Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Türkiye'de 1923,1926, 1948 ve 1967 Yılları
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 04.04.2016, 12:36   #2
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 583 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Türkiye'de 1923,1926, 1948 ve 1967 Yılları

1926 yılı

Prof. Dr. Yalçın Küçük, Türkiye Cumhuriyeti’nin, görünürde 1923’te, gerçekte ise 1926’da kurulduğunu ileri sürmütşür. (Gizli Tarih,s:69) Llaiklik, kadın-erkek eşitliği, demokrasi, yazı devrimi, kılık-kıyafet düzenlemsi, medeni kanunun, kız-oğlan karma eğitimi, vb gibi şeriata cepheden karşı olan Batı Uygarlığı değerlerinin bu tarihten itibaren devlet yapısına ve toplum yaşamına girmeye başladığını( reformasyon),

Türk Medeni Kanunu 17 Şubat 1926'da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak TBMM'de kabul edildi. Medeni Kanun ile hukuk alanında da laiklik ilkesi geçerli kılındı.([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]))

•1928'de Lise ders programlarından Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.

•1928'de çıkarılan yeni bir yasayla anayasanının ikinci maddesinde yer alan "Türk Devleti'nin dini, İslam dinidir" cümlesi çıkarıldı.

•1924 Anayasasında 5 Aralık1934 tarihinde yapılan değişiklik ile otuz yaşını tamamlayan kadın veya erkek her vatandaşın milletvekili olabileceği belirtilmişir.

•1 Kasım1928 Harf Devrimi ile Latin Albabesi kabul edildi.

•1931'deLaiklik, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında altı okla simgelenen ilkelerden biri olarak yer aldı.

•1933'te din dersleri 1933'te okul programlarından çıkarıldı. ( 1948’den sonra , 1949’da1949'da ilköğretim, 1956'da ortaöğretim programlarına "seçmeli ders" olarak yeniden konuldu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, 1982 1982 Anayasasının 24. Maddesi ile ilk ve ortaöğrenim kurumlarında zorunlu dersler arasına girdi. )

•1925 yılında şapka giyilmesi kanunu çıkarıldı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından, halkın kılık ve kıyafetinin düzenlenerek batı ülkelerindeki normlara uygun hâle getirilmesi için yapılan kanuni düzenlemedir.

•1934 yılında , halkın kılık ve kıyafetinin düzenlenerek batı ülkelerindeki normlara uygun hâle getirilmesi için çıkarılan kanunla Kıyafet düzenlmesi getirildi.

• 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri kuruldu. İlkokul öğretmeni yetiştirmek üzere açılmış okullardır. Tamamen Türkiye'ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönetti. ( [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...].)

