Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - HAZRET-I EBÛ BEKR-I SIDDÎK
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 27.03.2010, 10:05   #4
WåñTêd_øØ7
Usta Yiğido
 
WåñTêd_øØ7 - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
WåñTêd_øØ7 Şuan WåñTêd_øØ7 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Tournaments Won: 2

Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 735 WåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYOR
Standart IMÂM-I ALÎ BIN EBÎ TÂLIB

IMÂM-I ALÎ BIN EBÎ TÂLIB
“radıyallahü anh”

Emîr-ül mü’minîn Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh ve
kerremallahü vecheh”, (Tesavvufda, insanlara vilâyet yolunun
feyzlerinin ulasmasına vâsıta olan) oniki imâmın birincisidir.
Künyesi Ebül Hasen ve Ebû Türâbdır. En çok sevdigi ismi,
Ebû Türâb idi. Kendisini bu ismle çagırınca sevinirdi. Bir
gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kızı hazret-i Fâtımanın
“radıyallahü anhâ” evine gitdi. Hazret-i Alîyi “radıyallahü
anh” göremeyince, amcamın oglu nerede diye sordu.
Hazret-i Fâtıma “radıyallahü anhâ” aramızda birsey vâki’ oldu.
Üzülüp dısarı gitdi. Benim yanımda kaylûle yapmadı, dedi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi bulması
için bir kimse gönderdi. O kimse arasdırıp geldi ve hazret-
i Alînin mescidde kaylûle yapdıgını söyledi. Kaylûle ögleden
önce biraz uyumakdır. Geceyi ihyâ edenlere sünnetdir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mescide gitdi. Hazreti
Alîyi “radıyallahü anh” uyumus ve ridâsı üzerinden düsdügü
için arkasına toprak bulanmıs oldugu hâlde buldu. Mubârek
eliyle toprakları silip, “Kalk yâ Ebâ Türâb, kalk yâ Ebâ Türâb”
buyurdu.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Ben kimin mevlâsı
isem, Alî de onun mevlâsıdır. Beni seven Alîyi sever) buyurdu.
Berâ bin Âzib “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir:
Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alînin
“radıyallahü anh” elinden tutup buyurdu ki: “Ben
mü’minlere nefslerinden sevgili degilmiyim?” Orada bulunanlar,
evet yâ Resûlallah, seni nefslerimizden çok severiz,
dediler. Sonra hazret-i Alî “radıyallahü anh” için, (Ben kimin
mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır! Yâ Rabbî, onu seveni
sev! Onu sevmeyeni sevme!) buyurdu.
¥ Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” fazîletleri ve üstünlükleri
söze ve yazıya sıgmaz. Imâm-ı Ahmed bin Hanbel
“rahmetullahi aleyh” söyle demisdir: Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân”
hiç birinden Alî bin Ebî Tâlibin “kerremallahü
– 304 –
vecheh” fazîletleri kadar isitilmemisdir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-
i Bagdâdî “kuddise sirruh” ise söyle demisdir: Eger
hazret-i Alî “radıyallahü anh” muhârebelerden biraz fırsat
bulabilseydi, bize tesavvufa âid çok seyler gelirdi ki, kalbler
ona tâkat getiremezdi. (Serh-i te’arrüf) kitâbında söyle yazılmısdır:
Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh” âriflerin basıdır.
O kendisinden önce kimsenin söylemedigi ve kendisinden
sonra da benzerini dahî kimsenin söyliyemedigi seyleri söylemisdir.
Meselâ, bir gün minber üzerinde: Bana Arsın altındakilerden
sorunuz. Benim kalbim ilmle doludur. Bu ilm, agzımda
bulunan Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek agzının suyundandır. Mubârek agzının suyunu agzıma
koymusdu. Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn
ederim ki, eger izn verilse, Tevrâtda ve Incîlde olan seyleri
söylerdim ve benim sözlerimi tasdîk ederlerdi, buyurmusdur.
O meclisde Da’leb Yemânî adında bir kimse vardı. Hazret-i
Alînin “radıyallahü anh” bu sözlerini duyunca, bu kisi ne
söylüyor, ona bir soru sorayım da rüsvâ edeyim, dedi. Kalkıp
bir sey sormak istiyorum, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü
anh”, ögrenmek için ise sor, inâd için ise sorma, buyurdu.
Da’leb Yemânî, sen beni süâl sormaga mecbûr etdin, diyerek,
yâ Alî “radıyallahü anh” Rabbini gördün mü, diye sordu.
Hazret-i Alî, görmedigim Rabbime tapmıyorum, dedi.
Da’leb: Nasıl gördün diye sordu. Hazret-i Alî, bas gözü ile
görülmez, ancak kalbler hakîkî yakîn ile görür. Rabbim birdir,
ortagı ve benzeri yokdur. Mekânı yokdur. Üzerinden zemân
geçmez, hislerle anlasılmaz, mahlûklara kıyâslanmaz,
buyurdu. Da’leb Yemânî bu sözleri duyunca feryâd edip düsdü
ve bayıldı. Bir müddet sonra kendine gelince, hiç kimseye
inâd ve imtihân niyyetiyle soru sormayacagına dâir Allahü
teâlâya söz verdi. Hazret-i Alî ona dedi ki, sunu bilmelisin ki,
Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle buyurmusdur: Alîye
“radıyallahü anh” ilmin onda dokuzu verilmisdir. Onda birine
de ortakdır.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve)
adlı kitâbında söyle yazmısdır: Rûm kayseri, Emîr-ül
– 305 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:20
mü’minîn hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi zemânında
çok müskil süâller yazıp, cevâblandırması için bir elçiyle
gönderdi. Bu hâdise kitâblarda uzun anlatılmısdır. Hazret-
i Ömer “radıyallahü anh” Kayserin mektûbunu okudu
ve hazret-i Alîye gönderdi. Hazret-i Alî okudukdan sonra,
kalem ve kâgıd istedi. Soruların cevâbını yazıp elçiye verdi.
