Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 02.04.2016, 09:44   #19
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 582 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1

LİDER ( BEY)’İN KİŞİLİĞİ
(Materyalist düşünceye göre yaşanmış bir dönem olarak kabul edilen) Herkesin eşit olduğu, başka bir söylemle ‘baş’ ve ‘ayak’ın olmadığı toplumlarda liderlik, topluluğun güvenlik ve geçim gibi yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için yine topluluk tarafından oluşturuyordu. Yani toplum, içinden birini bu işler için görevlendiriyordu. Bu, otoritenin halktan şef’e, ekonominin ise şef’ten halk’a doğru olduğunu gösterir. Çünkü toplum yetenekli, kuvvetli, akıllı ve daha da önemlisi cömert birini, yani talan edilenleri eşit bir şekilde paylaştıran birini liderlikle görevlendiriyor ve ele geçirilen hayvan sürüsü, kadın-kız ve genç erkekler gibi talan ürünlerini (ganimet) paylaşıyor. Böyle bir olgunun olup olmadığı; yaşanmış ise, bu sürenin – insanlık tarihinde- ne zaman başlayıp , ne zaman bittiği kesin olarak belirlenmemiştir, ancak bir takım teoriler (kuram: faraziye) ve analoji (benzetmelerle, karşılaştırılarak ilişki kurmakla) Neolitik devrime (orta barbarlık aşamasına kadar) sürüdüğü ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, lider seçimi rasgele bir seçim olamaz. Çünkü, topluluğun “lider: yönetici:şef” olarak yaratacağı kişi, topluluğa bağlı, onu dış dünyanın yıkıcı etkilerinden koruyacak güçleri ve yetenekleri bir araya getirerek ve en uygun koşullarda sürekli bir yaşama olanağı sağlayarak topluluğun yaşamını güvenlik altına alabilecek ruhsal yapıda olan biridir. Böyle bir kişinin herkesten daha kuvvetli, daha zeki, daha cesur ve daha cömert olması gerekir.

Kısacası, lider olarak seçilecek kişi, belirli özellikleriyle diğerlerinden farklı olan birisidir. Bunun yanında, eğer topluluk kendisini göç veya savaş gibi olağanüstü bir durumda yönetmek/yönlendirmek için bir lider seçiyorsa, bu, toplumun kurallara uymak isteğidir (İnsan toplulukları hiyerarşik topluluklardır). Ama, bu uymanın zamanını ve tarzını henüz kendisi tayin etmektedir. Örneğin, normal koşullara (barış durumu) dönüldüğünde şefin görevi de sona eriyor, yeni bir olağanüstü durumda (savaş ya da göç) yeni bir lider seçiliyor. Dahası, liderin yaptırım gücü yok, yani sözünü dinlemeyenlere; kurallara uymayanlar şiddet uygulayamıyor. Bu liderin karakter yapısına ters bir durum. Çünkü, lider, her şeyden önce “söz “ sahibidir. Sözünü dinletebilmesi için de “otorite” sahibi olması, bunun için de “ güç” sahibi olması gerekir. Savaş ve göç gibi toplumun tümünü ilgilendiren durumlarda bu otorite (iktidar) şefe veriliyordu, yani toplum şefi kendisini yönetmek için görevlendiriyordu. Bu yönüyle günümüzün parlamenter demokrasilerine benzetilebilir. Ancak, iş bitince şefin görevi, dolayısıyla otoritesi ve gücü sona eriyordu. Bir kez daha hatırlatalım, bu sosyal olaylar göçebe yaşam sürdüren topluluklar için yapılan materyalist öngörüler (tahminler)dir.

Lider kimdir ve ruhsal durumu nasıldır?

Eğer liderin karakterini çözümleyebilirsek ve toplumsal konumunu belirleyebilirsek, eşitlikçi toplumdan eşitsizlik içinde yaşayan topluma (sınıflı topluma) geçişi analiz edebilmek için önemli bir veri elde etmiş oluruz.Lider( şef), bir insandır ve bir insan topluluğunu yönetmekte/yönlendirmektedir. O halde önce insanın nasıl bir varlık olduğuna ve nasıl yaşadığına kısaca bakalım. İnsan, hareket eden, topluluk içinde yaşayan ve bu nedenle de konuşan bir varlıktır.

Topluluk içinde yaşama ihtiyacı, insanlar arasındaki bütün ilişkileri ayarlamaktadır. İnsanın topluluk hayatı, bireysel hayatından önce gelmektedir. İnsanın uygarlık tarihinde, temelleri topluluk hayatı içerisinde bulunmayan hiçbir hayat şekline rastlamak mümkün değildir. İnsan topluluklarının dışında hiçbir insani varlığa rastlamak da mümkün değildir.” (Alfred Adler: İnsan Tabiatını Tanıma, s:129. Türkçesi: Ayşe Yörükan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.)

Çünkü insan zayıf bir varlıktır. Bir takım yapay araçlar( makineler) olmadan tek başına doğaya karşı koyamaz. Makineler kültür ürünüdür, tek başına bir insanın kültürü olamayacağına göre, makine üretemez ve bu nedenle de soyunu sürdüremezdi. Kısacası insan, uygun bir ortamda yaşayabilir. Bu uygun ortamı da ancak topluluk (sosyal) yaşam sağlayabilir, çünkü sosyal yaşamda “iş bölümü “ vardır.

