Forum - Ana Sayfa Takvim S?k Sorulan Sorular Arama

Zurück   Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar > Serbest Alan > Atatürk ve Sivas
SİTE ANA SAYFA Galeri Kayıt ol Yardım Ajanda Oyunlar Bugünki Mesajlar

Atatürk ve Sivas Atattürk ve Sivas



Son 15 Mesaj : Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler           »          Şehzade Osman           »          Hatıra defteri           »          Antilop İle Akrebin Dostluğu           »          Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2           »          Sitemizin Ozanları           »          SEVDİM İŞTE....           »          NEFRET ETTİM İŞTE!!!!!           »          AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1           »          SEÇKİNLER/SEÇİLMİŞLER DÜNYASI           »          Hatalarımızdan Dersler Alabilmek Ümidiyle.           »          Araf Suresi 172-173. Ayetler.( Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim)           »          İnancımızı Kullananların Artık Tuzağına Düşmeyelim.           »          ULAŞ-Yapalı           »          TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR PAYLAŞIMAZ
Cevapla
 
Seçenekler Arama Stil
Alt 09.05.2025, 21:19   #11
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI - RUM ÇOCUK ÇETESİ
Mustafa'nın dayısı Hüseyin Ağa akşamüstü çiftliğe geldi. Hava karamaya başladığından herkes odada oturmuş, akşam yemeği öncesi sohbete dalmıştı.
Hüseyin Ağa: " Millet duydunuz mu? Karşı Rum köyünden çocuklar beş-altı kişilik bir çete kurmuşlar, sağa sola saldırıyorlarmış. Tarlada veya yolda yalnız Türk çocuğu görürlerse dövüyorlarmış. Çevre köylerde herkeste bir korku varmış. Çocuklar, yalnız evin kapısına çıkamıyormuş. Bugün öğle vakitleri bizim köyden Hasan'ın oğlu Veli'yi bahçede yakalayıp dövmüşler. "
Hüseyin Ağa'nın Karısı: " Yazıklar olsun! Veli'den ne istemişler? Kendi halinde, saf, iyi yürekli bir çocuk o. "
Zübeyde Hanım: " Ben bu Rumları hiç sevmem, çünkü her Rum, Türk düşmanı olarak doğar. Rum çeteler, Türk köylerine hep saldırırlar. Şimdi bir de çocukları çıktı başımıza. "
Hüseyin Ağa: " Mustafa, artık bakla tarlası işi de yatar. Rum çocuklar bizim köyün etrafında gezerlermiş. Zannedersem bundan sonra bakla tarlasında bekçilik yapmaya gitmezsin. Rum çocuklara yakalanırsan seni ikiye bölerler. "
Mustafa: " Dayıcığım, bu mümkün değil. Onlar beni ikiye bölmeden, ben onları dörde bölerim. "
Odada gülüşmeler çoğalınca Hüseyin Ağa, ben ellerimi bir yıkayayım, deyip dışarı çıktı. Akşam yemeği yendikten sonra da aynı konu konuşuldu. Konuşulanlar özetlenirse, artık Mustafa, Makbule ve Hüseyin Ağa'nın çocukları kesinlikle çiftlik duvarları dışına çıkmayacaktı.
Mustafa ise, korkmakla bir yere varılamayacağını, söyledi. Benim tarlaya gitmemem, zalimin zulmüne dur demeyeceğim anlamına gelir. Ben tarlaya gitmeyeyim, Ahmet, Mehmet gitmesin. Bunun sonu nereye varır? Bu duruma karşı çıkacak birileri lazım, birisi lazım. Mustafa, Rum çocuklardan korktu da tarlaya gitmedi dedirtmem kimseye, dediyse de dinletemedi.
Zübeyde Hanım: " Cesaretin böylesini alkışlarım ama tarlaya yalnız gitmeni istemiyorum. Otur oturduğun yerde, " dedi.
Hüseyin Ağa: " Boş ver be Mustafa. Önemseme böyle şeyleri. Ben o Rum çocukları görürsem sopayla kovalarım. Sanki memleketi sen mi kurtaracaksın? " diye sordu.
Mustafa: " Evet, dayıcığım, gerekirse evet. "

Mustafa ertesi gün daha güneş doğmadan yatağından kalktı. Üstünü değiştirip, dışarı çıktı. Çiftlikten ayrılıp bakla tarlasına doğru yürümeye başladı. Ay ışığı altında önünü görüyordu. Demek Rum çocuklar çete kurmuşlar ve Türk çocuklarını dövüyorlarmış. Daha iki gün önce Veli'yle dört taş oyunu oynamışlardı. Veli şimdi acaba ne haldeydi? Yüzündeki yaralar biraz iyileşmiştir. Ayaklarına sopayla vurmuşlar. Yürüyememesi çok kötü. Mazluma eziyet, cezayı gerektirir. Gerekirse cezalandırıcı olurum.
Mustafa bakla tarlasına vardığında güneşin ilk ışıkları ortalığı aydınlatmaya başlamıştı. Sabah oluyordu. Tarlanın ortasında bulunan kulübeye girdi. Oradaki birkaç aleti aldı. Bunları eski giyecek eşyalarının altına koyarak kapının iki tarafına gizledi. Daha sonra tarlanın dışına çıkarak, geri döndü. Son derece yavaş adımlarla, arada bir durup düşünerek, tarlaya girdi ve kulübeye doğru yürümeye başladı. Kendini çete reisi yerine koyuyor, yine kendisi için, felaket senaryosu üretiyordu.

Mustafa tarlanın ortasında bulunan kulübenin yakınlarında dururken ilerideki tarlanın kenarından yürüyerek gelen birkaç kişi gördü. Gelenler yaklaştıkça Mustafa bunların görünüşlerinden çocuk, giyinişlerinden Rum olduklarını anladı. Bakalım bu Rum çocuklar yalnız buldukları Türk çocuklarını döven çetenin elemanları mıydılar? Mustafa, en kötü ihtimalle bunlar onlardır, diye düşünerek, dik duruşunu bozmadı. Değilseler ne iyi ama ya onlarsa önce uyarıcı sonra caydırıcı olmalıydı. Mecbur kalmadıkça kavga işine girmek istemiyordu. Belki de büyüdüğünde çok daha büyük kavgalara kendini hazırlıyordu. Böyle dar alanlarda marifet gösterilemeyeceğini düşünüyordu. İnsanın bir marifeti varsa bunu dünyaya göstermeliydi.

Beş Rum çocuğundan dördü tarlanın kenarında kaldı. Sadece biri, kabadayı hareketlerle yürüyeni tarlaya girdi ve Mustafa'ya doğru yürümeye başladı. Sağ tarafından su almış, hafifçe yana yatmış gemi gibi, kafa öne eğilmiş, gözlerini belertmiş, bakışlarını Mustafa'ya dikmiş, O'nun korkmasını ve kaçmasını bekleyerek yanından geçip kulübeye girip çıktı ve gelip Mustafa'nın iki adım karşısında durdu.
" Hey arkadaş! Sen heykel gibi dimdik durmak. Yok kulübede baba, dede. Demek sadece kendine güvenmek var. "
" Doğrudur bu. Kendime çok güvenirim. Her engeli aşmasını bilirim. "
" Dur arkadaş! Farz et ki, önünde büyük engel, aşamadın engeli. "
" O zaman, engeli yıkar geçerim. "
" Vay be!.. Bravo arkadaş! Sen çok cesur olmak. Ben seni alkışlamak. Gün gelip dünya seni alkışlamak. Ben sana hürmet, saygı. Ben yanlış yapmak. Senden utanmak. Buralardan gitmek ben, çok uzaklara. "

Rum çocuklar gittikten sonra Mustafa bir süre oralarda gezindi. Cesur olmak, bana her zaman artı puan kazandırmıştır, diye düşündü. Cesur olmasaydım, sabahın köründe tarlaya gelip Rum çocuklarını beklemezdim. Çetenin elebaşı, karşımda tutunamayacaklarını anladığı için, ters - yüz edip, arkasına bakmadan kaçtı. Benim için, birle beş hiç fark etmez. Kapışma olsaydı, onların alacakları eksi puanları geldikleri Rum köyündekiler bir günde saymakla bitiremezdi.
Sabah uyanınca Mustafa'nın yatağının boş olduğunu gören dayısı, Mustafa'yı aramaya çıkmıştı. O'nu nerede bulacağını çok iyi biliyordu. Tarlaya geldiğinde: " Neden böyle yaptın Mustafa, erkenden tarlaya geldin? Biraz önce Rum çocuklarını gördüm. Hızlı hızlı gidiyorlardı. Galiba buraya uğramışlar. Sende kırık - çıkık yok ya? "
" Bende kırık - çıkık yok da, çete reisiyle kısa bir tartışmamız oldu. Böylelikle kötülük yapma düşüncesi kayboldu. Türk, öyle güçlüdür ki, her zorluğun üstesinden gelir. Daima başarılı olur. Türk'ün gücünü az önce anladılar. Ben büyüdüğümde daha iyi anlayacaklar. "

SON

Mustafa Kemal Atatürk - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 09.05.2025, 21:20   #12
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU - 5
Mustafa bir gün bakla tarlasında otururken canı sıkıldı ve gezmeye çıktı. Bu kez biraz daha, biraz daha derken, çok uzaklara gitti. Sonunda, karşısına bir göl çıktı. Mustafa göl kıyısında yürürken, yan taraftaki kayalıktan kendisine seslenildiğini duydu: Hey, baksana bana, ne gezip duruyorsun göl kıyısında, gelsene buraya. Gel, yabancı değilim ben.
Mustafa kafasını sağa çevirip baktı. 35 - 40 yaşlarında, uzun boylu, temiz yüzlü bir adam el sallıyordu. Güler yüzlü bu adam Mustafanın durakladığını görünce: Ne yapalım canım, madem ki, sen benim yanıma gelmiyorsun, ben senin yanına gelirim dedi ve Mustafanın yanına doğru yürümeye başladı. Biraz sonra, Onun yanına varmıştı. Adam, elini uzatarak: Ben Nihat Bey dedi.
Mustafa, adamın saygılı bir şekilde uzattığı eli içtenlikle sıktı: Ben de Mustafa. Tanıştığımıza sevindim dedi.
Daha sonra Nihat Bey ile Mustafa, yakındaki bir mağaranın önüne gidip oturdular. Nihat Bey, burada beş konu ortaya attı ve Mustafanın konularla ilgili beş sorusunu cevapladı.

Nihat Bey: İnsanlar iyi şeyler düşünmeli, iyi işler yapmalı, iyi insan olmalıdır. İyi insan, güzel insandır. Güzel insan fevkaladedir. Fevkaladelik insanın beyninde ve yüreğinde bulunmalıdır. Aleladelik beyin ve yürekte bulunmaz. Sadece davranışlarda kendini belli eder. "
Mustafa: Alelade insana örnek verebilir misin?
Nihat Bey: Sert, kaba ve kırıcı sözler söyleyendir. Doğru nedir bilmez, yanlışı fark etmez.

Nihat Bey: Okumak, zekâyı geliştirir, cehaleti eleştirir. Cehaleti cahil eleştirmez. Cahil okumaz veya okuduğunu anlamaz. Cahilde zekâ yoktur. Dünyada cahil çoktur.
Mustafa: Bazı insan çok okuyor, iyi de bir insan, erdem sahibi kabul ediliyor ama çekilmiş köşesine. Bilgisinden faydalanan yok. Doğru mu bu?
Nihat Bey: Erdemli insan, üstün insandır. O, yücedir, büyüktür. Erdemli insan, insanlara öğretmeyi, onları eğitmeyi görev kabul eder. Bu işin zorluğunu bilir ve iradesini giderek güçlendirir.

Nihat Bey: Yıldızlar gökyüzünün gözleridir. Onlar, her şeyi görür. Gece de vardırlar, gündüz de vardırlar ama gündüz gözükmezler.
Mustafa: Gökyüzüne insan dersek, gözlerimiz yıldızlar oluyor. Bizde iki olan yıldız gökyüzünde niye çok?
Nihat Bey: İnsan gökyüzüne oranla küçük ve iki yıldız yetiyor. İnsan fikir ve düşünce bakımından gelişirse beyninde ve kalbinde iki göz açılır. Bunlar beyin gözü ve kalp gözüdür.

Nihat Bey: Savaş iyi bir şey değildir. İyi olmayan bir şey kötü bir şeydir. O zaman savaş kötü bir şeydir. Savaşın zıttı barıştır. Savaş kötü olduğuna göre barış iyidir.
Mustafa: Barışı çok istemene karşın, barıştan uzaklaştırılırsan, savaşmak zorunda bırakılırsan?
Nihat Bey: Eğer vatanın tehlikedeyse savaşırsın, yenilgiyi düşünmezsen, kazanırsın. Kazandın diye haddi aşmazsın. Barış istersin.

Nihat Bey: Uygarlık önemli, gelecek gizemli. Uygarlık sevgiyle paralel gelişirse, gelecek mutlu, insanlar mutlu; yoksa gelecek mutsuz, insanlar mutsuz.
Mustafa: Sevgisiz uygarlık olmaz diyorsun. Sevgi yürürken uygarlık koşarsa ne olacak?
Nihat Bey: Öyle olmaması gerekir. Uygarlık sevgiyi sırtlamalı, sırtında taşımalı.
Nihat Beyin yanından ayrılan Mustafa, bakla tarlasına geri dönerken, onunla yaptığı görüşmeyi faydalı buluyor ve iyi ki, göl kıyısına gittim, diye düşünüyordu.

SON

TÜRKÇE 6. SINIF
Hepsi 1 Arada
TUDEM YAYINLARI - 29. SAYFA
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 18.10.2025, 18:28   #13
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI - KARDEŞİM MUSTAFA
Ali Rıza Bey'den olma Zübeyde Hanım'dan doğma 1874 tevellütlü Selanikli Ahmet 9 yaşındaydı. Yanında 8 yaşında olan kardeşi Ömer ve 2 yaşında olan Mustafa vardı. Askercilik oynuyorlardı. Ahmet kardeşlerini uygun adım yürütürken, sol sağ, sol sağ yarın bayram olsa diyordu. Aradan zaman geçti. Ömer yoruldu, eh Ahmet de yoruldu. Dön, dön, nereye kadar. Mustafa yorulmadı, dönmeye devam etti. Ahmet, Mustafa'ya laf olsun diye seslendi: Mustafa, bir otur, dinlen. Sen döndükçe biz yorulduk. Sonunda Mustafa söz dinledi ve bir köşeye oturdu. Ahmet ile Ömer daha sonra kalktı ve yürümeye devam etti.

----------------------------------------------------------

ZÜBEYDE HANIM'IN ÇOCUKLARI
Ahmet, Ömer ve Mustafa evin bahçesinde oynuyordu. Birden ortalık Ömer'in çığlıklarıyla inledi. Yetiş Ahmet abi, beni arı soktu. Ahmet yakındaydı, yerden bir dal parçası alıp, kardeşi Ömer'in çevresini saran yaban arılarına saldırdı. Yaban arıları sağa-sola kaçıştı. Ömer hızla eve girdi ve kapıyı kapadı. Biraz sonra Ahmet de eve girdi ve odasına saklandı. Bahçede Mustafa kalmıştı. Mustafa 2 yaşındaydı ve hayata dolu gözlerle bakıyordu. Yıllar sonra Mustafa Kemal adını alacak ve vatanına saldıran düşmandan kaçmayacaktı. Tıpkı 2 yaşında yaban arılarından kaçmadığı gibi.

----------------------------------------------------

KOBRA
Yıl 1883. Ali Rıza Bey 44 yaşında, oğlu Ömer 8 yaşındaydı. Birlikte yenice tayin edildiği Çayağzı'ndan Selanik'e dönüyordu. Ali Rıza Bey birden patika yolda bir kobra gördü. Kobra diklenmiş ve yerden yüksekliği 1.5 metre kadardı. Ali Rıza Bey, oğlunu kolundan tuttu: Dur Ömer. Bu kobra yılanı. Çok sinirli. Üstüne yürümek yanlış olur. Belki yakında yavruları vardır. Çevresinden dolaşacağız.
Ali Rıza Bey ile Ömer geniş bir yay çizerek kobrayı arkalarında bıraktılar ve Selanik Yenikapı'daki evlerine döndüler. Ali Rıza Bey kobra olayını anlattığında Zübeyde Hanım şöyle dedi: Baba oğul çok büyük tehlike atlatmışsınız. Böylesi zehirli bir yaratıktan uzak geçmek doğrudur.

--------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ABLASI FATMA
Fatma, Selanik'teki evde oyuncaklarıyla oynuyordu. Pek çok oyuncağı vardı ve en çok annesinin yünden ördüğü oyuncak bebeğini seviyordu. Bebeğiyle konuşuyordu ama onun karşılık vermemesi Fatma'yı üzüyordu. Fatma'nın bir gün canına tak dedi ve annesine seslendi: " Anne, bu bebek konuşur diyordun ama şimdiye kadar benimle hiç konuşmadı. "
Annesi Zübeyde Hanım: " Kızım, belki bugün konuşacak ve sana merhaba diyecek. Ne biliyorsun? "
" O zaman konuşsun ve bana merhaba desin. "
Zübeyde Hanım, sesini incelterek ve çocuk sesi taklidi yaparak konuştu: " Fatma, nasılsın? Ben senin bebeğinim ve seni çok seviyorum. "
Fatma beyninden vurulmuşa döndü ve bebeğinin konuşması onu çok sevindirmişti. Annesine seslendi: " Anne, duydun mu? Bebeğim konuştu ve ben şimdi çok mutluyum. "
Fatma 4 yaşındaydı ve hayata gülen gözlerle bakıyordu. Bebeği işte konuşuyordu. Fatma bebeğiyle Selanik sokaklarında özgür ve mutlu olarak koşabilecekti.

SON
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 18.10.2025, 18:28   #14
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ABİSİ AHMET
Annesi oğlunu bakkala yollarken: Ahmet, dededen yarım kilo yoğurt alıver, dedi. Akşama size bir sürprizim var. Hamur işi hazırlayacağım ama pide mi, börek mi, asla tahmin edemezsin.
Bunun üzerine Ahmet: Yoğurt alırım ama hani para? Sen para vermezsen, ben yoğurt alamam. Pidedir, börektir hazırlayamazsın.
Zübeyde Hanım: Aman oğlum, elimde hazır para olmasa ben senden yoğurt almanı ister miyim? Al şu paraları, yeter de artar bile.
Ahmet tencereyi alıp bakkala doğru yola çıktı. Paralar cebinde şıngırdıyordu. Bakkaldan içeri girdiğinde bir heykel gibi donakaldı. Dede, tezgahın üstüne kollarını koymuş, başını elleri arasına almış, uyukluyordu. Ahmet sessizce bekledi. Sağa-sola bakındı. Ekmek dolabını açıp kapadı. Bez perdeyi açtı. Peynir almaya geldiğinde dede oradan peynir verirdi. İki teneke vardı. Biri açıktı ve bir miktar peynir satılmıştı. Bakışları tezgaha yöneldi. Kavanozlar içinde türlü tevir şekerleme vardı. En çok sevdiği pişmişti. Bu yumuşak şekerlerden her gün bir kavanoz yese bıkmazdı. Sonradan dede uyandı. Ne oldu, oğlum, ne istemiştin, dedi.
Ahmet: Ben yarım kilo yoğurt alacaktım, dedi. Ahmet yoğurdu aldıktan sonra eve doğru yöneldi. Annesi pide veya börek hazırlasa ne fark ederdi? İkisi de hazır yemekti ve yanında ayran olsa cana can katardı.

--------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ABİSİ ÖMER
Ali Rıza Bey'den olma Zübeyde Hanım'dan doğma Ömer 8 yaşındaydı. Kuşpalazı (difteri) salgını vardı. O günlerde Mustafa 2 yaşındaydı.
Bir gün Mustafa Kemal'in abisi Ömer yaşıtı Celal ile evlerinin bahçesinde geziniyordu. Celal birdenbire: Bak Ömer, şu yılanı görüyor musun? Ben bu yılanı alır, parmağımın ucunda sallarım, dedi. Yılan dediği parmak kalınlığında, iki karış boyundaydı.
Ömer: Aman, Celal, bırak yılanı gitsin, sana ne zararı var, dedi.
Celal: Öyle deme Ömer, bu yavru yılan büyür, piton olur. Sen 2 metre olsan, bu yılan 10 metre olur. Yıllar sonra sen adam olsan da fark etmez. Bu yılan seni yakalar ve yutar, dedi.
Aradan dakikalar geçti. Celal, yavru yılanı sallamaya devam etti. Ta ki Celal'den bir ah sesi duyulana kadar. Ömer hızla sağına döndü. Celal diz çökmüştü ve sağ eli morarıp şişmeye başlamıştı.
Ömer, yılanın başını tuttu ve sıktı. Yılanın gücü azalmıştı. Sol eliyle yılanın kuyruğunu tuttu. Ters istikamette döndürerek, Celal'le yılanı birbirinden ayırdı. Yılanın başını taşla ezdi. Bir koşu gidip babası Ali Rıza Bey'i yardıma çağırdı. Ali Rıza Bey, Celal'in koluna ısırığın biraz yukarısından mendiliyle sıkma uyguladı. Kanayan yeri emdi, tükürdü. Bu işlemi defalarca tekrar etti. Baygın Celal kendine gelmeye başladı. Ali Rıza Bey'in dudakları hafiften şişmeye başlamıştı.
Bir kaç gün sonra her şey normale döndü. Celal olanları unutmuş, hayatın akışına kapılmış, savrulup gidiyordu. Ömer, arkadaşını kurtardığı için, babasına teşekkür etti. Geri planda olanların takipçisi Mustafa geleceği şekillendireceği günleri düşünüyor ve gülümsemeye çalışıyordu.

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 18.10.2025, 18:29   #15
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: HASİBE NİNE
Bir gün bakla tarlasından çiftliğe dönüyordum. Toprak yolun kenarındaki eski, tek katlı, ahşap bir evde yaşayan Hasibe Nine'ye uğradım. Hal hatır sordum. Yalnızlığını paylaştım. Testiyi alarak yakındaki dereden su doldurup getirdim.
Hasibe Nine: " Sağ ol evladım! Sen olmasan şurada açlıktan, susuzluktan kıvranacağım. Bana ekmek, yemek, yoğurt getirirsin. Suyumu doldurursun. "
Ne demek efendim? Bu benim insanlık görevim. İnsanlar yardımlaşmalı, yiyeceğini paylaşmalı. Şu güzelim dünyada hoşça vakit geçirmeli, dedim.
" Benim Mustafam, neler de bilirmiş? Çok bilgiliymiş. Civan boylum benim. Gel de ninen sarılsın sana. "
Hasibe Nine'ye sarıldım ama birdenbire ağlamaya başladı.
Ama neden ağlıyorsunuz? Yoksa canınızı mı yaktım? dedim.
" Yok evladım, canımı yakmadın. Ben yalnızlığıma ağlıyorum. Yaşlı insanlar, yalnız kalırlar. Yalnızlık zor evladım, çok zor. "
Daha sonra en iyi dileklerle oradan ayrıldım. Çiftliğe doğru yoluma devam ettim. Birden ilerideki çimenlerin arasında uçamayan bir güvercin gördüm. Güvercini alarak çiftliğe götürdüm. Dayım, güvercinin incinmiş olan kanadını tedavi edip, sardı. Birkaç günde iyileşir, dedi.
Ertesi gün güvercini Hasibe Nine'ye götürdüm. Onu bir kafese koydu. İyileşince bırakırım, dedi. İyileşince bıraktı ama güvercin biraz uçtuktan sonra geri döndü. Hasibe Nine'yi çok sevmişti ve ondan ayrılmamaya kararlıydı. Orada olduğum zamanlarda güvercin etrafımda uçuyor ve beni saygıyla selamlıyordu.

SON
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 18.10.2025, 18:30   #16
Serdar Yıldırım
Yiğido
NO AVATAR
 
Serdar Yıldırım Şuan Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 18.10.2025 18:30

Üyelik Tarihi: 25.08.2009
Yaş: 66
Mesajlar: 50
Tecrübe Puanı: 596 Serdar Yıldırım FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: CUMHURİYET İLAN EDERDİM
Mustafa bakla tarlasında bekçilik yaparken, diğer yandan yeni arkadaşlar ediniyordu. Bunlardan biri de Süleyman'dı. Süleyman komşu çiftliğin sahibinin oğluydu. Fırsat buldukça Hüseyin Ağa'nın çiftliğine gelir, Mustafa'yı bulur ve aralarında oynadıkları oyunlara katılırdı.
Bir gün Süleyman yine oyuna katıldı. Koştu, yoruldu. Yarıcı çocukları gidince Mustafa ile Süleyman bir ağacın altına oturdular. İlk soru Süleyman'dan geldi: Mustafa, sence bu padişahlık ne zamana kadar sürer?
" Çok sürmez. Sınavlarda üç yanlış bir doğruyu götürür ama üç yanlışın götüreceği doğru yoksa, ben padişah olsam ne olacak? Osmanlı İmparatorluğu uçurumun kenarında. "
Süleyman: " Bravo Mustafa, her sözünün altına imzamı atarım. Bir de padişahların hanımlarından bahsetsen. "
Mustafa: " Yıkım kararı alırsın. Osmanlıyı ben yıkamam ama düşmanlar yıkar. Padişahlar, Türk kızları dururken, yabancı kızlarla evlendiler ve çöküşü hızlandırdılar. Bir de saraydan çıkmayan padişahlar var. "

Daha sonraki günlerde bu konu konuşulmaya devam etti. Bir akşamüstü Süleyman, Hüseyin Ağa'nın çiftliğine geldi ve Mustafa'yı buldu. Babasıyla bazı konularda anlaşamadığını, bir tartışma sonunda babasının kendisini çiftlikten kovduğunu söyledi. Babasının son sözleri şunlar olmuştu: " Süleyman senin padişah karşıtlığını anlamıyorum. Osmanlı İmparatorluğu ne güzel yönetiliyor. Artık bu çiftlikte yerin yok senin. "
Babasının bu sözleri üzerine Süleyman tasını, tarağını toplamadan yola çıktı ve komşu çiftliğe doğru yöneldi. Orada özgün düşünme yeteneğine sahip bir arkadaşı vardı ve Mustafa, onu sokakta bırakmazdı. Gerçek arkadaş zor günde belli olurdu. İyi günde pasta ikram eden, kötü günde lokmanı elinden alana ben gerçek arkadaş demem diyordu, Süleyman.
Mustafa, Süleyman'ı güler yüzle karşıladı. Süleyman olanları anlatınca çok üzüldü. Daha sonra ikisi birlikte Zübeyde Hanım'ın yanına gitti ve arkadaşının yatıya kalması için, gerekli izni alması zor olmadı.

Akşam yemeğinden sonra Mustafa ile Süleyman, sohbete daldı. Konu yine ülkenin geleceğiydi. Bir ülke yönetiminde sadece koltuk sahipleri söz sahibi olmamalıydı. Her vatandaş yönetime karışır, fikir ileri sürer ve yorum yapardı. Padişah, kral, imparator, halkın sesine kulak vermezse tacını, tahtını verirdi. Bir aralık Süleyman şöyle bir soru sordu: Arkadaş, bilmem inanır mısın, tıpkısının aynısı ben de seninle aynı düşünceler içindeyim. Temsilde, ülke yönetimini sana bıraksalar, yönetim düzenin nasıl olurdu?
Mustafa: " Ben Cumhuriyet ilan ederdim. Millet Meclisi olmalı. Burada çeşitli vilayetlerden gelen temsilciler olmalı. Halk, beğenmediği yöneticiyi değiştirebilmeli. "
Mustafa ile Süleyman sonraki iki gün birlikte vakit geçirdiler. Pek çok konuda fikir alışverişinde bulundular. Çiftliğin avlusunda gezdiler, dolaştılar, yoruldular. Daha ertesi gün Mustafa komşu çiftliğe giderek, Süleyman'ın babasıyla bir görüşme yaptı ve Süleyman'ı affetmesini istedi. Baba, Mustafa'ya, sen çok zeki ve dünyada eşi bulunmaz bir çocuksun. Seni kıracağıma kafamı kırarım, dedi ve oğlunu affettiğini söyledi. Çiftliğe geri dönen oğlunun fikirlerine her zaman önem verdi. Anlattıklarını dikkatle dinledi.

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
Serdar Yıldırım isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 4 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 4 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesaj?n?z? De?i?tirme Yetkiniz Yok

BB Code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Çarşaflı partililer CHP rozetlerini iade etti ErdalGüler Dünya ve Türkiye'den Haberler 31 24.05.2011 09:07
Sabiha Serin Siir Kösesi Sabiha Serin Şiirler 169 02.09.2010 10:50
bir kadına ait olmak !!! sibelYILMAZ Serbest Kürsü 1 23.08.2009 00:44
HAYATA AİT HİKAYELER seten65 Serbest Kürsü 3 01.07.2009 14:28
ATATÜRK'ÜN DİKKAT ÇEKTİĞİ TEHLİKE: KOMÜNİZM HaYLaZ Atatürk ve Sivas 16 29.12.2008 20:55


WEZ Format +2. ?uan Saat: 20:06.


Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.