Bir Anı: Pütge’de (Çayören) 1965 yılından önce birkaç evde 3-4 kaysı, 2-3 erik ağacı, bazılarında da birkaç dut ağacı olan bahçeler vardı. Pütgeliler elma ve armut meyvelerini tarlalarda, dağlarda çokça bulunan ve dar güzün olgunlaşan yabani elma ve armut ağaçlarından elde ederlerdi. Şeher armudunu (bahçe armutu) harman zamanı (Eylül ortaları) Arapgirli çerçiler atlarla –katırlarla getirip buğday ile değiştirirlerdi. (1 halbur buğda-1 halbur armut). Çok az aile yılda bir kez bu şekilde armut yiyebilirdi. Elma, İstanbul’a kışın çalışmaya gidip yazın gelenlerin karılarına ve evin keyvenisine(evi yöneten, yemekleri yapan kadın; genelde aile büyüğü erkeğin anası ya da karısı keyveni olurdu) verdiği en önemli armağan idi. Keyveni bunu sındığında saklar, bir hasta ziyaretine gittiğinde hastaya verirdi(süksesi büyük olurdu, günlerce konuşulurdu). Dağdaki armut ve elmalar kolay elde edilmezdi; hem köylüler birbiriyle, hem de komşu köylerle dağlardaki yabani elma ve armut ağaçları yüzünden –bu meyvelerin olgunlaştığı- Ekim-Kasım aylarında şiddetli kavgalar yaparlardı. 1962-63 yıllarıydı. Pütge’ye (Çayören) yeni bir öğretmen geldi. Bahar gelince okulun yanındaki yabani armut ağacının bir dalını keserek “aşı” yaptı (“Aşı” nın ne olduğunu bilmiyorduk.) Köylüler, öğretmenin arkasından atıp tutmaya başladılar ama, aşıyı da hemen her gün kontrol ediyorlardı; çok geçmden aşı tomurcuklanıp yaprak açtı, her yıl büyümeye başladı. Öğretmen 2 yıl sonra tayin olup gitti. Tam olarak hatırlamıyorum, ama öğretmenin gidişinden 2-3 yıl sonra birkaç tane kocaman armut dallarda sallanmaya başladı. Köylüler dağda taşta ne kadar yabani elma ve armut ağacı varsa, hatta alıç ağaçlarını aşıladılar. (Aşı yapmayı Divriği’ye gidip Ziraat Odası’nda kurs görerek öğrendiler, sonra da bilenler bilmeyenlere öğretti). Malatya’dan kayısı, Amasya, Tokat’dan elma, armut ve ceviz fidanları getirip diktiler. Köye yakın buğday tarlaları ve bostanlar her çeşit meyve ağacının bulunduğu bahçelere dönüştü. Bahçecilikle birlikte arıcılıkta gelişti. 1969-70 yıllarında 5 ton elma, 2 ton bal çıkaran aileler oldu.(Köy 1990’larda sonra hemen hemen tamamen boşaldı. Şimdilerde sadece ceviz bahçeleri ve bir iki evin de arıları var). Yıllar sonra o öğretmenle tesadüf eseri Ankara Seyranbağları’nda babamla birlikte bir öğretmen arkadaşının evine gittiğimde karşılaştım. Sivas-Yıldızeli Köy Enstitüsü Mezunuymuş. 12 Eylül 1980’den sonra Alevi Çayören’e imam atandı, köye hiç gelmedi, maaşını ilçeden alıyormuş. Belki şimdi emekli olmuştur. Yerine başka imam atanıp atanmadığını bilmiyorum.

Prof. Dr. Yalçın Küçük, Cumhuriyet’in gerçek kuruluş tarihi olarak 1926 yılını göstermesinin gerekçesini Yahudiler arasındaki savaştan, Türkiye’yi vatan bilen, Türkler ile bütünleşen Yahudilerin galip gelmesi olarak açıklamıştır.
“Ben Cumhuriyet’in gerçek ve bilimsel kuruluşunu hep 1925/1926 olarak gördüm. Bu bir genel değerlendirmedir ve öyle olarak, araştırmamızda ilgisi var, 1926 yılında Ankara’da idam edilen dört politikacı da, Cavit, Dr. Nazım ve diğerleri, İbrani asıllı idiler. Sebatayist ya da kripto olmaları daha az önemlidir.” ( Prof. Dr. Y. Küçük: Putları Yıkıyorum, s:120)

Prof. Y. Küçük, resmi tarihimizde “İzmir Suikasti”ne karıştıkları için “İstiklal Mahkemeleri”nde yargılanarak asılanların “iç savaş”ı kaybedenler olduğunu ileri sürmüştür.

“ İzmir kökenli Yahudi bilim kadını Esther Benbassa, bir çalışmasında bunu, mükemmel bir şeklide yazmış durumdadır. (E. Benbassa, UneSepharede en Tramnsition, 1993. İstanbul) Jön-Türk Devrimi’ne denk düşen bir zamanda, alyanist ve siyonsitler ya da rezervist ve siyonistler arasında çok sert bir savaş vardır. Zamanına ait İngiliz diplomatik belgeleri Cavit ve Dr. Nazım’ı “ Siyonist” gösteriyor ki, Mustafa Kemal iktidarının başında, 1926 yılında Anakara’da asılanlar bunlardır. Cavit ve doktor Nazım,1926 yılında Ankara’da idam edildiler. Sabetayzimin karakaşi koluna mensuptular, en mutaassıp olanlarıdır ve siyonist olduklarını söylemek yerindedir. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Putları Yıkıyorum,s: 138)
Dr. Nazım o kadar siyonisti ki, 1915 Ermeni kıırmında Mehmet Talat Sain (Talat Paşa) ile baş rol oyuncusudur:

Doktor nazım , ibrani asıllı idi, Ermeni tarafına göre, kırımlardan en başta sorumlusu olanlardan biri idi, bütün bunlar ayrı, efsanevi devrimci idi. Böylesine becerikli ve böylesine gözü pek ihtilalci bizde suikast ile hiçbir ilişkisinin olmadığını biliyoruz.Karakaşi, dünya Yahudiliğinin pek muteber adamı ve pek çapkın, Maliye Nazırı Cavit ile aynı zamanda asıldı; Ülucanlar’da idi ve yakında, Anafartalar’da diyebilirizz, bir balo vardı. Neden asıldı, neden o gün asıldı; her halde sürekli masal sorusu icat ediyoruz.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Gizli Tarih, s: 81)

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, eşit yurttaşlık temelli Batı Uygarlığı standartlarında kuruldu. Bunun asıl nedeni, Avrupa ve Kafkaslar başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinden, özellikle Hıristiyan toplumların şiddetinden, aşağılamasından kaçarak Osmanlı ülkesine gelen Yahudilerin Avrupa uluslarına karşı koyabilmek için,- bilinçli olarak- artık dini topluluklar biçiminde değil, onlar gibi modern uluslar şeklinde örgütlenmeleri gerektiğini amaç edinmeleri ve bu yolda çalışmalardır. Çünkü, yüzyıllardan, hatta bin yıllardan beri dini topluluklar olarak görünmüşler ve bu nedenle de içinde yaşadıkları toplumlar tarafından bütün kötülüklerin kaynağı olmuşlardır. Vatanları, orduları, eğitim sistemleri, sanayileri, vb yoktu. Oysa, şimdi adına “Türkiye” denilen ancak Türklerin hayvan yerine konuldukları bir ülke bulmuşlardı; kolları sıvadılar ve modern bir Avrupa ulusunun temellerini atılar: laiklik, kadın-erkek eşitliği, demokrasi, yazı devrimi, kılık-kıyafet düzenlemesi, medeni kanunun, kız-oğlan karma eğitimi, vb gibi şeriata cepheden karşı olan Batı uygarlığı değerlerinin bu tarihten itibaren devlet yapısına ve toplum yaşamına girmeye başladı(reformasyon).

Ancak 1948 yılında İsrail’in kurulmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurulmasında büyük katkıları olan Yahudiler, bu kez kurudğu bu rezerv devletini yıkmak için temeline döşediği Batı Uygarlığı taşlarını sökmeye başlamıştır. Bunun için, 1950’lerde Ezanın yeniden Arapça’ya çevrilmesi, Köy Eğitim Enstitüleri’nin kapatılarak yerine Türk çocuklarında tarih bilincinin oluşmasını engelleyen, eski medreselerin devamı niteliğindeki “imam-hatip okulları”nın açılması ve özellikle 1967’de İsrail’in Arap ordularını hezimete uğratarak kalıcı bir devlet olduğunu kanıtlamasından sonra bu reformların yine Yahudiler eliyle daha kapsamlı ve kan dökerek kazınmaya başladığını ileri sürmüştür.( ( Prof. Dr. Y. Küçük: İsyan-1, s: 541) .Özellikle 12 Mart 1971’den sonra tüm sermeye düşmanlarını, solcu, sosyal demokrat, komünist, Atatürkçü, vbbilinenleri acımasızca katletmeye yönelmişlerdir.Prof. Y.Küçük, 1966’da başlayan iç savaşın 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980askeri darbeleri ile İsrail’in lehine dönmekle birlikte tam olarak sona ermediğini, 3 Ağustos 1993 ve 28 Şubat 1997’deki olaylarla devam ettiğini ileri sürmüştür.

Konu cebe tarafından (04.04.2016 Saat 12:47 ) değiştirilmiştir..
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 20 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...