Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 09.05.2016, 12:36   #4
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 580 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: ONOMASTİK ANALİZLER-1

ONOMASTİK (İSİM BİLİM) ANALİZLER
“…'Sertel’lerin (Zekeriya Sertel-Sabiha Sertel) iki kızının pek mutaassıp sabetayist yaşamlarını, tek başına Sabiha’ya bağlayamayız. Tabii bu tespitimde hiçbir olumsuz ton yoktur ve eğer herhangi bir ton varsa, olumludur. Ben Halide (Edip Adıvar)ve Behice(Boran) ile birlikte Sabiha’yı (Sertel) hep üç “Büyük Türk Kızı” saydım ve devam ediyorum, cumhuriyetin kuruluşunda çok önemlidirler. Yalnız, sabetayistler, bazı sektörleri ellerinde tuttular ve hem sosyal mobilizasyonu kestiler ve hem de, bazıları, İsraele bağlandılar. “ (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Çıkış, s 264. Tekin Yayınevi)

Xxxxxxxxx
“Anılar birbirini izlediler, Cahit Uçuk’un ( Bombalı saldırıda öldürülen Doç. Dr. Bahriye Üçok’un teyze kızı) , kızkardeşinin adı “Kaya” idi ve Cahit de kızdır, İbrani asıllılarda isimler çok zaman cinsiyet tanımıyorlar; “sıla” ya da “selah” aynı sözcüktür, selah’ı “sıla” okuyoruz;kaya” Türkçe karşılığıdır. Bir İmparatorluk Çökerken kitabı, ilk baskı¬sını 1995 yılında yapmıştı, ancak parlaması daha sonradır. 2004 yılın¬da on üçüncü baskıyı bulduğunu görüyoruz. Cahit’in, ocak 2003’te yayınlanan Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar kitabı da bir ayda dört baskıya ulaşmıştı, dördü aşıp aşmadığını bilmiyorum. Bu yıllarda, 2003 ve 2004, sabetayist ilginin çok yükseldiğini tespit edebiliyoruz. Cahit, Selanik’ten mübadil olarak geldiklerinde, Selanik özleminden aile büyüklerinin gözyaşlarının sel olduğunu yazmadan edemiyordu; ancak yazdıklarının asıl ilginç yanı, üzerine oturdukları zenginliklerdir. Gönderilen Yunaniler’in çiftlikleri ve konakları mübadillere akı¬yor. “İyi” yerlere gönderilenler, Kayseri, Antalya, Trabzon, sanki petrol yatağı buldular ve hepsi büyük zengin oldular.

Cahit, İbrani asıllıdır ve Ziya Gökalp ve Turhan Feyzioğlu(Türkiye Barolar Başkanı Metin Feyzioğlu’nun dedesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi eski dekanı) ile akraba ailelerden geliyorlar. Anılarında, Antalya’da kavuştukları zenginlikleri anlatıyor ve tuhaf, Antalya’da bir zamanlar, önde gelen ailelerin bazen bir süre için kapılarını kapattıkları, küçük ve güzel kızlarının dışarıya çıkmalarına izin vermedikleri de yazılıdır. Dedikodu mu, olabilir ve ben not ediyorum. (Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 264.)


Xxxxxxxxxxx
Şöyle bir teoremi yazabiliyorum. En çok nerede idiler; terke zorlanan Yunaniler’in en yoğun yaşadıkları yerlededirler. 1920 yılını baz alacak olursak, Trabzon’da dünya ölçüsünde zengin Yunani yaşıyordu. Antalya, zengin Yunanilarin yurdu idi ve Kayseri’de pek zengindiler. Buralar, Trabzon, Antalya, Kayseri zenginlikleri Selanik’ten gelen İbrani asıllılara dağıtıldılar.

