Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 02.02.2016, 11:26   #3
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 580 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1

[IMG][Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...][/IMG]

KİTAP OKUMAK VE DERİNE BAKMAK

Teyze’nin Hikayesi
(Patrick White: Teyzenin Hikayesi. Türkçesi : Gönül Suveren. Altın kitaplar yayınevi)
(Nobel Ödülü)

Ön Bilgi:
1. Prof.Dr. Yalçın Küçük ve Gazeteci Yazar Soner Yalçın’ın kitaplarını okumamış olanlar bu kitabı anlayamaz diye düşünüyorum; baştan sona “kod” ve “şifre”.

2. Kitabı, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı 1973 yılında, üniversite öğrencisi uzaktan akrabam da olan arkadaşım hediye olarak verdi, ben lisede okuyordum. Belki de kapağındaki erotik bir kadın siluetinin o yaştaki beni gereğinden fazla tahrik etmesiyle hemen okumaya başladım, ama en fazla 10 sayfa okuyabildim; ne erotizm, ne de bişi...kapattım.

3. Bundan 16 yıl önce ÖSYM'nin yaptığı yabancı dil ve bilim sınavlarını kazandım (127 kişi'den 11'i barajı geçti, ben 3. oldum; 100 üzerinden 83 aldım) sözlü mülakat sınavını kaybettim ( 100 üzerinden 15 aldım, jüri başkanı Kızılbaş olduğumu biliyordu; beni jüri önünde öyle bir aşağıladı ki yerin dibine batırdı); dünyam yıkıldı. İşte o günlerde, kitap okuma alışkanlığımın olduğunu bilen biri (sonradan TTB başkanı oldu), benim perişan halimi görünce, “üzülme , sadece sen değilsin, hepimiz ayaklar altındayız,” dedi. Ertesi günü Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün “Şebeke” adlı kitabını bana uzatarak , “Bugüne kadar başka kitaplar okun, bir de bunu oku!” dedi. Y. Küçük’ü “deli” olarak bilirdim, ama ‘şimdi kitabı almasam kabalık olur’ dedim ve aldım ; kitap ertesi günü bitti. Hemen o hafta Y. Küçük’ün Tekeliyet, İsyan-1, İsyan-2, Sırlar, Gizli Tarih, Putları Yıkıyorum, İsimlerin İbranileştirilmesi adlı kitapları ile Soner Yalçın’ın “Efendi-1” ve “Efendi-2” kitaplarını aldım, çok kısa sürede tümünü bitirdim. Bu sürede başka kitaplar, dergiler, internet makaleleri okudum, verilen bilgileri, anlatılan olayları kendi kişisel tarihimle karşılaştırdım: Raskolnikov’un dediği gibi, ”gerçekten bir böcek olduğumu anladım.”

4. İran Devlet Başkanı AhmediNeJad’ın kripto olduğunu, BBC’den tam 1.5 yıl önce işyerimizde 15-20 kişilik gruba söyledim; çok eğlendiler, kahkahalarla güldüler...

5. Kitabı yeniden okudum, 2 günde bitirdim; üstelik özetini de çıkardım.

Kitap Özeti:

1. Nobel ödülü verilen ( Nobel edebiyat ödülü alanların belki de tümü İbrani asıllı) “Teyzenin Hikayesi” adlı roman -baştan sona- I. Siyonist Kongre’yi toplayan Theodor Herzl’in çalışmalarını, örgütlülüğünü ve Eski Yahudi vatanı Filistin’e özlemlerini anlatıyor. Kitapta Filistin veya Kudüs adı geçmiyor, “Meroe” adı verilen hayali bir yerin içinde ve çevresinde geçen olaylar anlatılıyor. Ancak, kitaptaki coğrafi tanımlardan anlatılan yerin Filistin olduğu kolayca anlaşılıyor. Nitekim, sayfa 26’da, “Ve timsah Nil denilen bir yerde yatıyordu. Bu nehir Meroe’nin yakınlarında akmaktaydı.(s:26) Kitaptan aldığım aşağıdaki birkaç alıntıda –kodlar çözüldüğünde- tanımlanan yerin Filistin, anlatılan olayların İsrail Devleti’nin kuruluş süreci olduğu çok net anlaşılıyor.