Sosyal hayat bir zorunluluk haline gelmiştir, çünkü her insan kendini belli bir gruba bağımlı kıldığı topluluk hayatı ve iş bölümü olmasaydı, insan türü varlığını sürdürmezdi. Ancak (aslında uygarlığın ta kendisi olan) iş bölümü, insanın sahip olduğu her şeyden sorumlu olan o saldırma ve savunma araçlarını insanlığın yararına sunabilmiştir. Ancak iş bölümünü öğrendikten sonradır ki, insan kendi kendini göstermek imkanını bulabilmiştir.” (Alfred Adlar:Agy,s: 130.)

Liderin kişiliğini ve değerler merdivenini toplumsal süreçten çıkarmamız zorunludur.

“İnsan tarihini insanın kendisinin yazdığı doğruysa, tarihe maddeci yaklaşımın çıkış noktası toplumbilimin temel verileri, yani insanoğlunun doğal ve ruhsal örgütlenmesiyse, araştırmalarımız büyük bir toplumbilimsel önem kazanıyor demektir. En önemli üretim gücü, işgücü üreten güç ruhsal aygıta bağlıdır. Tarihin “öznel” etkenini ya da işgücü üreten gücü bilimsel ruhbilimin yardımı olmadan anlayamayız. Buysa, uygarlığı ve insanlık tarihini içgüdülerle açıklayan bütün ruh çözümsel kavramların kaldırılıp atılmasını gerektirir. Tersine, içgüdülerle değişime uğramış gereksinmeler tarihsel etkenler olarak ortaya çıkamadan toplumsal verilerin insan gereksinmelerini etkileyip değiştirdiğini yakalamak zorundayız.”(Wilhelm Reich: Kişilik Çözümlemesi, s: 26. Türkçesi: Bertan Onaran. Payel Yayınları)

Genel olarak, organik ve psikolojik bozukluğu olmayan bütün insanların bir takım yeteneklerle doğdukları kabul edilir. 20.yüzyılın ünlü Psikanalistlerinden (ruh çözümleyicilerinden) Alfred Adlere’e göre insan, “içerisinde yeterli olma , başarılı olma veya "üstün olma"gibi bir duyguyla dünyaya gelir. İnsan kişiliğinin oluşumunda en etkili faktör bu “üstün olma” istek ve çabasıdır. Bu itici güç, “yaratıcı benlik “ile aynı şeydi.(Adler,: Agy,s:1) Birey, “üstün olma duygusu” ile” kendi kendini gerçekleştirmek (var olmak) için yaptığı tüm çabanın yanında toplum içinde bir ayrıcalığa, bir “liderlik pozisyonuna” veya olağanüstü bir mevkie sahip olmak için de çaba gösterir. Bazı insanlar, “üstün olma” istek ve çabasını yaşamda iyi kanalize ederek diğerlerine göre daha yetenekli ve daha başarılı olurlar.

Bazı arkeologlara göre, atalarımız herkesin eşit olduğu avcı-toplayıcı bir toplumdan, modern uygarlık ile eş tuttuğumuz materyalistlik, hiyerarşik topluma bu yetenekli kişilerin tetikçiliği ile geçmişlerdir.“Arkeolog AimeePlourde,
Herkesin eşit sayıldığı egeliteryen toplumlarda dahi bazı insanlar diğerlerinden daha başarılıdır. Atalarımızın içinde bazıları, avlanma becerisi, sanata yatkınlık, çevre hakkında daha fazla bilgi sahibi olma, komşu topluluklarla daha iyi ilişki kurma gibi konularda üstün yeteneklere sahip olmuştur. Bu da başkalarından saygı ve hürmet görmesine, diğer bir deyişle prestijkazanmasına yol açmıştır. Ve prestij sosyal yararlar sağladığı için de insanlar yeteneklerini ortaya dökmek ister.”(New Scientific, 18 eylül, 2004. Çeviren Reyhan Oskay, Cumhuriyet Gazetesi (Bilim Teknik eki)

Prestij, insanın toplum karşısındaki saygınlığı, başka bir ifade ile toplumun kişiye verdiği değerdir ve bu soyut değer bugünün toplumunda olduğu gibi kuşkusuz o günün ilkel toplumunda da önemli idi. Bazı arkeolojik buluntular, insanların süs eşyalarını 100 000 (yüz bin) yıl önceden beri “prestij” amacıyla kullanıldıklarının ileri sürülmesine neden oluyorlar. Örneğin, bilim adamları, “Güney Afrika’da Cape Town’ın 30 kilometre doğusunda yapılan kazılarda , 100 000 yıllık aşıboyalı çamurdan yapılmış nesneler buldular.”( Reyhan Oskay: Agy) Yine Afrika’nın bir başka bölgesinde 76 000 yıllık 41 adet boncuk bulundu; 2’li ve 27’li dizeler halinde bulunan boncuklar, Latince adı Nassarius Kraussianus olan küçük yumuşakça kabuklarından yapılmıştı. Bu boncukların, takan kişiye “sosyalstatü” (toplum içindeki yeri) ve “cazibe” kazandırdığı ileri sürülmektedir. Aynı şekilde, şık giysilerin de bugün olduğu gibi o gün de, giyen kişiye “statü” ve cazibekazandırmak gibi işlevlere sahip olduğu ileri sürülmüştür.(Reyhan Oskay: Agy)