Sabancı ve Has aileleri(Eski İstanbul Bankası’nın sahipleri ve Akbank’ın ortakları) kayserilidirle. Adana’ya buradan indiler.İbrani kökenli olmaları büyük ihtimaldir. “Saban” , ibrani “nir” karşılığıdır (agy, s:265)
Xxxxx
Reşat D. Tesal’in, Selanik’ten İstanbul’a kitabı, 1998, göçertilen Yunaniler’in zenginliklerinin dağıtımındaki adaletsizlik öykülerini ve yakınmaları da yazıyor. İstanbul’a yerleşiyorlar, “bizim gibi, ailenin diğer birimleri de mübadil sıfatı ile mal-mülk, oturacak müstakil ev edinmişler, rahata kavuşmuşlardı” diyordu ve “bu konuda babam hepsine ayrı ayrı yardımcı olmuştu,” bunu da ekliyordu. İktisatçı terminolojisi ile bir “servet transferi” vardı; göçertilen ve Yunanistan’da yoksulluğa mahkum edilen zenginlerin servetleri, Selanik’ten gelen İbrani asıllılara veriliyordu, lüks yaşama kavuştular.
Reşat Bey, önce İstanbul Lisesi’nde ve sonra Fevziye Mektebinde, şimdiki Işık Lisesi’nde, okuyordu, iyi yetiştiren okullardır. İki kız kar¬deşi vardı, Sevim ile Merih, bunların da iyi yetişmelerini hiç ihmal etmemiştir. Önce Alman Frau Zikof u buldular, sonra daha iyisini aradılar ve sonunda yine Alman Madam Daumier’yi edindiler, artık evlerinde daimi kalan bir Alman mürebbiyeye sahiptirler. İki kızı yetiştirdiler.

Babaları Dürrü Efendi ikinci evliliği yapmıştı, yeni annelerine “Hanımabla” dediler. Babaları için ise şu bilgiyi veriyorlar: “Rahmetli babam, işini uyduranların hemen İstanbul’dan, çok avantajlı olarak sağladığı mübadil haklarını, kış fırtınalarında batma tehlikeleriyle geçen sayısız vapur yolculukları sonunda, nihayet, Karadeniz bölgesinde temin edebilmişti. Bu sayede, Zonguldak, Karadeniz Ereğlisi ve Kozlu’da, mübadil Rumlardan kalma ve oldukça değerli ev, arsa veu mağaza, hatta otel türünden yerler almıştı.” (Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 265.)

Baba Dürrü, vasiyetinde, bu otelleri Reşat ile kardeşine bırakıyor: oğullarını daha çok sevdiğini çıkarabiliyoruz. Bir hastalık sonunda ölüyorlar ve hastalığın anlatımında bir küçük ayrıntıya rastlıyoruz. Hastanede röntgeni çekiliyor ve “o sırada enişte Sulhi Dönmezer’leberaber ordaydık” diyor, altın değerinde bir bilgi. Gerçi Türkiye’de Kim Kimdir ansiklopedisinde de buluyoruz, ama yine de önemlidir; sanki saklı, Dönmezer’in adı sadece burada geçmektedir.
Türk Ceza Kanununun “faşistler ile mücadele” için konmuş, ancak sadece komünizme uygulanmış, ünlü 141-142. maddelerinin, daha ünlü bilirkişisi Profesör Sulhi Dönmezer’in, Mürebbiye Madam Daimier tarafından yetiştirilmiş Merih Tesal ile evlenmiş olduklarını, artık biliyoruz. Dönmezer, bu bilirkişilik döneminde, yine İbrani asıllı Profesör Sahir Erman ile beraberdi, korkunçtular; dosya, Dönmezer-Erman İkilisine verilir verilmez, aydınlar hapishane bavullarım hazırlıyordu. İstisnası, nerede ise, yoktur. Belki de Merih Hanım’a kalan Yunani mülklere, bu solcu aydınların el koymalarından korkuyordu; solcuları hep servet hırsızı gördüklerini düşünebiliyorum. Profesör Dönmezer’in önüne gelen solcuları hep hapse gönderdiğini biliyoruz. (Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 266.)
Xxxxxxxxxxx
Başta veya sonda bu “er” ekini seviyoruz, “İlker” veya “soner”, “yurdaer” ya da “Atamer” çokturlar, başında “erman” ve sonunda “dönmez er,” her yerde varlar. Sulhi adı da, Türkçe “barış” ama, esas “şalom” karşılığıdır; er’e gelince bu er’i nerede kesmek gerektiği, beni, pek çok meşgul etmişti, zordur. Dönme/zer, yapabiliriz, altın anlamında olup, altın “dönme” olarak anlayabiliriz. Fakat dönmez/er de mümkündür, pek sağlam, artık “dönmez” böyle de düşüneşinebiliriz. İsim bilim işinde zor bir problem ve öylece bırakıyoruz!. Bir gün çözerim.(Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 266.)
Xxxxxxxx
Mahkemede (Silivri ) kıdemli savcımız Mehmet Ali Pekgüzel idi. “Mehmet Ali” adını , Türk Mlümnlar’ın taşımadıklarını söyledim. /…/Yeni bir disiplin doğuyor, doğuranlara güvenmek durumundayız. Peki, bir “Türk-müslüman” kimdir ya da nedir; buna bakıyoruz, ya alevi ya da sünni’dirler; ve bunlardan birisi, “Mehmet” ya da “Muhammed” ve diğeri “Ali” adını taşımamaktadır, “mehmet ali” istisnadır. Buna kimse itiraz edemiyor; Mısırda çok azdır, “Murat” misli sanki “dönme” sayıyorlar.