2. Kitap Avustralya’da yazılmış ama olaylar daha çok Ortadoğu ve Yahudilerin yoğun olduğu Doğu Avrupa’da geçiyor.

3. Dünya Yahudiliği, İsrail Devleti kurmak için Filistin’den önce Afrika’da, Mısır’a komşu Habeşistan’da bir yer arayışına girişmişler, o çalışmalar da konu ediliyor.

4. Roman kahramanları: Theodora, Julya, Jack, Lou, Joe, Leontini, Pavlou, Brawne, Rafferty, Rapollo, Ralph, Stepper, (Tümü Tevratik adlar)

5. Romanın başkahramanın adı TheodoraGoodman (Good=İyi, Man=Adam: İyi adam)

6. TheodoraGoodman’ın bir kripto olduğu, yani İngiliz uyruğunda ve Hıristiyan göründüğünü ama gerçekte Yahudi olduğu sayfa 198’de net ifade ediliyor: “Matmazel Marthe, “Size Yahudi olduğumuzu söylememiz gereğini duyuyoruz.” dedi. Matmazel Bloch ve Matmazel Bloch bu gerçeği sanki bu kırılır bir şeymiş gibi sundular. Matmazel Berthe, “İnsan şaşırıyor,” dedi. “Daha gençken bize Komünistlerden korkmamızı söylemişlerdi. Şimdi korkmamız gereken kimselerin Faşistler olduklarını öğreniyoruz. Siz nesiniz? TheodoraGoodman, “Açıkçası, ben hiç bir zaman bunu düşünmedim,” dedi.Matmazel Berthe, “Bu korkunç bir şey!” dedi. Matmazel Marthe, Bu kripto-bilmem ne olduğunuz anlamına geliyor,” diye içini çekti.(s:198

7. Kripto olmak, yani çift kimlikli olmak; örenğin, Türk, Kürt, Alman, Rus, Müslüman ,vb kimliklerle tanınıp ama gerçekte Yahudi olmak. Yaşamı boyunca sadece ve sadece Yahudi ırkının iyiliği, diğer ırkların kötülüğü için çalışmak.

8. Kitapta, TheodoraGoodman, kriptoluğuyla övünür: Hristiyan azizler arasında da çift kişilikli (kripto) Yahudiler olduğu ve bunları aziz oldukları için değil, Yahudi oldukları için sevdiğini söylüyor.Fakat seni en çok azizlerin arasında çifte kişiliğinle oturduğun zaman seviyorum.” (s:205)

9. Nitekim, gerek Paplar ve gerekse Osmanlı Şeyülislamları arasında çok sayıda kripto (gizli Yahudi) vardır.

11. Roman, dünyada ilk Siyonist Kongre’yi 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde toplayan Siyonist TheodorHerzl’in yaşamı ve Siyonist çalışmaları, dünya Yahudiliğini örgütleyişi kodlarla, şifrelerel anlatılıyor.

12. Birinci Siyonist Kongre, 29 Ağustos 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde TheodorHerzl adında bir Siyonist Yahudi’nin başkanlığında toplandı. Kongreye tüm dünyadan yaklaşık 200 delege katılmıştır. Avusturyalı Yahudi bir gazeteci olan TheodorHerzl, 1896'da yazdığı Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli bir kitapta Siyonizm'in kuruluşunu anlatmış, 1897'de I. Siyonist Kongre ile Dünya Siyonist Teşkilâtı kurulmuştur. Kongre ile 1897'ye kadar Yahudilerin, Filistin'de toplanması ve Yahudi devleti kurulması bir fikir iken, 1897'de hedef haline getirilmiştir. Kurulan Dünya Siyonist Örgütünün başkanlığı'naTheodorHerzl getirildi. Kongrede hazırlanan Siyonist programı hayata geçirmek için gereken altyapının oluşturulması için finans desteğini sağlamak amacıyla bir fon kurulması kararlaştırıldı. Bu fon Filistin'de toprak satın alınması ve bu topraklarda bir devletin altyapısının oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı. 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin Kuruluş Deklarasyonu, TheodorHerzl'in1897'de I. Siyonist Kongrede, “Ben Basel'de İsrail Devletini kurdum. En geç 50 yıl içinde bu gerçek olacak,”demesinden 50 yıl sonra ilan edilmiştir (vikipedi)
( Hürriyet Gazetes'si 1 Mayıs 1948'de çıkmaya başladı; İsrail Devleti 14 Mayıs 1948'de ilan edildi; Oysa, T.C 1923'de kurulmuştu ama Hürriyet 1948'de yayınlnadı. O halde, kimin için Hürriyet!? )