“Prestij”, Psikoanalizcilerin söylemiyle “üstünlük duygusu” o kadar güçlü bir duygudur ki, kimi bilim adamlarına göre insanlığı barbarlıktan uygarlığa geçirmiştir. Yani insanlığa çağ atlatmıştır. Bilindiği gibi, insanlığın tarımsal üretime geçmesi “uygarlığa” geçişi olarak kabul edilmektedir. Bu konuda Antropologlar, Sosyal Antropologlar, Sosyologlar ve Materyalist düşünürler başta olmak üzere hemen hemen tüm bilim dünyası düşünce birliği içindedirler ve tarıma geçiş uygarlın gelişimi açısından çok kritik bir adım olarak değerlendirilmektedir. İnsanların tarıma geçiş nedenini açıklamaya çalışan bilim adamlarından bazıları, aşırı nüfus artışı veya yiyeceklerinin kökünü kurutan iklim değişikliği nedeniyle çiftçilik yapmak zorunda kaldıklarını ileri sürerken, diğerleri tarımla uğraşın hayvan avlamaktan çok zor olduğunu, iddia edilen koşullar zorlamış olsa bile, “çiftçiliğe geçişin yalnızca boş mideleri doldurmak amacı taşımadığını, statü sağlama amacı güttüğüne inanıyor.”(New Scientific, 18 eylül, 2004. Çeviren Reyhan Oskay, CBT, 918/17-23 ekim 2004.)

Henüz bu kuramlardan hangisinin doğru olduğuna karar verilmiş değil; tartışmalar sürüyor. Ancak, bu teoriyi destekleyen başka bir teori ileri sürülmüştür. Buna göre, arkeolojik kayıtlarla göre insanların ekip biçtikleri bitkilerden elde ettikleri besinler, yüzyıllarca hatta binlerce yıl boyunca diyetlerinin yalnızca küçük bir kısmını oluşturmuştur.Tarımdan elde edilen besinlerin yiyeceklerinin önmeli bir bölümünü oluşturması çok uzun yıllar almıştır. Daha da önemlisi, tarım üretimini önce elit tabaka yapmıştır. Zengin sofralarında ve davetlerinde hayvansal besinlerin yanında, tıpkı bugünün sosyetik davetlerinde olduğu gibi, mercimek, buğday ve arpadan yapılan yiyeceklerin de konması daveti verene prestij kazandırıyordu. Seçkinler, alt katmandan (kölelerden) daha fazla üretim isteyince o zaman tarımla uğraş tüm topluma yayılmıştır.

“Bu arda nesiller boyu süren seleksiyon tohum kalitesinde iyileşme sağladı. Tahılların depolama olanaklarının artmasıyla bazı insanlar zenginleşirken, sosyal açıdan eşitsizlikler meydana geldi. Elit tabaka alt sınıflardan daha fazla üretim yapmalarını isteyince, alt tabakaların avcılık –toplayıcılık yapacak zamanları kalmadı. Dolayısıyla bu sınıflar da tarıma yöneldi.”(New Scientific, 18 eylül, 2004. Çeviren Reyhan Oskay, CBT, 918/17-23 ekim 2004.)

Yukarıda, insanın içindeki “üstünlük duygusu” ile birlikte doğduğunu, bunu tatmin etmek için de “prestij” kazanması gerektiğini söylemiştik. “Prestij”i kavrayabilmek için “status” ve “rol” nedir ona bakalım. Toplum içerisinde birey her an belirli bir yer işgal eder, belli bir zaman süresi içerisinde işgal edilmiş böyle bir yere, sosyoloji dilinde bireyin “status”u (yeri, pozisyonu veya mevkii) denir. “Rol” ise, her status için kalıplaşmış bir grup davranışa ve bu davranışların içermekte olduğu kültür kalıplarının bütününü açıklar. Buna göre rol, statuslar bakımından bireyin edindiği, öğrendiği şeylerdir. Yani rol, status’un dinamik olan yönüdür, bireyin işgal etmiş olduğu statusu devam ettirebilmesi için yaptığı şeylerdir. (Adler: Agy, s:6) Prestij ise, bireyin status ve rolünün topluluk tarafından onanmasıdır, yani bulunduğu konumda, o konumun gereğini tam olarak yerine getiren, başka bir deyişle “rolünü iyi oynayan” bireye toplum hürmet eder; o birey “prestijli” birisidir. (Örneğin, -bir önceki makalede sözü edildiği gibi- Temuçin’in babası ölünce aile prestijini kaybeder. Annesi’ne “kurban eti”nden pay verilmez. Bu, büyük bir hakarettir. Bu nedenle, annesi kabilesinin kadınlarıyla kavga eder. Temuçin, aklını-cesaretini kullanarak yeniden prestij kazanır, bu ona askeri güç sağlar ve askeri gücüne dayanarak ‘Cengiz Han’ olur.)