Bu kadar mı, “Mehmet Ali” mi, İkincisini “Eli” olarak da söyleyebiliriz. “Mehmet”, Sabetay Sevi’nin müslümanlığa geçtiğinde aldığı ilk isimdir ve “El”, İbranide “Allah” ve -i eki de “benim” demektir ve böylece, Sabetay Sevi, “benim Allah’ım” demenin, bir başka yolunu bulmuş oluyoruz. Demek inanç başka ve inatçıdır. Sabetayizmde “Sevi,” nebi, peygamber değil, Allah’tır.(Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 268.)

Güzel, çok sağlam bir disipline doğru yol alıyoruz. Biz, soyadını “Erbil” almıyoruz ve “Erbilli” yapıyoruz. Yavuz Bingöl veya Şerif Mardin ve tabii Mehmet Ali Erbil de, soyadları, kurmak üzere çalıştığımız bu yeni bilimde, uyumsuzluk göstermektedirler. . (Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 268.)

Xxxxxxxxxxx
Benim çalışkan çalışma arkadaşlarım New York yahudi mezarlıklarında Birand” soyadını da buldular ve fotoğraflarını çekerek bana verdiler. Öyleyse, bu bilim yolunda mezarlıkları gezmek var; mezarlıklar önemlidirler. Sabetayistlerimiz için Karacaahmet: Bülbülderesi ve Kuzguncuk’ta Nakkaştepe mezarlıkları seçkin yerlerdir. Ancak doldular ve şimdi Kilyos’ta denize bakan yerde mezarlık gözdedir. . (Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 268.)
Xxxxxxxxx

Doğu Perinçek önce bana çok kızıyordu ve şimdi onomastique science’agirdi, soyunu Vikinglere bağlayıverdi; fakat, burada da kuşkum var. Çünkü bir de, ben “Nuri Adıgüzel Ağa’nın torunuyum” diyor ki, ikisi de, iki isim de, bendeki sözlüklerde mevcutturlar. Bendeki sözlüklerde, “Adıgüzel”, bir tesadüf, “şemtov” olarak geçiyor, İbrani olup, tam karşılığı adı güzeldir. Tabii “iyi isim” olarak da'Çevirip taşıyabiliyorlar, sakıncasını görmüyorum. “Nuri,” işte “aynen öyle” vardır ve taşıyorlar.” Prof. Y. Küçük,: Agy, s: 269.)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla