Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - EPİLEPSİ (SARA) HASTALIĞI ve DOSTOYEVSKİ'NİN ROMAN KAHRAMANLARI
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 17.02.2016, 13:43   #8
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 585 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: EPİLEPSİ (SARA) HASTALIĞI ve DOSTOYEVSKİ'NİN ROMAN KAHRAMANLARI

ZEVK VERİCİ DUYGULAR YAŞAMAK
(Nedensiz coşku-fantazi-Şehvet- Pedofili(Çocuk düşkünlüğü)

Hastalıklı hallerde düşler çoğu zaman çok belirgin ve canlı çizgileriyle, gerçeğe çok uygun oluşlarıyla dikkati çeker... Kimi zaman tablo, tüyleri ürpertecek kadar korkunçtur, ama mizansen ve bütün düşünce dizisi, gerçeğe öylesine uygun, sanat bakımından öylesine doludur ki, bu düşü gören insanın, hatta Puşkin ya da Turgenyev gibi bir sanatçı bile olsa, uyanıkken bunu uydurmasına olanak yoktur. Bu tür düşler, bu hastalıklı düşler, her zaman belleklerde uzun bir süre yer eder, zaten bozuk ve sarsılmış olan organizma üzerinde derin izler bırakır.” (Suç ve Ceza s:96.)
♦♦♦
“Farkında olmadan bir humma nöbeti içinde , sadece birdenbire bütün ağırlığını kaplayan dolu ve güçlü bir hayatın yeni ve sonsuz bir duygusuyla dolu olarak, acele etmeden , yavaşça merdivenlerden iniyordu. Bu duygu, birdenbire, umulmadık bir anda, affedildiği bildirilen bir idam mahkumunun duyacağı heyecanla ölçülebilir. ( Suç ve Ceza, II cilt, s:270,271)
(NOT: Dostoyevski Çar karşıtı siyasal örgütlerle ilişikli olduğu için idam cezasına çarptırılmış, darağacının dibinde asılmayı beklerken Çar’ın af yazısı ile canını kurtarmıştır. Bu nedenle, affedilen idam mahkûmun duygularını ondan daha iyi kimse bilemez, herhalde!...)
♦♦♦
“Mesela, evleneceğimden haberiniz var mı? Söyledim mi idi? Unutmuşum... Ama o zaman kesin olarak söyleyemezdim. Çünkü gelini bile henüz görmemiştim. Sadece bir niyetten öteye geçmiyordu. Ama, şimdi artık bir nişanlım var. İşi yoluna koydum. /.../ bu benim evlenme işim, kendine göre oldukça enteresandır./.../ Hani, bir kız çocuğu onun yüzünden kış kıyamette kendini suya atmış falan diye, dedikodusu edilen Resslich... Anladınız mı? Anladınız mı? bu evlenme işini pişirip kotaran odur. Bana yapayalnızsın sıkılır, biraz oyalanırsın, dedi. Ben gerçekten asık suratlı, küskün ruhlu bir adamım. Siz beni neşeli mi sanıyornuz? Hayır, ben asık suratlı bir adamım. Kimseye kötlük etmem, bir köşeye büzülür otururum. Bazen üç gün ağzızımı açmadığım olur. Ama şu Resslich tilkisinin kafasın neler geçtiğini ben size söyleyeyim: Karımı bırakarak savuşup gideceğimi sanıyor, tabii karım da ona kalacak, o onu piyasaya sürecek!.. /.../ Kız, bir ay sonra on altısına basacak... Bu hesaça, bir ay sonra onu evlendirmek mümkün olacak. Yani benimle evlendirmek... Kalkıp onlara gittim... Kendimi: Büyük çiftlik sahibi, tanınmış ailede şöyle ilişkileri olan zengin bir dul diye tanıttım. Benim ellisinde bir adam, onun ise daha on altısına basmamış bir konca oluşundan ne çıkar? Buna kim aldırır? /.../ Bu sırada kız da içeri girdi. Dizlerini kırara selam verdi. Düşünün ki, daha kısa etekli entari giyiyor. Açılmamış gonca gül! Gelincik gibi kızarıp bozarıyor (her halde ona söylemiş olacaklar!) Bilmem, kadın yüzleri üzerine siz ne düşünüyorsunuz? Bence, bu on altı yaş, bu çocuksu gözler, bu ürkeklik, utanmaktan gelen bu gözyaşları, olgun güzellikten de üstündür. Oysa bu kız üstelik, bir resim kadar da güzeldi. Açık sarı, lüle lüle, hafif dalgalı saçları, minimini dolgun kırmızı dudakları, son derece güzel ve minnacık ayakları var. Neyse tanıştık. Ben onlara bazı aile işlerimden ötürü acele ettiğimi söyledim. Ertesi