Özet olarak, insanın doğasında var olan “üstünlük duygusu: prestij kazanma isteği” çok güçlü bir duygudur. Bu kavramın üzerinde bu kadar durmamın nedeni, Türk-Moğol göçebe yaşamında “savaşçı soyluluğun: bozkır aristokrasi sınıfının” ve onun karşıtı sınıfın; halkın ( kara kemik budun: kara budun: karacık çoban: zavallı kara çoban: unagan bogol ) ortaya çıkışlarını doğrudan ilgilendiren bir kavramdır. Bu sınıfları elimizdeki belgelere dayanarak, Anadolu yolunda ve Anadolu’da günümüze kadar olan evrelerini irdelemeye çalışıyoruz.

Ekonomik üstünlük, yani ekonomik açıdan “status” ve “rol“ de prestijin kazanmanın en önemli dayanağıdır. “ekonomik temel...bireylerin düşüncelerini ve davranışlarını belirlemektir. “(Adler,s: 128).) O halde, “Bunun (prestij kazanmanın) en iyi yolu taklit edilmesi zor maddi nesnelerden yararlanmaktır. Prestij kazanmak bu şeklide ayrıcalık yaratınca, rekabet kızışır. Bunun sonucunda prestij kazandıran nesnelerin değeri ve çeşitlik artar. Buna paralel olarak insanların topluluk içinde farklı konumlara gelmesi, sosyal kademe sisteminin karmaşık bir hal almasına yol açar.Kişisel prestij, grup liderliğinin kapılarını açar. Ve giderek bu sistem daha gelişmiş toplumlarda gördüğümüz kademeli hiyerarşik düzeni oluşturur. Bu dönemde prestij sağlayan mallar önem kazanmaya başlar.”(Reyhan Oskay: Agy).

Bunu Türk tarihinden örneklendirecek olursak, az bulunan ve elde edilmesi zor olan Çin ipeği bozkır aristokrat sınıfında prestij göstergesidir. Bozkırda hayvan derileri (post) çoktur, ancak değeri yoktur. Çin’in ipeği daha çok prestij kazandırır.

“Çin budunun sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle , yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak Türk budunu öylece yaklaştırmış. Türk budun, Çin’in tatlı sözlerine, ipek kumaşına aldanıp çok öldün...”(Orhun Abideleri)

Bozkır eşitlikçi göçebe yaşamında Prestij nasıl kazanılır?

Bozkır yaşamı yukarıda da sık sık vurgulandığı gibi, çetin ve tehlikelerle dolu bir yaşamdır. Ekonomisi hayvan sürüsüne ve başkalarının ürettiğinin ele geçirilmesine (talan) dayanır. Bu nedenle de saldırı-savunma şeklindeki savaşlar, topluca göçler ya da topluca kaçmalar gündelik hayatın olağan durumlarıdır.

“Belli insan yapılarına belli toplumsal düzenler yön verir, başka deyişle, her toplumsal düzen ayakta durabilmek için gereksindiği kişilikleri kendisi yaratır.” (Wilhelm Reich: Kişilik Çözümlemesi, s: 26. Türkçesi: Bertan Onaran. Payel Yayınları)

Böyle bir topluluğun “lider: yönetici:şef:bey” olarak yaratacağı kişi, topluluğa bağlı, onu dış dünyanın yıkıcı etkilerinden koruyacak güçleri ve yetenekleri bir araya getirerek ve en uygun koşullarda sürekli bir yaşama olanağı sağlayarak topluluğun yaşamını güvenlik altına alabilecek ruhsal yapıda olan biridir. Böyle bir kişinin herkesten daha kuvvetli, daha zeki , daha cesur ve daha cömert olması gerekir. İşte bu özellikler o kişiyi topluluğun diğer üyelerine göre “prestijli” biri haline getirir.

Boydaki herkes Attila’ya büyük saygı duyuyordu. Obaya girişi, büyük bir olay oluyordu. Kadın, erkek ve çocukları yoluna sıralanarak ona övgü dolu sözlerle seslenirlerdi. Kadınlar yanından geçerken kendisine yiyecekler sunarlardı. Attila bunları kabul ederken, siyah atı Villam’ın üzerinde dimdik dururdu.”( Wess Roberts: Hun İmparatorluğu. Attila’nın Liderlik Sırları. Çeviren Yakut Eren, s: 24. Rota Yayıncılık, İstanbul.)

Bozkırda liderin temel belirleyici özelliğinin savaşçılığı olduğu aşağıdaki örneklerde açıkça görülmektedir. Göktürk yazıtları, Moğolların Gizli Tarihi ve Oğuzların destanı Dede Korkut’da tasarlanan savaşçı önder, her ne kadar beyliğin irsiyet kazanmasından sonraki dönemlere ait olsa da, önceki dönemleri de yansıtıyor olsa gerek. Orhun yazıtlarında, “Türk Budun”un kurtuluşu, kuruluşunda İlteriş Kağan’ın örgütleyiciliği şöyle anlatılır:

Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babamkağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti , ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş.”(Orhun)

Avrupa Hunlarının kralı Attila’nın örgütleyiciliği de şöyle anlatılır:
“Onun (Attila’nın) hükümdarlığı zamanında Hunların fetihleri efsanevidir. Attila planını büyük bir beceri ile uyguladı. Tahminlere göre 70 000 savaşçıdan oluşan ordusu bir kavimler topluluğuydu. Ama bunlar çok iyi disiplin altına alınarak, tek bir hedefe doğru hareket eden bir ordu haline geldiler.”( Wess Roberts: Agy, s: 25)

İbni Haldun (1332–1406) “imparatorluk fetihle kurulur; fethetmek için ise aynı birlik ruhuna ve tek bir amaca sahip olan bir kitleye dayanmak gerekir. Bir adam bir ihtilalcinin sahip olması gereken bütün yeteneklere sahip olabilir; ancak güçlü bir topluluk tarafından desteklenmiyorsa, sonuna doğru koşmaktadır.İbn Haldun’un birlik ruhu olarak adlandırdığı şey aile bağları ve topluluk ruhudur.

Cengiz Han bunu onlara Deligun- Buldak tepesinde kutsal sancakların arasında yanında gökten inmiş ermiş Gökçe varken Kurultayın huzurunda yüksek sesle' söyledi ve ulusal yemini etti:

“Her şeye ve herkese karşı, acılarıma ve kayıplarıma bakmadan, benim ayrılmaz bir parçam olan bu halk, hep beraber yürekten acıları ve sevinçleriyle bu büyük bedeni benim düşünceme adayan bu halk... kaya kristali kadar saf olan, bütün tehlikelerin arasında benim gayretlerimin amacı doğrultusunda doğruluğunu ortaya koyan bu halkın, adının Mavi (Gök) Moğollar olmasını isterim, yeryüzünde kımıldayan her şeyden büyük olsun, yükselsin.”(Leon Cahun: Asya Tarihine Giriş, s:158) Türkçesi: Sabit İnan Kaya. Seç Yayınları)

Böylece, artık Moğol kabilelerinin birbirleriyle savaşmaları sona erer; onlar artık ne Nekrin, ne Urmangut, ne Tayciut, ne Tatar, ne Merged, ne Nayman,ne Kerait, ne Barlas, ne Barin, ne Arlad, ne de Celayir’di. Onlar birarada ve Moğol'du, Mavi (Gök) Moğollar; dünyanın ilk ulusu.

Kuşkusuz, Moğol Destanında Cengiz Han’a atfedilen söylev tam olarak onun ulusal irade tarafından gönülden kutsandığı, Hyung-Nu imparatorlarının ve Türk Kağanlarının mirasını güçlü bir şekilde ele aldığı bu törensel günde sarf ettiği kelimeleri tam olarak karşılamamaktadır. Fakat hayatı boyunca yaptığı her hareket ardılı Sanang Setzene’nin ona atfettiği söylevi doğrular niteliktedir. Gerçekten bugünden itibaren Moğol ulusu var olmaya başlayacaktır, bağımsız, homojen ve eğilme: imparatorun yönetiminde büyüyecek ve “yer yüzünde hareket eden her şeyi' üstüne çıkacaktır.” Efsanede kendisine atfedilen söylev tam olarak gerçeği yan¬sıtmasa da içeriği hakkında bir fikir verebilmektedir; vahşi hayvanın nefesi ensenizdedir. (L.Cahun: Agy,s:158)

Lider örgütleyiciliğin yanında cesurdur, ordunun başında savaşarak diğer savaşçılara örnek olur. İlteriş’in oğulları Bilge ve Kül Tigin kardeşlerin yiğitlikleri şöyle anlatılır:

“….elli bin asker geldi, savaştık. Kül Tigin yaya olarak atılıp hücum etti. Ong valinin kayın biraderini, silahlı, elle tuttu, silahlı olarak kağana takdim etti. O orduyu orda yok ettik. Yirmi bir yaşında iken, Çaca generale karşı savaştık. En önce Tadıgın, Çorun boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. İkinci olarak İşbara Yamtarın boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. Üçüncü olarak Yigen Silig beyin giyimli doru atına binip hücum etti. O at orda öldü. Zırhından kaftanından yüzden fazla ok ile vurdular, yüzüne başına bir tane değdirmedi. /…/ Kül Tiğin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. Mızrak batımı karı söküp, Kögmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastık. Kağanı ile Songaormanında savaştık. Kül Tigin, Bayırkunun ak aygırına binip atılarak hücum etti. Bir eri ok ile vurdu, iki eri kovalayıp takip ederek mızrakladı./…/ Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık. Türgiş kağanının ordusu Bolçu’da ateş gibi, fırtına gibi geldi. Savaştık. Kül Tiğin alnı beyaz boz ata binip hücum etti. ...Ondan sonra tekrar girip Türgiş kağanının buyruku az valisini elle tuttu. Kağanını orda öldürdük, ilini aldık. Kült Tigin alp saçlı atına binip atılarak hücum etti.O at orada düştü. İzgil milleti öldü. Kültiğin Azman atına binip atılarak hücum etti. Altı eri mızrakladı. Askerin hücumunda yedinci eri kılıçladı. Kül Tigin Az yağızına binip, atılarak hücum etti bir eri mızraklaıdı. Dokuz eri çevirerek vurdu.Ediz kavmi orda öldü... Beşinci olarak Ezginti Kadız’da Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip hücum etti. İki eri mızrakladı, çamura soktu. O ordu orda öldü. Amga kalesinde kışlayıp ilk baharında Oğuza doğru ordu çıkardık. Kül Tiğini evin başında bırakarak, müdafaa (savunma ) tedbiri aldık. Oğuz düşman merkezi bastı. Kül Tiğin öksüz atına binip dokuz eri mızrakladı, merkezi vermedi. Annem hatun ve anlarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim, bunca yaşayanlar cariye olacaktı, ölenler yurtta yolda yatıp kalacaktınız. Külteğin olmasa hep ölecektiniz.” (Orhun, s: 22,23, 27)

Dede Korkut’da Dirse Han, oğlu Boğaç’ın hikayesinde kabilenin sırdan üyelerinin çocukları azgın bir boğadan kaçarken, kabile beyinin oğlu cesurca savaşarak boğayı öldürür. O kadar güçlü ki, bir yumrukta boğayı durdurur, yumruğunu çekince boğa dengesini kaybedip düşer:

“Dirse hanın oğlancığı (15 aşında) üç kabile çocuğu ile meydanda aşık oynuyorlardı. Boğayı koyuverdiler, oğlancıklara kaç dediler. O üç oğlan kaçtı. Dirse hanın oğlancığı kaçmadı..boğa oğlana sürdü geldi. /…/ Oğlan yumruğu ile boğanın anlına kıyasıya vurdu. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. Oğlan bu sefer boğanın anlına yumruğunu dayadı, sürüdü meydanın başına çıkardı...Oğlan boğanın anlından yumruğunu giderdi... Boğa yere tepesinin üstüne düştü. Oğlan boğanın başını kesiti.”(Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı,s: 13). (Aşık oyunu: Öküz, koyun ve keçinin ayak eklemlerinden çıkarılan bir kemik, aşık kemiği. Çok sayıda “aşık kemiği” ile oynanan oyuna “aşık oyunu” veya “aşık oynamak” denir. Divriği’nin Kızılbaş-Alevi köylerinde 1960’lı yıllara kadar, özellikle kış aylarında, sıkça oynan bir çocuk oyunu idi. Ben de sıkça oynardım ve oynarken çok heyecanlanırdım.)

Yine Dede Korkut’un başka bir hikayesinde bey olan baba, önce soluna, sonra sağına bakarak mutlu ve gururlu bir şekilde gülümser, daha sonra da oğluna bakarak ağlar, oğlu bunun nedenini sorduğunda baba şöyle cevap verir:

Sağıma doğru baktığımda kardeşim Kara Göne’yi gördüm Baş kesmiştir, kan dökmüştür, ganimet almıştır, ad kazanmıştır (prestij:itibar kazanmıştır. Cebe) . Soluma baktığımda dayın Aruz’u gördüm, Baş kesmiştir, kan dökmüştür, ganimet almıştır, ad kazanmıştır. Karşıma baktığımda seni gördüm; On altı yaşına geldin, bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın. Yay çekmedin, ok atmadın, baş kesmedin, kan dökmedin. Kanlı Oğuz içinde ganimet (talan) almadın.” Kısacası, Bey, oğluna, “birilerini öldürüp malını mülkünü almadın, o halde sen “Bey” olamazsın! diyor

Temuçin ( Cengiz) ’in lider olması da cesur, atak, dirençli, öç alıcı ve cömertliği olmasından dolayıdır. Babası Yesugey’in rakip kabile tarafından zehirlenerek öldürülmesinden sonra, aileye bağlı kabiller, savaşçılar (nökerler) ve uşaklar dağılır, başka şeflerin yanına giderler, giderlerken hayvan sürsürlerini de birlikte götürürler. Temuçin, annesi ve kardeşleri dağ sıçanları avlayarak yaşarlar;
“ Vaziyet böyle devam ederken Yesugey-bagatur’un ailesi büyük sıkıntı ve sefaletten sonra yavaş yavaş düzelmeğe başlar. Büyük oğlu Temuçin istidatlı (yetenekli), kuvvetli, dayanıklı, pişkin yiğit oldu; annesi onu bozkır aristokrasi ananelerine ( geleneklerine) göre yetiştirdi...Genç yiğitler Temuçin’in yanına gelip nökör (silahşor) olmağa, kabilenin eski vassalları (bağımlıları: köleleri) ona iltihak etmeğe ( katılmaya) başladılar.”(B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı, s: 118.)
Örgütleyicilikten söz ediliyorsa doğrudan siyasetten(politikadan) söz edilmiş olur;

“Bu sırada Timuçin şaşırtmacadan olanca gücüyle yararlanıyor, Tayciutlar, Cuyratlar, ve Moğol kökenli diğer konfederasyon üyesi boyların üzerine generallerini, sadık Bogorci’yi, sınanmış Mukuli’yi ve adlarını ilk defa duyduğumuz genç savaş şeflerin Koyuldar’0, Koşigoçi’yi (Tımar sahibi anlamına gelir) ve Cebe ve Subutay adındaki diğer ikisini gönderiyordu. Son ikisiyle bu tarihin akışı boyunca her yerde karşılaşacağız. Bunlar Cengiz Han’ın siyasetiyle hazırladığı yönetimiyle koruduğu her şeyi kılıçlarıyla tamamlayan insan kılığına girmiş savaş tanrılarıydılar.(LeonCahun: AsyaTarihine Giriş, s:149) Türkçesi: Sabit İnan Kaya. Seç Yayınları)
•••
“…daha 1203’de Timuçin’in kendisini gerçek bir imparator saydığını açıkça gösterir: “En başından beri size söylemiştim, niye Onon toprağı efendisiz kalıyor ? Sizi gücü ele almaya ikna etmeye çalıştım, siz reddettiniz... Beni sıkıştırıp bana bizzat efendimiz olun dediğinizde, sizin isteğinize uydum, babalarımızın mirasını ve geleneklerini koruma söz verdim. İktidara gelmek için entrika mı yaptım ? Babalarımızın hüküm sürdüğü üç nehir arasındaki yer yabancıların eline geçmesin diye oy birliğiyle seçildim. Şimdi Uang Han’a hizmet ediyorsunuz; ama bilmelisiniz ki o bir sahtekardır. Bana nasıl davrandığını gördünüz. Sizi çok daha kötü bir muamele bekliyor.”( Leon Cahun: Asya Tarihine Giriş,s:150, 151 Türkçesi sabit İnan kaya. Seç yayınları)

Şeflik için savaşçı yetenek ne kadar gerekli ise, cömertlik, yani talan edilen malın silah arkadaşları ile paylaşması da o kadar önemlidir. Bütün talancı oluşumlarda Bey, iktidarını sağlamlaştırana kadar ılgarlanan malı (ganimet) savaş arkadaşlarına dağıtmak zorundadır. Eğer dağıtmazsa, düşmanlık kazanır, uzun süre yerini, koruyamaz.Orhun yazıtlarında,

“ ... Türk milleti aç idi. O at sürüsünü alıp besledim ./…/ kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım.” (Orhun)

Cengiz, silah arkadaşlarına;
ben çok at ve davar sürüleri, halkın kadın ve çocuklarını aldım, bunları size verdim; bozkır avlarında sizin için sürek avları yaptım, sizin karşınıza dağ hayvanlarını sürdüm.” (Vladimirtsov: Agy,s: 124).

Vladimiritsov’un İlhanlı veziri ve Cami'u't-tevarihyazarı Reşidettin’den aktardığı bir hikaye:
“ Bir gün Cengiz Han kendi adamlarıyla av avlarken, komşu Curyat kabilesinden mensup avcılara rastladı. Bu Curtaytlar , Tayçiut kabilsiyle (Cengiz’in can düşmanı; babasını zehirleyen kabile) müttefik sayılırdı. Cengiz Han 400 kişiden ibaret bu Curyat avcılarına her türlü kolaylıklar gösterdi. Cengiz Han tarafından gösterilen bu ilgi Curyatlar üzerinde büyük etki yaptı, biraz tereddütten (kararsızlıktan) sonra, bu kabilenin bir kısmı Cengiz’e iltihak etmeğe (katılmaya) karar verdi. Dediler ki: ‘Tayçiut beyleri bizi haksız olarak rahatsız ediyor ve korkutuyorlar. Bu şehzade Temuçin, taşıdığı elbiseyi çıkarıyor ve başkasına veriyor; bindiği attan iniyor başkasına hediye ediyor, o ülke sahibidir, ordu besliyor ve ulusuna iyi bakıyor.” (Vladimirtsov: Agy,s: 127.)

Ancak, imparator olup egemenliğini tam olarak kurduktan sonra durum değişir: kendisine sunulan bir kızı alıkoyan askerleri sorgular ve kızı muayene ettirir:
Cengiz, kendisine “karı” olması için babası tarafından sunulmak için götürülürken yolda 3 gün alıkonulan bir kıza “tecavüz” ile suçladığı bir askeri yargılamasına bakalım:

“Ho’as Merkit’lerden Dayir-usun, Cengiz Han’a sunmak maksadiyle kızı Hulan hatunu alıp gelemkte idi. Yolda askerler tarafından durduruldular. Onları durduran askerlerin başında Naya-Noyan namında biri vardı. Dayir-usun: ‘Kızımı Cengiz Han’a sunmak için götürüyordum !’ deyince Naya Noyan: ‘kızını beraber götürürüz. Şimdi yalnız gidersen , bu karışık zamanda askekler seni hayatta bırakmazlar ve kızın da müşkül duruma düşer’ diyerek onları üç gün üç gece alıkoydular. Ancak bundan sonradır ki, Naya-noyan, Hulan Hatun ile babası Dayir-Usun’u Cengiz Han’a götürdü. Cengiz Han, ‘bunları niçin alıkoydun?’ diye çok hiddetlenerek onu sert bir şeklde sorguya çekip , hakkında kanuni takibat yapılmasını istedi ise de, Hulan Hatun ortaya atılarak, ‘Naya ile karşılaşmamız bizim için bir talih omuştur. Şimdi bir taraftan Naya’a sorguya çekilirken, ey hanım ! benim de, tanrının inayetiyle anam ve babam tarafından dünyaya getirildiğim gibi inceden inceye muayene edilmeme müsaade et ! ‘diye yalvardı.Naya’a ifadesinde şöyle dedi:
“ Hanım’ın karşısında iki yüzüm yoktur,
Halkımız içerisinde güzel yanaklı kadın ve kızlara
Narin bacaklı beygirlere rastladığım zaman,
Bunları, ‘Han’ın malıdır’ diye korudum.
Bundan başka düşüncem varsa,
Ölmeye razıyım ! “ dedi.
Cengiz Han, Hulan Hatun’un ricasını yerine getirerek aynı gün esaslı bir muayene yaptırdı ve neticede sözlerinin doğruluğu anlaşılınca onu sevgisiyle ödüllendirdi... Nayan’ın hareketini de uygun buldu ve ‘Bu adam doğru sözlü bir adamdır, onu yüksek bir mevkie koyacağım!”diyerek kendisine iltifat etti” (Moğolların Gizli Tarih, s:124).
Talan edilen malın (ganimet) dağıtılması da beyliği belirleyen öğelerden biridir.

Kutadgu Bilig’de Bey’e öğüt verilirken, kahraman, cesur, soylu , vb özelliklerin yanında cömert olması da istenir:
Yönetici cömert, alçakgönüllü ve sakin davranışlı olmalıdır./…/ Cömert ol, beylere cimrilik yakışmaz “(Kutadgu Bilig, s: 86, 208.)

Ganimet dağıtımıDede Korkut hikayelerinde daha açık izleyebiliyoruz. Ganimet dağıtımında boylar arası savaşlar olur:

Üç ok boz ok karşılaştılar... Alaylar bağlandı, ordular dizildi, borular çalındı, davullar dövüldü...Aruz, Kazan’ın üstüne at sürdü. Kazan’ı kılıçladı, zerre kadar kestirmedi öteye geçti. Sıra Kazan’a geldi. Altmış tutam alaca mızrağı koltuğa kıstı, Aruz’a bir mızrak vurdu. Göğsünden şimşek gibi öteye geçti. At üzerinden yere yıktı. Kardeşi Kara Göne’ye işaret etti, başını kes dedi. Kara Göne attan indi, Aruz’un başını kesti... Aruz’un evini talan ettirdi, elini gününü yağmalattı. Yiğit beyler ganimet aldı...”(Dede Korkut,s: 239-240).)
Az ganimet verilen bey, asi olur:

Gürcistan haracı geldi: Bir at, bir kılıç, bir çomak. Her yıl altın akçe gelirdi, yiğide beye verirdik, hatırları hoş olurdu, şimdi bunu kime verelim ki hatırı hoş olsun.”( Dede Korkut,s:185)

Gürcistan haracı sonunda Begil adlı beye vermeğe karar verilir ve Begil çağrılarak bu haraç ona verilir. Ancak, Begil kendisine verilen ganimeti az bulur ve beylerin toplantısını terk eder ve evine döndüğünde karısına, “Oğuza asi oldum belli bilin !” der. Karısı da, “Yiğidim bey yiğidim, padişahlar tanrının gölgesidir, padişahına asi olanın işi rast gelmez.”(Dede Kortkut,s:188) )diyerek daha politik bir yol izler. Nitekim, bu sözler asi beyin çok hoşuna gider ve şefe giderek özür diler, bağlılığını bildirir.Şeriata göre Padişahın görevi yeryüzünde adaleti sağlamaktır. Adalet tanrısaldır, dolayısıyla onu sağlayacak olanın da tanrısal olması zorunluluğu doğar. İşte bu nedenle de, Fatih, “ cenab-ı şerifim” diyebilmekte, II. Abdülhamit” Allah’ın gölgesi olabilmekte, Kanun-u esasi (1876 Anayasası) padişahı ‘mukaddes (tanrısal)ve gayr mesul’(hiç kimseye karşı sorumlu olmayan) saymaktadır.”(Türkiye Tarihi, 2. Kitap. Önsöz,s: 8. Yayın Yönetmeni: Sina Akşin.)Bu tür örnekler diğer tek tanrılı dinler olan Hıristiyanlık ve Musevilik için de verilebilir.

Ganimetin en çoğunun beye ayrılması, savaş şefinin evinin yağmalanmasına ve bu yağmalamanın da boylar arası savaşlara yol açtığı anlaşılıyor. Olayı Dede Korkut’tan dinleyelim:

Üç Ok Bozok biraraya gelse Kazan evini yağmalatırdı.Kazan tekrar evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi.” (Dede Korkut,s: 232.)

Boz Ok boyuna haber vermeden, Üç Ok’un yağmalaması, Boz Ok’un Kazan Han’a düşman olmasına neden olur. Kazan’ın dayısı ve savaş yoldaşı Aruz şöyle konuşur:

Suçumuz neydi ki yağmada beraber olmadık. Daima Kazan’ın başına sıkıntılar gelsin, biz Kazan’a düşmanız belli bil !“(Dede Korkut,s: 232).
Sonunda Aruz, yeğeni Kazan ile düello eder ve öldürülür, kafasını Kazan’ın kardeşi, yani Aruz’un öbür yeğeni keser.

Aslında, talan ekonomisine dayanan bütün toplumlarda, lider talanı savaş arkadaşlarına eşit paylaştırdığı ölçüde vardır, ta ki iktidarını sağlama alana kadar. İktidarı tam olarak ele geçirince talanın (ganimetin) çoğunu kendisine ayırtır ve böylece toplumsal bunalımlar başlar.
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 25 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...