Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - HAZRET-I EBÛ BEKR-I SIDDÎK
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 27.03.2010, 11:02   #2
WåñTêd_øØ7
Usta Yiğido
 
WåñTêd_øØ7 - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
WåñTêd_øØ7 Şuan WåñTêd_øØ7 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Tournaments Won: 2

Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 733 WåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYORWåñTêd_øØ7 SITEMIZE IŞIK ŞACIYOR
Standart HAZRET-I ÖMER-ÜL FÂRÛK

HAZRET-I ÖMER-ÜL FÂRÛK
“radıyallahü anh”
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Geçmis
ümmetlerde velîler vardı. Peygamber olmadıkları hâlde
Allahü teâlâ onlara hitâb buyururdu. Eger bu ümmetde onlar
gibi birisi olursa, o Ömer bin Hattâbdır. Abdüllah ibni
Ömerin “radıyallahü anhümâ” su sözü bu ma’nâyı te’yîd etmekdedir:
Eshâb-ı kirâm herhangi bir husûsda söz söyleseler,
hükm-i ilâhî hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” sözüne
uygun nâzil olurdu. Nitekim Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” söyle buyurdu: (Allahü teâlâ Ömerin “radıyallahü
anh” dili ile söyleyicidir). Yine Ebû Hüreyre “radıyallahü
anh” nakl etmisdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
söyle buyurdu: Rü’yâda gördüm. Bir kova ile su çekiyordum.
Allahü teâlânın diledigi kadar çekdim. Sonra Ebû
Bekr “radıyallahü anh” kovayı alıp, bir iki kova su çekdi.
Onun çekmesinde za’îflik vardı. Allahü teâlâ ona rahmet eylesin.
Dahâ sonra Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” kovayı
aldı. Onun gibi kuvvetli su çeken görmedim. Bütün havuz-
– 285 –
ları su ile doldurdu ve bütün insanları suya kandırdı. Hazret-i
Ebû Bekr iki sene dört ay veyâ altı ay halîfelik yapdı. Ölüm
hastalıgı sırasında Osmân bin Affâna “radıyallahü anh” yaz
buyurarak, söyle yazdırdı:
(Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Ebû Bekrin dünyâdan çıkacagı
günlerin son ahdi ve âhırete girecegi günlerin ilk ahdidir.
Kâfirin ve fâcirin inanacagı ve yalancının tasdîk edecegi
bir gerçekdir ki, ben Ömer bin Hattâbı “radıyallahü anh” halîfe
seçdim. Benim zannım söyledir ki, sübhesiz o adâletle
hükmeder. Herkes yapdıgından mes’ûldür. Ben hayrı murâd
eyledim. Gaybı bilmem. Zulm edenler yakında hangi dönüs
yerine döneceklerini bileceklerdir.) Sonra bu yazı Eshâb-ı kirâmın
büyüklerine arz edildi. Yazılı olanları kabûl edip bî’at
etdiler. Rivâyet edilir ki, Ebû Bekrin “radıyallahü anh” hastalıgı
agırlasınca, pencereden insanlara hitâben, ey insanlar, ben
size bir ahd eyledim, halîfe seçdim, ona râzı oluyor musunuz,
dedi. Evet râzı oluyoruz, cevâbını verdiler. Hazret-i Alî “radıyallahü
anh”, Ömer bin Hattâbın “radıyallahü anh” halîfeliginden
baskasına râzı olmayız, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü
anh” da hayrlı olsun, buyurdu.
¥ Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır:
Allahü teâlâ Eshâb-ı kirâma Medâyinin fethini, Emîr-ül
mü’minîn Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi zemânında
nasîb etdi. Ganîmet mallarını getirdiler, Resûlullahın mescidinde
açdılar. Önce Hasen bin Alî “radıyallahü anhümâ”
geldi. Yâ Emîr-el mü’minîn! Allahü teâlâ müslimânlara fetih
nasîb eyledi. Ganîmet malından hakkımı ver, dedi. Hazret-
i Ömer “radıyallahü anh” ona lütf ve ikrâmla hitâb etdi
ve kendisine bin dirhem verilmesini emr etdi. Bin dirhem
verdiler. Sonra hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” geldi.
Ona da lütf ve ikrâmla hitâb edip, bin dirhem verilmesini
emr etdi. Bin dirhem verdiler. Dahâ sonra kendi oglu
Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” geldi. Ey
mü’minlerin emîri. Allahü teâlâ müslimânlara feth nasîb
eyledi. Ganîmetden benim hakkımı da ver, dedi. Hazret-i
Ömer ona da lütf ve ikrâmla hitâb etdi ve bes yüz dirhem
– 286 –
verilmesini emr etdi. Bunun üzerine Abdüllah bin Ömer, ey
mü’minlerin emîri, ben harblerde bütün gücümle savasdım.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” önünde kılıç salladım.
Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ” Medîne sokaklarında
çocuklar ile oynarlardı. Onlara biner dirhem, bana
ise besyüz dirhem veriyorsun, dedi.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” ogluna söyle cevâb
verdi. Evet öyledir. Haydi sen de onların babası gibi baba,
annesi gibi anne, dedesi gibi dede, nineleri gibi nine, amcaları
gibi amca, dayıları gibi dayı, halaları gibi hala, teyzeleri
gibi teyze getir, sana da vereyim. Onların babası Aliyyül
Mürtezâ, annesi Fâtıma-tüz-Zehrâ, dedeleri Muhammed
Mustafâ “aleyhisselâm”, nineleri Hadîce-tül Kübrâ, amcaları
Ca’fer bin Ebî Tâlibdir. Halaları Ümmühânî binti Ebî Tâlib,
dayıları Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” oglu
hazret-i Ibrâhîmdir. Teyzeleri Resûlullahın “sallallahü aleyhi
ve sellem” kızları Rukayye ve Ümmü Gülsümdür “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în”, dedi. Hazret-i Alî, hazret-i
Ömerin “radıyallahü anhümâ” bu sözlerini isitince söyle dedi:
Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim, söyle
buyurdu: (Ömer Cennetdeki insanların ısıgı ve islâmın
nûrudur.) Bunu gelip hazret-i Ömere haber verdiler. Bunun
üzerine hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmdan bir cemâ’ati yanına
alarak hazret-i Alînin evine gidip, kapıyı çaldı. Hazret-i
Alî dısarı çıkınca, ey Ebel Hasen, sen Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” mubârek agzından, (Ömer Cennetdeki
insanların ısıgı ve islâmın nûrudur) buyurdugunu isitdin
mi, diye sordu. Evet isitdim, dedi. Bunu bana yaz, dedi.
Hazret-i Alî söyle yazdı: Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Alî
bin Ebî Tâlibin Ömer bin Hattâba vesîkasıdır. Resûlullahdan
“sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim. O da Cebrâîl
aleyhisselâmdan, o da Allahü teâlâdan bildirdi. “Sübhesiz
ki, Ömer bin Hattâb Cennetdeki insanların ısıgı ve islâmın
nûrudur”. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bu yazıyı alıp
evlâdlarından birine verdi ve söyle vasıyyet etdi. Ben vefât
edince bu yazıyı kefenimin içine koy ki, bununla Allahü
– 287 –
teâlâya kavusayım. Sübhesiz ki Eshâb-ı kirâmın fazîletleri
sayısızdır. Onların hârikalarını anlatmakdan diller âcizdir.
¥ Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bir Cum’a günü minberde
hutbe okurken, hutbeyi bırakıp iki veyâ üç kerre, “Yâ
Sâriye el-Cebel, el-Cebel” dedi. Sonra hutbeye devâm edip
temâmladı. Cemâ’at, Ömer “radıyallahü anh” divâne olmus
dediler. Nemâzdan sonra Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü
anh” hazret-i Ömerin yanına yaklasıp, yâ Ömer “radıyallahü
anh”, sana ne oldu da hutbe arasında o sözü söyledin.
Halk senin hakkında konusmaga basladı, dedi. Hazret-i
Ömer “radıyallahü anh” dedi ki: “O sırada Sâriye “radıyallahü
anh” ordusuyla bir dagın dibinde, kâfirlerle muhârebe
yapıyordu. Kâfirler önden ve arkadan durmadan saldırıyorlardı.
O hâli gördüm ve dayanamayıp arkalarını daga versinler
ve kâfirlerin serrinden kurtulsunlar diye o sözü söyledim.”
Medîne ile muhârebenin yapıldıgı yerin arası bir aylık
yol idi. Aradan bir müddet geçdikden sonra, Sâriye “radıyallahü
anh” Medîneye döndü ve Eshâb-ı kirâma söyle anlatdı:
Bir Cum’a günü kâfirler ile muhârebe yapıyorduk. Sabâhdan
Cum’a vaktine kadar harb etdik. Ögle vakti, yâ Sâriye
el-Cebel diye bir ses isitdik. Bunun üzerine arkamızı daga
verdik. O kadar savasdık ki, kâfirlerin askerlerinin çogunu
öldürdük. Kalanları da kaçdılar. Hazret-i Ömere divâne oldu
diyenler, bunları dinleyince, bunlar hazret-i Ömeri dogru
çıkarmak için anlatılıyor, dediler. Hazret-i Ömerin “radıyallahü
anh” Cum’a günü hutbede söyledigi o sözü hazret-i Alîye
söylemislerdi. Hazret-i Alî, o bos söz söylemez ve bos is
yapmaz. Söyledikleri ve yapdıkları âyet-i kerîmelere muvâfıkdır,
dedi. Imâm-ı Fahreddîn Râzî “rahmetullahi aleyh”
(Tefsîr-i kebîr)inde söyle yazmısdır: Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i
Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” için, (Siz ikiniz benim
gözüm ve kulagım gibisiniz) buyurmusdur. Nitekim hazret-i
Ömer “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” halîfesi olunca, minber üzerinden o kadar uzak mesâfedeki
hâli gördü.
