar ve Çinlilerdir. Fakat, destanda Kırgızlar arasında yapılan kardeş kavgalarının (sınıf savaşlarının) kanlı sahnelerine de sık sık geniş şeklide yer alır.” (Prof. Dr. Tuncer Gülensoy : Günümüz Türkçesi ile Manas Destanı,s:10. Akçağ Yayınları.)

Sonuç olarak,Türk göçebe yaşamında toplumun sınıflara (katmanlara) ayrılması “Bey ailesi”nin halktan farklılaşması ile başlamıştır. Tarım toplumları ile göçebe toplumların sosyal yapısı birbirinden farklı süreçler izlemiştir. Şöyle ki, daha önce de değinildiği gibi, Marksist görüşe göre, tüm insanlığın uygarlık sürecinde özel mülkiyetin ortaya çıkışının kritik önemi vardır: Temel ekonomidir, üst yapı kurumları (hukuk, din, ordu, bürokrasi, adalet, vb) ekonomiye göre biçimlenir. Siyaset de bir üst yapı kurumu olduğundan, o da ekonomiye, yani o toplumda yaşanılan üretici güçler kümesine göre yapılanır. Yani önce ekonomik gücü tekeline alanlar onunla birlikte ya da sonradan siyasal gücü de ele geçirirler. Oysa, göçebe toplumda temelde yatan siyasettir, ekonomi siyasete göre biçimlenir. Bu durumda toplumsal gelişmelerin açıklanmasında ekonomik değişiklik yerine siyasadan kopuş asıl olmaktadır. İnsanlığın tarih öncesinde karşılaştığı en önemli devrim de, bu şekilde, eski toplumsal yapıyı dokunulmadan bıraktığı için, neolitik devrim olmayıp, adına “devlet” dediğimiz oluşumun ortaya çıkmasına yol açarak ilkel toplumun yok olmasına neden olan, toplumları dönüşü olmayan bir yola sokan giz dolu siyasal devrimdir.

"Ataerkil feodalite, Avrupa’daki gibi toprak temeli üzerinde gelişmedi. Tersine, feodal soyluluk, yoksul kabile üyelerinin emeğini, kendi ekonomik çıkarları için kullanır ve kabile demokrasisi organlarını buyruğu altına alırken, kabile ortak ekonomisinin yerini, bireysel bir ekonominin alması süreci içinde, feodalleşme sürüler üzerinde oluştu” ( Doğan Avcıoğlu: Türklerin tarihi. Üçüncü Kitap, s: 1394. Tekin Yayınevi)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 26 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...