Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Yahudi- Alman Savaşı-1
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 04.03.2016, 15:23   #2
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 580 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Yahudi- Alman Savaşı-1

Cumhuriyet Gazetesi’nden bir haber

Faşizm çok satanlar listesinde...

Adolf Hitler’in otobiyografisini ve fikirlerini kale aldığı 'Kavgam' kitabı, Almanya'da şimdiye kadar 24 bin adet satıldı.

Münih merkezli Çağdaş Tarih Enstitüsü (IfZ) tarafından, tarihçilerin bilimsel açıklamaları ve eleştirileri dahil edilerek hazırlanan Adolf Hitler'in otobiyografisini ve fikirlerini kaleme aldığı 'Kavgam' kitabının Almanya'da çok satanlar listesinde yer aldığı bildirildi.

70 yıl sonra basılan Hitler'in 'Kavgam'ı çıktığı gibi tükendi

IfZ'den yapılan açıklamada, kitabın piyasaya çıktığı Ocak ayından bu yana yaklaşık 24 bin adet satıldığı belirtildi.

Kitabın ilk etapta tarih ve siyaset ile ilgilenenler tarafından satın alındığı ifade edilen açıklamada, kitaba olan talebin sürdüğü ve şimdi 3. baskısının piyasaya sürüleceği kaydedildi.

Açıklamada, kitaba Neonazilerin ilgi gösterdiği yönünde ise herhangi bir ipucunun bulunmadığı bildirildi.

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

(NOT: Cumhuriyet Gazetesi bir Karay Yahudi’si olan Yunus Nadi tarafından kuruldu.)

Faşist Kim ?
Bütün insani değerlere düşmanlıktan sorumlu tutularak sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada her toplumum belleğine yerleştirilen “faşist” kavramı oldukça karmaşık ve tam olarak tanımı yapılamayan bir kavramdır. Her şeyden önce, kimi tanımladığı ve gerçek amacı/anlamı net değil. Her ne kadar “ faşist” sözcüğü İtalyan ırkçılarına verilen bir ad ise de, gerçekte Alman ırkçıları Nazileri suçlamak ve aşağılamak için kullanılan bir sözcüktür.İtalyan ırkçılarının (faşistlerin) Yahudi kırımı yaptıklarına ait belge ve bilgi yok. Buna karşın, Alman ırkçıları Nazilerin ezeli ve ebedi düşmanı “Yahudiler” dir. Naziler, sadece Almanya’dan değil, tüm Avrupa’dan Yahudileri süpürme harekatını başlatmışlardır. Bu tarihsel olgunun Türkiye, Türklük, Alevilik, solculuk, laiklik,vb kavramlarla ve bunlarla ilintili toplumsal gruplarla/sınıflarla ne ilgisi var? Ayrıca, neden “Nazist” değil de, “ Faşist” deniliyor? Bu sorunun yanıtı; Nazist denildiği zaman doğrudan Yahudi düşmanlığı akla gelirve Yahudiler dışındaki etnik gruplar ilgisiz kalır korkusu olabilir mi?Çünkü, “Faşist” sözcü genel bir kavram olarak bütün iyi şeylere düşman olanı çağrıştırıyor ama özel olarak “ Yahudi”yi çağrıştırmıyor. Yahudiler, kendilerine yönelik Nazi düşmanlığını kamufle (örtme) etmek için Faşist öcüsüne dönüştürüp ve tüm insanlığın düşmanı olarak belletmiş olamaz mı?

Burada bir parantez açıyorum:Yahudiler kendi kültürlerinde var olan ve kadim zamanlardan beri sürdürdükleri, “dört gönül bayramı” veya “kuzu bayramı” olarak adlandırdıkları ve bulundukları mekandaki ışıkları söndürerek birbirlerinin eşleriyle cinsel ilişkiye girdikleri geleneği, ensest ilişkiyi çağrıştıran “mum söndü” adıyla Türk Alevi-Kızılbaşlara yüklemişlerdir.Oysa, “Kuzu Bayramı” (“Kuzu Festivali”) veya “Dört Gönül Bayramı” olarak adlandırılan sosyal olay, günümüzde tüm dünyada ve Türkiye’de yapılan “swinger: eş değiştirme) olayıdır. Ancak birçok kültürde ve inanışta “kötü” , “haram” “günah” olarak görülen ve lanetlenen bu olgu Sabeyatcılar tarafından bir “bayram”, “merasim:tören” olarak yapılırmış. Bu Yahudi bayramıİzmir’de doğan İspanyol Yahudi’si (Ladino) ŞebbatayZvi(Sabetay Sevi)’nin icat ettiği bayramlardan birisiymiş ( konuyla ilgili kitaplarda ve internet sitelerinde Yahudi referanslara dayandırılan çok sayıda kaynak vardır.) Bu kaynaklarda yazıldığına göre, “kuzu bayramı” 22 mart gecesi yapılırmış. Yılın ilk kuzu eti bu bayram vesilesi ile yenir. ikisi kadın ikisi erkek ve evli olan en az 4 kişinin katılımı ile düzenlenen bir merasimdir. Bu gecede kadınlar iyi giyinmiş ve çeşitlimücevher ile süslenmişoldukları halde sofra hizmeti ile görevlidirler. Yemek yenildikten sonra biraz eğlenilir. Daha sonra saat gece yarısınıgeçtikten sonra ışıklarsöndürülür ve herkes eline kimi geçirirse onunla cinsel ilişkiye girerlermiş. O gece girilen ilişkinin sonucunda doğançocuklar kutsal kabul edilirmiş.
“Mum söndü '' veya '' Kuzu Bayramı '' veya '' Dört Gönül Bayramı '' hakkında;

• Bu Kuzu Bayramı hakkında, Sabetay zümresi, mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde '' Vakit '' gazetesi yazarına şu izahatı vermişti:

'' Kuzu Bayramı 22 Adar'da (Mart) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti, ilk defa bu bayram münasebetiyle ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek, ikisi kadın olmak şartıyla, evli dört kişinin bulunması lazımdır.Kuzu ziyafetinde bulunacakların sayısı, iki cinse mensup evli çiftlerin arttırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltılabilir. Kadınlar, iyi giyinmiş ve elmaslarıyla süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve belirli zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir nevi kutsiyet taşıyan olarak tanınırlar. Ona ` Dört Gönül Bayramı ` adı verilir. ''

• 15 Kasım 1925 tarihli '' Resimli Dünya '' mecmuasında Kapancı ailesine mensup bir genç Sabetayistde Kuzu Bayramı'nı şu şekilde anlatıyordu:
'' Zannediyorum ki ` mum söndürme` merasimi Karakaş ailesinde hala devam eden bir adettir. Ve galiba, evvelce benim mensup olduğum ailede dahi tatbik edilirdi. Fakat itiraf etmeliyim ki ben hiç görmedim. Son zamanlara kadar dönmeler, bu kuzu merasiminden önce hiç kuzu eti yemezlerdi. İlkbahara tesadüf eden belirli bir günde, okunmuş bir kuzu kızartılır ve evli erkekler, zevceleriyle birlikte ziyafette hazır bulunurlar. Fakat ben genç ve bekar olduğum için yaptığım bütün teşebbüsler boşa gitti. Çünkü bana cevap olarak ` Sen de evlen. Ondan sonra öğrenirsin ` derlerdi. ''

• Bu Kuzu Bayramı vesilesiyle Profesör AvramGalante'nin eserinde yaptığı tarihi tahlil ve izahı tercüme ediyoruz:

'' İstanbul Üniversitesi'nde eski şark milletlerinin tarih profesörü olmak sıfatıyla ben; çok defa eski adetlerle, yakın şark milletlerinde hala devam eden bazı adetlerin mukayesesine fırsat bulurdum. Burada bahsedilen mesele, yani mumların söndürülmesinden sonra hasıl olan çirkin sahne, kökenini şarkın kadim tarihi devirlerinden alıyor. Bu köken şudur: Hurafeye nazaran kışın tabiat ölür ve Sema tanrı'sı zincirdedir. İlkbaharın gün dönümünde Sema tanrısı Attis, kainatın çiçek açma mevsimini ilan için toprağa iner ve taibat ilahesi Mâ yahut Ammas tarafından kabul edilir. Ve onunla evlenir. Bu, bir aşk bayramıdır. Bu tanrının gökten inişi, eski mitlerde şu suretle kullanılırdı:
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

EncyclopaediaJudaica, Sevi'nin bu davranışlarının, kendisinin "tüm günahları serbest bırakma"ya yönelik bir misyonu olduğu inancından kaynaklandığını yazıyor.

Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Gershom G. Scholem ise MajorTrends in JewishMysticismadlı kitabında Sevi'nin bu davranışlarının "günahın kutsallığı" doktrinine dayandığını belirtiyor.

Evet, Sevi, tüm gühahların serbest olduğunu ilan etmeye başlamıştı.
Bunların arasında, Türk toplumunda "mumsöndü" olarak da bilinen eş değiştirme ayini de vardı.
Şalom, Sevi taraftarlarının kutladıkları "Kuzu Bayramı"nı, öteki adıyla "Dört Kalp Bayramı" şöyle anlatıyor:

... Bu bayram, Dönmelere karşı olanların belki de haklı olarak bir koz olarak kullandıkları bayramdır...
Bu bayrama o gece katılanların mutlaka evli olmaları gerekir, bekar olanlar kız veya erkek hiçbir şekilde kabul edilmez, hatta bu bayram hakkında bilgi dahi verilmez.
O geceye en az iki evli çift katılır, daha fazlası olabilir.
Kadınlar en şık elbiselerini giyer ve en kıymetli takıları ile ziyafet masasında servis yaparlar.
Bir müddet hep beraber eğlenildikten sonra halk dilinde mumsöndü olayına geçilerek bütün ışıklar söndürülür. Kadın veya erkeğin o gece dilediği ile yattığı ve o gece bu birleşmeden doğan çocuğun, ilerde Maşiah (Mesih) olacağı söylenir.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

Sonuç olarak, bugün “mum söndü” denildiği zaman akla gelen Yahudiler değil, Türk Alevi-Kızılbaşlardır.

Alman düşüncesine göre, Yahudi, “şeytani kurnazlığını ve hilekarlığını” kullanarak dikkati kendi üzerinden başka hedeflerle çevirir.

Yahudi’nin şeytani kurnazlığından ve hilekarlığından başka bir şey görmüyordum. Dikkati kendi üzerinden başka hedeflerle çeviriyorlardı. Bavyera ile Prusya birbiriyle çekişirken, Yahudi onların varını yoğunu gözlerinin önünden aşırıyordu. Bavyera, Prusya karşı tahrik edilirken Yahudi ihtilal hazırlıyordu ve hem Bavyera‘yı , hem de Prusya’yı ayını zamanda yere vurmakta, yıkmaktaydı.” (Kavgam, s:156).

Yeniden faşist kavramına dönecek olursam, Türkiye’de “faşist” sözcüğü “sol” genel adı altında ve “ Marksist” ideolojiyi değişik dozlarda ve değişik yorumlarla içeren politik söylemlerde sürekli tekrarlanır ve gerçek anlamının dışında “katil”, “sömürücü”, “ emperyalizmin vurucu gücü”, vb anlamlarda kullanılır/vurgulanır. Oysa, Türkiye’de gerek “sol” ideolojiyi savunanlar, “sol” örgütleri kurumsallaştıranlar ve gerekse “solu”un hedef tahtasındaki “ kapitalistler, kodamanlar ile faşist olarak nitelenen örgütleri kuranların tümü İbrani ırkındandır. Yani, bir yandan Türkiye toplumunun tümünün kanını emerken ve onu ezerken, diğer yanda da -sanki bu sömürüyü ve zulmü Türkiye’nin çok uzağında, Avrupa’da, Yahudi ırkının sömürüsüne karşı doğan bir hareketin öncüleri yapmış gibi ve Nazizim’i de Faşizm’e dönüştürerek- Türkiye halkını tahrik ediliyor, bu nasıl oluyor? Bu sorunun yanıtı için Alman düşüncesinde Yahudi davranışının çözümlenmesine bakalım:

“Burada ‘Siyonizm’den söz etmek istiyorum. Yahudilerin azınlığı bu hareketi destekliyor, çoğunluğu ise bunları kötü buluyordu. Fakat bu olaya çok daha yakından bakılınca bu görünüş hemen siliniyordu, çünkü bu durum, davanın gereklerini yerine getirmek için uydurulmuş yalanlardan ibaret bir hale geliyordu. Bu gerçeği gizlemek için kendileri tarafından icat edilmiş bir perde idi. Liberal denilen Yahudiler Siyonist Yahudilerin kendi ırklarından olmadığını fakat Musevi dinini kabul etmiş olduklarını, tatbikatta buna da uymadıklarını ve bunun tehlikeli olduğunu inkar etmiyorlardı. Fakat bu aralarındaki birliği asla bozmuyor, hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Liberal Yahudilerle Siyonist Yahudiler arasındaki bu danışıklı dövüş…” (Kavgam, s: 50,51)


Alman sosyal yaşamındaki aynı olguyu Türkiye pratiğinde de görürüz. Prof. Dr. Yalçın Küçük, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yazdığı “ bu bir çığlıktır” adını verdiği dilekçesinde şunları yazmıştır:

Yahudiliğin en belirleyici özelliği, solcusu ya da sağcı ya da Müslüman veya Musevi hatta hem Muhammedi ve hem de Musevi olması değildir. Belirleyici çizgi, otorite elinde olduğu zaman mutlaka bir İbrani asıllıyı ve veya Musevi’yi ve tercihen bir Siyonist’i seçmesidir. Bunun dışı, Siyonizm’in dışıdır.” (Prof. Y. Küçük: İsyan-1, s:389, İsyan-2, s:563.)

Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün kitaplarından, anılarından ve özellikle Yahudilerin yazdıkları yerli ve yabancı kaynaklardan aktardığı bilgi ve belgeler ile günlük yaşamımızda okulda, işyerinde, bir mülakat sınavında, bir yargı karında, bir bürokratın atanmasında, sosyal adalet isteyenlerin, solcuların, Kemalistlerin, Alevilerin toptan ya da tek tek öldürüldükleri, sakat bırakıldıkları devlet uygulamalarına, bir adli tıp kararında, vb tanık olduğumuz binlerce, yüz binlerce örnek verebiliriz.Eğer Türkler ile Yahudiler ortak kültürü paylaşan, ortak bir tarihten gelen bir “aile” ise, o zaman, neden bugün Türkiye’de asker ve sivil bürokrasi, toplumsal hayat mafyadan futbol kulüplerine, tekstilden inşaata, sakızdan arabaya kadar tüketilen tüm besin maddelerini satan büyük marketlere, küçük bir tıp merkezinden en büyük özel hastanelere kadar tüm yaşam alanı İbrani asılıların elindedir diye sorabiliriz. Bu sorunun açık yanıtı Birleşik Amerika devletinin kurucularından BenjamenFrankline’in Amerika kurucu meclisindeki 1. toplantısında yaptığı şu sözlerdedir:

Yahudiler yerleştiği her memlekette, normal hayat seviyesini tahrip etmişler ve ticari haysiyet derecesini düşürmüşlerdir. Bunlar her zaman yerli milletten manen uzak durmuş ve kaynaşmamışlardır. Bunlar hükümet içinde hükümet meydana getirmişler ve kendilerine mukavemet edildiği zaman mukavemet eden milleti mali bir şekilde boğmağa çalışmışlardır. “

Günümüz Türkiye’sinde durum böyledir: -her toplumda yaptıkları gibi- ondan görünerek onu köleleştiriyorlar ve sömürüyorlar. Örneğin Türk ve Müslüman gibi görünüp, Yahudi emelleri için çalışıyorlar. Devletin en yüksek yürütme organları, ekonomi ve siyaset Türklere kapalı tutuluyor, bilim adamlarının yetiştirildiği enstitü ve üniversitelere Türkler alınmıyorlar.

" Üniversitelerimiz, İbrani asıllıların hegemonyası altındadır.Sağcı veya solcu, ülkücü ya da Komünist görülebilirler, ancak öncelikle İbrani asılılık var. Judaizm bilimine açıklık getirmeye hazırlanıyorum; kontrol noktalarına kendilerinden olmayanları getirmemek esastır....Bu kanunsuzluğu yapanlar ülkücüler veya MHP’liler değiller; görüntü ile özü birbirinden ayırmak zorundayız: İbrani asıllılardır. İsrail çizgisini izleyenlerdir; 1960‘lı yılların ikinci yarısından beri mekanizma bududur.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-1, 389-393. )

Bunların kurdukları düzende, sanayici- siyasetçi ve yükse sivil- askeri bürokrasinin işbirliği içinde kurguladıkları yaşam Türkiye’de gerçek Türkleri için tam bir köleliği dayatıyordu. Örneğin Türkiye’de sanayi işçilerinin her üçü asgari ücretle çalışmaktadır, tekstil sanayinde ise bu da yoktur, ne asgari ücret ne de sigorta var.

“İstanbul’da, ve her yerdeki tekstil atölyeleri birer ikişer kapanmaktadır ve orada köleler çalıştırılmaktadır, asıl tecavüz oradadır. Türkiye’de Türklerin bir bölümü tekstil kamplarında esirdirler, güneşi görmezler, ırzlarını koruyamazlar.” (Y:Küçük: İsyan-1 s: 373)

Ancak, bu alçaklıkları yapanların kapitalizm, emperyalizm gibi yine kendilerinin icat ettikleri ancak kendilerinin de düşmanmış gibi gördükleri kavramlarla halkı oyalarlar. Ve birbirine kırdırırlar.

“En güzel yalanları söylemesini bilenler, her devirde ve her zaman Yahudiler olmuştur. Zaten varlıkları da, büyük bir yalana dayanmıyor mu: bir dini topluluk olduklarını söylerler, oysa bir ırk topluluğudur bunlar. Ve ne ırk! “(Kavgam,s: 186)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 20 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...