gün, yani evvelsi gün nişanlandık. O zamandan beri, onlara her gidişimde, onu kucağıma alıyor ve hiç bırakmıyordum. Yavrucak gelincik gibi kızarıyor. Ben ise, durmadan onu öpüyorum. Annesi, pek tabii olarak, ona, kocası sayıldığımı, bunun böyle olması gerektiğini, anlatmaya çalışıyor. Dedim ya, bir içim su azizim. Ne yalan söyleyeyim, bu şimdiki nişanlılık durumu, belki de evlilik durumumdan daha iyidir. Hah! Hah! Hah! onunla iki sefer konuştum. Hiç de aptal bir kız değil. Bazen bana kaçamak, öyle bakışları var ki, adeta beni yakıyor. Biliyor musunuz onun, Raphael’in Madonna’sını andıran küçücük bir yüzü var. Gerçekten de, Sikstin kilisesindeki Madonna’nın yüzü hayalidir. Bu yüzde üzgün bir divane görünüşü hali var./.../ Dün onu kucağıma aldım. Herhalde bunu pek laubali bir eda ile yapmış olacağım ki, yüzü kıpkırmızı kesildi. Gözlerinden yaş geldi. Belli etmek istemiyordu ama, alev alev yandığı besbelli idi. Bir an için hepsi dışarı çıktı. Biz onunla baş başa kaldık. Ansızın boynuma atıldı. (İlk sefer böyle davranıyordu.) Küçücük kollarıyla beni sımsıkı kucakladı, öptü ve bana söz dinler, sadık, iyi bir eş olacağına, beni mutlu edeceğine, ömrünün her anrnı, her şeyini, ömrü boyunca bana ada¬maktan çekinmeyeceğine yeminler ederek söz verdi; bütün bunlara karşılık da benden sadece ve yalnız saygı beklediğini, “bundan başka hiç ama, hiçbir şey hiçbir hediye istemediğini söyledi, incecik tüller giymiş, genç kızlık utangaçlığı ’ ile yüzü pembeleşmiş, heyecandan gözleri parlamış, saçları lüle lüle, on altı yaşındaki bir melekten, tenha bir odada, bu çeşit sözler işitmek, çok ayartıcı, çok baştan çıkarıcı bir şey... Bunu siz de kabul edersiniz! Çok baştan çıkartıcı değil mi? /.../ Kısacası, sizin tutku ve şehvetinizi kamçılayan da aradaki bu korkunç yaş ve seviye farkı olsa gerek... Gerçekten de onunla evlenecek misiniz? Niye evlenmeyecek mişim? Ne olursa olsun evleneceğim... Herkes kendisiyle ilgili olan şeylere kendisi karar verir. Kendini en iyi aldatmasını bilen herkesten daha neşeli yaşar. Hah, hah!.. Bu su katılmamış erdem de nereden çıktı? Merhamet ediniz dostum ben günahkâr bir insanım... Hah, hah, hah! “(Suç ve Ceza-II, s: 272-276. Türkçesi: Hasan Ali Ediz. Engin Yayıncılık)
♦♦♦
“Şimdi aklıma değişik düşünceler geldikçe hoşuma gidiyor. Örneğin ben 41 yaşımı devirmiştim, kızsa henüz 16’sındaydı. Aramızdaki yaş farkından ileri gelen duygu beni büyülüyordu; bu durum çok tatlı bir şeydi, çok tatlı!” (Uysal Kız, s: 99. Türkçesi: Mehmet Özgül. Cumhuriyet Gazetesi Kitapları. Dünya Klasikleri)
♦♦♦
“Elena(10 yaşında kız çocuğu) kendini süzmeye başladı. Üstünü başını inceledi ve birden insanı şaşkınlığa düşüren bir şey yaptı. Görünüşte soğukkanlılığını hiç bozmadan çay fincanını masaya bıraktı, ağır bir hareketle ince entarisinin eteğini iki eliyle kavradı, aşağıdan yukarıya yırtarakikiye ayırdı. Sonra alev saçan gözlerini bana dikti.” (Ezilenler, s: 184)
♦♦♦
“Kızın yaşı kaç ? On iki, on üçü gösteriyor. Ama kavruk değil mi? İşini uydurur. Yerine göre onbir, işine gelinde de on beş der./.../ Elena’yı elinden tutarak batakhaneden çıktık/.../ Sevgi dolu gözleriyle bana baktı. O sabah neşeliydi, bakışları tatlıydı. Hem sokulgan, hem utangaç, hatta ürkek bir hali vardı. Sanki beni üzmekten, sevgimi kaybetmekten ve ağzından bir şey kaçırmaktan korkuyor gibiydi./.../ Bu çocuğa gitgide daha çok ısınıyordum./.../ Nelly tekrar utangaç bir edayla gülümsedi. Kapıyı açımış, eşikte konuşuyorduk. Nelly karşımda durmuş, yere bakarak bir eliyle omzuma tutunuyor, öbürüyle ceketimin kolunu çekiştiriyordu./.../ Yoo... Sır değil... Ben... Siz yokken kitabınızı okumaya başladım./.../ Bunu yavaşça, tatlı, içime işleyen bakışını gözlerime dikerek söyledi, kıpkırmızı kesildi./.../ Yüzüne karşı övülen yazarın utangaçlığını duyuyordum. O anda onu öpmek istiyordum; fakat yakışık almazdı. Nelly bir süre sustu. Sonra, derin bir kederle beni süzerek, Işıldayan, sevgi dolu bakışını yüzüme çevirerek, ürkek ürkek, darılmadım, dedi. Birdenbire elimi kaparak yüzünü göğsüme sakladı, nedense ağlamaya başladı. Bir yandan da gülüyordu. Hem ağlıyor hem de gülüyordu. İçimi tatlı bir duygu kapladı. Nelly bir türlü başını kaldırmak istemiyordu. Ben, yüzünü omzumdan ayırmaya çalışırken o daha çok sokuluyor, daha hızlı gülüyordu. Bu duygusal sahne bitince vedalaştık; acele ediyordum. Nelly, yanakları pembeleşmiş, yıldız gibi parlayan gözleri ve hep o utangaç haliyle arkamdan merdivene kadar koştu, erken dönmemi rica etti. Erken döneceğimi, hatta belki yemeğe yetişebileceğimi söyledim.” (Ezilenler. S:248-250. Türrkçesi: Hasan İlhan. Alter yayınları)
♦♦♦
“Başlangıçta ona pek dikkat etmemiştim, bana gelip giden birçokları gibiydi. Sonraları fark etmeye başladım. İnce yapılı, boyu ortadan uzun, sarışın bir kızcağızdı. ....İşte ilk kez orada kendisine dikkat ettim, hakkında özel ’şeyler düşünmeye başladım. Evet, bende bıraktığı izlenimi bugün olmuş gibi anımsıyorum, yani beni allak bullak eden izlenimi. En başta genç, çok genç olmasıydı. On dördünde bile göstermiyordu, oysa on altısını doldurmasına fazla bir şey kalmamıştı. Gene de asıl önemlisi onun başka bir yönüydü... onun hakkında bazı tasarılar dolaşmaya başlamıştı kafamda. Bu da onunla ilgili üçüncü özel düşüncem oldu....İşte her şey bundan sonra başladı.... kıza doğrudan doğruya evlenme önerisi yapınca şaşkınlığı daha da arttı. Onunla evlenmek benim için büyük bir onurdu. Böyle söyledim ona./.../ .Doğaldır ki, bana evet yanıtını verdi. Şunu da hemen eklemeliyim, evet demeden önce hayli düşündü. O kadar düşündü, o kadar düşündü ki, sonunda ben, “Eh, ne dersiniz?” diye sormak zorunda kaldım. “Eh” sözcüğünü biraz kuvvetli söylemekten kendimi alamamıştım. “Bekleyin, düşünüyorum,“ karşılığını verdi/.../ Yattığım halde uyuyamadım. Kafamın bir yerinde küt küt diye nabzım atıyor. Başımdan geçenlerin hepsini, bütün bu pislikleri kavramak istiyorum. Ah, şu pislik denen şeyler! Onu o vakit pislikten nasıl kurtarmıştım? Kızın bunu anlaması, davranışımı saygıyla karşılaması gerekirdi.” (Uysal Kız., s: 86,87. Türkçesi: Mehmet Özgül. Cumhuriyet Gazetesi Kitapları. Dünya Klasikleri)
♦♦♦
“Hiç kimseye rastlamadan dar ve uzun koridorda bir hayli dolaştı. Tam yüksek sesle bağırmak üzere iken, karanlık bir köşede, eski bir dolapla kapı arasında canlıya benzer tuhaf bir şey gördü. Mumu yaklaştırarak eğilip baktı; tahta bezi gibi sırılsıklam olmuş entarisi içinde titreyerek ağlamakta olan beş yaşında kadar bir kız çocuğu gördü. Kız, Sividrigaylov’dan korkmamış göründü. Ama ona, iri siyah gözleriyle şaşkm şaşkın bakakaldı. Çok ağlamış, ama artık susmuş, hatta avunmaya yüz tutmuş, ama hemen yine ağlamaya hazır çocuklar gibi, ara sıra içini çeke çeke hıçkırıyordu. Yavrucağın yüzü solgun ve bitkindi. Soğuktan donmuştu. Peki ama “bu çocuk buraya nasıl gelmişti?.. Demek ki buraya gizlenmiş ve bütün gece uyumamıştı.” Onu söyletmeye çalıştı. Kızcağız birden bire canlandı. Kendi çocuk diliyle ona, çabuk çabuk bir şeyler anlatmaya başladı. Kızcağız “annesinden, döveceğinden” “kıydığı” (kırdığı) bir fincandan söz ediyordu. Durmadan anlatıyor, anlatıyordu. Bütün bu söylediklerinden az çok şunları anlamak kabil olmuştu: Onu sevmiyorlardı. Annesi, gece