Kitaptan Alıntılar:

“Lou, “Bana bir şey anlat,” dedi. Bu sözleri söylerken soluğu Theodora’nın omuzunu ısıttı.”Bana Meroe’yi anlat.”... Theodora, “Meroe?” dedi. “Fakat hayatım, sen bu hikâyeyi dinledin. Zaten anlatacak fazla bir şey de yok.”... Meroe’nin hikâyesini anlatmıştı. Meroe, içinde dikkati çekecek hiç bir olay geçmeyen, fakat müzik parçalarının çalındığı, güllerin saplarından koparak düştüğü, insan bedeninin asıl görevi olan aşk ve nefreti başka biçimlere soktuğu eski bir evdi (eski vatan ?). Fakat Meroe’nin hikâyesini anlatmak, Theodora için kendi kanının sesini dinlemek demekti. ( s:21)
•••
Kırların arasından aşağıya yola şaşkınlıkla bakardı bu renk. Dürüst bir evdi bu. Çünkü yapıcılığın amacının bir ev, duvarlar ve bir dam yapmak olduğu bir dönemde inşa edilmişti. Evi yapanların en belirli nitelikleri de; amaçlarındaki doğruluktu. Bu, uygarlığın üzerini kapayıp, gözden kaybettirdiği bir şeydir. Goodman’lar gelmeden önce biri eve bu Meroe adını takmıştı.(s:22)
•••
Hiç kimse kuru günlük düzyazılarının dudaklarından dökülen Meroe kelimesiyle birdenbire karanlık bir süre dönüşmesinin nedenini tartışmıyordu. Kelimenin için için yanmasına karşılık onlar tepeler kadar açık, kuşku götürmeyen bir nesneden söz etmekteydiler. Yalnızca Meroe’nin çevresindeki tepeler bu adla gizlice anlaşmışlardı. Böylece daha koyulaşmış ya da kara kayalarınm daha derinlere kadar çatlatıp açmış veya daha vahşi bir Habeş şiddetiyle kaşlarını çatmışlardı. Tepelere Meroe’ydi. Meroe de kara volkanik tepeler./..../ İskelet gibi ağaçlar bir fon görevini yüklenirlerdi. Fakat Meroe’nin ölü ağaçlarının öyle hüzünlü bir görünüşü yoktu. Kökleri Habesistan’da olan bu ağaçlar her şey den çok uzaktılar./.../Sürekli bir kaynaşma, mırıltılar, kuruntular ve belirsiz bir hoşnutsuzluk sızardı bunlardan odalara. Güller, “Theo,” diye seslenirlerdi. “Vakit geldi. Boynunu yıkama zamanı.” (s:23)
•••
Heredotus bunu bir kitapta yazmıştı. Ve timsah Nil denilen bir yerde yatıyordu. Bu nehir Meroe’nin yakınlarında akmaktaydı. /.../ Theodora, “Fakat Meroe’de yalnızca bir dere akıyor,” dedi. Babası, “Başka bir Meroe daha var,”dedi. “Habeşistan denilen kara ülkede, ölü bir yer orası...”Kızın, o anlaşılması zor kitapların eski, lekeli sayfalarına dayadığı elleri buz gibi olmuştu. Çünkü bu ikinci Meroe’ye inanamıyor, inanmayı istemiyordu. Kendi sarı taşlarını, Habeşistan denilen o ülkenin kara çimenleri üzerine yerleştiremezdi(s:26)

Sonra Fanny bir bıçak alarak, tereyağını kesip yardı. Bunu, hala kahkasının altında cerhatlanıp acıyan bir duygunun , açıklanamayan bir şeyin etkisiyle yapmıştı. Belki de Habeşitan yüzünden. ( s:351)
•••
Kız, evin sarı yüzüne, sakin çiçek bozuğu taşlarının arasındaki beyaz kabuklara çekinerek baktı. Meroe’yi saran tepeler, güneşte bile karaydı. Kendi gölgesi kuşku uyandıracak bir paçavra gibiydi. Theodora’ nın gördükleri ve hissettikleri yüzünden o mitolojik görüntü bir gerçek halini aldı, kız gitgide yayılan bir dehşetten kaçıp kurtulamıyordu. Ancak zamanla ikinci Meroe hayali sönükleşti, kafanın derinliklerinde sessizce yatan kabullenilmiş bir kaygıya dönüştü. Theodora birinci Meroe’yi sevebilirdi. Bu konuda özgürdü. Dokunabileceğiniz bir nesneydi. Kız, yanağını altın taşlara sürdü, bunlara gömülü yelpaze ve helezon biçimindeki aşina deniz kabuklarının cildine battıklarını duydu. Burası ‘Bizim Yerimiz’di. Sahip olmak insana huzur veren esrarlı bir şeydi. (s:27)
•••
“TheodoraGoodman, boş bir kâğıda, “Bizim Yerimiz’ de,” diye yazdı. “Meyva vermeyen yaşlı bir kayısı ağacı var ve inekler hava sıcak olunca sağılmadan önce burada dururlar, ya da kulübenin yıkılmış olduğu o eski bahçedeki armut ağacının altında. Bütün bunları ata binerek, Babamla Bizim Yerimiz’de dolaşırken görüyorum. Bizim Yerimiz uygun bir büyüklükte, Parrott’ların ya da Trevelyan’ların toprakları kadar büyük değil. Oysa Babam, ‘Bizim Yerimiz’in insan kafasını dinç tutacak kadar geniş olduğunu söylüyor.” Ata binmiş, Babasıyla ‘Bizim Yerimiz’de dolaşıyordu. Kız, üzengilerin şıkırtısını, atların burun kanatlarını şişirerek solumalarını, hışırdayarak sallanan kaba telli kuyruklarından dökülen o ağır, yavaş, tembel ses sellerini dinliyordu. Onların olan topraklara bakıyordu Theodora. Meroe ‘de yeteri kadar kafa huzuru vardı. Bunun ne olduğunu bilmiyordunuz, bu bakımdan pek emin değildiniz. Ama bunu ta kemiklerinizin içinde hissediyordunuz. Ve Theodora buna bağlı olarak ‘Bizim Yerimiz'in bir başlangıç ya da son olmadığını da keşfetti. Kız ilk defa tarafsız bir bakışla karşılaşıyordu. Parrott,”Meroe mi?” dedi. “Bir yıkıntı orası.” Theodora bunu duydu. Şehirde, İmperial Oteli’nin uzun balkonunun altında Babasını bekliyordu.” (s:28).
•••
“ Theodora, ellerini birbirine kenetlemiş öylece oturuyordu. Bir keder yükünün altında ezilmekteydi. Kimse bu yükü kaldırıp atamazdı. Çünkü Theodora’nm bunu omuzladığını bilen yoktu. “ (s:29)
•••
“Yoldaki dönemeçte birdenbire ortaya çıkıyordu. Arabasının tekerlekleri orayı dövüyor, derenin geçit yerindeki kahverengi suları etrafa sıçratıyordu. Oldukça uzaktan arabanın üzerindeki pis tentenin sağa sola sallanıp devrilecekmiş gibi eğildiğini görebiliyordunuz. Diğerlerine haber vermek, “Suriyeli!İşte Suriyeli geliyor!” diye seslenmek için zaman bulabiliyordunuz. Bu sesle herkes evden fırlıyordu./.../ Gertie, Suriyelinin değersiz birtakım şeyler sattığını söylüyordu. Fakat herkes satın almayı, eşyalara dokunmayı, seçmeyi seviyordu. Şimdi bu gün, konuşmalar, gülüşmeler, Suriyeli’ nin uyuz köpeğinin sızıldanmaları, adam yaşlı sıkıntılı renksiz atının koşum takımının şıngırtısıyla doluyordu. Artık kimse çalışmazdı. Suriyeli gelmişti çünkü. Suriyeli kupkuru, esmer bir adamdı. Ellerinde mavi dövmeler vardı. Bir deri bir kemik kalmış yüzünde, derine kaçmış gözleri kapkara duruyordu. Ama bu gözler insana pek bir şey söylemiyorlardı. Konuştuğu dilde sesi de öyle. Suriyeli’nin lâfları ancak şilinlerden sözettiği ya da kahverengi elleriyle işaretler yaptığı zaman anlaşılırlık kazanıyordu. Sanki Suriyeli geliyordu. kurgulu bir oyuncakmış gibi kahverengi dişlerini göstererek gülüyordu adam. Bir defasında gümüş işlemeli bir şal gösterdi. Gertie bunun için, “Doğu işi,” dedi. Suriyeli herkesin görebilmesi için şalı şöyle bir attı. Kış rüzgârında ne güzel uçtu. Sanki Suriyeli’nin elinden gümüş sular akıyordu. “(s:34)
•••
“1899 (Siyonist kongre 1897’de toplandı). Theodora sönmüş tepeleri ve onların bir zamanlar sürdükleri hayatı biliyordu. (s:37) Adam, “gelecek yılın Ağustos ayının on yedisinde “ dedi .(s:57)
•••
Problem hem çok basit, hem de çok güç gözüküyordu. Theodora oturdu. Kız, violetin birşey söylemesini , yeni bir biçim yaratmasını ve çözüm yolu bulunması gereken benzer bir problemi açıklamasını bekliyordu. Sonsuzdu bunlar. (s:74)
•••
Şurada tavşanlar (Araplar?) var. Ateş edebilirsiniz. Tepenini diğer tarafındaki yuvalarından yakınında bir sürü tavşan vardı. ( s:91)
•••
Theodora kendi tüfeğini kaldırdı. Yollarına devam ettiler ( s: 93)
•••
Fanny goodman (Theodora’nın kız kardeşi) başını nehirdeki kaplumbağalara doğru sallayarak , “la la le-le lasa, “ diye şarkı söylüyordu ( s: 98)
Burada bir parantez açıyorum, “la la le-le lasa,“ şarkısı rastgele seçilen bir tekerleme değil, mitolojik bir anlamı var:

Dostoyevski, “Ölü Evinden Anılar” adlı eserinde , Sibirya’daki bir hapishanede mahkum olan roman kahramanlarından Yahudi İsay Fomiç’i şöyle tanımlar:
“Sonunda bütün tutukluların heyecanla ve hazırlıklar yaparak bekledikleri Noel yortusu geldi. ... Kışlamızda bu işe en fazla sevinen ve endişelenen İsayFomiçBumtayn’dı. Yahudi tututluydu./.../ Kuyumcuydu /.../ Muhtaç durumda olması şöyle dursun , zengin denirdi kendisine . Bununla birilikte tutuklulara faizle para veriyordu. Şehirli Yahudiler ondan dostluklarını, korumalarını esirgemiyorlardı. /.../ Hayatta pek çok Yahudiy’le karşılaşmış olan Luçka, onsa sık sık sataşırdı. /.../ Bunun üzerine tiz, incecik bir sesle anlamsız, acayip bir ezgiyle bir "La - la la - la!..." tuttururdu. Bu, güfte sayılmayan la - la -lâ'larİsayFomiç'in cezaevinde söylediği tek şarkıydı. Benimle daha yakından samimi olunca, bu şarkı ve ezginin, bir zamanlar, altı yüz bin Yahudi’nin Kızıldeniz'i geçerken söylediklerinin aynı olduğuna inandırdı beni. Her Yahudi için, düşmanına karşı zafer sağladıktan sonra bu şarkıyı söylemek zorunluymuş. “ ( Dostoyevski: Ölü Evinden Anılar, s: 150-154. Türkçesi: Hasan Can, alter Yayınları.) (Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün kripto olduğunu ima ettiği Ayten Alp-man’ın, “ Benim Memleketim” adlı şarkısının lal la lal laylay olan nakaratının bu mitolojikle imanla bir ilgisi var mı acaba?)
•••
La lala ilgili başka bir örnek. Umberto Eco’nu n “Gülün Adı” adlı eserinden veriyorum:

"Venantius önemli bir gizi saklamak istiyordu; bunun için de iz bırakmadan yazan, ama ısıtılınca yeniden ortaya çıkan bir mürekkep kullanmış. /../ "Hiç kuşku yok, çözülmesi gereken gizli bir alfabe bu," dedi. "İşaretler kötü çizilmiş, belki sen daha da kötü kopya ettin, ama kesinlikle bir burç alfabesi bu. Görüyor musun? Birinci dizede..." Yay, Güneş, Merkür, Akrep..."/.../ "Venantius saf olsaydı, en yaygın burç alfabesini kullanırdı: A eşittir Güneş, B eşittir Zeus... O zaman ilk dize şöyle olurdu... Şunu bizim alfabemizle yazmaya çalış: RAIQASVL..." Durdu. "Hayır, hiçbir anlamı yok bunun; hem Venantius saf değildi. Alfabeyi başka bir anahtara göre yeniden düzenlemiş." /.../ Örneğin, bir harfin yerine başka bir harf koyabilirsin, bir sözcüğü tersinden yazabilirsin, sözcüğün yalnızca her iki harfinden birini alarak harfleri tersine sıralayabilirsin, baştan başlayarak burada olduğu gibi harflerin yerine burç işaretleri koyar, gizli harflere sayısal değerlerini verirsin; sonra da sayıları başka bir alfabeye göre başka harflere dönüştürebilirsin..."/.../ Mesajın ilk olası sözcükleri üstüne varsayımlar kurulabilir; sonra da, bunlardan çıkardığın kuralın, metnin geri kalanına uyup uymadığına bakarsın. Örneğin, burada Venantius, fınisAfricae’yi çözümlemenin anahtarım kesinlikle kaydetmiştir. Mesajın bununla ilgili olduğunu düşünürsem, birden bir uyum aydınlatır beni... Harfleri değil, işaretlerin sayılarını dikkate alarak, ilk üç sözcüğe bakmaya çalış... Şimdi de bunları, her biri en az iki işaretten oluşan hecelere ayırmaya çalış; yüksek sesle oku: la-la-la la-la la-la-la... Secretum fınis Africae...( (Lat.) Afrika’nın sonunun gizi.)” (Umberto Eco,s: Gülün Adı, s:195.)

Parantezi kapatık, Teyze’nin Hikayesi’ne dönüyorum:
Halk (Yahudiler ?) soruyordu. “Ne diyorsunuz ? “Kötü mü olacak ?” “Theodora ne düşünüyor ?” (s:119)
•••
“Theodora o fotoğrafı hatırladı ve bazen kişisel irade hayalinin , hangi noktada evrensel rüyaya yenildiğini kendi kendine sordu. ( s: 122)
•••
Ama nedense Theodora yönetimi eline almayı istemiyordu (s:155)
•••
Bir kızıl horozun (Sovyetler Birliği?) belli belirsiz kavranan ilkel (soyalizm?) kuyruk kabartışıydı.(s:160)

•••
Biliyor musunuz , Hitler’in savaş çıkaracağını söylüyorlar (s: 197)
•••
Matmazel Marthe, “Size Yahudi olduğumuzu söylememiz gereğini duyuyoruz.” dedi.
Matmazel Bloch ve Matmazel Bloch bu gerçeği sanki bu kırılır bir şeymiş gibi sundular.
Matmazel Berthe, “İnsan şaşırıyor,” dedi. “Daha gençken bize Komünistlerden korkmamızı söylemişlerdi. Şimdi korkmamız gereken kimselerin Faşistler olduklarını öğreniyoruz. Siz nesiniz?
TheodoraGoodman, “Açıkçası, ben hiç bir zaman bunu düşünmedim,” dedi.
Matmazel Berthe, “Bu korunç bir şey!” dedi.
Matmazel Marthe, Bu kripto-bilmem ne olduğunuz anlamına geliyor,” diye içini çekti.(s-198)

•••
“Matmazel Bloch ve Matmazel Bloch, dikenlerin arasından ilerlediler. Bu yürümek değil, ilmek ilmek örgü örmekti sanki. İkizler, gülümsemeler saçıyorlardı. Minnet duyuyorlardı çünkü. Buz çiçeklerinin arasında ve İsa çarmıha gerildiği sırada başına geçirilen dikenli tacın gölgesinde yaşamak gibi bir ayrıcalığa sahip oldukları için minnet duyuyorlardı. Onların ardından giden Theodora, bir çok eski yaranın açıldığını hissetti. Yaşlı Yahudi kadınlarının gerilerinin ıstırap çekmeyi tekellerine almalarına izin veremezdi pek. Ama onların bu konuda kendilerine özgü bir istek ve eğilimleri olduğunu da itiraf ediyordu.”(s:199)

Böylece, varoluşun sürekliliği, kesilmeyecekti. Görünüm, sonsuz bir varoluş haliydi.Ümit ve ümitsizlik , sonsuz olarak yiyip yutuyor ve kusuyordu.” ( s: 244)

Konu cebe tarafından (02.02.2016 Saat 11:43 ) değiştirilmiştir..
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 41 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...