– 288 –
¥ Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” Irak memleketlerinden
birine cihâd için ordu göndermisdi. Bir gün Medînede
otururken, birdenbire; Efendim buradayım! buradayım! diye
seslendi. Hiç kimse neden böyle seslendigini anlayamadı.
Nihâyet ordu zaferler kazanarak döndü. Kumandan hazret-i
Ömere kazandıkları zaferleri anlatmaga basladı. Hazret-i
Ömer “radıyallahü anh” bunları bırak, kendisine zorla suya
gir dedigin kimsenin hâli ne oldu, diye sordu. Kumandan, yâ
Emîr-el mü’minîn! Bu isde benim kötü bir niyyetim yokdu.
Bir suya ulasdık. O sudan geçmek için derinligini ögrenmek
istedik. O kimseyi soyup, suya koyduk. Hava soguk idi. Yâ
Ömer, yâ Ömer “radıyallahü anh” diye feryâd eyledi. Sonra
siddetli soguk sebebiyle vefât etdi, dedi. Komutanın anlatdıklarını
dinleyenler, dahâ önce hazret-i Ömerin Lebbeyk,
Lebbeyk diye söylemesinin, suya giren askerin ey Ömer “radıyallahü
anh”, nerdesin, diye seslenmesine cevâb oldugunu
anladılar. Hazret-i Ömer, o kumandana eger bundan sonra
üsûl olarak kalmayacagını bilseydim, senin boynunu vururdum,
dedi. Haydi simdi git, o mazlûmun diyetini âilesine ver.
Bir dahâ böyle bir sey yapma, dedi. Sonra, bana göre bir
müslimânı öldürmek, nice kimseleri öldürmekden dahâ büyük
bir isdir, buyurdu.
¥ Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi sırasında
Mısr fethedilmisdi. Amr bin Âs “radıyallahü anh” da Mısra
vâlî olarak tâyîn edilmisdi. Bir gün Mısr halkı Amr bin
Âsa gelerek, Nil nehrinin bir âdeti vardır. Bu yapılmazsa
suyu çekilir, dediler. O âdet nedir diye sordu. Halk, içinde
bulundugumuz bu aydan oniki gün geçdikden sonra, bir kız
buluruz. Annesini babasını mâl ve para vererek râzı ederiz.
O kızı güzel elbiselerle ve altınlarla süsleyip, Nil nehrine
atarız, dediler. Amr bin Âs “radıyallahü anh” bunları isitince,
islâmiyyetde böyle is olmaz. Islâmiyyet bozuk âdetleri
kaldırmısdır, diyerek kabûl etmedi. Üç ay sonra Nil nehrinin
suyu kesildi. Mısr halkı vatanlarından göç etmege basladı.
Amr bin Âs “radıyallahü anh” bu hâli görüp, bir mektûb
yazarak durumu hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bil-
– 289 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:19
dirdi. Hazret-i Ömer mektûbu okudu ve bir cevâb yazarak
onların âdetlerini yapmamakla iyi etmissin. Mektûbumun
içine bir parça kâgıd koydum. O kagıdı Nil nehrine bırak, diye
yazdı. Amr bin Âs “radıyallahü anh” bu mektûbu aldı.
Mektûbun içindeki kâgıdda söyle yazılı idi: Allahın kulu
Ömer bin Hattâbdan Mısrın Nil nehrine. Eger bundan evvel
kendin akdıgını zan ediyorsan akma! Eger seni vâhid ve kahhâr
olan Allahü teâlâ akıtıyor ise, vâhid ve kahhâr olan Allahü
teâlâdan seni akıtması için düâ ederim, akıtmasını dilerim.
Amr bin Âs “radıyallahü anh” o kâgıdı Nil nehrine bırakdı.
Ertesi gün sabâhleyin, Nil nehrinin suyu onaltı arsın
yükselerek akmaga basladı. Bir dahâ da önceki gibi suyu hiç
kesilmedi. Mısr halkı sıkıntıdan kurtuldu.
Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” kendisine kadar
uzanan rivâyet zinciri ile nakl ederek söyle buyurdu: Mûsâ
aleyhisselâm Firavna beddüâ eyledi ve Allahü teâlâ Nil nehrinin
suyunu kurutdu. Halk vatanını terk etmege basladı.
Sonra toplanıp Mûsâ aleyhisselâma giderek, bizim için düâ
et. Nilin suyu aksın, diye yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm îmâna
gelirler diye, Nilin suyunun yeniden akması için Allahü
teâlâya düâ etdi. Sabâhleyin bakdılar ki, Nil nehrinin suyu
on altı zra’ yükselmis akıyordu. Allahü teâlâ Muhammed
aleyhisselâmın ümmetinden hazret-i Ömere “radıyallahü
anh” bu kerâmeti verdi.
¥ Bir gün Medînede zelzele oldu. Hazret-i Ömer “radıyallahü
anh” elindeki kamçı ile yere vurarak, Allahü teâlânın
izniyle sâkin ol, dedi. Zelzele durdu ve Medînede bir dahâ
zelzele olmadı.
¥ Bir gün Medînede yangın çıkdı. Hazret-i Ömer “radıyallahü
anh” bir saksı parçasına, ey ates, Allahü teâlânın izniyle
sâkin ol, diye yazıp atesin içine koydu. Yangın hemen
söndü.
¥ Rûm meliki, hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bir elçi
göndermisdi. Elçi halîfenin evini sordu. Bir serây gösterilecegini
zan ediyordu. Sahrâda kerpiç kesiyor, dediler. Elçi sahrâ-
– 290 –
ya dogru gitdi. Bakdı ki, hazret-i Ömer “radıyallahü anh” basının
altına bir kerpiç koymus, toprak üzerinde uyuyordu. Elçi
bu hâli görünce, doguda ve batıda herkes bu kisiden çekiniyor.
Bunun hâli ise böyledir diye çok hayret etdi. Sonra burası
tenhâ bir yer, bunu öldürürsem kimsenin bundan çekinmesi
kalmaz, diye kalbinden geçdi ve kılıcını çekdi. O ânda
Allahü teâlâ yerden bir aslan çıkardı. Elçi sasırıp korkusundan
kılıcını yere bırakdı. O sırada hazret-i Ömer uyandı. Aslanı
görmemisdi. Elçiye ne oldugunu sordu. O da durumu anlatdı
ve müslimân oldu.
¥ Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” sehîd oldugu gün
yeryüzünü öyle bir karanlık basdı ki, çocuklar annelerine, kıyâmet
mi kopdu diye sorarlardı. Anneleri, çocuklara hâyır,
Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” sehîd oldu, dediler.
Hazret-i Ömerin sehîd oldugu gün su ma’nâdaki beytler isitildi.
Fekat söyliyen görünmedi:
Eger islâm üzere aglıyorsa, aglayan aglasın,
Neredeyse helâk olmak üzere idiler, ey geçmis zemân.
Geride kaldı dünyâ ve ondaki hayrlar,
Dünyâdan yüz çevirdiler va’de inananlar.
Sana cinnin kadınları içden aglıyorlar,
Dinarlar gibi yüzlerini tırmalıyorlar.
Hâdiselerden sonra hep siyâh giyiyorlar.
Su ma’nâdaki beytleri de, sehîd olmasından üç gün sonra
yine cinnîler okudular:
Allah hayrlarla karsılasdırsın hâtırına emîrin,
Onun kudreti ne yücedir, her zerresinde yer yüzünün.
Kim binerse deve kusunun kanatlarına,
O zemân ulasabilir elden kaçan hayra.
¥ Seyhaynın, ya’nî hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin
“radıyallahü anhümâ” kerâmetlerinden biri de, kendilerine
dil uzatan, edebsiz sözler söyliyen râfizîlerin baslarına
çesidli belâların ve cezâların gelmesidir.
– 291 –
Hâce Muhammed Pârisâ “kuddise sirruh” (Fasl-ul-Hitâb)
adlı kitâbında söyle yazmısdır: Hazret-i Alî “radıyallahü
anh” buyurdu ki: Bir gurub insanlar beni hazret-i Ebû Bekrden
ve hazret-i Ömerden “radıyallahü anhümâ” üstün tutacaklardır.
Onların kalblerinde nifâk vardır. Müslimânların
bölünmesini, ihtilâfa düsmelerini isterler. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bana onlardan haber verdi ve katl edilmelerini
emr etdi. Onlar zâhiren müslimân görünürler. Içlerinden
din düsmânıdırlar. Yalan söylemek onlara göre güzeldir.
Kalbleri kötülüklerle doludur. Kur’ân-ı kerîmi degisdirirler.
Kendi sapık düsüncelerine göre yorumlarlar. Fitne üzerinde
birbirleriyle anlasma yaparlar. Eshâb-ı kirâma “aleyhimürrıdvân”
sögerler. Allahü teâlâ onları afv etmez. Bu fitneleri
küçükleri büyüklerinden ögrenirler. Böylece devâm ederek,
sünneti yok edip bid’ati yayarlar. O zemân sünnete
uyanlar, sehîdlerden, âbidlerden ve gâzîlerden efdaldir.
Se’âdet onlarındır. Yer yüzünde râfizîlerden çok bugz edilecek
kimse yokdur. Yer yüzü onlara bugz eder. Gök onlara
tiksinerek gölge verir. Râfizîlerin âlimleri gök kubbesi altında
insanların en serlisi ve en zararlısıdırlar. Fitne onlardan çıkar
ve fitne üzerinde sâbit olurlar. Râfizîlerin âlimleri gökdeki
melekler arasında en pis ve en necs kimseler diye ismlendirilirler.
Eshâb-ı kirâmı “radıyallahü anhüm ecma’în” kötüledikleri
zemân, gögüslerinden hikmet çıkıp gider. Allahü teâlâ
râfizîlerin ve bid’at sâhiblerinin sûretlerini degisdirir. Eshâb-
ı kirâm, hazret-i Alînin bu sözlerini isitince: Yâ Emîrel
mü’minîn! Biz o zemâna ulasırsak ne yapalım, dediler. Hazret-
i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Îsâ aleyhisselâmın havârîleri
gibi olunuz. Allahü teâlâ size ne emr etdiyse yapınız.
Onun Peygamberine itâ’at, Eshâbına muhabbet, râfizîlere
bugz ve düsmânlık husûsunda havârîlerin yapdıgı gibi yapıp,
sabr ediniz. Hak ve sünnet üzere olmak, günâh ve bid’at üzere
olmakdan hayrlıdır.
Abdüllah bin Sebe’, hazret-i Alîyi, hazret-i Ebû Bekrden
“radıyallahü anhüm” üstün tutdugunu söylemisdi.
Hazret-i Alî onun bu yalan ve fitne sözünü duyunca, yemîn
– 292 –
ederek onu öldürürüm, demisdir. Seni seveni niçin öldürüyorsun,
diye sorduklarında, beni onlardan üstün tutanı elbette
öldürürüm. Benim bulundugum sehrde bulunmasın
dedi ve onu bulundugu sehrden sürdü.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve)
adlı kitâbında, güvenilir kimseden nakl ederek söyle
yazmısdır: Biz üç kisi Yemene gidiyorduk. Yanımızdaki bir
sahs Kûfeli idi. Bu kimse hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-
i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz
sözler söyler, onlara dil uzatırdı. Her ne kadar nasîhat etdiysek
de fikrinden vazgeçmedi. Yemene yakın bir yerde konakladık
ve uyuduk. Sonra kalkıp abdest aldık. O sahsı da
uyandırdık. Ne yazık ki ben burada sizden ayrılıyorum. Beni
uyandırdıgınız sırada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bas ucumda idi. Bana ey fâsık kimse, Allahü teâlâ fâsıkı
hakîr eyledi! Sen burada sûret degisdireceksin buyurdu,
dedi. Biz vah sana, kalk abdest al, dedik. Kalkıp oturdu,
ayaklarını topladı. Bir de bakdık ki ayak parmakları maymûn
parmagı sekline girdi. Sonra dizlerine kadar iki ayagı
maymûn ayagı gibi oldu. Böylece gögsü, vücûdu, bası ve yüzü
degisip temâmen maymûn oldu. Onu tutup devenin palanı
üzerine bagladık ve yola devâm etdik. Günes batmak üzere
iken bir yere ulasdık. Orada bir kaç maymûn toplanmısdı.
Onları görünce çok ızdırâb çekdi. Ipini koparıp o maymûnların
yanına gitdi. O maymûnlarla birlikde bize dogru döndü.
Biz dedik ki, bu insan iken bize eziyyet ve sıkıntı verirdi,
simdi maymûnlar ona dost oldu, dedik. Sonra bize yaklasdı
ve kuyrugunun üzerine oturdu. Yüzümüze bakıyor ve göz
yası döküyordu. Biraz sonra maymûnlar gitdiler. O da onların
arkasından gitdi!