Elçi, hazret-i Ömere, bu cevâbları yazan kimdir, diye sordu.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” da, Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” amcasının oglu, dâmâdı ve dostudur,
dedi.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alînin “radıyallahü anh” hâzır
ve latîf cevâblarından biri söyledir: Bir gün yehûdîlerden
bir gurub gelip: Ey müslimânlar! Siz Peygamberinizin vefâtından
sonra ne yapdınız? Birbirinize kılıç çekip, harb bile
yapdınız, dediler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” onlara: Ey
yehûdîler, sizin ayaklarınız henüz denizden kurumamısdı ki,
hazret-i Mûsâya “aleyhisselâm” bize baskalarının ma’bûdları
gibi ma’bûdlar bul dediniz, buyurdu.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alîye “radıyallahü anh” dediler
ki, hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü
anhümâ” zemânlarında müslimânlar arasında fitne ve
harbler olmadı. Hazret-i Osmânın ve Senin “radıyallahü anhümâ”
zemânında ise ızdırâb, üzüntü, karısıklıklar ve harbler
oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bu söze söyle cevâb
verdi: Hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü
anhümâ” yardımcıları, hazret-i Osmân ve ben “radıyallahü
anhümâ” idik. Hazret-i Osmânın ve benim yardımcılarım ise
sizler oldugunuzdan böyle oldu.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Fil vak’asından yedi sene
sonra Mekkede dogdu. Ba’zıları o Kâ’bede dogdu demislerdir.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberligi
bildirildiginde, hazret-i Alî onbes yasında idi. Ba’zıları
onüç, ba’zıları on yasında idi demislerdir. Dokuz yasında
idi diyenler de vardır. Birinci rivâyet sahîhdir. Ibni Cevzî,
(Safve-tüs safve) kitâbında hazret-i Alînin vefât etdiginde
yası hakkında dört rivâyet vardır, bunlar altmıs üç, altmıs
– 306 –
bes, elliyedi ve ellisekizdir, diye yazmısdır.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Osmân “radıyallahü anh”,
sehîd edildikden üç gün sonra defn edildi. Bes gün sonra ise
halk hazret-i Alînin yanına gelip, halîfeligi kabûl etmesini istediler.
Zîrâ o sırada halîfelige ondan dahâ lâyık kimse yokdu.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh” kabûl etmemek için çok
ugrasdı. Ancak sonunda kabûl etdi ve hâzır bulunanlar ile
bî’at yapdı. Bî’at edenler arasında Huzeyme bin Sâbit, Ebül
Heysem bin Tîhân, Muhammed bin Müslim, Ammâr bin
Yâser, Ebû Mûsel Es’arî, Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü
anhüm ecma’în” gibi dahâ nice kimseler vardı. Hazret-i Talha
ve hazret-i Zübeyr “radıyallahü anhümâ” da bî’at etdiler.
Abdüllah bin Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs da ehl-i kıble ile
savasmaga katılmamaları kaydıyla bî’at etdiler. Bu husûsdaki
hadîs-i serîfleri sebeb olarak gösterdiler. Hâsılı, hazret-i
Alînin hilâfeti bî’at ile gerçeklesdi. Hâl ve akd ehli, bu husûsda
ittifâk etdiler. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” vilâyetinin
ve kerâmetinin nihâyeti yokdur.
¥ Sahîh rivâyetlerle sâbit olmusdur ki, hazret-i Alî mubârek
ayagını atının üzengisine koyarken Kur’ân-ı kerîmi okumaga
baslar, diger ayagını koyarken veyâ bir rivâyete göre
de ata binip oturunca temâmını hatm ederdi.
¥ Esmâ binti Umeys hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhümâ”
söyle anlatdıgını rivâyet etmisdir: Zifâfa girdigim gece,
Alîden “radıyallahü anh” korkdum. Çünki yer onunla
konusuyordu. Sabâhleyin bu hâli Resûlullaha “sallallahü
aleyhi ve sellem” anlatdım. Resûlullah secde yapdı. Bir müddet
sonra mubârek basını kaldırdı ve bana söyle buyurdu:
“Sana müjdeler olsun ey Fâtıma! Senin neslin çok temiz olacak.
Allahü teâlâ kocanı diger insanlardan dahâ fazîletli kıldı.
Yeryüzüne, sarkdan garba her ne oluyorsa, ona haber
vermesini emr eyledi, buyurdu.
¥ Imâm-ı Fahreddîn Râzî “rahmetullahi aleyh” (Tefsîr-i
kebîr)inde söyle yazmısdır: Imâm-ı Alînin “radıyallahü anh”
sevdiklerinden Abdüllah Esved adında bir kimse vardı. Bir
– 307 –
gün hırsızlık yapdı. Hazret-i Alînin huzûruna getirdiler. Sen
mi, yapdın diye sordu. Esved, evet dedi. Bunun üzerine elini
kesdi. Esved dısarı çıkıp giderken, yolda Selmân-ı Fârisîye ve
Ibni Kevâye “radıyallahü anhümâ” rastladı. Ibni Kevâ, elini
kim kesdi diye sordu. Esved, elimi mü’minlerin emîri, müslimânların
reîsi, Resûlullahın dâmâdı ve Betülün zevcesi kesdi,
dedi. Ibni Kevâ, sen elini keseni medh mi ediyorsun, dedi.
Esved, nasıl medh etmeyeyim ki, benim elimi hak üzere kesdi
ve beni Cehennem atesinden kurtardı, dedi. Selmân-ı Fârisî
“radıyallahü anh” Esvedin bu sözlerini hazret-i Alîye anlatdı.
Hazret-i Alî, Esvedi yanına çagırdı. Kesilen elini bileginin
üzerine koydu ve bir mendil ile örtüp düâ etdi. O sırada
gökden bir ses isitdiler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” örtdügü
mendilin kaldırılmasını emr etdi. Kaldırıp bakdılar ki, Esvedin
eli Allahü teâlânın izniyle iyilesmis, eskisi gibi olmusdu.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kûfeye
gitmisdi. Birgün sabâh nemâzını kıldıkdan sonra, bir kimseye
falan yere git, orada bir mescid vardır. Mescidin yanında
bir ev vardır. O evde bir kadınla bir erkek münâkasa ediyorlar.
Onları buraya getir, dedi. O sahs gidip onları getirdi.
Hazret-i Alî onlara, bu gece çok çekisdiniz, dedi. O genç, ey
mü’minlerin emîri, bu kadını nikâhla aldım. Ancak ne zemân
yanına yaklasmak istesem bana ondan bir nefret hâsıl oldu.
Gücüm yetse onu yanımdan temâmen uzaklasdıracakdım.
Benimle çekismege basladı. Siz emr gönderip, bizi çagırıncaya
kadar kavga ediyorduk, dedi. Hazret-i Alî, ba’zı sözler
vardır ki, herkesin isitmesi gerekmez, dedi. Orada bulunan
diger kimseler dagıldılar. Hazret-i Alî o kadına dönerek kocası
olan genci gösterdi ve bunun kim oldugunu biliyor musun,
dedi. Kadın hâyır, dedi. Hazret-i Alî kadına, ben söyliyeyim.
Yalnız sen de inkâr etme, dedi. Sonra, sen falanın kızı
falan degil misin, dedi. Kadın evet, dedi. Senin amcanın bir
oglu vardı. Birbirinizi severdiniz. Annen evlenmenize râzı olmadı.
Sen bir gece helâya gitmek için dısarı çıkdın. Amcanın
– 308 –
oglu seni tutdu ve yaklasdı. Ondan hâmile kaldın. Bu durumu
annene söyledin. Babandan gizledin. Çocugu doguracagın
zemân annen seni dısarı çıkardı. Bir oglan dogurdun. Bir
beze sarıp, insanların kazâ-ı hâcet yapdıkları bir dıvârın dibine
bırakdın. Bir köpek gelip çocugu kokladı. Sen bir tas
atdın. Tas çocugun basına degip yardı. Annen elbisesinden
bir parça bez yırtıp, çocugun basını sardı. Çocugu orada bırakıp
gitdiniz. Bir dahâ da görmediniz. Kadın, evet ey
mü’minlerin emîri öyle oldu. Bunu benden ve annemden
baska kimse bilmiyordu, dedi. Hazret-i Alî sözlerine devâm
ederek söyle dedi: O gün sabâhleyin çocugu falan kâfile oradan
alıp götürdüler. Büyütüp terbiye etdiler. Sonra o genç
kâfile ile Kûfeye gelip, seni nikâh etdi. Gence basını aç dedi.
Genç basını açınca, basında tas yarasının izi görüldü. Kadına
bu genç senin oglundur. Allahü teâlâ sizi harâm islemekden
korudu! Haydi oglunu al git, buyurdu.
¥ Kûfe halkı Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alîye, Fırat nehrinin
suyu tasdı, ekinlerimiz ziyân oldu. Allahü teâlâya düâ
ediniz de suyu biraz azalsın, dediler. Hazret-i Alî evine girdi.
Halk kapısında bekliyordu. Biraz sonra dısarı çıkdı. Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” hırkasını giymis, cübbesini
omuzuna almıs, sarıgını basına koymus, asâsını da eline almısdı.
Bir at istedi ve ata binip Fırat nehrinin kenârına gitdi.
Halk da yaya olarak arkasından gitdiler. Nehrin kenârına
varınca atdan indi ve iki rek’at nemâz kıldı. Sonra asâyı eline
alıp, köprünün üzerine çıkdı. Hazret-i Hasen ve hazret-i
Hüseyn de “radıyallahü anhümâ” yanında idi. Asâsıyla suya
dogru isâret etdi. Su biraz azaldı. Bu kadar yeter mi buyurdu.
Halk, biraz dahâ azalsın, dediler. Asâsıyla ikinci def’a
isâret etdi. Su biraz azaldı. Yine bu kadar yeter mi diye sordu.
Biraz dahâ azalmasını istediler. Üçüncü def’a isâret etdi
ve su biraz dahâ azaldı. Halk, ey mü’minlerin emîri bu kadar
yeter, dediler.
¥ Cündeb bin Abdüllah el-Ezdî “radıyallahü anh” söyle
anlatmısdır: Cemel ve Sıffîn harblerinde hazret-i Alî “radıyal-
– 309 –
lahü anh” ile berâberdim. Hazret-i Alînin haklı oldugundan
hiç sübhem yokdu. Nehrevâna varıp, orada konakladık. Bu sırada
içime bir sübhe düsdü. Karsımızdakilerin hepsi kurra ve
seçilmis kimselerdir. Onları katl etmek büyük bir isdir, diyordum.
Sabâhleyin askerlerin arasından çıkdım. Bir matara suyum
vardı. Bir yerde mızragımı yere dikip, kalkanımı üzerine
asdım. Kalkanın gölgesinde oturdum. Bir de bakdım ki, Emîrül
mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” çıka geldi. Yanında
hiç su var mı, dedi. Mataramdaki suyu verdim. Alıp uzak
bir yere gitdi ve görünmez oldu. Sonra göründü. Abdest almısdı.
Gelip kalkanın gölgesine oturdu. O sırada atlı birisi geldi
ve hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” sordu. Yâ Emîr-el
mü’minîn! Bu atlı kimse sizi görmek istiyor, dedim. Çagır gelsin,
dedi. Çagırdım. Huzûruna gelip yâ Emîr-el mü’minîn, muhâlifler
Nehrevânı geçdiler ve suyu kesdiler, dedi. Hazret-i
Alî “radıyallahü anh”, imkânsız geçmis olamazlar, dedi. Biz
böyle konusurken bir kisi dahâ çıkageldi. Muhâlifler suyu
geçdiler, dedi. Hazret-i Alî, geçmediler, dedi. O kimse vallahi
ben, onların sancaklarını suyun öbür tarafında görmeden gelmedim,
geçdiler, dedi. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî ise, vallahi
geçmediler! Nasıl geçerler ki, onların düsüp, kanlarının
akacagı yer burasıdır, dedi. Sonra beklemege basladı. Ben de
bekliyordum. Kendi kendime, Elhamdülillah elime bir ölçü
geçdi. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” hâlini bu ölçü ile anlarım.
O yâ yalancı bir bahâdırdır veyâ onun Allahü teâlâdan
veyâ Resûlünden bildigi bir delîli vardır, dedim. Kendi kendime
söyle karar verdim. Muhâlifler suyu geçmislerse, hazret-i
Alîye karsı, geçmemislerse muhâliflere karsı savasayım, dedim.
Askerlerin arasından geçdim ve bakdım ki, muhâlifler
suyu geçememisler. Bayrakları aynı yerde duruyordu. Bu sırada
hazret-i Alî “radıyallahü anh” sırtıma dokunup, haydi
isinle mesgûl ol, dedi. Savasmaya baslayıp, muhâliflerden birini
öldürdüm. Arkasından birini dahâ öldürdüm. Birinin
üzerine de atımı sürüp hücûm etdim. Onu yaraladım, o da
beni yaraladı. Ikimiz de yere düsdük. Arkadaslarım beni alıp
götürmüsler. Kendime geldigimde muhârebe bitmisdi.
– 310 –
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir muhârebeye baslayınca
söyle demisdi: Karsı tarafın askerleri katl olunup, on
kisiden az kalmadıkca buradan geçemezler! Benim askerlerimden
ise on kisiden az sehîd olacakdır. Savasdan sonra
muhâliflerden dokuz kisi sag kalmısdı. Hazret-i Alînin askerlerinden
ise dokuz kisi sehîd olmusdu.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir kimseye; seni falan
yerde falan hurma agacının üzerine asacaklar, dedi. Aynen
söyledigi gibi oldu.
¥ Haccâc bin Yûsüf, Kumeyl bin Ziyâdı “radıyallahü teâlâ
anh” yanına çagırdı. Kumeyl bin Ziyâd gitmeyip kaçdı.
Haccâc onun akrabâlarını ve yakınlarını bulundukları vazîfelerden
uzaklasdırdı. Bunun üzerine Kumeyl bin Ziyâd, ben
zâten yaslandım. Benim yüzümden yakınlarımı islerinden
mahrûm etmesi dogru degildir diyerek, Haccâcın yanına geldi.
Haccâc maksadım seni ele geçirmekdi, dedi. Kumeyl bin
Ziyâd Haccâca, ben ihtiyârladım. Bana istedigini yap, gidecegimiz
yer Allahü teâlânın huzûrudur. Beni öldürürsen,
senden hesâb sorulacakdır. Bana Emîr-ül mü’minîn hazret-i
Alî “radıyallahü anh”, Senin kâtilin Haccâc olacakdır diye
söyledi, dedi. Haccâc, Kumeyl bin Ziyâdın “radıyallahü
anh” boynunu vurdurdu!
¥ Haccâc bir gün, Ebû Türâbın ya’nî hazret-i Alînin “radıyallahü
anh” Eshâbından birini öldürerek Allahü teâlâya yaklasmak
istiyorum. Onunla en çok bulunup sohbet eden de kölesi
Kanberdir, dedi. Kanberi “radıyallahü anh” yanına çagırtdı.
Gelince, Kanber sen misin, diye sordu. Evet benim, dedi.
Alî bin Ebî Tâlibin kulumusun [kölesi misin], dedi. Ben Allahü
teâlânın kuluyum. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü
anh” velîni’metimdir, dedi. Haccâc, onun yolundan döner misin
diye sordu. Kanber, onun yolundan, dîninden efdal bir din
göster, dedi. Haccâc, seni öldürmek istiyorum, ne seklde öldürülmek
istiyorsun söyle, dedi. Kanber “radıyallahü anh” nasıl
istersen öyle öldür. Ben de kıyâmet günü seni öldürürüm. Zâten
hazret-i Alî “radıyallahü anh” bana, ey Kanber! Seni
zulmle öldüreceklerdir, buyurmusdu, dedi. Haccâc emr etdi,
Kanberi “radıyallahü anh” öldürdüler.
– 311 –
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Berâ
bin Âzibe “radıyallahü anh”, oglum Hüseyni “radıyallahü
anh” sehîd edeceklerdir. O zemân sen hayâtda olacaksın.
Ona yardım etmeyeceksin, buyurdu. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü
anh” sehîd oldu. Berâ bin Âzib “radıyallahü anh”
Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî dogru söyledi. Hazret-i Hüseyn
sehîd edildi. Ben ona yardım etmedim, dedi. Pismânlık
duydu.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir yolculugunda Kerbelâya
ugradı. Sagına soluna bakıp agladı ve geçdi. Burası onların
develerinin çökdürülecegi yerdir ve katl olunacakları
makâmdır, dedi. Yanında bulunan Eshâbı, ey Emîr-el
mü’minîn! Burası neresidir, diye sordular. Burası Kerbelâdır.
Burada bir kavm öldürülecekdir. Onlar hesâbsız Cennete
gireceklerdir, buyurdu. O sırada bu sözün ma’nâsını anlayamadılar.
Ancak Kerbelâ vak’ası olup, hazret-i Hüseyn sehîd
edilince anlasıldı.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kûfeden asker istemisdi.
Epeyce i’tirâzlardan sonra gönderdiler. Askerler gelmeden
önce, hazret-i Alî “radıyallahü anh” oniki bin kisi geliyor
buyurdu. Eshâb-ı kirâmdan biri demisdir ki, askerlerin
geçdikleri yere durdum. Teker teker saydım. Tam onikibin
kisi idiler.
¥ Sıffîn harbine giderken, hazret-i Alînin “radıyallahü
anh” askerlerinin bir konak yerinde suya ihtiyâcı oldu. Her
ne kadar saga sola kosusdurdular ise de, su bulamadılar.
Hazret-i Alî, Eshâbını yoldan biraz sapdırdı. Çölde bir kilise
göründü. Kilisede bulunanlardan su sordular. Buradan iki
fersâh uzakda su var, dediler. Eshâbı, hazret-i Alîye, izn verirsen
gidelim, herhâlde tâkatımız tükenmeden suya ulasırız,
dediler. Hazret-i Alî oraya gitmege lüzûm yokdur, dedi. Sonra
katırını kıbleye dogru çevirdi. Bir yere isâret ederek, burayı
kazın buyurdu. Biraz kazdılar, büyük bir tas çıkdı. Tası
bir dürlü sökemediler. Hazret-i Alî, su bu tasın altındadır.
Gayret edin kaldırın, dedi. Çok ugrasdılar. Fekat tası kaldıramadılar.
Hazret-i Alî bu hâli görünce katırından indi. Kol-
– 312 –
larını sıgadı. Mubârek parmaklarını tasın altına sokdu, zorlayıp
tası kaldırdı ve uzaga atdı. Oradan gâyet saf, tatlı ve
soguk bir su çıkdı. O sudan içdiler. Yanlarına da aldılar.
Hazret-i Alî o tası tekrâr yerine koydu ve üzerini toprakla
örtün, buyurdu. Orada bulunan kilisenin râhibi bu hâli gördü.
Hemen kiliseden çıkıp, hazret-i Alînin huzûruna geldi.
Sen Peygamber misin, dedi. Hâyır, ben mürsel peygamber
Muhammed Mustafânın “aleyhisselâm” halîfesiyim, dedi.
Râhib, hazret-i Alîye, elini ver müslimân olayım, dedi. Râhib,
Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden
abdühü ve Resûlühü ve enneke vasıyyü Resûlühü, ya’nî
senin de Resûlün vasîsi olduguna sehâdet ederim diyerek
müslimân oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” râhibe, sen
bu yasa kadar kendi dîninde yasamıssın. Simdi ne sebeble
bizim dînimize girdin, diye sordu. Râhib: Ey mü’minlerin
emîri, bu kiliseyi, bu tası kaldıracak kimse için yapmıslardır.
Biz kitâblarımızda okuyorduk ve âlimlerimizden duyuyorduk
ki, burada bir çesme vardır. Üzerinde de bir tas vardır.
O tası ancak Peygamber veyâ Peygamberin vasîsi kaldırabilir.
Bu tası senin kaldırdıgını görünce, arzûma kavusdum ve
senelerdir bekledigim seyi buldum, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü
anh” bu sözleri isitince agladı. Gözlerinin yasından
sakalı ıslandı. Sonra Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni
unutulmuslardan eylemedi. Kitâbında zikr edilenlerden eyledi,
buyurdu. O râhib, hazret-i Alînin ordusuna katılıp,
Sâm ehline karsı çok savasdı ve sehâdet se’âdetine erisdi.
Hazret-i Alî nemâzını kıldırdı ve Allahü teâlâya onun afvı
için düâ etdi. Ondan bahs edilince, o benim dostumdur, buyururdu.
¥ Habbe-i Urnî “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn
hazret-i Alînin “radıyallahü anh” Eshâbından idi. O söyle
anlatmısdır: Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” ile yapılan
harb günlerinde, Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir kilisenin
yanında konakladı. Bir kisi gelip; esselâmü aleyke yâ Emîrel
mü’minîn, dedi. Hazret-i Alî, ve aleykesselâm, dedi. O
kimse, ben Sem’un bin Yuhennâyım. Bu kilisenin sâhibi-
– 313 –
yim. Bizim yanımızda bir kitâb vardır. Îsâ aleyhisselâmdan
beri, mîrâs olarak bize intikâl etmisdir. Isterseniz okuyayım,
dedi. Hazret-i Alî, oku, buyurdu. O kisi okumaga basladı.
Kitâbda Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vasfı ve
ümmetinin vasfları yazılıydı. Sonunda da bu kilisenin yanında
Peygambere en yakın olan mesrık ehâlisini dîne, îmâna
getiren ve garb ehâlisiyle harb eden birisi konaklar. Ona göre
dünyâ, siddetli fırtınalı bir günde rüzgârın savurdugu
kumdan dahâ hafîfdir. Ona göre, Allah yolunda ve Onun
muhabbetiyle ölmek, susamıs kimsenin su içmesinden dahâ
kolaydır. Ona yardım eden, Allahü teâlânın rızâsına kavusur
ve onun yanında savasırken ölen sehîd olur, diye yazılı idi.
Sonra o kimse dedi ki: O Peygamber gönderildi. Ben o Peygambere
îmân etdim. Sen gelip buraya konaklayınca huzûruna
geldim ki, artık diri veyâ ölü hep seninle berâber olacagım.
Onun bu sözleri üzerine hazret-i Alî ve yanında bulunanlar
aglasdılar. Sonra hazret-i Alî: Allahü teâlâya hamd
olsun ki, beni unutulanlardan eylemedi. Kitâbında zikr etdi,
dedi. Habbe-i Urnî sözlerine devâmla söyle anlatmısdır:
Hazret-i Alî bana, bu kimse seninle birlikde kalsın, dedi.
Kusluk ve aksam yemeklerinde onu yanına çagırırdı. Leyletül-
Harîrde, harbin siddetli bir zemânında o kimse sehîd oldu.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh” nemâzını kıldırdı, kabre
kendisi indirdi ve bu kimse Ehl-i Beyti seven bir kisidir, buyurdu.
¥ Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Hudeybiye gününde,
Mekkeye dogru yola çıkdı. Müslimânlar susadılar. Hiçbir
yerde su bulamadılar. Resûlullah Cahfede konakladı.
“Içinizden kim, birkaç kisiyle falan kuyuya gidip, kablara
su doldurup bize getirebilir. Allahın Resûlü onu Cennet ile
müjdeliyor” buyurdu. Bir kisi kalkıp ben giderim, dedi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” suculardan birkaç kisi
ile onu gönderdi. Selemetübni Ekvâ “radıyallahü anh”
der ki, ben de onlarla berâberdim. O kuyuya yakın bir yere
vardık. Orada agaçlar vardı. Agaçların arasından çok sesler
– 314 –
isitdik ve hareketler gördük. Odunsuz ates görünüyordu. Biz
çok korkduk. Agaçlardan öteye geçmege cesâret edemedik.
Geri dönüp, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna
geldik. Onlar cinnîlerden bir gurub idi, sizi korkutdular.
Eger gitseydiniz önceden söyledigim gibi size hiç zararları
dokunmazdı, buyurdu. Bir kisi dahâ kalkıp, ben gideyim yâ
Resûlallah, dedi. O da sucular ile berâber gitdi. Onlar da
agaçlık yere varınca korkup geri döndüler. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”: Eger gitseydiniz evvelce söyledigim
gibi size hiç bir zarar gelmezdi, buyurdu. O sırada gece oldu.
Eshâb-ı kirâmın susuzlugu iyice artdı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi “radıyallahü
anh” huzûruna çagırdı. Sucularla berâber gidip o
kuyudan su getiriniz, buyurdu. Selemetübni Ekvâ söyle anlatır:
Kablarımızı arkamıza asdık. Kılıçlarımızı ellerimize aldık.
Hazret-i Alî önden gidiyor ve su ma’nâdaki si’ri okuyordu:
“Cinnîlerin gürültülerinden ve korku salmak için gösterdikleri
atesden, korkarak geri dönmekden, Rahmân olan Allahü
teâlâya sıgınırım.” Agaçlık yere varınca biz de sesler duyduk
ve hareketler gördük. Bizi korku kapladı. Kendi kendimize,
Alî “radıyallahü anh” de o iki kimse gibi geri döner, diyorduk.
Hazret-i Alî bize dönüp, benim arkamdan yürüyünüz. Gördüklerinizden
korkmayınız. Size onlardan zarar gelmez, dedi.
Agaçların ortasında hiç odun yokken, büyük atesler yanmaga
basladı. Bir takım kesilmis baslar göründü. Korkunç sesler çıkarıyorlardı.
Çok korkduk. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” o
kesik basların arasına girdi. Bize arkamdan geliniz, saga sola
bakmayınız ve hiç korkmayınız, dedi. Arkasından ta’kîb edib
kuyuya vardık. Bir kovamız vardı. Berâ bin Mâlik “radıyallahü
anh” bir iki kova su çekdi. Sonra kovanın ipi kopup, kova
kuyuya düsdü. Kuyunun dibinden gülüsme ve kahkahâ sesleri
geldi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, kim gidip askerlerden
bir kova dahâ getirir, dedi. Hiç birimiz o agaçların arasından
geçmege cesâret edemeyiz, dediler. Bunun üzerine hazret-i
Alî “radıyallahü anh” beline bir ip baglayıp, kuyuya indi. Ku-
– 315 –
yudan kahkaha sesleri geliyor ve gitdikçe artıyordu. Hazret-i
Alî kuyunun yarısına kadar inince, ayagı kayıp kuyuya düsdü.
Kuyudan velvele sesleri geliyordu ve bir insanı bogazlarken
çıkan sesler gibi sesler isitiliyordu. O sırada hazret-i Alînin sesi
isitildi. Allahü Ekber! Allahü Ekber! Ben Allahın kulu
ve Resûlullahın kardesiyim! Su kablarınızı asagıya salın diyordu.
Su kablarını kuyuya saldık. Hepsini su ile doldurdu.
Agızlarını bagladı ve birer birer yukarı çıkardı. Biz birer kab,
hazret-i Alî iki kab su alıp, gitdik. Agaçların arasına gelince,
önceki isitdigimiz sesleri ve hareketleri hiç isitip görmedik.
Hiç biri yokdu. Agaçların arasından çıkmamıza az kalmısdı
ki, heybetli bir ses isitdik. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve
sellem” ve hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” medh eden beytler
okuyordu. Hazret-i Alî önümüzden gidiyordu ve si’r söylüyordu.
Resûlullahın huzûruna varınca, hazret-i Alî olanları
birbir anlatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dönerken
duydugunuz ses, Safâ tepesinden putların seytânı olan
Müs’ıri öldüren Abdüllah adlı cinnînin sesi idi, buyurdular.
¥ Allahü teâlâ, hazret-i Alî “radıyallahü anh” için günesi
iki kerre batdıkdan sonra geri gönderdi. Birisi, Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, digeri de vefâtından
sonra vukû’ buldu.
Ümmü Seleme, Esmâ binti Umeys, Câbir bin Abdüllah
ve Ebû Sa’îd-il-Hudrî “radıyallahü anhüm ecma’în” söyle rivâyet
etmislerdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bir gün evinde hazret-i Alînin “radıyallahü anh” yanında
oturuyordu. O sırada Cebrâîl aleyhisselâm vahy getirdi.
Vahyin agırlıgından Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek basını hazret-i Alînin dizine koydu. Günes batıncaya
kadar o seklde kaldı. Hazret-i Alî ikindi nemâzını kılmamısdı.
Îmâ ile oturdugu yerde kıldı. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” mubârek basını kaldırdı. Yâ Alî, ikindi nemâzını
kıldın mı, buyurdu. Yâ Resûlallah, oturdugum yerde
îmâ ile kıldım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
düâ et, Allahü teâlâ günesi geri çevirsin, nemâzını vaktinde
– 316 –
ve ayakda kıl, buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” düâ
etdi. Günes geri geldi ve ikindi nemâzını vaktinde kıldı. Esmâ
binti Ümeys “radıyallahü anhâ” söyle demisdir: Gurûb
vaktinde günesden bıçkı sesi gibi bir ses duyuldu. Bu hâdise
dahâ evvel geçmisdi. Fekat iki rivâyet farklı oldugundan burada
tekrâr zikr edildi.
¥ Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından
sonra, Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Bâbile
giderken, Fırat nehrini geçmek istedi. Ikindi nemâzının
vakti idi. Kendisi ve Eshâbından bir kısmı ikindi nemâzını
kıldılar. Digerleri hayvânlarını sudan geçirmekle mesgûl oldular
Bu sırada günes batdı. Ikindi nemâzını kaçırdılar. Bu
konuda çok sözler söylediler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”
bu sözleri duyunca, günesi geri getirmesi için Allahü teâlâya
düâ etdi. Allahü teâlâ düâsını kabûl edip, günesi geri gönderdi.
Ikindi nemâzını kılmamıs olanlar nemâzlarını kıldılar
ve günes tekrâr batdı. O sırada günesden korkunç bir ses geldi.
Eshâb çok korkdular. Tesbîh, tehlîl ve istigfâr etmege
basladılar.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” kendisinin haberlerini,
hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” götüren bir sahsa, niçin
götürdün, dedi. O sahs inkâr etdi. Hazret-i Alî, yemîn
edermisin, dedi. O sahs yemîn etdi. Hazret-i Alî, eger yalan
yere yemîn etdiysen, Allahü teâlâ senin gözünü kör etsin,
dedi. Aradan bir hafta geçmeden o sahsın gözleri kör oldu.
Bastonundan tutup çekerlerdi. Aslâ yolunu göremezdi.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve)
adlı eserinde de bu hâdiseye benzer bir hâdiseyi söyle
nakl etmisdir: Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir gün Rahbede
bir sahsa bir sey sordu. O sahs dogru söylemedi. Hazret-
i Alî, yalan söylüyorsun, buyurdu. O sahs hâyır yalan
söylemiyorum, dedi. Hazret-i Alî, eger yalan söylüyorsan sana
beddüâ edeyim, Allahü teâlâ seni kör eylesin mi, dedi. O
da et, dedi. Bunun üzerine hazret-i Alî ona beddüâ eyledi.
Dahâ Rahbeden çıkmadan gözleri kör oldu.
– 317 –
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh”, bir
gün mescidde bulunanlara yemîn vererek: Kim Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” (Beni seven, Alîyi de sever)
buyurdugunu isitdiyse, sâhidlik etsin, dedi. Oniki kisi
sâhidlik etdi. Bir kimse Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” bu hadîs-i serîfi söyledigi sohbetde bulundugu hâlde
sâhidlik etmedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ona ey
falan, sen bu hadîs-i serîfi duydugun hâlde niçin sehâdet etmedin,
diye sordu. O kimse ben ihtiyârdım, unutdum, dedi.
Hazret-i Alî, yâ Rabbî eger bu sahs yalan söylüyorsa, derisinde
bir beyâzlık meydâna getir ki, sarıgı o beyâzlıgı örtmesin,
diye düâ etdi. Bu hâdiseyi nakl eden kimse, vallahi o
sahsı gördüm, iki gözünün arasında bir beyâzlık meydâna
gelmisdi, demisdir. Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” demisdir
ki: O gün ben de o meclisde veyâ böyle bir meclisde
idim. Ben de o hadîs-i serîfi isitenlerden idim. Fekat onu gizledim,
sâhidlik etmedim. Allahü teâlâ benim gözlerimin nûrunu
giderdi. Demislerdir ki, Zeyd bin Erkam “radıyallahü
anh” sâhidlik etmediginden dolayı dâimâ pismân olup, Allahü
teâlâdan magfiret dilerdi.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir
gün minbere çıkdı ve söyle buyurdu: Ben Allahın kuluyum.
Resûlullahın kardesi ve vârisiyim. Cennetdeki kadınların
seyyidesini nikâh eden benim. Benden baska bu da’vâda bulunana
Allahü teâlâ bir musîbet versin! O meclisde bulunan
bir kimse, ben Allahın kuluyum ve Resûlullahın kardesiyim
diyen bir kimsenin sözü kimseye hos gelmez. Buna kim inanır,
dedi. Dahâ yerinden kalkmadan, aklını kaybedip, delirdi.
Orada bulunanlar, dahâ önce buna böyle birsey olmus
mu, idi diye sordular. Kavmi hâyır olmadı, dediler. O kimsenin
hazret-i Alî hakkında kötü düsünmesi sebebiyle böyle
oldugunu herkes anladı.
¥ Sıffîn harbinde bir gün Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî
“radıyallahü anh”, Ey Ebâ Müslim neredesin, diye nidâ eyledi.
Hazret-i Alînin oglu Muhammed bin Hanefiyye “radıyallahü
anh”: Babacıgım, Ebû Müslim arka saflardadır, de-
– 318 –
di. Hazret-i Alî, Ey oglum, Ebû Müslim Havlânîyi kasdetmiyorum.
Ben bu ordunun kumandanı olacak olan Ebû Müslimi
kasdediyorum. O mesrik tarafından siyâh bayraklarla çıkar,
çok harb eder. Allahü teâlâ onun vâsıtasıyla dînini yayar.
Dînin yayılmasında onunla birlikde olanlara ve zâlimlerin
baslarının asagıda olmasına gayret gösterenlere müjdeler
olsun, buyurdu.
¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”,
Kûfe halkından Muhammed bin Ebî Bekre “radıyallahü
anh” yardım etmelerini istedi. Fekat kabûl etmediler. Hazret-
i Alî “radıyallahü anh”, yâ Rabbî! Bunlara öyle birini musallat
et ki, bunlara hiç acımasın, diye düâ etdi. Bir rivâyetde
ise bunlara Sakîfden birini musallat et, demisdir. O gece Haccâc
dogdu. Haccâc Kûfe halkına çok eziyyet etmisdir.
¥ Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” bir gün, ne olurdu
ne zemân vefât edecegimizi bilseydik, dedi. Yanında bulunanlar
biz bunu bilemeyiz, dediler. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü
anh” ben bunu Alîden “radıyallahü anh” ögrenirim. Çünki,
onun agzından çıkan söz hakdır, dedi. I’timâd etdigi kimselerden
üç kisi çagırdı. Onlara Kûfeye gidiniz. Kûfeye bir konak
kalınca, birbirinizin arkasından aralıklı olarak Kûfeye giriniz.
Benim vefât etdigimi söyleyiniz. Yalnız, hastalıgım, vefât
zemânım, kabrimin yeri ve nemâzımı kimin kıldırdıgı hakkında
hepiniz aynı seyi söyleyiniz, dedi. O üç kisi yola çıkdılar.
Kûfeye bir konak kalınca, önce birisi gitdi. Nereden geliyorsun,
dediler. Sâmdan geliyorum, dedi. Sâmda ne haberler vardır,
diye sordular. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât
etdi, dedi. Onu hazret-i Alînin “radıyallahü anh” huzûruna
götürdüler. Hazret-i Alî onun söylediklerine i’tibâr etmedi.
Ikinci gün diger kimse Kûfeye girdi. Ona da önceki kisiye sordukları
seyleri sordular. O da birinci kimsenin söylediklerini
söyledi. Bu haberi yine hazret-i Alîye iletdiler. Fekat o iltifât
etmedi. Üçüncü günde, üçüncü sahs Kûfeye girdi. O da öncekilerin
söyledigi seylerin aynısını söyleyince, hazret-i Mu’âviyenin
“radıyallahü anh” vefât etdigine kimsenin sübhesi kalmadı.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ise, hâyır o vefât etmedi,
– 319 –
dedi. Mubârek basını göstererek, bunun kanıyla yüzüm kana
bulanmadıkca Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât etmez, buyurdu.
O üç kisi bu haberi hazret-i Mu’âviyeye iletdiler. Hazret-
i Mu’âviye kendisinin hazret-i Alîden sonra vefât edecegini
anladı ve öyle oldu.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir hutbesinde Bagdâd
vak’asına isâret ederek; sanki ben, Benî Abbâsdan birisinin
kurbanlık yerine getirilen develerin tepelendigi gibi, tepelendigini
görüyor gibiyim, dedi. Dinleyenler, buna mâni’ olmak
mümkin degil mi, dediler. Yazık o kimseye ki, bu gün
Allahü teâlânın emrini bırakıp, dünyâya dalmıs ve zarara ugramısdır,
dedi. Sonra o hutbesinde: Eger istesem o kimselerin
ismlerini, künyelerini ve sıfâtlarını, katl olunacakları yeri
haber verebilirim, buyurdu.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir hutbesinde de, kendisinin
kâtili olan Abdürrahmân bin Mülceme isâret ederek,
kendisinin kâtili olacagını söylemisdir. Bir def’asında Abdürrahmân
bin Mülcemi Kûfe mescidinde gördü ve su
ma’nâdaki beyti okudu:
Hâzırlan ölüme, o gelmekdedir sana,
Baslama feryâda, ölüm gelince sana.
Sonra Ibni Mülcemi yanına çagırdı ve ona senin câhiliyyet
zemânında veyâ çocuklugunda hiç lakabın varmı idi, diye
sordu. Bilmiyorum, dedi. Sana ey sakî veyâ ey Sâlihin kısır
devesi diyen, yehûdî bir süt annen varmı idi, dedi. Ibni
Mülcem vardı, dedi. Hazret-i Alî baska birsey söylemeyip,
susdu.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir gün söyle buyurdu:
Dün gece Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâda
gördüm. Yâ Resûlallah! Ümmetinden bana ulasan bu mihnetler
ve husûmetler nedir, dedim. Onların üzerine düâ et,
buyurdu. Yâ Rabbî! Bana onlardan iyi karsılık ver ve onların
üzerine benden kötüsünü musallat eyle, diye düâ etdim.
O gün düâsı kabûl olunup sehîd edildi.
– 320 –
¥ Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır:
Babam Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” vefât
edince, bir ses isitdik. Bu Allahın kulunu bize bırakınız,
siz dısarı çıkınız, diyordu. Biz dısarı çıkdık. Evin içinden bir
ses duyduk. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât
etdi. Onun vasîsi de sehîd oldu. Bundan sonra bu ümmeti
kim koruyacakdır, diyordu. Birisi cevâb verip: Kim onun yolundan
gider ve onun ahlâkı ile ahlâklanırsa, bu ümmetin koruyucusu
o olur, diyordu. Sonra sesler kesildi. Eve girdik.
Hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” yıkanmıs ve kefenlenmis
bulduk. Nemâzını kılıp defn etdik.
¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ogulları hazret-i Hasene
ve hazret-i Hüseyne “radıyallahü anhümâ” söyle vasıyyet etmisdi.
Vefât etdigim zemân beni bir serîrin üzerine koyup,
Gazbin tarafına götürünüz. Orada beyâz bir tas bulacaksınız.
O tasdan nûr yayıldıgını görürsünüz. Orayı kazınız. Hâzırlanmıs
bir mekân bulacaksınız. Beni oraya defn ediniz. Söyledigi
seyler aynen görüldü ve vasıyyeti yerine getirildi.
¥ Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” kabrini yerle aynı seviyede
örtmüslerdi. Hârûn Resîd bir gün avlanırken, Gazbin
tarafına gitmisdi. Ceylânlar Gazbin tarafına kaçıp gizlendiler.
Her ne kadar avcı dogan kuslarını ve av köpeklerini oraya
gönderdilerse de, ceylânlara yaklasamayıp, geri geldiler.
Bunun sebebini Gazbindeki ba’zı ihtiyârlara sordular. Ihtiyârlar,
dedelerimizden hazret-i Alînin “radıyallahü anh”
kabrinin burada oldugunu duyduk, dediler. Hârûn Resîd bunu
duyunca kabûl etdi. Hayâtda oldugu müddetce her sene
gelip ziyâret etdi.
¥ Hazret-i Alîye “radıyallahü anh” muhâlif olanların ugradıkları
musîbetlerden bir kısmını Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi
aleyh” (Delâil-ün-nübüvve) kitâbında söyle yazmısdır:
Firâs bin Amr, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
zemânında bas agrısına tutuldu. Resûlullah onun iki
gözü arasına dokundu. Mubârek parmaklarının dokundugu
yerden kirpi kılı gibi bir kıl çıkdı. Bas agrısı kesildi. Hâricîler,
hazret-i Alîye “radıyallahü anh” karsı harekete geçdikle-
– 321 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:21
rinde, Firâs bin Amr hâricîler tarafını tutdu. Basındaki o kıl
düsdü ve siddetli bas agrısı basladı. Bu isin basına gelmesi
hazret-i Alîye “radıyallahü anh” karsı hücûm etdigindendir,
dediler. Firâs bin Amr “radıyallahü anh” tevbe etdi. Basında
o kıl tekrâr çıkdı ve bas agrısı kesildi.
¥ Sâlih bir kimse söyle anlatmısdır: Bir gece rü’yâmda kıyâmet
kopmus ve bütün insanları hesâba çekmek üzere topladıklarını
gördüm. Sırat köprüsüne dogru gidip, sıratı geçdim.
Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” Kevser havuzunun
yanında gördüm. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn
“radıyallahü anhümâ” da insanlara su dagıtıyorlardı. Bana
da su vermeleri için yanlarına gitdim. Bana su vermediler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sana su vermek istemezler,
buyurdu. Niçin yâ Resûlallah dedim. Senin bir komsun
var. Alîye “radıyallahü anh” la’net eder ve kötü sözler
söyler ve sen ona mâni’ olmazsın, buyurdu. Yâ Resûlallah!
Bende ona mâni’ olacak kuvvet yokdur, beni öldürmesinden
korkarım, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bana bir bıçak verdi ve git onu öldür, buyurdu. Rü’yâmda gidip
o komsuyu öldürdüm. Geri dönüp, yâ Resûlallah, emrinizi
yerine getirdim, dedim. O zemân Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” hazret-i Hasene dönerek: Yâ Hasen, buna
su ver, buyurdu. Hazret-i Hasen bana su verdi. Su kâsesini
elinden aldım. Fekat içip içmedigimi hâtırlamıyorum. Sonra
uykudan uyandım. Abdest alıp sabâha kadar nemâz kıldım.
Sabâhleyin birkaç kisi aralarında falan kimseyi bu gece yatagında
öldürmüsler diye konusuyorlardı. Hâkimin adamları
gelip komsulardan birkaç suçsuz kimseyi yakalayıp götürdüler.
Ben kendi kendime, Sübhânallah! Bu nasıl rü’yâ idi ki
hakîkat oldu diyordum. Sonra hâkime gidip, o adamı ben öldürdüm.
Yakaladıgınız kimseler suçsuzdur, dedim. Hâkim,
sen ne söylüyorsun, diye sasırdı. Ben rü’yâ gördüm. Allahü
teâlâ o rü’yâyı hakîkat yapdı. Benim günâhım nedir diyerek,
hâkime rü’yâmı anlatdım. Hâkim bana Allahü teâlâ sana
hayrlı mükâfatlar versin. Sen de suçsuzsun, yakaladıklarımız
da suçsuzdur, dedi.
– 322 –
¥ Alî bin Zeyd “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır:
Sa’îd bin Müseyyib “radıyallahü anh” bana bir sahsı gösterdi.
Git o sahsı gör, dedi. Sen hâlini söyle, ben onu görürüm,
dedim. O öyle bir sahsdır ki, Resûlullahın Eshâbından hazret-
i Alî ve hazret-i Osmân “radıyallahü anhümâ” hakkında
uygun olmayan sözler söylüyor, dedi. Ben Allahü teâlâya
münâcât edip, yâ Rabbî, eger hazret-i Osmânın ve hazret-i
Alînin “radıyallahü anhümâ” senin yanında kıymetleri ve
i’tibârları varsa, bana bir nisân göster, dedim. O sahsın yüzü
siyâh oldu.
¥ Medînede bir sahs vardı. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”
hakkında kötü sözler söylerdi. Sa’d bin Mâlik “radıyallahü
anh” ona beddüâ etdi. O sahs devesini mescidin dısına baglayıp,
mescide girerek, cemâ’atin arasına oturmusdu. Devesi
yerinden sıçrayıp mescide girdi. O sahsı gögsünün altına alıp,
o kadar ezdi ki adam öldü.
¥ Ebû Abdüllah Muhammed bin Kayyım Cevziyye (Kitâbür-
rûh) adlı eserinde, Ibni Ebiddünyânın (Kitâb-ül-menâmât),
kitâbından nakl etmisdir. O da Kureysli bir ihtiyârdan
rivâyet etmisdir: O ihtiyâr söyle anlatmısdır: Sâmda yüzünün
bir tarafı siyâh bir adam gördüm. O tarafını dâimâ bir seyle
örterdi. Yüzünün neden böyle oldugunu sordum. Hâlimi her
sorana anlatacagıma dâir Allahü teâlâya söz verdim, dedi ve
anlatmaga basladı. Ben hazret-i Alî “radıyallahü anh” hakkında
çok kötü sözler söylerdim. Bir gece rü’yâmda, bir kisi
gelip, sen benim hakkımda kötü sözler mi söylüyorsun diyerek,
yüzümün bir tarafına bir sey vurdu. Sabâhleyin yüzümün
o tarafının siyâh oldugunu gördüm.
¥ Hüseyn bin Alî “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır:
Medîne vâlîsi Ibrâhîm bin Hisâm el-Mahzûmî, her
Cum’a bizi minber etrâfında toplar ve hazret-i Alî “radıyallahü
anh” hakkında yakısmayan sözler söylerdi. Yine bir
Cum’a günü mescid dolu idi. Ben minberin yanında oturuyordum.
Uyumusdum. Rü’yâmda Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” kabrinin açıldıgını gördüm. Bana, ey Ebû
Abdüllah! Bu sahsın sözlerine üzülmüyormusun buyurdu.
– 323 –
Evet üzülüyorum, dedim. Gözlerini aç bak, Allahü teâlâ ona
ne yapacak buyurdu. Gözlerimi açdım, yine hazret-i Alî “radıyallahü
anh” hakkında uygunsuz sözler söylüyordu. Birdenbire
minberden düsüp öldü.


Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır...

Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
WåñTêd_øØ7 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 2 Kullanıcı WåñTêd_øØ7'e Teşekkür Ediyor...