gündüz içen ve kuvvetli bir ihtimalle, bu otelde, aşçılık eden bir kadındı. Kendisini dövüyor, korkutuyordu. Kızcağız annesinin fincanını kırmış, bu yüzden fena halde korkup akşam evden kaçmıştı. Herhalde uzun zaman avluda, yağmur altında bir yerlerde gizlenmiş, en sonunda bir kolayını bulup buraya girmişti. Dolabın arkasına büzülmüş, rutubetten, karanlıktan ve işlediği suçtan ötürü, yiyeceği dayağın korkusundan titreyerek ağlayarak, bütün gecesini bu köşede geçirmişti. Sividrigaylov, onu kollarına alarak odasına götürdü. Yatağının üstüne oturtarak soymaya başladı. Çıplak ayaklarına giydiği tabanları delik kunduracıkları, bütün gece bir su birikintisinde kalmış gibi ıslaktı. Kızı soyduktan sonra yatağa yatırdı. Yorgamyla örterek sımsıkı sarıp sarmaladı. Kızcağız hemen uyudu. Sividrigaylov, bütün bunları bitirince, yeniden karanlık düşüncelere daldı. Birdenbire öfkeli ve hoşa gitmeyen bir duygu ile: “Nereden aklıma esti burnumu sokmak!” diye söylendi. “Ne saçma şey!” Can sıkıntısı ile mumu yakaladı. Her ne pahasına olursa olsun, partal kılıklı adamı arayıp bulmak ve hemen buradan çıkıp gitmek istiyordu. Kapıyı açıp çıkacağı sırada bir küfür savurarak, “eh kızım!” diye söylendi. Sonra uyuyup uyumadığını ve nasıl uyuduğunu anlamak düşünce¬siyle kıza bir defa daha bakmak için geri döndü. Yavaşça yorganı kaldırdı. Yavrucak, derin ve mutlu bir uykuya dal¬mıştı. Yorganın altında vücudu ısınınca, solgun yanaklarım bir kızıllık kaplamıştı. Ama ne tuhaf, kızın yanaklarındaki bu kızıllık bir çocuk yanağında görülen bayağı kızıllıktan sanki daha güçlü daha parlaktı. Sividrigaylov: “Bu bir nöbet kızıllığı olacak!” diye düşündü. Bu adeta şarap içmekten olma bir kızıllıktı. Sanki ona koca bir bardak şarap içirmişlerdi. Kızıl dudakları adeta tutuşmuş gibi alev alev yanıyordu. Bu da ne demekti?.. Kızın uzun siyah kirpiklerinin titrediğini, kımıldadığım, göz kapaklarının hafifçe kalkarak altından, hiçte çocuksu olmayan, kurnaz, çapkın bir bakışın kendisine doğru kaydığını görür gibi oldu. Kız sanki, uyumuyor, uyur gibi yapıyordu. Gerçekten de işin doğrusu bu idi: Dudaklarında bir gülümseme uçuşuyor, uçları titriyor, gül¬memek içinkendini zorladığı anlaşılıyordu. Ama işte artık kendini zorlamaktan vazgeçtiği görüldü: Şimdi artık açık¬tan açığa, gülüyor çocuklukla hiç de ilgisi olmayan bu yüzde, hayasız, küstah bir ışık tutuşuyordu. Bu bir orospu yüzü idi. Bu, Kamelya’nın, Fransız orospularından satılık Kamelya’nın sıyrık yüzü idi. Artık saklayacak hiçbir şeyi kalmadığı için gözleri de açılmıştı. Bu gözler yakıcı hayasız bir bakışla onu süzüyor, çağırıyor, gülüyordu. Bu gülüşte, bu gözlerde, çocuğun yüzündeki bütün bu iğrenç şeylerde, bitmez tükenmez bir hayasızlık bir hakaret vardı. Sividrigaylov, büyük bir dehşetle ürpererek: “Nee! diye mırıldandı. Daha beş yaşında bu... Bu nasıl olur yahu?” Ama işte kız, alev alev yana yüzü ile ona doğru dönüyor, kollarını açıyordu... Sividrigaylov, büyük bir dehşet içinde:”Ah, melun!” diye bağırdı ve ona doğru elini kaldırdı... Ama tam bu sırada uyandı. Aynı yatakta, aynı biçimde yorganına, sarınmış bir halde idi. Mum yakılmamıştı. Pencereler artık gün ışığı ile ağarmıştı. (Suç ve Ceza, II cilt, s:311-313)
♦♦♦
