Forum - Ana Sayfa Takvim S?k Sorulan Sorular Arama

Zurück   Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar > Serbest Alan > Kadınca
SİTE ANA SAYFA Galeri Kayıt ol Yardım Ajanda Oyunlar Arama Bugünki Mesajlar Forumlar? Okundu Kabul Et

Kadınca Kadınca



Son 15 Mesaj : Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler           »          Şehzade Osman           »          Hatıra defteri           »          Antilop İle Akrebin Dostluğu           »          Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2           »          Sitemizin Ozanları           »          SEVDİM İŞTE....           »          NEFRET ETTİM İŞTE!!!!!           »          AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1           »          SEÇKİNLER/SEÇİLMİŞLER DÜNYASI           »          Hatalarımızdan Dersler Alabilmek Ümidiyle.           »          Araf Suresi 172-173. Ayetler.( Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim)           »          İnancımızı Kullananların Artık Tuzağına Düşmeyelim.           »          ULAŞ-Yapalı           »          TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR PAYLAŞIMAZ
Cevapla
 
Seçenekler Arama Stil
Alt 05.01.2010, 15:15   #1
seva
Usta Yiğido
 
seva - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
seva Şuan seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51

Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 39
Mesajlar: 15.375
Tecrübe Puanı: 2150 seva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz sein
Standart Sen Hz. Ali misin ki Hz. Fatıma İstiyorsun?

İçimden geçenleri tek tek anlatacaktım ona;

Onunla ikimiz bir dalın iki kirazı, bir kurnanın yan yana akan iki musluğu olacaktık.

Hayat denilen bu köhne mahallede; yıkılmak üzere olan taraçalarımı, balkonumu onun sağlam ve dik duvarına dayayacak ve istimlâk görmemiş iki ahşap ev gibi bitişik nizam yaşayıp gidecektik.

Dışarının tarrakasından bezip dumanlı başımla saadet yuvamıza girdiğim an, onun boynunu bir gelincik gibi büküp, ok kirpiklerini kırpıştırarak “hoş geldin” deyişinde felah bulacak ve mükerreren rabbime şükür duaları edecektim: “rabbim bana iliği mundar bir hatun vermediğin için sana hamdolsun”

İnsanlar avaz avaz, bar bar bağırıp sokaklarda zift ile sıvanmış gemiler gibi yol alırken mehpare yüzlü sevdiceğimle biz şal desenli koltuklarımızda oturup ayaklı fincanlarımızla kahvelerimizi yudumlayacaktık... ve ben çocukluktan kalma bir alışkanlık ile fincanın dibindeki telveyi yalamaya çalışırken bir an onun müstehzi yüz ifadesi ile karşılaşıp utanacaktım.

Sinirden morardığım, eski bir taka gibi yalpaladığım anlarda marifetli zevcemin yaptığı balıksırtı desenli cevizli tarçınlı kurabiyelerle kendime gelecek; tüm çakralarım açılacak, ruhumda tarçın çubuklarından saraylar yükselecekti.

Geçim yoluna koymuşuz ya başımızı efendim. Benim kazdığım çukurları o dolduracak, onun ördüğü zindanları ben yıkacaktım. Benim yaktığım ateşi o söndürecek, onun çattığı darağacını ben yakacaktım. O giderken ben dönecektim, ben kaybederken o bulacaktı. İşte böylece yirmi dört saat mesai yapan iki işçi gibi saadet sarayımızı inşa edecektik.

Ufak tefek tartışmalar da yaşayacaktık elbette. Rica ederim. Elbet biz de hataya namzet bir beşeriz. Misal “LCD televizyona zekât düşüp düşmeyeceği”, “pazar arabasına önce sebzelerin mi meyvelerin mi konulacağı”, “yumurtanın sarısının mı yoksa beyazının mı daha faydalı olduğu” mevzularında elbette sağlıklı beyin hücrelerine sahip her birey gibi biz de tartışacaktık.

Şeyh Sadi’nin “on derviş bir kilime sığar da iki sultan bir saraya sığmaz” sözünü kaidemiz belleyecek ve sultanlar gibi değil etekleri zikir rüzgârları ile uçuşan dervişler gibi gezinecektik saadethanemizde.

Yaralı geyikler gibi titreyecektik mukaddes kitabımızdan sözler işitince…
Şeytanla, sırçalı sıpalar gibi inatlaşacaktık…
Sabah namazına paçalı güvercinler gibi guruldayarak uyanacaktık.
Kertenkelelerin korkudan kuyruğunu bırakıp kaçması gibi biz de “rabbimizin azametini” ensemizde her hissedişimizde günahlarımızı bırakıp kaçacaktık.

Her yanlış bir nakış demiş eskiler. Biz de hayat denilen kilimi işte böyle nakış nakış dokuyacaktık. Bozulmuş bir nesil ters nallanmış at gibi yeldir yepelek dolanırken, biz sağrısı terli, yeleleri rüzgârlı atlar gibi her daim rıza-i ilahi ye doğru koşacaktık.

Vay hormonlu gıdalarmış, vay kansorejen maddelermiş… Uzun kış gecelerinde saç sobamızın tavana vuran ışığında oynaşan renk fevvarelerinde huzur bulmak varken, patlamış mısırlar eşliğinde sobanın üzerindeki bakır demlikten yayılan o musikiyi dinleyerek uyuklamak varken, bu tür mevzulara dalıp asla mekâna kesafet katmayacaktık.

Pencereden bakınca bir top akasya bir iki akçakavak muhakkak görecektik. Tevazu, tevekkül, kanaat ve feragat adına ne varsa ağaçların dallarından okuyacaktık. Şövalye kitabı okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot gibi biz de ağaçlara baka baka onlar gibi mütevekkil olacaktık. Köklerimiz sağlamlaştıkça dallarımıza abı hayat yürüyecekti. Damarlarımızda sabır öz suyu dolaşacaktı. Yüzümüz ağacın gövdesi gibi nasırlaşsa da bedenimiz her daim meyveye duracaktı. Sonbahar gelip yaprağımızdaki son klorofili de içine çekinceye kadar bu böyle devam edip gidecekti.

Asla plaza adamı, cafe müdavimi, İstanbul enteli, vitrin aylağı olmayacaktık. Zamanı geçmiş fraksiyonlardan bize ne? Markasını yitirmiş şehirlerden, gudubet fikirlerden, küfür fıçısına batmış şiirlerden bize ne? Ne yapacağını iyi bilen kurnaz kadınlardan, ne yaptığını bilmeyen mandagöz adamlardan bize ne?

Biz iki mümin olacak, iki mümin gibi yaşayacak ve iki mümin gibi ölecektik….

Lafı çok uzattım farkındayım. İşte bütün bunları ona anlatacak ve desti izdivacına talip olacaktım. Eğer ki tam ona yetişmişken köşeyi dönmeseydi. O meymenetsiz adamın koluna bir piknik sepeti gibi takılmasaydı. Şuh kahkahaları onu bir azize olarak gören ruhumun duvarlarında yankılanmasaydı. Hz. Fatıma asaleti diye nitelendirdiğim o duruşunu bir mazgalın kenarına bırakıp şehrin lağımına karışmasaydı. İçkili bir kafeden içeriye girerken ardında bıraktığı gönül mabedimi elleriyle yakıp yıkmasaydı.

Tüm bu düşüncelerimle o menevişli siluetin ardından bakışlarımı çekip kendi ruhuma doğru yeniden yola çıkarken içimde bir sesin yankılandığını hissettim. Diyordu ki bu ses; “sen Hz. Ali misin ki Hz. Fatıma istedin, sen Mecnun istidadında mısın ki Leyla aradın karşında”

İşte bu içsel hesaplaşma ile o an Obama gibi irkilmişim. Ayaklarım birbirine karışırken düşmemek için duvardan sarkan elektrik kablosuna sımsıkı tutunmuşum. Ufak bir çarpıntı ve titreme ile üzerinize afiyet kendimi karşı kaldırımda buldum. O an çevreye yayılan yanık kokusunun elimden mi yüreğimden mi geldiğini tam anlayamadım. Ama anladığım bir şey vardı ki; ortada Leyla ve Mecnun yoksa Züleyha ve Yusuf yoksa Ali ve Fatıma yoksa elektrik melektrik bir işe yaramıyor.

Ayşegül Genç
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


CANDA ÖZÜR OLMAZ...
seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir)
 
Seçenekler Arama
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesaj?n?z? De?i?tirme Yetkiniz Yok

BB Code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
şarkı sözleri kronik Şiirler 321 26.08.2010 07:48
Sen Hz. Ali misin ki...?? GuNaY Köşe Yazıları 4 07.06.2009 07:21
Sakın Açma Bu Mesajı..... HaKaaN Muhtelif konular 38 09.03.2009 12:42
ALİ İBN EBİ TÂLİB HaKaaN Peygamberler Tarihi 2 01.03.2009 00:07


WEZ Format +2. ?uan Saat: 15:57.


Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.