Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - EPİLEPSİ (SARA) HASTALIĞI ve DOSTOYEVSKİ'NİN ROMAN KAHRAMANLARI
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 01.04.2016, 15:15   #9
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 583 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: EPİLEPSİ (SARA) HASTALIĞI ve DOSTOYEVSKİ'NİN ROMAN KAHRAMANLARI

ÇİFT KARAKTER
(Soylu-Bayağı; Canvar –İyi yürekli; Mazlum –Katil; Deli-Aklıselim; Dindar-Dinsiz )
(Ön bilgi: Epilepsi sinir hücrelerinin hastalığıdır. Beynin korteks bölgesindeki geçici elektrik fonksiyonu değişimleri, hastanın davranışlarındaki ani değişimlere neden olur. )

Birbirine karşıt iki döşünce , iki duygu aynı anda rahatlıkla bulunabilir içimde. Bu, kendi irademle olmaz kuşkusuz. Öte yandan bunun dürüst olmadığını, çok aşırı ölçüde mantıklı olduğunu biliyorum. Elli yıldır yaşıyorum, yaşamakla iyi mi ediyorum, kötü mü, hala bilmiyorum.” (Delikanlı, s: 265)
♦♦♦

“...Son zamanlarda, şüpheci ve hayalci olmuştu. Asil bir karakteri ve iyi bir kalbi vardır. Duygularını göstermekten hiç hoşlanmaz. Kalbini bir insana açacağına gaddarca şeyler yapmayı tercih eder. Sırasında, çok soğuk ve herkese yabancı bir adam olur. Sanki iki karakteri vardır. Biri sımsıcak ve şefkatli, öteki soğuk ve yabani. (Suç ve Ceza, s: 177) Ω
♦♦♦
“Söyle bakayım: Nasıl oluyor da sende birbiriyle taban tabana çelişen iki duygu yer alabiliyor, bu yüz karası, bu bayağılık, bu kutsal duygu ile nasıl bağdaşabiliyor? Çünkü, senin durumunda olan birisi için kendisini balıklama suya atıp her şeye bir son vermesi daha akıllıca, daha doğru, bin defa daha doğru bir davranış olurdu.” (Suç ve Ceza,II. Cilt, s:63)
♦♦♦
“Bir dakika sonra mektup elindeydi. Tahmin ettiği gibi: R... ilinden, annesinden geliyordu. Mektubu eline alırken sararmıştı. Çoktandır mektup almıyordu. Ama şimdi, birdenbire bir başka şey daha onun yüreğini eziyordu. /.../ Mektup elinde titriyordu; ama Nastasya’nm yanında onu açmak istemiyordu. Bu mektupla baş başa kalmak istediğini duymuştu. Nastasya çıkıp gidince, mektubu acele dudaklarına götürüp öptü. Sonra, uzun uzun adresi, bir zamanlar kendisine okuma yazma öğreten anneciğinin bildik, sevimli, eğri büğrü, incecik yazışım inceledi. Annesi:"Sevgili Rodyam," diye yazıyordu.”(Suç ve Ceza, I.cilt, s:66)
♦♦♦
(Raskolnikov,) Saçları terden sırsıklam olmuş, titreyen dudakları kurumuştu. Dik bakışları tavana saplanmıştı: "Annem, kız kardeşim; ben onları ne kadar da çok seviyordum! Şimdi neden onlardan nefret ediyorum? Evet, onlardan nefret ediyorum, maddeten nefret ediyorum, yanımda bulunmalarına katlanamıyorum. Demin anneme yaklaşıp öptüğümü hatırlıyorum. Onu kucaklamak, sonra da yaptığımı bilseydi diye düşünmek... Acaba o zaman ona söylemeli miydim? Bu benim için ne iyi olurdu. Hımm (Gittikçe bütün benliğini kaplayan sayıklama haliyle mücadele ediyormuş gibi, büyük zorlukla düşünerek ekledi). O da herhalde bana benziyordu. Ah, şimdi şu kocakarıdan ne kadar tiksiniyorum, bana öyle geliyor ki, dirilse, onu bir daha öldürürdüm. Zavallı Lizavetta! O da oraya nereden çıkageldi! Çok tuhaf, sanki onu öldürmemişim gibi, ne diye onu hiç hatırlamıyor, aklıma getirmiyorum? Lizavetta! Sonya! Zavallı, yumuşak başlı, yumuşak, tatlı bakışlı insanlar... Sevimli insanlar... Acaba onlar niçin ağlamıyorlar? Niçin inlemiyorlar? Onlar her şeylerini verirler... Sessiz ve tatlı bir bakışla bakıyorlar. Sonra, cana yakın Sonya!"