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” Alî bin Zeydin
“radıyallahü anhümâ” söyle anlatdıgını nakl etmisdir: Sa’îd
bin Müseyyib “radıyallahü anh” bana bir kimse gönder de
falan sahsı görsün, dedi. Hâlini sen söyler misin, dedim. Hâyır
söylemem, dedi. Bir kimse gönderdim. Sa’îd bin Müseyyib
“radıyallahü anh” göstermek istedigi sahs hakkında söy-
– 293 –
le anlatdı. O sahs Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları hakkında kötü
söz söylerdi. Allahü teâlâ onun yüzünde öyle bir yara hâsıl etdi
ki, bütün yüzünü kapladı ve yüzü simsiyâh oldu.
¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” sâlih bir
kimseden naklen söyle anlatmısdır: Kûfeli bir sahs vardı.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka ve hazret-i Osmân-ı zinnûreyne
“radıyallahü anhümâ” dil uzatır, uygunsuz sözler söylerdi.
Her nasılsa bir def’asında bir yolculuk sırasında o sahsla berâber
olduk. Kendisine çok nasîhat etdik, fekat dinlemedi. O
hâlde bizden uzaklas dedik. Uzaklasıp gitdi. Sonra o kimsenin
oglunu gördük. Babana söyle bizimle berâber gelsin, dedik.
Oglu, babamın iki eli domuz ayagı gibi oldu, dedi. Adamın
yanına gitdik. Bizimle berâber gel dedik. Bana acâib bir
sey oldu, dedi ve ellerini gösterdi. Elleri domuz ayagı gibi olmusdu.
Sonra bizimle yola devâm etdi. Pek çok domuzun
bulundugu bir yere ulasdık. O kimse birden bire merkebinden
yere atlayıp, domuzların arasına karısdı. Domuz sekline
döndü. Onu diger domuzlardan ayıramadık. Mâllarını ve kölesini
Kûfeye getirdik!
¥ Imâm-ı Müstagfirînin “rahmetullahi aleyh” bir gâzîden
naklen anlatdıgı bir hâdise de söyledir: O gâzî kimse söyle
demisdir: Bir cemâ’at ile gazâya gidiyorduk. Yanımızda Benî
Temîm kabîlesinden Ebû Hayyân adında biri vardı. Bu
sahs hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk
“radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz sözler söylerdi.
Kendisine nasîhatlarımız hiç fâide vermedi. Yolda hâkimlerden
birine ugradık. Ebû Hayyânı kasdederek, bunu benim
yanımda bırakınız, dedi. Biz de onu bırakıp gitdik. Bir müddet
sonra bakdık ki, arkamızdan geliyordu. Yanında bırakdıgımız
hâkim kendisine bir elbise ve bir de at vermis. Bize,
gördünüz mü, ey Allahın düsmânları diye bagırdı. Bizden
uzak dur, dedik. Biz yolun bir tarafından gidiyorduk. O da
öbür tarafından gidiyordu. Bir ara ihtiyâcını gidermek için
yoldan ayrılıp, bir kenâra çekildi. Otururken üzerine arılar
hücûm etdi. Bizden yardım istedi. Yardım etmek istedik. Fekat
bu sefer arılar bize hücûm etmege basladı. Biz bırakıp
– 294 –
geri döndük. Arılar tekrâr onun üzerine hücûm etdiler. Kemikleri
parlayıncaya kadar derisini ve etlerini parçaladılar.
Biz, Benî Temîmden Ebû Hayyânın mallarını kim alır diye
bagırdık.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” selefden büyük
bir zâtdan söyle nakl etmisdir: Benim bir komsum vardı.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü
anhümâ” hakkında devâmlı çirkin sözler söylerdi.
Bir gece rü’yâmda Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem”
gördüm. Sag tarafında hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve sol tarafında
da hazret-i Ömer-ül Fârûk vardı. Yâ Resûlallah! Benim
bir komsum var, bu iki zât hakkında uygunsuz sözler
söylüyor. Böylece bana sıkıntı veriyor, çok eziyyet ediyor,
dedim. Resûlullah bir kimseye: “Git bunun komsusunu öldür”
buyurdu. Sabâhleyin rü’yâmı o komsuma anlatayım diye
evden çıkdım. Bir de bakdım ki, o komsumun kapısı
önünde bir kalabalık ve gürültü vardı. Ne oldu diye sordum.
Gece biri gelip bunu öldürmüs, dediler.
¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle
yazmısdır: Basra halkından birisi Ehvâz beldesinin ileri gelenlerinden
birine mal satmısdı. Mal satdıgın adam râfizîdir.
Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında uygunsuz
sözler söylüyor, dediler. Mal satan kimse bundan sonrasını
söyle anlatmısdır: Gidip gelmek uzun sürecekdi. Fekat
mal satdıgım adamın yanına gitdim. Hazret-i Ebû Bekr ve
hazret-i Ömer hakkında kötü sözler söylemege basladı.
Çok üzüldüm ve adamın yanından ayrıldım. O gece üzüntümden
yemek yimedim. Rü’yâmda Resûlullahı gördüm.
Yâ Resûlallah! Falan kimseyi görüyor musun. Hazret-i Ebû
Bekr ve hazret-i Ömer hakkında neler söylüyor, dedim.
Söyledikleri seni üzdü mü, buyurdu. Evet, dedim. Onu buraya
çagır, buyurdu, çagırdım. Yere yatırmamı emr etdi.
Adamı yere yatırdım. Resûlullah elime bir bıçak verip, onu
öldür, buyurdu. Üç kerre öldüreyim mi, yâ Resûlallah, diye
sordum. Çünki adam öldürmek benim için zor bir is idi.
Üçüncü sorusumda, vah sana, öldür diyorum, buyurdu. Bu-
– 295 –
nun üzerine onu öldürdüm. Sabâhleyin bu rü’yâmı o habîs
kimseye anlatayım diye gitdim. Mahallesine varınca evinden
feryâd seslerinin yükseldigini isitdim. Bu ne hâldir diye sordum.
Falan kimseyi dün gece yatagında öldürmüsler, dediler.
Vallahi onu Resûlullahın emriyle ben öldürdüm, dedim.
Okimsenin oglu durumu ögrenince bana, sen hakkını al, ben
onu topraga gömeyim, dedi. Malımı alıp gitdim.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle anlatmısdır:
Selefden bir zât söyle anlatdı: Çocuklugum zemânında
bir râfizî hocam vardı. Bana râfizîlik telkîn ederdi.
Ben de hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında uygunsuz
sözler söylerdim. Bir gece rü’yâmda kıyâmet kopmusdu.
Bütün insanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” huzûrunda toplanmıslardı. Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yanında iki ihtiyâr zât oturuyordu. Herkes
sıra ile gidip selâm veriyordu. Ben de selâm vermek için
Resûlullahın huzûruna yaklasdım. Yanında bulunan iki zâtdan
biri, yâ Resûlallah, bu kimse bizden ne ister, diyerek
beni gösterdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” beni
tutmak istedi, o sırada uykudan uyandım. O ânda saç ve sakalım,
kasım ve kipriklerim döküldü. Dört ay öylece kaldım.
Bütün tabîblere gitdim, çâre bulamadım. Bir gün dostlardan
biri geldi, bu hâlin nedir. Tabîbler sana çâre bulmakdan
âciz kalmıslar, dedi. Bu sorusundan anladım ki, birine
âsık mı oldun da, onun askından mı bu hâle geldin demek
istiyordu. O dostuma hâlimi ve rü’yâmı anlatdım. Sübhânallah,
niçin tevbe edip, afv dilemedin. Demek ki sen bilmiyorsun.
Hâlbuki Resûlullaha salât ve selâm okununca ve
diger seyler mubârek rûhu için okununca, bildirilir. Hemen
tevbe et, dedi. Abdest aldım, iki rek’at nemâz kıldım. Sonra
tevbe edip, Allahü teâlâya düâ etdim. Hazret-i Ebû
Bekr-i Sıddîkı ve hazret-i Ömer-ül Fârûku “radıyallahü anhümâ”
çok sevip, üstünlüklerine inandım. Bir hafta geçmeden
saçım, sakalım, kaslarım ve kirpiklerim eskisi gibi yeniden
çıkdı.
¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” Selef-i sâlihînden
bir zâtın söyle anlatdıgını nakl etmisdir: Bir def’asında
– 296 –
Sâma giderken, bir mescidde sabâh nemâzını kıldım. Imâm
nemâzdan sonra hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere “radıyallahü
anhümâ” beddüâ etdi. Bir sene sonra yine bir Sâm
yolculugu sırasında aynı mescidde, sabâh nemâzını kıldım.
Bu sefer imâm, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömere güzel
düâ etdi. Cemâ’ate, geçen sene onlara beddüâ ediyordunuz,
simdi hayrla düâ ediyorsunuz, sebebi nedir diye sordum. Bana
geçen seneki imâmı görmek ister misin, dediler. Evet, isterim,
dedim. Beni bir eve götürdüler. Orada gözlerinden yas
akan bir köpek vardı. Köpege sen geçen sene hazret-i Ebû
Bekre ve hazret-i Ömere “radıyallahü anhümâ” beddüâ
eden imâm mısın, diye sordum. Basıyla, evet der gibi isâret
etdi.
¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle
anlatmısdır: Medâyinde bulunuyordum. Her nerede bir garîbin
vefât etdigini duysam, ona kefenlik alırdım. Bir gün
bir sahs yanıma geldi. Burada Kûfeli bir kimse vefât etdi.
Kefeni yok, dedi. Hizmetçimi kefen almaga gönderdim.
Ben de ölen sahsın yanına gitdim. Karnının üstüne bir kerpiç
koymuslardı. Birden bire kerpiç düsdü ve ölü canlanıp,
vah, bana yazıklar olsun, diye bagırmaga basladı. Ben Lâ
ilâhe illallah de dedim. Artık fâidesi yok. Benim kavmim
hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında kötü sözler
söylerlerdi! Ben de onlar hakkında kötü söz söyleyip söverdim!
Simdi helâk oldum. Cehennemdeki yerimi gösterdiler.
Insanları korkutmam için bana tekrâr cân verdiler, dedi.
Hemen dısarı çıkıp, bu hâli arkadaslarıma anlatdım.
¥ Imâm-ı Kayrevânî “rahmetullahi aleyh” (Bostân) kitâbında
söyle yazmısdır: Selefden biri söyle anlatdı: Benim
bir komsum vardı. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i
Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz
sözler söylerdi. Bir gece çok asırı gitdi. Dayanamayıp,
onunla kavga etdim. Üzgün ve gamlı olarak eve geldim.
Yatsı nemâzından sonra uyudum. Rü’yâmda Resûlullahı
“sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Yâ Resûlallah! Falan
– 297 –
kimse senin Eshâbına kötü sözler söylüyor, dedim. Kime
kötü sözler söylüyor diye sordu. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret-
i Ömere “radıyallahü anhümâ” dedim. Al su bıçagı git
onu öldür, buyurdu. Bıçagı aldım ve gidip o adamı bogazladım.
Sanki elime kan bulasmısdı. Elimi yere sürdüm. O sırada
uyandım. O sahsın evinden feryâd sesleri duydum. Ne olmus
diye sordum. Falan kimse bu gece âniden ölmüs, dediler.
Sabâhleyin evine gitdim. O kimsenin bogazında bir bıçak
izi vardı.
¥ Seyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât-
ı Mekkiyye) kitâbında söyle yazmısdır: Allahü teâlânın
sevgili kullarından bir gurub vardır ki, onlara Recebî derler.
Onlar kırk kisidir. Sayıları artmaz ve eksilmez. Receb ayında
hiç hareket etmezler. Ayakda duramadıkları gibi, oturamazlar
da. Ellerini, ayaklarını ve gözlerini dahî kıpırdatacak
kuvveti kendilerinde bulamazlar. Receb ayının ilk günlerinde
bu hâl üzere olurlar. Günden güne bu hâlleri hafîfler.
Sa’bân ayı girince, bu hâlleri kalkar. Ba’zen onlardan bir kısmında
bu kesf hâlleri kalıp, bir sene devâm eder. Recebîlerden
birini gördüm. Onda râfizîlerin durumunu kesf edip görme
hâli bâkî kalmısdı. Tanımadıgı bir râfizîyi domuz seklinde
görür ve sen râfizîsin, tevbe et, derdi. O râfizî tevbe ederse,
onu insan sûretinde görürdü ve sen gerçekden tevbe etdin,
derdi. Eger o kimseyi yine domuz sûretinde görürse, yalan
söylüyorsun, sen tevbe etmedin, derdi. Bir gün sâfi’î mezhebinde
oldukları ve iyi kimseler olarak tanınan iki kisi huzûruna
geldiler. Meger o iki kisi dısdan iyi görünmelerine
ragmen, râfizî imisler. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Osmân
hakkında yanlıs ve kötü düsüncelere sâhib imisler. O zât huzûruna
gelen bu iki kisiye dısarıya çıkmalarını söyledi. Sebebini
sorduklarında, ben sizi domuz seklinde görüyorum, dedi.
O iki kimse o ânda kalblerinden tevbe etdiler. Bunun
üzerine o zât, simdi tevbe etdiniz. Çünki su ânda sizi insan
sûretinde görüyorum, dedi. O kimseler buna çok sasdılar ve
bozuk i’tikâdlarından temâmen vazgeçdiler.
– 298 –



Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır...

Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
WåñTêd_øØ7 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 2 Kullanıcı WåñTêd_øØ7'e Teşekkür Ediyor...