“Susun ve dinleyin. Her şeyden önce benim de bir koşulum var: Sözümü hiç kesmeyeceksiniz, yoksa şaşırabilirim. Uslu uslu dinleyin şimdi. Yaşlı bir ninem var. Annemle babam öldüğü için daha küçücük bir kızken ninem beni yanma almış. Sık sık eski, iyi günlerini andığına göre bir zamanlar varlıklı bir kadınmış. Bana Fransızca öğretti, öğretmen tutup ders aldırdı. On beşime gelince (şimdi on yedisindeyim) derslere son verdik. /.../ Yüreğim doluydu. Konuşmak istiyor, konuşamıyordum./.../ Heyecanımı daha fazla yenemediğim için:Nastenka! Nastenka! diye haykırdım. Bana işkence ediyorsunuz! Yüreğimi parçalıyor, ölüm azabı çektiriyor¬sunuz! Her şeyi içime atamayacağım artık! içimde biriken¬leri konuşmadan edemeyeceğim.Bunları söyledikten sonra yerimden doğruldum. Nastenka elimi eline aldı, yüzüme şaşkın şaşkın bakıyordu. Size ne oldu? dedi en sonunda. Beni dinleyin, Nastenka! Size söyleyeceklerim saçma sapan sözler, aptalca zırvalar olabilir. Böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceğini bildiğim halde konuşmadan edemeyeceğim. Uğruna acı çektiğiniz kişinin hatırı için söyleyeceklerimi bağışlayın!..Nastenka ağıdı kesti. Yüzüme diktiği şaşkın gözlerinde tuhaf bir merak parıltısı vardı.Neymiş o söyleyecekleriniz? Olmayacak bir şey, ama sizi seviyorum Nastenka! İşte hepsi bu kadar! Bakalım bundan sonra benimle eskisi gibi konuşabilecek, söylediklerimi dinleyecek misiniz? Nastenka sözümü kesti:Ne olmuş ki? Bir şey mi var bunda? Sizin beni sev¬diğinizi çoktandır biliyor, ama böyle derinden değil de, bi¬raz sevdiğinizi sanıyordum... Demek durum bambaşka! Baştan da öyleydi, Nastenka, fakat şimdi, şimdi... Sizin ona bohçanızla gittiğiniz zamanki gibiyim ben de. Hatta daha da kötü, Nastenka. Çünkü onun bir sevdiği yoktu, ama sizin var.Neler söylüyorsunuz! Ne demek istediğinizi anlamyorum. Siz niçin böyle, hem de neden birdenbire... Aman Tanrım! Ben de saçmalıyorum. Ama siz...Nastenka büsbütün şaşırmıştı. Yanakları kızararak gözlerini yüzüme çevirdi. Şimdi ne yapayım, Nastenka? Hadi siz söyleyin! Suçlu olduğumu biliyorum. Güveninizi kötüye kullandım. Ama hayır, Nastenka, suçlu değilim ben. içimden bir ses böyle söylüyor, haklı olduğumu hissediyorum. Çünkü sizi hiçbir biçimde gücendiremem, sizi incitemem. Dostu nuzdum, gene de öyleyim. Değişen bir şey yok. Bakın iş¬te, gözyaşlarını akıyor, Nastenka. Bırakın aksın, kimseye bir zararı var mı? Nasıl olsa kurur...Beni kanepeye oturtmaya çalışıyordu.Oturun canım, oturun. Bakın siz şu işe!Hayır, Nastenka, oturmayacağım. Artık burada ka¬lamam... Bundan böyle görmeyeceksiniz beni. Söyleyeceklerimi söyleyeyim, ondan sonra gideceğim. Diyeceğim şu ki, sizi sevdiğimi hiçbir zaman öğrenemeyecektiniz. Gizimi kendime saklayacaktım. Böyle bir anda sizi bencilli-ğimle üzmemem gerekirdi. Ama konuyu siz açtığınıza göre suç benim değil, sizin... Beni yanınızdan kovmaya hakkınız yoktu.Kızcağız utanmasını elinden geldiğince gizlemeye çalışarak:Kovan kim! dedi. Ben sizi kovmuyorum ki!Demek kovmuyorsunuz? Oysa ben kendim kaçacaktım... Gene de durmayacağım. Yalnız önce içimi dökeyim. Demin ağlayıp sızlıyordunuz, acı acı sitem ediyordunuz. Çünkü... Çünkü (açıkça söyleyeceğim) aşkınızı reddettiler, sizi yüzüstü bıraktılar. Ben buna katlanamazdım, Nastenka!. Yüreğim size karşı öylesine büyük bir sevgiyle doluydu ki, yerimde sakin oturamazdım. Ama sevgimin bir işe yaramadığını görmekle de kahroluyordum. Bu durumda konuşmadan durabilir miyim, Nastenka? Dayanamadım, her şeyi söyledim.Bana acıyorsunuz, Nastenka. Bundan başka söyleyeceğiniz bir şey olabilir mi? Giden gitmiş, olan olmuştur; ağızdan çıkan söz geriye dönmez. Artık her şeyi bildiğinize göre işe buradan başlayalım... Siz demin oturduğunuz yerde ağlarken ben kendi kendime düşünüyordum ki... Evet, ne diyordum. Ha, kendi kendime düşünüyordum ki... Hoş, pek olacak bir şey değil ya... Düşündüm ki, herhangi bir sebep yüzünden onu sevmiyor olabilirsiniz. Bunu dün de bugün de düşündüm Nastenka. Öyleyse ne yapıp yapıp kendimi