♦♦♦
“Nikolay Vsevolodoviç’in korku bilmez bir doğası vardı. Bir düelloda düşmanın silahından çıkan ateşe gözünü kırpmadan bakabilirdi; kendisi de canavarca bir suskunlukla silah çeker, adam öldürürdü. Tokadı yediği zaman ben ondan saldırganı düelloya çağırmasını değil, oracıkta öldürmesini bekliyordum. O, bu adamı, ne yaptığını bile bile iradesini yitirmeksizin öldürecek bir yaratılıştaydı. Bununla birlikte sanırım ömründe bir gün bile, insanın ne yaptığını bilmediği o kör öfkeye kapılmış da değildi.( Ecinniler,s: 204,)
♦♦♦
Bu son zamanlarda Nikolay Vsevolodoviç’i inceledim, pek güzel yüreklilikle bana yardım etti, şimdi, bu satırları yazdığım sırada, epey şeyler biliyorum. Onu ister istemez, masallaşmış( efsaneleşmiş Rus devrimci liderlere benzetir) ölçüye vuracağım./.../ Nikolay Vsevolodovlç’in öfkesi, belki öteki İkisinin ( Çar I. Nikolay’a karşı ayaklanmayı yöneten gözüpek devrimci liderler) birleşik öfkesinden de beterdi, ama durgun, soğukkanlı, akıllı denebilecek, bu bakımdan da daha iğrenç, daha korkunç bir öfkeydi.”( Ecinniler,s:206.)
♦♦♦
“Nikolay Vsevolodoviç, ilimize özel bir görevle gelmiş; kont K...’nın aracılığıyla Petersburg’ta birtakım yüksek yöneticilerle ilişki kurmuş, hatta, belki de devlet hizmetine girmiş de o yöneticilerden biri tarafından özel birtakım görevlerle gönderilmiş. /.../ Aklı başında ve bir fikri olanlar, bütün ömrü rezillikle geçen, burada da ilk gün yüzü şişen bir adamın hiç de öyle bir memura benzemediğini söyleyip bu saçmalara güldükleri zaman...” (Ecinniler,s: 209.)
♦♦♦
Genellikle Stavrogin’e karşı bütün şiddetiyle o eski kin uyanmıştı. Aklı başında kimseler de onu, ama niçin olduğunu bilmeden, suçlamaya çalışıyorlardı. Kulaktan kulağa, Stavrogin’in, Lizaveta Nikolayevna’nın namusunu kirlettiği, İsviçre’de ikisinin arasında bir serüven geçtiği fısıldanıyordu.” (Eecinniler,s: 208)
♦♦♦
“Varvara Petrovna’yla yirmi yıl süren dostluğu sırasında düzenli olarak yılda üç dört kez hüzün ve melankoli nöbetlerine tutulurdu. Bu nöbetlere ‘yurttaş sıkıntısı’ adını koymuştuk. Bu deyim Varvara Petrovna’nın hoşuna gidiyordu. Sonraları bundan başka bir de şampanyaya düşkünlüğünden kaynaklanan nöbetlere tutuldu; bereket versin ince ve becerikli Varvara Petrovna, onun bu bayağı düşkünlüklerini hep önlemesini bildi. Gerçekte onun bir sütnineye ihtiyacı vardı, çünkü, kimi vakit pek tuhaf durumları oluyordu. Örneğin en soylu bir hüzün içindeyken, birdenbire en bayağı halk tabakasından biriymiş gibi gülmeye başlıyor, kimi vakit kendisi hakkında pek uygunsuz, birtakım gülünç sözler ediyordu. Bu durumlar, geleneklerle yoğrulmuş, düzenliliği seven Varvara Petrovna’yı pek utandırıyordu.” (Ecinniler,s: 11.)
♦♦♦
Raskolnikov çıktı. Sonya, onun arkasından bir deliye bakar gibi baktı. Ama onun da deliden farkı yoktu, bunu kendisi de hissetmekte idi. Başı dönüyordu. (74)
♦♦♦
“Sonra anlarsın!, Sen de aynışeyi yapmadın mı? Sen ile toplum kurallarını çiğnedin... Çiğnemek cesaretini gösterebildin! Kendi kendini öldürdün... Kendi hayatını mahvettin! (Hep aynı şey) Zekânla, aklınla yaşayabilirdin, oysa Saman pazarında sürünerek hayatım tüketeceksin! Ama sen buna katlanamazsın! Yalnız kalırsan günün birinde sen de benim gibi aklım kaçırırsın! Zaten şimdiden bir deliden farkın yok! Şu halde, birlikte gitmemiz, aynı yoldan yürümemiz gerek. Haydi gidelim! (Suç ve Ceza,s:73)
♦♦♦
“Avdotya Roma novna, herhalde siz de altı yıl önce, daha toprak köleliği sıralarında dayaktan ve işkenceden ölmüş olan Filip adlı adamın macerasını işitmiş olacaksınız!
- Ben bunun tersini, bu Filip’in kendini astığını işittim.
- Evet dediğiniz doğrudur, ama, onu bu istemediği ölüme zorlayan, daha doğrusu sürükleyen şey, Sividrigaylov’un sürekli eziyet ve işkenceleri olmuştur. (Suç ve Ceza, II. Cilt, s:30)
♦♦♦
“Ben onu ancak topu topu iki sefer gördüm. Bana korkunç, çok korkunç bir insan olarak göründü. Zavallı Marfa Petrovna’nm ölümüne de onun sebep olduğuna eminim. Sividrigaylov gırtlağına kadar zevk ve eğlenceye, ahlaksızlık çamuruna gömülmüş olan bu çeşit insanların en kötüsüdür./../ O sıralarda burada Resslich adlı yabancı bir kadın yaşamakta imiş. Galiba bu kadın hâlâ burada imiş, ufak tefek tefecilik işleriyle uğraşıyor bu arada başka işlerde yapıyormuş. İşte bu Resslich ve Sividrigaylov arasında çok eskiden beri sıkı fıkı ve esrarlı bir ilişki varmış. Resslich denilen bu kadının yanında uzak akrabalarından bir yeğen, galiba 14 - 15 yaşlarında sağır ve dilsiz bir kızcağız barınmakta imiş. Resslich bu kızcağızı hiç sevmez, yedirdiği her lokma ekmeği başına kakar, hatta insafsızca dövermiş! Bir gün zavallı kızcağızı tavan arasında asılmış olarak buldular. Olayın bir intihar olduğuna karar verildi. Bu işlerde yapılması gerekli soruşturmadan sonra mesele kapandı. Ama sonraları, çocuğun Sividrigaylov tarafından tecavüze uğradığına dair bir ihbar yapıldı. Doğrusu bütün bunlar pek karanlık şeylerdi.”(Suç ve Ceza, II. Cilt, s:30)
♦♦♦
Delikanlı (Raskolnikov)birdenbire değişmişti. Az önce takındığı yapmacık küstahlıktan, meydan okuyan tavırdan onda eser bile kalmamıştı. /.../ Raskolnikov, gülümsemek istedi, ama bu zayıf gülümseyişte derin bir yorgunluk ve bezginlik belirdi. Başını eğdi, yüzünü elleriyle kapadı. Birdenbire yüreğinde, Sonya’ya karşı tuhaf ve beklenmedik keskin bir nefret duygusu uyandı. Bu duygudan adeta şaşırmış ve ürkmüş bir halde, birdenbire başını kaldırdı Sonya’ya baktı... Ama Sonya’nın üzgün, acı verecek kadar ilgi dolu bakışlarından başka bir şeyle karşılaşmadı. Bu bakışlarda aşk vardı. İçindeki bütün nefret, bir hayal gibi eriyip dağıldı. Hayır, bu o değildi. Bir duygunun yerini bir başka duygu almıştı. Bu sadece, o anın geldiğini gösteriyordu. Raskolnikov, yine elleriyle yüzünü kapadı. Başını eğdi. Birdenbire sarardı. Oturduğu iskemleden kalktı. Sonya’ya baktı ve bir şey söylemeden otomatik bir davranışla gidip kızın yatağına oturdu. Bir anda duyduğu izlenim, baltayı ilmiğinden çıkardıktan sonra, kocakarının arkasında durup artık “bir dakika bile kaybetmemek gerektiğini” hissettiği andaki izlenime öylesine korkunç benziyordu ki!
Fena halde ürken Sonya:”Neniz var? diye sordu.
Raskolnikov, konuşamıyordu. Ona yapmak istediği açıklamayı hiç de, ama hiç de böyle tasarlamamıştı. Şu anda ne olduğunun kendisi de farkmda değildi. Sonya usulca Raskolnikov’a yaklaşarak onun yanı başına, yatağa oturdu. Gözlerini ondan ayırmaksızm beklemeye başladı. Yüreği çarpıyor, duracakmış gibi oluyordu. Durum dayanılmaz bir hal almıştı. Delikanlı, ölüm kadar sararan yüzünü genç kıza çevirdi. Dudakları bir şeyler söyleyebilmek için mecalsizce çarpılıp duruyordu. Sonya’nın yüreğini korku kapladı. Delikanlının yanından biraz çekilerek:
“Neniz var?” diye üsteledi.
Raskolnikov:
- Korkma Sonya, bir şey değil, dedi, saçma!..
Sonra kendini kaybetmiş bir insanın sayıklayan haliyleoğrusunu istersen, saçma, yalnız ne diye sana eziyet etmeye geldim? diye mırıldandı. Sonra (Suç ve Ceza,II. Cilt, s:178-179)
♦♦♦
Delikanlı bunu söyler söylemez, yine eski, bildik, buz gibi bir duygu, birdenbire, bütün ruhunu dondurdu: Genç kıza baktı ve ansızın onun yüzünde Lizavetta’nın yüzünü görür gibi oldu. O zaman elinde balta, Lizavetta’ya yaklaşırken, o da yüzünde çocuksu bir korku ile, ellerini ileri uzatarak geri geri duvara doğru çekilirken kadının yüzünde beliren anlatımı açıkça anımsadı. Bu anlatım tıpkısı tıpkısı birdenbire bir şeyden korkmaya başlayan, korku dolu gözlerini kendilerini korkutan şeye diken, mini mini ellerini ileriye doğru uzatarak geri geri çekilen ve ağlamaya hazırlanan küçük çocukların yüz anlatımını andırıyordu. Şimdi Sonya da, hemen hemen ayın halde idi; aynı çaresizlik, aynı korku içinde bir süre ona baktı ve birdenbire sol elini ileri uzatarak parmağının ucunu hafifçe delikanlının göğsüne dayadı. Israrla ona bakmakta devam ederek ve gittikçe ondan uzaklaşarak yavaş yavaş karyoladan kalkmaya başladı. Genç kızın duyduğu dehşet birdenbire ona da bulaştı. Onun da yüz çizgilerinde aynı korku belirdi. O da, dudaklarında, hemen hemen aynı çocuksu gülümseme olduğu halde, aynı bakışlarla genç kızı süzmeye başladı. (Suç ve Ceza,II. Cilt, s:178-179.)

Raskolnikov, gülümsemek istedi, ama bu zayıf gülümseyişte derin bir yorgunluk ve bezginlik belirdi. Başım eğdi, yüzünü elleriyle kapadı. Birdenbire yüreğinde, Sonya’ya karşı tuhaf ve beklenmedik keskin bir nefret duygusu uyandı. Bu duygudan adeta şaşırmış ve ürkmüş bir halde, birdenbire başını kaldırdı.Aradan beş dakika geçti. Raskolnikov hiç konuşmadan, hatta kızın yüzüne bakmadan, bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. Nihayet, Sonya’ya yaklaştı. Gözlerinden kıvılcımlar saçılıyordu, iki eliyle kızın omuzlarından tuta¬rak gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne derin derin baktı. Bakışları kuru, ateşli ve keskindi. Dudakları fena halde titriyordu. Birdenbire hızla eğildi yere kapanarak gene kızın ayağını öptü. Sonya, adeta bir deliden kaçar gibi müthiş bir korku içinde kendini geri çekti. Raskolnikov’un şu anda, gerçek¬ten de bir deliden hiç farkı voktu.
Genç kız sapsarı kesilmişti. Yüreği acı ile burkularak:
- Ne yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz öyle? Hem de be¬nim gibi’bir kızın! diye kekeledi.
Raskolnikov hemen kalktı. Pencereye doğru yürüye¬rek, adeta, yabani bir sesle:
- Ben senin önünde yere kapanmadım, insanlığın çekti¬ği bütün acıların önünde eğildim, dedi .” (Suç ve Ceza, s:62)
♦♦♦
“Ona gözlerimi dikerek hayran hayran bakmak yanlıştı, kendimi tutmam gerekirdi. Çünkü böyle bakmakla onu ürkütmüştüm. Daha sonra durumu anlayarak kendimi tutmasını bildim, ayaklarını öpmeyi bıraktım. Koca... onun kocasıymışım görüntüsü vermekten vazgeçtim, bunu aklıma bile getirmedim, hep onun için dua ettim. Ancak büsbütün susmak da olanaksızdı, bir şeyler söylemem gerekiyordu. Gene birdenbire konuşmalarından çok hoşlandığımı, onun kültür bakımından benden daha üstün, daha ileri olduğunu söyledim. Yüzü kızardı, utanarak her şeyi gene abarttığımı bildirdi. O zaman dayanamadım; kapının arkasına gizlenerek, onun mücadelesini, bir masumla canavar arasındaki mücadeleyi ne kadar büyük bir heyecanla dinlediğimi, onun zekâsından, parlak nüktelerinden, ruhunun çocuksu sadeliğinden ne kadar etkilendiğimi anlattım. Aptallığıma doymayayım! Kadıncağız tepeden tırnağa titredi, gene olayı abarttığımı mırıldanmaya başladı. Sonra yüzü kızardı, hüngür hüngür ağlayarak gözyaşlarına boğuldu... O zaman dayanamayıp önünde diz çöktüm, ayaklarını öpmeye başladım. Bu hareketim üzerine salı günü olduğu gibi yeni bir sinir bunalımına tutuldu. Bu, dün akşam oldu, sabahleyin de...Sabahleyin mi? Deli, sabah dediğin bu gündü, daha demin, biraz önce.. (Uysal kız,s: 141)
♦♦♦
“Bu sırada kapı usulca açıldı, odaya ürkek ürkek etrafı¬na bakınarak, genç bir kız girdi Gelen, Sofya Semyonovna Marmeladova idi. Raskol¬nikov onu dün ilk defa görmüştü. Ama, öyle bir kılıkta gör¬müştü ki, belleğine bambaşka bir yüzün hayali yansımıştı. Şimdi ise karşısında sade, hatta yoksul giyimli, temiz ama ürkek yüzlü, gösterişsiz, dürüst, hemen hemen bir kız çocu¬ğunu andıracak kadar genç bir kız duruyordu. Sırtında çok sade, gündelik bir entari, başında modası geçmiş bir şapka vardı. Yalnız, yine dünkü şemsiye elinde idi. Hiç bekleme¬diği halde odayı böyle dopdolu görünce, utanmadan da kötü bir duruma düşerek adamakıllı şaşırmış, küçük bir çocuk gibi ürkmüş, hatta gerisin geriye gitmeye bile davranmıştı. . Ama kıza dikkatle bakınca, hemen bu zavallı yaratığın öylesine acmacak bir halde olduğunu gördü ki, birdenbire yüreği sızladı. Hele kızın korkudan kaçacak gibi bir davranışta bulunduğunu görünce, içi adeta altüst oldu.”( cilt I, s: 337)
♦♦♦
(Raskolnikov) “Nihayet üzgün üzgün: "Çok hasta olduğum için bu böy¬le oluyor, diye düşündü. Kendimi üzüp bitiriyorum, ne yapacağımı da bilmiyorum. Dün de, evvelsi gün de, daha önceleri de hep kendime eziyet ettim. İyileşeyim... Artık kendimi üzmem! Ama, ya hiç iyileşmezsem? Aman Yarabbi... Bütün bunlardan öylesine bıktım, usandım ki!" Durmadan yürüyordu. Ne biçim olursa olsun açılmak, kendini toparlamak için, içinde derin bir istek vardı. Ama, ne yapmak, hangi çareye başvurmak gerektiğini bilmiyordu. Her dakika gittikçe artmakta olan, önüne geçilmez yeni bir duyguya kendini kaptırmaktaydı. Bu duygu, her rastladığına, çevresindeki her şeye karşı kendisinde uyanan bir çeşit sonsuz, fiziksel tiksinmeydi. İnatçı, yabani, kinle dolu bir tiksinme. Yolda rastladıklarının hepsi de yüzleriyle, yü¬rüyüşleriyle, davranışlarıyla iğrenç görünüyordu ona. Biri kendisiyle konuşmaya kalksa, düpedüz suratına tükürmekten, belki de o adamı ısırmaktan çekinmeyecekti.” (Suç ve Ceza, I.Cilt,S: 168,169.)
♦♦♦
(Sividrigaylov) “Tekrar sustu ve dişlerini sıktı: Duneçka’nın hayali yeniden gözleri önünde belirdi. Hem de tıpkısı tıpkısına, ilk kurşunu sıktıktan sonra, fena halde korkup tabancasını indirdiği andaki haliyle belirdi. Ölü gibi sararan kızcağız, o zaman ona öyle bir bakışla bakmıştı ki, Sividrigaylov, iki sefer onu yakalayabilir, o ise -Sividrigaylov ona anımsatmasaydı- kendini korumak için elini bile kaldı¬ramazdı. O anda kıza ne kadar acıdığını, yüreğinin nasıl sız-ladığını anımsadı.”Hay şeytan alsın! Yine o düşünceler, bunlardan kurtulmam gerek, kurtulmam!” diye aklından geçirdi.
♦♦♦
“Aman yarabbi!.. bütün bunlar ne iğrenç ieyler!... imkanı var mı, imkanı varmı ki ben ... Hayır delilik bu .. saçma şey bu....” diye bağırdı ve kesin olarak ekledi: “Nasıl oluyor da böyle korkunç bir şey düşünebiliyorum? Meğer yüreğim ne iğrenç şeylerle eleverişliymiş!.. İşin kötüsü: Kirli, çirkin, iğrenç, iğrenç şeyler... “(Suç ve Ceza ,1. cilt. s: 39)
♦♦♦
“Artık bir an bile kaybetmeye gelmezdi. Baltayı büsbütün çıkardı. İki eliyle tutup havaya kaldırdı. Ne yaptığının farkmda olmadm, hemen hemen kendini zorlamadan, san¬ki bir makine gibi, baltasını kadının kafasına indirdi. Bu sırada adeta güçsüz bir haldeydi. Ama baltayı indirir indir¬mez gücü yerine gelmişti. Her zamanki gibi, kocakarının başı açıktı. Âdeti oldu¬ğu üzere bol yağla yağlanmış kıra çalan açık seyrek saçları sıçan kuyruğu halinde örülerek, ensesine sarkmış, kemik bir tarak kırığı altında toplanmıştı. Kadın, kısa boylu oldu-ğuiçin balta tam tepesine inmişti... Kadın, çok hafif bir çığ¬lık atarak, birdenbire bütün vücuduyla yere yığılıvermiş, ama yine de, iki elini başına kaldırmaya vakit bulabilmişti. Kadın bir elinde hâlâ "rehin"i tutmakta devam ediyordu. Delikanlı, bu sırada bütün gücü ile ve hep baltanın tersiyle, bir defa, bir defa daha kadının tepesine vurdu. Devri¬len bir bardaktan akar gibi kan boşandı. Kadının vücudu sırtüstü yere yuvarlandı. Raskolnikov, geriye sıçrayarak bu düşüşe yol verdi ve hemen kadının yüzüne eğildi: kadın ar¬tık ölmüştü. Gözleri, yuvalarından fırlamak istercesine dışa¬rı uğramıştı. Alnıyla bütün yüzü buruşmuş, ölüm kıvranışıy¬la çarpılmıştı. Derken, birdenbire sıçradı, baltayı kaparak yatak odasın¬dan fırladı.Odanın ortasında, elinde büyük bir çıkınla Lizavetta duruyor, öldürülmüş ablasına şaşkın şaşkın bakıyordu. Yü¬zü kireç gibiydi. Adeta kendinde haykırmaya bile güç bula¬mıyordu. Raskolnikov’un koşup odaya girdiğini görünce, bir yaprak gibi zangır zangır titremeye başladı. Yüzü baştan başa ürperip gerildi. Elini kaldırdı. Ağzını açar gibi oldu ama yine de haykırmadı. Dik dik delikanlının yüzüne baka¬rak ve güya bağırması için yeteri kadar hava bulamıyor¬muş gibi, bağırmamakta devam ederek, ağır ağır bir köşe¬ye gerilemeye, ondan uzaklaşmaya başladı. Katil, baltayla kadına saldırdı. Kadının dudakları, bir şeyden korkmaya başlayan ve kendilerini korkutan şeye dikkatle bakarak ba¬ğırmaya hazırlanan çok küçük çocuklarda olduğu gibi acıklı bir biçimde büzüldü. Bu mutsuz Lizavetta öylesine biçare, öylesine mazlum, öylesine çok korkutulmuş bir yaratıktı ki, yüzünü korumak için ellerini bile kaldırmadı. Oysa balta¬nın suratına doğru kaldırıldığı bu anda, en kaçınılmaz, en doğal davranış bu idi. Kadın sadece serbest elini, o da suratına erişemeyecek kadar, biraz kaldırdı ve katili uzaklaştırmak ister gibi ileriye, ona doğru uzattı. Balta, keskin yanıyla kadının tam kafasına indi ve bir anda, hemen tepesine kadar alnının üst bölümünü baştan başa yardı. Kadın yere yıkıldı,Raskolnİkov, kendidni büsbütün kaybeder gibi oldu.” ( I.cilt, s:126-130)
♦♦♦
“Aleksey Niliç’in ağzını aradım; siz Nikolay Vsevolodoviç’i... hem Avrupa’dan, hem de Petersburg’tan tanıyorsunuz. Onun ussal yeteneği hakkında ne düşünüyorsunuz? dedim. Her zamanki gibi iki üç sözcüklıik baştan savma bir karşılık verdi: ince zekâya sahip, sağlam düşünceli bir adam. Ama, diye devam ettim: onda hiç düşünce aykırılıkları, zihinsel bir sapma, akıl yetilerinde ba¬yağı bir çeşit delilik diyebileceğimiz bir şey sezmediniz mi? Kısa-cası Varvara Petrovna’nın bana sorduklarını ben de ona sordum. O zaman, düşünün, Aleksey Niliç birdenbire düşünceli bir hal al¬dılar... Tıpkı şimdi yaptıkları gibi kaşlarını çattılar: ‘Evet, bana tu¬haf gelen bazı halleri var,’ dediler. Bir şey Aleksey Niliç’e tuhaf gelirse, o şey kesinkes tuhaf olmalıdır, öyle değil mi?”/.../ İşte Yüzbaşı Lebyadkin, inanmazsınız Stepan Trofimoviç, nasıl bir budala... Nasıl bir budala... insanın dili varmıyor demeye: Rus- çada budalalık derecesini anlatan bir atasözü vardır. Biliyor mu¬sunuz ki ince zekâsı önünde hayranlık duymakla birlikte, o da, kendisini Nikolay Vsevolodoviç’in bir kurbanı gibi görüyor! ‘Şaşı¬yorum bu adama, bu adam, çok zeki bir yılan!’ diyor. (Bunlar onun sözleri). Dün ona da sordum (hep Varvara Petrovna’yla yaptığım konuşmanın etkisi altında, bir de Aleksey Niliç’in sözle¬ri hakkında) ona da sordum: ‘Peki, yüzbaşı, bu çok zeki yılan hakkındaki düşünceleriniz nelerdir. Deli mi, değil mi?’ dedim. Sanki, haberi olmadan sırtına bir kırbaç vurulmuş gibi birdenbire sıçradı ve ‘evet, evet, ama bu etkileyemez...’ dedi, ama neyi etkileyemez onu söylemedi. Fakat sonra öyle derin, karanlık bir düşünceye daldı ki sarhoşluğu bile geçti. Filippov’un meyhanesinde oturuyorduk. Yarım saat öyle daldı, sonra birdenbire, masaya bir yumruk indirdi: ‘Evet, belki deli, ama bunun etkisiyle olamaz...’ Gene cümlesini tamamlamadı. Neyi etkileyemezmiş bu anlaşılmadı. Elbet, ben konuşmamızın hepsini anlatmıyorum. (Ecinniler, s:98,99.)
♦♦♦
“Ne mi yapmalı? diye bağır. O ana kadar yaşla dolu olan gözleri birdenbire parladı. Kalk Sonra anlarsın!, Sen de aynı şeyi yapmadın mı? Sen ile toplum kurallarını çiğnedin... Çiğnemek cesaretini göste- ı ehildin! Kendi kendini öldürdün... Kendi hayatını mahvettinı! (Hep aynı şey) Zekânla, aklınla yaşabilirdin, oysa Saman pazarmda sürünerek hayatım tüketeceksin! Ama sen buna katlanamazsm! Yalnız kalırsan günün birinde sen de benim gibi aklım kaçırırsın! Zaten şimdiden bir deliden farkın yok! Şu halde, birlikte gitmemiz, aym yoldan yürüme- iniz gerek. Haydi gidelim!” (Suç ve Ceza, cilt ,s: 73)
♦♦♦
“Raskolnikov çıktı. Sonya, onun arkasından bir deliye bakar gibi baktı. Ama onun da deliden farkı yoktu, bunu kendisi de hissetmekte idi. Başı dönüyordu. (Suç ve Ceza ,s: 74.)
♦♦♦
“Hayır o merhametsiza değildir, o bir delidir. Aklını kaçırmş bir zavallıdır. Nasıl olup da bunun farkında değildisiz? böyle yaparsanız asıl mehametsiz sizsiniz.” (Suç ve Ceza, II cilti, s: 51)
♦♦♦
“Aradan beş dakika geçti. Raskolnikov hiç konuşmadan, hatta kızın yüzüne bakmadan, bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. Nihayet, Sonya’ya yaklaştı. Gözlerinden kıvılcımlar saçılıyordu, iki eliyle kızın omuzlarından tutarak gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne derin derin baktı. Bakışları kuru, ateşli ve keskindi. Dudakları fena halde titriyordu. Birdenbire hızla eğildi yere kapanarak gene kızın ayağını öptü. Sonya, adeta bir deliden kaçar gibi müthiş bir korku içinde kendini geri çekti. Raskolnikov’un şu anda, gerçek¬ten de bir deliden hiç farkı voktu. “ (Suç ve Ceza, s:?)
♦♦♦
“Raskolnikov’un durgun ve ciddi yüzü, bir anda değişti. Birdenbire, sanki kendini bir türlü tutamıyormuşçasına, az önce olduğu gibi, sinirli kahkahalarla gülmeye başladı. Bir anda çok aydınlık bir biçimde, birkaç gün önce geçirdiği bir anın heyecanım elinde balta, kapının arkasında durduğu, kapı çengelinin zıp zıp zıpladığı, kapının dışındakilerin ise, küfrederek kapıyı zorladıkları anın heyecanını yaşadı. O sırada, birdenbire onlara çıkışmak, onlarla kavga etmek, heriflere dilini çıkararak alay etmek ve katıla katıla gülmek isteğini duymuştu.
Zamiyotov:
- Siz ya delisiniz, ya da... dedi ve birdenbire aklına gelen bir düşünceden şaşırmış gibi durakladı. (Suç ve Ceza, s:237.)
♦♦♦
” Ne varki onda(Marmeladov), çok tuhaf bir hal vardı; bakışlarında bir çoşkunluk, hatta galiba akıl ve zeka ışıltıları vardı; ama aynı zamanda deliliğe benzeyen bir anlamda parlayıp sönüyordu.”( Suç ve Ceza, I. Cilt, s:42)
♦♦♦
“Nikolay’ın dört yıl önceki gülünç davranışlarını bunlar yeni duymuşlar. “Gerçekten deli mi? diye soruyorlar.”(Ecinniler, s: 117.)
♦♦♦
“Huysuz, çılgın, ama her zaman için duyguları yüce bir delikanlıdan, bir şövalyeden söz etti.” ( Ecinniler, s: 195.)
♦♦♦
“...Zavallıİvan Osipoviç, bir şeyden kuşkulanmadan kulağını ona uzattı, söyleyeceği şeyi merakla bekledi. İşte o zaman olanaksız, ama öte yandan bir bakıma açıkça bilinen bir şey oldu. Yaşlıcık, Nikolay’ın kendisine pek ilginç bir şey söyleyeceğini sanırken birdenbire kulağının üst kısmını dişleriyle yakaladığını ve şiddetle ısırdığını hissetti. Soluğu boğazında düğümlendi, titremeye başladı. Kendi sesine benzemeyen bir sesle;
"Bu şaka da ne oluyor, Nikolay?" diye inledi.
Aleksey’le albay henüz olan bitenin farkına varmamışlardı. Zaten onları da görmüyorlardı. Onlar, iki adamın pek özel bir ko¬nuşmaya daldıklarını sanmışlardı. Bununla birlikte, yaşlının deh¬şet içindeki yüzü, onları telaşa düşürmüştü. Önceden aralarında kararlaştırıldığı üzere, hemen yaşlının imdadına koşmak mı, yoksa biraz beklemek mi gerektiğini kestiremeden gözlerini aça¬rak birbirlerinin yüzüne bakakaldılar. Herhalde Nikolay duraksa¬dıklarını gördü ki, İvan Osipoviç’in kulağma dişlerini büsbütün geçirdi. /.../ Bir dakika daha geçseydi adamcağız kesinlikle korkusundan .ftlecekti. Bereket, insafsız, acıdı da zavallının kulağını bıraktı. Tam bir dakika ölümle dirim arasında kalan yaşlı hemen fenalaş¬tı. Varım saat sonra Nikolay’ı tutuklayıp karakola götürdüler, özel bir hücreye tıktılar ve kapısına da sıkı buyruk verilmiş bir nöbetçi koydular. Sonunda her şey anlaşıldı. Karakol nöbetçi subayı adamlarıyla bu kudurmuşu bağlayıp etkisizleştirmeye koştu, ama bölmeye girince, onun titremeli bir tıezeyan nöbeti geçirmekte olduğunu gördüler ve evine, annesine götürdüler. Bu olay bilinmeyen her şeyi aydınlattı. NikolayVsevolodoviç’in aklı başındayken de en delice davranışlarda bulunabileceğini sanmış olduğunu gösteriyordu.Davranışlarından sorumlu olmayan bir hastaya (deli) karşı takındıkları tavırdan ötürü kulüpte de herkes birbirinden utandı. (Ecinniler, s: 49)
♦♦♦
“Sonya, hızla gözlerini ona çevirdi. Bu mutsuz insana karşı duyduğu ilk heyecan ve acılı merhamet duygusunda sonra, tekrar korkunç katillik düşüncesi vücuduna bir sancı gibi saplandı. Delikanlının sözlerinin değişen ahengi Sonya’ya birdenbire bir katili ammsatmıştı. Şaşkın şaşkın ona bakıyordu. Şimdi bütün bu sorular, birdenbire genç kızın bilincinde canlanmıştı. Yeniden şüphe etmeye başladı: “O mu, o mu katil!..” Suç ve Ceza, s:184)
♦♦♦
“Genel olarak bu adam bana çok tuhaf göründü. Hatta... doğrussnu isterseniz , onda bir delilik belirtileri de sezdim.” (Iı cilt, s 45)
♦♦♦
“Bugün keyfi yerinde değil,« dedi. "Çünkü az kalsın yüzbaşı Lebyadkin’le gırtlak gırtlağa geliyorlardı. Berikinin kız kardeşi yüzünden... Yüzbaşı Lebyadkin, Tanrının günü elinde kamçı, hem herhalde bir Kazak kamçısı, dövüp duruyor o güzel kızı, biliyorsunuz, kız deli. /.../ Kız kardeşine her gün nöbet geliyor, avaz avaz bağırıyor.” (Ecinniler ,s: 94)
♦♦♦

“Tipi kesilmemişti. İlkin canlı, çevik adımlarla yürüyor¬du, sonra birden sendeler gibi oldu. Gülümsedi: “Bedenî bir şey bu...” diye düşündü. İçi sevinç doluydu sanki; sonsuz bir kesinlik duygusu ruhunu kaplamıştı. Son zamanlarda onu hırpalayan kuşkular kaybolmuştu. Kararını vermişti; “de¬ğişmez karar!” diye sevinçle düşündü (İntihar?). O anda ayağı bir şeye çarptı, az kalsın kapaklanıyordu. Durunca, ayaklarının di¬binde demin itelediği mujikçiği fark etti; hep öyle, aynı yer¬de, baygın, hareketsiz yatıyordu. Kar yüzünü iyice örtmüştü. İvan adamı kaptığı gibi sırtladı, yüküyle beraber yürümeye devam etti. Sağda, küçük bir evde ışık görerek pencereye vurdu, içeriden seslenen ev sahibinden mujiği kendi götürmek için yardım istedi, karşılığında üç ruble vereceğini söyledi. Adam hazırlanıp çıktı./…/ İvan Fyodoroviç’in bu işi nasıl başardığını, mujiği evi¬ne bırakıp hemen bir doktor getirerek muayene ettirdiği¬ni ayrıntılarıyla anlatacak değilim; “masraf için” de bolca para bıraktı. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, bir saat ka¬dar uğraştı orada. Bu onu pek memnun etti. Düşünceleri dağılıyor, durmadan hareket ediyordu. Birdenbire, “Yarın için aldım o kesin karar olmasa şu herifle burada bir saat oyalanmaz, başımı bile çevirmeden onu donmaya bırakır¬dım!” diye âdeta zevkle düşündü. “Hem kendimi kontrol edebiliyorum.” Bu son düşünce onu büsbütün memnun etti. “Çıldırmakta olduğumu nereden çıkarmış bunlar!”(Karamazov Kardeşler, s-843)
“İvan Fyodoroviç garip bir yavaşlıkla, kimseye bakma¬dan, kaygılı bir halle bir şeyler düşünüyormuş gibi başını yere eğmiş vaziyette yaklaştı. Giyinişi kusursuzdu; yüzü, başkalarının bilmem ama bende hasta adam etkisi uyandır¬dı. Toprağa çalan rengiyle ölmek üzere bir insan yüzüydü. bu... Gözleri bulanıktı, bakışlarını yukarı kaldırarak salonu ağır ağır süzdü. Alyoşa birden yerinde doğruldu, “Ah!” diye hafif bir çığlık attı. Ben bunu iyice hatırlıyorum, ama orada bulunanlardan pek azı fark etti. Başkan, İvan Fyodoroviç’e yeminsiz tanıklık edeceğini, ifade verip vermemekte serbest olduğunu, onu vicdanıyla baş başa bıraktığını, daha da bir şeyler söyledi. İvan Fyodoroviç dinliyor, Başkana donuk gözlerle bakıyordu. Sonra yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayılmaya başladı. Ona şaşkınlıkla bakan Başkan sözünü bitirince, İvan Fyodoroviç açıkça gülüverdi. Hoş ben de iyiyim doğrusu... Suyunuz var mı burada, varsa Tanrı rızası için verin biraz,
İvan Fyodoroviç iki eliyle başını tuttu. Mübaşir hemen yanma gitti. Alyoşa yerinden fırladı:
— Rica ederim inanmayın ona, hasta o, nöbet geçiriyor! diye bağırdı. Katerina İvanovna da oturduğu iskemleden kalktı, dehşet içinde İvan Fyodoroviç’i süzüyordu. Mitya doğrularak garip, çarpık bir gülümsemeyle kulak kesilmiş, kardeşini dinliyordu.
İvan devam etti:
— Merak etmeyin, deli değilim, sadece katilim.
İvan Fyodoroviç gene düşünür gibi bir tavırla salonu süzmeye başladı. Ortalığı yavaş yavaş telaş sarıyordu. Alyoşa yanma koşarken mübaşir ondan önce yetişti, İvan Fyodoroviç’i elinden tuttu.
Mübaşirin yüzüne dik dik bakarak,
— Bu da nesi? diye haykırdı İvan Fyodoroviç. Sonra adamcağızın omuzlarına yapıştığı gibi yere çarptı.

Muhafızlar yetişti, İvan Fyodoroviç’i yakaladılar; kor¬kunç çığlıklar atıyordu. Salondan çıkarılana kadar hep böy¬le feryat ediyor, anlaşılmaz şeyler haykırıyordu. (Karamazov Kardeşler,s:915)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 13 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...