size sevdirmeliydim. Çünkü beni sevmeye başladığınızı kendi ağzınızla söylemiştiniz, işte söyleyeceklerim aşağı yukarı bunlar. Ha, bir şey daha var: Beni sevmiş olsaydınız şimdi ne yapardık; bir de bunu söyleyecektim. Beni dinleyen dostum -çünkü hâlâ dostumsunuz-, ben basit, yoksul, sıradan bir insanım. Hoş, asıl önemli olan bu değil -şaşırdığım için geveliyorum bu lafları-... Neyse, bırakalım şimdi bunları. Demek istediğim şu ki, tanımadığım bu adamı sevseniz, sevmeye devam etseniz, ben gene de sizi deli gibi sevecek, ama sevgimin size yük olmama¬sı için elimden geleni yapacaktım. Siz ancak yakınınızda, her an sizin için çarpan, minnet dolu, sımsıcak bir yürek olduğunu bilecek; yalnızca bunu anlayacaktınız. Hem öy¬le bir yürek ki... Ah, Nastenka, Nastenka!.. Beni ne durum¬lara soktunuz!..Nastenka kanepeden ayağa fırlayarak:Ağlamayın, ağlamanızı istemiyorum, dedi. Hadi kal¬kıp, biraz yürüyelim. Ağlamayı kesin artık.Mendilini çıkarmış, gözyaşlarımı siliyordu.Gözlerimde budalaca yaşların biriktiğini hissederek isteksiz isteksiz:Hemen hemen bu kadar, dedim. Buluşmamıza birkaç saat kala uyandım, sanki hiç uyuyamamıştım. Bilmiyorum bana ne oldu. Gelirken size bunları anlatmak istiyordum... Zaman durmuş, o anda içimdeki duygular sonsuzlaşmış gibiydi. O anın sonsuza kadar uzayacağını, yaşamın benim için durduğunu hissediyordum. Gözlerimi açtığım zaman sanki çok eskiden işitip ezberlediğim, sonra da unuttuğum tatlı bir ezgi çalınıyordu kulağımda. Yaşadığım sürece ruhumdan kopmak isteyen ve şimdi fırsat bulan bir ezgi...Çok tuhaf! Nasıl bir şey bu? Bundan hiçbir şey anlamadım.Oysa size bu tuhaf duyguyu anlatmayı ne kadar isterdim, Nastenka!Yalvaran sesimde zayıf, gizli bir umut seziliyordu. Ah, seni şeytan! Bir anda Yeter bırakın şimdi bunları! dedi. O anda da son derece neşeli, afacan bir havaya bürünerek koluma girdi. Durmadan gülüyor, benim de gülmemi istiyordu. Utanarak söylediğim her söze ise çınlayan, uzun bir kahkahayla, yanıt veriyordu... Tam kızmak üzereydim ki, bu kez de cilve yapmaya başladı. Bakın, size ne söyleyeceğim: Bana âşık olmadığınız için biraz üzülüyorum, insanoğlu ne anlaşılmaz yaratık, değil mi? Ama, ey benim başeğmez dostum, saf bir kızım diye beni beğenmediğinizi söyleyemezsiniz. Çünkü size her şeyi, aklımdan geçen en saçma düşünceleri bile anlatıyorum. (Beyaz Geceler, s: 68 Türkçesi: Mehmet Özgül. Cumhuriyet Gazetesi Kitapları. Dünya Klasikleri)
♦♦♦
Kocasına, çocuklarına, toplumun ahlak anlayışına aşırı bağlı bir hanımefendiyi, bir seferinde, nasıl baştan çıkardığımı hatırladıkça, gülmekten kendimi alamam. Bu ne kadar eğlenceli ve zahmetsizce olmuş tu! Ama bu hanımefendi, gerçekten de kendine göre namuslu idi. Ona karşı uyguladığım taktik, fazilet ve namusluluğu karşısında düpedüz şaşkına dönmüş , hayran kalmış görünmekten ibarettir. Onu büyük bir yüzsüzlükle övüyor! göklere çıkarmıyordum. Mesela, onun, şöyle, elini sıkma fırsatım bulsam, hatta bir bakışını elde etsem, istemediği halde bunu ondan zorla kopardığımı, şirretlik ve edepsizlil göstermeseydim kadının direnmesi karşısında bunu asla elde edemeyeceğimi, saflığından ötürü tuzağa düşürüldüğünü, istemeyerek buna razı olduğunu vb... söyleyerek kendi kendimi azarlıyordum. Sözün kısası ben muradıma ermiştim. Bizim hanımefendi ise, masum ve namuslu olduğuna, payına düşen bütün borç ve ödevleri yaptığına tamamıyla inanmıştı. Oysa hiç farkında olmadan mahvolmuştu. Eninde sonunda onun da benim gibi zevk peşinde koştuğunu samimi olarak söylediğim zaman ne kadar da öfkelenip küplere binmişti! /.../ Aynı sonucun Avdotya Romanovna üzerinde de elde edilmeye başlandığını söylersem, darılmazsınız sanırım. Ama, kendi budalalığım ve sabırsızlığım yüzünden her şeyi berbat ettim. Avdotya Romanovna’nın bundan önce de birkaç sefer bakışlarımdan (hele bir seferinde özellikle) hiç hoşlanmadığına bilmem inanır mısınız? Kısacası gözlerimde şiddet ve hayasızlığı gittikçe artan bir pırıltı tutuşuyor ve bu, Avdotya Romanovna’yı korkutuyordu. Bu pırıltı nihayet onu tiksindirmeye başladı.... Böyle bir tutku fırtınasına yakalanabileceğimi hiç mi hiç tasavvur etmemiştim.”(Suç ve Ceza, cilt II, s:270. Türkçesi: Hasan Ali Ediz. Engin Yayıncılık)
♦♦♦
“Rodyon Romanoviç, hayatınızda bir sefere olsun kırkardeşinizin gözlerinin bazen nasıl tutşabildiklerini görseydiziniz! Koca bir bardak şarabı dikip şimdi sarhoş olduğuma bakmayınız! Size söylediklerimin hepsi doğrudur. Sizi temin ederim ki, bu bakışlar rüyalarıma bile giriyordu. Nihayet artık onun etek hışırtısına bile dayanamaz olmuştum. Doğrusu sara illetine tutulacağından korkuyodum.” (Suç ve Ceza, Cilt- II, s:271)
♦♦♦
“Dul kalan Varvara Petrovna yas içindeydi. Böyle olmakla birlikte kocasının bu ani ölümü, onda büyük bir sarsıntıya neden oldu, kadın, dünyadan büsbütün elini eteğini çekti. /.../ Her akşam iki dost, bahçede buluşuyor, ortalık kararıncaya kadar kameriyede oturup duygularını, düşüncelerini birbirlerine açıyorlardı. Birkaç akşam böyle geçti. Ansızın Stepan Trofimo-viç’in aklına tuhaf bir düşünce geldi: ‘Sakın bu teselli arayan kadının bende gözü olmasın? Yas zamanı geçince benden bir evlenme önerisi mi bekliyor ne?’ Hayasızca bir düşünce ama, insa¬nın, kültürü arttıkça bu cinsten düşüncelere daha çok eğilir. Zekâ geliştikçe düşünceler çeşitlenmeye başlar. Bu olasılık kafasında giderek yer etti, ‘olur mu olur...’ diye düşünmeye başladı./.../ Stepan Trofimoviç, günden güne tereddüte düşüyor, bir karar veremediği için derin bir sıkıntıya kapılıyordu. Dahası bu kararsızlık yüzünden bir iki kez ağladı (oldukça sık ağlardı). Bir gün karanlık basarken, canlı, tatlı bir söyleşiden son¬ra, heyecanla birbirlerinin elini sıkarak, Stepan Trofimoviç’in oturduğu barakanın kapısında birbirlerinden ayrıldılar. Her yaz Stepan Trofimoviç gerekli eşyasını alıp bahçe içindeki bu küçük yapıya geçerdi. Zihnini kurcalayan türlü düşünceler içinde eve girdi, eline aldığı puroyla açık pencerenin yanına gitti, kımıltısız durdu, yorgundu, gökyüzünde parlak ayın çevresinden kayıp ge¬çen tüy kadar hafif bulutları seyre daldığı bir sırada ansızın duyduğu hafif bir hışırtıyla titredi, başını çevirdi. Karşısında Vaıvara Petrovna’yı gördü. Birbirlerinden ayrılalı beş dakika olmamıştı. Kadının sarı yüzü morarmıştı, kısılı dudaklarının kenarları titriyordu. Belki on saniye hiç konuşmadan dik dik Stepan Trofimoviç’e baktı. Bakışları sert, acımasızdı. Sonra çabuk çabuk mırıldandı:
“Bunu yaptığınız için sizi hiç affetmeyeceğim.”
Aradan on yıl geçince, Stepan Trofimoviç, kapıyı sımsıkı kapadıktan sonra, fısıltıyla bu dokunaklı öyküyü bana anlattı ve o anda şaşkınlıktan olduğu yerde donup kaldığını yemin ederek ekledi. O denli şaşırmıştı ki, Varvara Petrovna’nın odadan çıkıp gidişinin bile farkında olmamıştı. Daha sonra Varvara Petrovna bu olayı hiçbir zaman ima bile etmediği için Stepan Trofimoviç’in hastalıktan önce bir düş görmüş olduğuna inanası geliyordu, çünkü hemen o akşam hasta düşmüş, tam iki hafta yatakta yatmış, bu yüzden bahçe söyleşileri de sona ermişti. Bunun bir düş olması olasılığına karşın, bütün ömrünce her gün bunun devamını, yani bu olayın çözülmesini isteyip durmuştu. Bunun böylece sona ermiş olmasına İnanmıyordu! “( Ecinniler, s: 16-17.)
♦♦♦
(Sividrigaylov) “Kalktı, arkası pencereye dönük olarak yatağın kenarına oturdu. “İyisi mi, hiç uyumamak!” kararını verdi. Ama pencereden ıslak bir soğuk geliyordu. Yerinden kalkmadı yorganı sırtına çekti ve sarındı. Mumu yakmadı. Hiçbir şey düşünmüyor, düşünmek de istemiyordu. Ama, hülyalar birbirini kovalıyor, birbiriyle bağlantısı olmayan başsız ve son¬suz düşünce kınntılan parlayıp sönüyordu. Yan uykulu hale düşer gibi oluyordu. Soğuk mu karanlık mı, ıslaklık!! mı, yoksa pencerenin altında uluyan ve ağaçlan sallayan rüzgâr mi, onda, sürekli bir fantastik eğilim ve içinde bir istek uyanmasına neden oluyordu? Nedense gözlerinin önüne hep çiçekler geliyordu. Hayalinde muhteşem bir manzara canlanmıştı. Pırıl pınl, güneşli, adeta sıcak bir gün, bir Paskalya günü. Kokulu çiçek tarhları arasında dört yanı pa¬tika ile çevrili, İngiliz zevkine göre yapılmış, güzel, zengin bir villa!.. Taş merdivenleri sarmaşıklarla kaplı. Merdiven tırabzanlan sarmaşık güllerinden görünmez olmuştu. Nefis bir hah ile döşenmiş ışıklı, serin merdivenlerin kenarında, içleri nadir çiçeklerle dolu Çin saksıları sıralanmıştı. Pencere içlerinde, su dolu saksılarla, açık yeşil, uzun ve dolgun sapları üzerine başlarım eğmiş, etrafa baş döndürücü koku¬larım saçan beyaz, nazlı nergis demetleri aynca dikkatiniçekti. Canı, bunlardan ayrılmak bile istemiyordu. Ama, merdivenden çıkarak, yüksek tavanlı geniş bir salona girdi Burada da, her yerde, pencerelerde, terasa açılan kapının yanında, terasın kendinde, her yerde ve her yanda çiçekler vardı. Döşeme, yeni biçilmiş, taze ve kokulu çimenlerle örtülü idi. Pencereler açıktı. Tatlı, serin bir rüzgar hafif hafif esiyor, pencerelerin altında kuşlar cıvıldaşıyordu.” (Suç ve Ceza, cilt II, s:310 )
♦♦♦
(Raskolnikov,) “Şimdi kafası yalnız üzüntülü, pek de belirli ol¬mayan bir düşünceyle meşguldü. Durduğu yerden, uzun uzun, dikkatle uzaklan seyretti Raskolnikov, burasını iyi bilirdi. Eskiden üniversiteye gittiği sıralarda, bir alışkanlıkla, daha çok evine dönerken, tam şimdi durduğu yerde, belki yüzlerce kez durduğu, gerçekten çok güzel olan bu panoramayı seyrettiği, her seferinde de içinde uyanan belirsiz, anlaşılması güç bir duyguyla sanki şaşkına döndüğü olmuştur. Bu çok güzel panorama onda daima anlatılması elde olmayan soğuk bir izlenim bırakıyordu. Bu zengin panorama onca dilsiz ve sağırdı. Her seferinde bu panoramanın kendisinde bıraktığı kasvetli, esrarlı izlenime şaşar, kendisine ve geleceğine inancı olmadığı için bu konuyu çözümlemeyi ertelerdi. Şimdi ise, birdenbire, hem o eski sorunları, hem de duyduğu şaşkınlığı apaçık bir biçimde hatırladı ve bu hatırlayış ona pek de rastgele görünmedi. Sanki, şimdi de, yine eskiden olduğu gibi düşünebileceğini akıl etmiş gibi, sadece ve aynı yerde, yine eskisi gibi durması bile ona garip ve tuhaf göründü. Buna, hem gülecek gibi oluyor, hem de kalbi burkuluyordu. Şimdi ona bütün o eski geçmiş, o eski düşünceler, eski ödevler, eski konular, eski izlenimler ve bütün panorama, hatta kendisi bile, her şey dipsiz derinliklerde, aşağıda, ayaklarının altında bir yerdeymiş gibi geliyordu. Adeta yükseklere çıkmışçasına her şey gözerinden kaybolmuştu. ...Ona öyle geldi ki, şu dakikada, her şeyle ve herkesle olan ilgisini makasla kesmiş gibiydi.” (Suç ve Ceza, I. cilt, s:174.)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 17 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...